Emre Özpeynirci

Subaru, Avrupa için Türkiye’de üretim yapmayı planlıyor

31 Ekim 2007
Uluslararası Motorlu Taşıt Üreticileri Derneği (OICA) verilerine göre, Türkiye 2006 yılında 987 bin 780 araç üretimiyle dünyada 16’ıncı sıraya yükseldi. Yani bugün Türkiye, dünyada en çok araç üreten 16 ülkeden biri. Avrupa’da ise Almanya, Fransa, İspanya, İngiltere ve İtalya’nın ardından 6’ıncı sırada. 5’inci sırada yer alan İtalya’yla arasında yaklaşık 200 bin adetlik fark kalmış durumda. Devreye giren yeni model ve kapasite artışıyla Türkiye, 2008 yılı sonunda 1.4 milyon adetlik bir üretime ulaşacak. Bu da 2008 yılında Türkiye’nin İtalya’yı geçip 5’inci sıraya yükselmesi anlamına geliyor.

SUBARU’NUN YENİ STRATEJİLERİ

Tabi bu durum geriden gelen Çek Cumhuriyeti, Polonya gibi doğu Avrupa ülkelerindeki üretim artışlarına da bağlı. Bu yüzden yeni yatırımları ve yeni model üretimlerini hükümetin de desteğiyle Türkiye’ye çekmemiz şart. Buradan şuna geleceğim. Geçtiğimiz hafta Tokyo Otomobil Fuarı için Japonya’daydım. Fuar sırasında Japon Subaru’nun Avrupa’ya yönelik yeni stratejilerini öğrendim. Subaru, Japonya’nın havacılık, otomotiv ve endüstri makinaları alanlarında faaliyet gösteren en büyük gruplarından Fuji Heavy Industries’a bağlı bir otomobil şirketi. Grubun otomobil üretimi konusunda sadece Japonya’da ve Amerika’da fabrikası var.

Subaru’nun yüzde 20’si 2005 yılına kadar General Motors’a (GM) aitti. 2005 yılında ise GM içine girdiği mali kriz nedeniyle hisselerini sattı. Hisselerin yüzde 11.3’ünü Subaru geri alırken, yüzde 8.7’sini ise 300 milyon doların üzerinde bir para ödeyerek Toyota aldı. İşte bu hisse değişimin ardından Subaru’da gözle görülür değişiklikler olmaya başladı. Özellikle 2006 yılının sonlarına doğru Fuji Heavy Industries’in CEO’luğuna pazarlama kökenli Ikuo Mori’nin getirilmesiyle marka yeni bir çizgiye girdi. Yarışçı kimliğine sahip Impreza’nın tamamen değiştirilerek kompakt bir araç haline getirilmesi de bunun en somut örneği.

Subaru, yeni yapısıyla Japonya dışında özellikle Avrupa ve Amerika’da büyümek istiyor. Bunun için ortağı Toyota’nın da bilgi ve tecrübesinden yararlanıyor. Geçtiğimiz günlerde Toyota’yla küçük otomobil geliştirme konusunda anlaşttığını açıklamıştı.

Tabi tüm bu gelişmeler olurken, Subaru üretimde kapasite sıkıntısı çekmeye başladı. Sadece Japonya ve Amerika’da fabrikası bulunan Subaru’nun üretim kapasitesi 600 bin adedi zor buluyor. Amerika’da bir tek SUV modelleri Tribeca’nın üretildiği düşünülürse üretimdeki ağırlık Japonya’da.

100 BİN ADET AÇIK

Bu doğrultuda Subaru özellikle Avrupa’daki yeni Impreza ve Forester talebine yetişemiyor. Subaru yetkilileri şu anda Avrupa’da talepte 15-20 bin adet açıkları olduğunu söylüyor. Buna Avrupa dışındaki bölgelerde eklenince açık 100 bin adedi buluyor. Yani Subaru’nun kısa süre içinde en az 100 bin adetlik ekstra bir kapasiteye ihtiyacı bulunuyor. İşte bu noktada Tokyo’da görüştüğümüz Subaru yetkilileri, bu açığı yeni bir fabrikayla kapatmak istediklerini söylüyorlar. Bunun için de büyümek istedikleri Avrupa’ya yakın uygun bir ülke arıyorlar. İlk etapta Subaru’nun önünde 3 seçenek varmış. Biri Rusya ikincisi Doğu Avrupa’da bir ülke, üçüncüsü ise Türkiye. Ama yetkililer bu seçeneklerin Rusya ve Türkiye olarak ikiye indiğini söylediyer.

TÜRKİYE’NİN AVANTAJLARI

Hızla büyüyen ve bir çok yatırımı çeken Rusya’nın şansı çok gibi görünsede, Subaru’nun ortağı olan Toyota’nın Türkiye’de çok başarılı bir fabrikaya sahip olması ve Türkiye’nin coğrafi pozisyonu bizim şansımızı da oldukça artırmış. Bu konuyla ilgili olarak önümüzdeki günlerde Subaru’nun çok daha net açıklamaları olacakmış. Ama Subaru özellikle Avrupa’da büyümek için yeni bir yatırım yapmayı kafasına koymuş.

Bu noktada en büyük iş Subaru’nun Türkiye distribütörü Bayraktar Grubu’na ve hükümete düşüyor. Türkiye, bu yatırımı çekip 100 bin adetlik yepyeni bir fabrikaya daha kavuşma şansına sahip. Bence şimdiden lobi çalışmalarına başlamalıyız.

Aston Martin’i getirmek için Bayraktar devrede

Ford, geçtiğimiz Mart ayında James Bond’un favori spor otomobil markası İngiliz Aston Martin’i motorsporları girişimcisi David Richards’ın önderliğindeki bir yatırım grubuna 939 milyon dolara satmıştı. Aston Martin fanatiği olan Borusan Otomotiv İcra Kurulu üyesi Ali Vahapzade, satış sürecine kadar bu markayı Türkiye’ye getirmek için uğraşıyordu. Ancak satışın ardından Vahapzade bu fikrinden vazgeçtiğini belirterek şunları söylemişti: "Biz temsilcisi olduğumuz Land Rover’la kardeş şirket olduğu için Aston Martin’i getirmek konusunda avantajlıydık. Ama şimdi şirket satılınca böyle bir avantajımız kalmadı. Biz de artık bu markayı almak isteyen diğer şirketlerle eşit şansa sahibiz. Bu yüzden bu planımızı rafa kaldırdık."

Borusan Otomotiv vaçgeçtikten sonra mı bilmiyorum ama bu kez Aston Martin’i Türkiye’ye getirmek için Bayraktar Holding’in devreye girdiğini öğrendim. Citroen ve Subaru’nun Türkiye temsilcisi olan Bayraktar Holding otomotiv sektöründe büyümek istediğini açıklamıştı. Bu doğrultuda Bayraktar Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Bayraktar, "Doğuş Otomotiv gibi çok markalı bir grup olmak istiyoruz" yorumunu bile yapmıştı. Çinden Koreye bir çok otomotiv markasıyla görüşen Bayraktar Holding, şimdi Mustafa Bayraktar’ın da arzusuyla Aston Martin gibi hem spor hem de prestijli bir markayı bünyelerine katmak istiyor. Bunun için uzun bir süredir Aston Martin’in yeni sahipleriyle görüşüyorlarmış. Bekleyip göreceğiz.
Yazının Devamını Oku

Akıllı kampanyayla satışlar nasıl artar

24 Ekim 2007
Bundan 4-5 yıl sonra eminim 2007 yılını otomotiv sektörü için tam bir kampanya yılı olarak hatırlayacağız. Seçim yılı olduğu için daralan pazarda firmalar neredeyse yılın her döneminde kampanyaları devreye sokup, satışlarını artırmak için uğraştılar. 10 bin YTL’yi aşan indirimlerden, taksit ötelemeye, düşük faizden, farklı hizmetlere kadar bir çok kampanyanın yapıldığı 2007 yılına damgasını vuran kampanya ise bana göre Kia’nın 4x4 modeli Sorento için başlattığı ’ömür boyu garanti’ kampanyası oldu.

Çünkü Kia, Hyundai’nin 5 yıl, Honda’nın ise 6 yılı bulan garanti sürelerini akıllıca bir yöntemle geri planda bıraktı. Aslında bakıldığında Kia Sorento’nun garanti süresi Hyundai ve Honda’nın verdiklerinden uzun değil. Hatta çok daha kısa. Çünkü Kia, Sorento’da öbür boyu garantiyi sadece aracın ilk kullanıcısıysanız size sunuyor. Yani aracı alıp 3 yıl sonra sattığınız zaman ikinci kullanıcı bu garantiden yararlanamıyor. Yok ben 20 yıl bu aracı kullanırım derseniz öbür boyu garanti altındasınız. Ama Sorento’yu da kaç kişi ömrü boyunca kullanır, siz düşünün.

Ama ortada bir gerçek varsa, Kia’nın bu kampanya ile yüzü artık iyice eskiyen (makyaja rağmen) Sorento’nun satışlarını yüzde 50 artırdığıdır. Evet iyi duydunuz kampanyanın gücüyle Sorento satışları ayda 100-150’den yine 300’lere çıkmış. Sonuçta, piyasada hemen hemen her markanın verdiği benzer garanti süresini Kia, ufak bir değişiklikle ’öbür boyu garanti’ adı altına sokunca işler nasıl bir anda değişiyor. Kasım ayından itibaren Kia, öbür boyu garanti kampanyasını Sorento’nun ardından Sportage modeli için de uygulamaya başlıyor. Bekleyip göreceğiz, ayın başarı gelecek mi.

’Ceed’i doğru fiyat için geç getiriyoruz’

Konu Kia’dan açılmışken, markanın Türkiye temsilcisi Çelik Motor’un Genel Müdürü Alp Evcimen’in yeni modelleri Ceed’le ilgili açıklamasını da aktarmakta fayda var. Bilmeyenler için Ceed, Hyundai’nin i30 modeliyle kardeş. Yani aynı platformda Avrupa’ya özel üretilen ve bir çok yönü ortak olan iki kardeşten bahsediyoruz. Aslında Ceed, i30’dan çok daha önce Avrupa’da tanıtıldı ve piyasa çıktı. Ama Kia Türkiye’ye Ceed’i getirmek konusunda Hyundai’den oldukça geride kaldı.

Bunun nedenini Evcimen’e sorduğumda cevabı çok net: "Hyundai, i30’u 34 bin YTL’den başlayan fiyatla piyasaya sundu. Bu rakam bence yüksek. Zaten sonuçları da ortada. Hedeflediklerinin çok altında satıyorlar. Biz de benzer bir fiyata Ceed’i piyasaya çok önceden sunabilirdik. Ama bu fiyatla Hyundai 180 satıyorsa biz ancak 50-60 adet satabilirdik. Bu kadar adet için büyük bir tanıtım yapma şansımız olmazdı. Biz uzun zamandır fiyatı aşağıya çekmek için uğraşıyoruZ. Hedefimiz başlangıç fiyatını 30 bin YTL’nin altına çekmek. Bunu başarırsak 2008 başında Ceed’i Türkiye’de büyük bir lansmanla piyasaya sunacağız. Hem de tanıtıma dünyaca ünlü birini getireceğiz."
Yazının Devamını Oku

Geely Anadolu Grubu’yla geliyor

17 Ekim 2007
Çinli otomobil markalarının hem Avrupa’ya hem de Türkiye’ye girme çabaları otomotiv sektörünün son yıllarda en çok tartıştığı konuların başında geliyor. Özellikle son 1 yıldır, geldi geliyor, girdi girecek diye bir çok haber yapıldı, kaliteleri, güvenli olup olmadıkları sürekli tartışıldı. Sonuçta, Çinli Chery bu tartışmalar arasında hükümetten onay alarak Türkiye’ye sivrilen ilk marka oldu. Mermerler Grubu’nun Türkiye distribütörü olduğu Chery, Türk ortağının başarılı bir manevrasıyla seçim öncesinde hükümetten onay almayı başardı. Chery, şimdi Türkiye genelinde bayiler kurarak en geç yıl sonunda modellerini satışa sunmaya hazırlanıyor.

Açıkçası, Chery’nin onayları nasıl aldığı ve bu konuda hükümeti nasıl ikna ettiğinin detaylarını şu an için bilmiyoruz. Mermerler Grubu bu konuda ser verip sır vermiyor. Ama bildiğim kadarıyla yeni hükümet, onay alan Chery’nin şartları yerine getirip getirmediğini çok sıkı denetimlerle kontrol ediyor. Bu arada Chery’le birlikte Hintli Mahindra ve İranlı Samand’ın da aynı dönemde hükümetten onay aldığını belirtmekte fayda var. Bu da Türk otomotiv sektöründe rekabetin 3 yeni markayla iyice kızışacağını gösteriyor.

Bu gelişmeler yaşanırken, diğer büyük Türk grupları da boş durmuyor. Çinli markalarla ilgilenen bir çok grubun olduğunu biliyoruz. Bu gruplardan biri de Anadolu Grubu. Bünyesinde Kia, Isuzu ve Lada gibi otomotiv markalarını bulunduran Anadolu Grubu’nun Çinli Geely ile yakından ilgilendiğini biliyordum. Hatta bu marka için yine başka büyük bir grupla yarış halinde olduğunu da duyuyordum. Geçtiğimiz hafta Anadolu Grubu’nun Geely’nin distrübütörlüğünü aldığını öğrendim. Bu konuda imzalar atılmış. Ve aldığım ilk duyumlara göre Anadolu Grubu, Çinli marka için Avrupa’dan onayları bekliyormuş. Onayların alınmasıyla 2008 yılının ilk çeyreği ve ortasında ikinci Çinli markanın da Türkiye’de satılmaya başlanacağı söyleniyor. Anadolu Grubu Geely’i diğer markalarından ayrı tutacakmış. Geely’nin Türkiye’de satılacak ilk modeli ise CK olacağı söyleniyor. Bekleyip göreceğiz. Ama benim bu noktada merak ettiğim, Chery’nin açtığı kapıdan Geely’nin Türkiye’ye daha rahat girip giremeyeceği.

Tofaş’a 520 binlik kapasite için STATION BRAVO verilir mi

Tofaş CEO’su Ali Pandır, göreve geldiğinden bu yana, hemen hemen her görüşmemizde Bursa’daki fabrikalarının kapasitesinin 500 bin adede çıkabileceğini belirtiyor. En son pazartesi günü Doblo’nun yerini alacak 263 kodlu yeni araçla ilgili tanıtım toplantısında da benzer bir açıklama yaptı. Pandır, Bursa’daki fabrikalarının kapasitesinin mevcut alanla 520-530 bin adede çıkabileceğini söyleyerek, "Şu anki projelerle birlikte 400 bin adetlik üretime ulaşacağız. Geriye kalan 120 bin adetlik kapasiteyi doldurmak için de yeni proje arayışındayız. Fiat’la yeni model konusunda sürekli konuşuyoruz" açıklamasını yaptı.

Pandır’ın açıklamaların ardından kendi kendime yeni modelin neler olabileceğini düşündüm. Bu düşüncemi Fiat’ın üst düzey yöneticilerinin daha önce yaptıkları açıklamalarla birleştirince, önümüzdeki yıllarda Tofaş’a üretimi verilebilecek en güçlü modeller arasında, yeni Bravo’nun station versiyonu öne çıkıyor. Neden mi. Fiat yöneticileri Bravo’nun sedan versiyonunu üretmeyeceklerini, ama station daha doğrusu bir crossover versiyonu üzerine çalıştıklarını belirtmişlerdi. Croma tarzında. Bu modelin sadece Avrupa pazarına yönelik olmadığı da gelen haberler arasında. Üretilebilecek yerler arasında ise son dönemde başarılı modellere imza atan Tofaş’ın Bursa fabrikasının en güçlü adaylar arasında olduğu söyleniyor. Ayrıca bir ayrıntı daha vermek gerekirse, Tofaş’ın Bravo’yla benzer platformu bulunuyor. Tabi ki bu tamamen benim kendi fikrim. Ama yeni bir model gündeme gelecekse, en yakın ihtimal olarak Bravo’nun crossover veya station versiyonu ufukta gözüküyor.
Yazının Devamını Oku

Mermerler-Mazda savaşı başladı

10 Ekim 2007
Japon otomotiv şirketi Mazda, yepyeni modellerle dünyada önemli başarılara imza atarken, Türkiye’deki durumu ise her geçen gün karmaşık bir hal alıyor. Son 1 yıldır Türkiye’deki konumu tartışılan Mazda, 22 yıldır Türkiye’de temsilcisi olan Mermerler Grubu’yla 31 Mart 2007’de sözleşmelerinin bitmesinin ardından, Türkiye’ye doğrudan girme kararı almıştı. 2008 yılı başında, Mazda Avrupa bünyesinde Türkiye’de kendi kurdukları şirketle hizmet vermeye başlayacaklarını açıklayan Japon şirkete, eski ortağından ilk itiraz geldi. Son 6 aydır yaşanan süreçte sessiz kalan Mermerler Grubu, Mazda’ya karşı hukuki süreci başlattı. Bir başka deyişle Mermerler Grubu ile Mazda arasında Türkiye’de beklenen savaş başlamış oldu. Tabi bu savaş en çok Mazda’nın yeni modellerini bekleyen Türk tüketicisini etkileyecek. Çünkü hukuki süreç ne kadar uzarsa Mazda’nın Türkiye’de faaliyete geçmesi o kadar ertelenecek.

Aynı zamanda Otomotiv Distribütörleri Derneği (ODD) Başkanı da olan Yüksel Mermer’in Yönetim Kurulu Başkanı olduğu Mermerler Grubu’nun eski ortağına karşı hukuki mücadelesi ilk olarak isim hakları konusunda başlatılırken, portföy tazminatı, ithalat izni gibi bir çok davanın bunu takip edeceği belirtiliyor.

Peki hukuki süreç nasıl başladı. Mermerler Grubu, Mazda’nın Türkiye’de ’Mazda Motor Logistics Europe Türkiye’ ismiyle ticari faaliyete geçmesi üzerine harekete geçerek hemen İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesi’ne ihtiyati tedbir talebinde bulundu. Gerekçe olarak ise, ’Mazda Motor’ ve ’Türkiye’ ibarelerinin Mermerler Grubu’na ait olduğu, Mazda’nın bunları kullanamayacağı gösterildi. Mermerler Grubu, Mazda’yı basiretli olması yönünde uyarırken, Türkiye’de ’Mazda’ ismiyle şirket kuramayacağını belirtti.

1996’DA KURULDU

Mermerler Grubu tarafından mahkemeye sunulan ihtiyati tedbir talebinde davaya gerekçe olarak şu açıklamalar yer alıyor: /images/100/0x0/55ea9263f018fbb8f888bab6

"Mermerler Grubu’na bağlı ’Mazda Motor Türkiye’ her türlü vasıta ve bu vasıtalar için gerekli parça, yedek parça ve malzemelerin ithali, montajı, üretimi, dağıtımı,satışı, pazarlaması, satış sonrası servisi ve ihracatı,v.s alanlarında faaliyet göstermek üzere 03.01.1996 tarihinde kurulmuştur. Mazda Motor Türkiye şirketi İstanbul Ticaret Sicil Memurluğunun 22784/8 sicil numarası ile 03.01.1996 tarihinde tescil edilmiştir. Ayrıca Türk Ticaret Kanununa göre Türk, Türkiye, Cumhuriyet ve Milli Kelimeleri ticaret unvanına ancak Bakanlar Kurulu Kararı ile konabilir. Mermerler Grubu, bu hüküm uyarınca Bakanlar Kurulu’ndan izin alarak ticaret unvanında ’Türkiye’ ibaresini kullanmaktadır. Böylece ’Mazda Motor Türkiye’ ibaresi meşruf ve maruf hale getirilmiştir.

’BASİRETLİ OLUN’ ÇAĞRISI

’Mazda Motor Logistics Europe Türkiye’ şirketinin Türkiye’de Mazda Motor Türkiye şirketinden yıllar sonra kurulmasına rağmen, kullanmakta olduğu ticaret unvanının ayırt edici ibareleri olan ’Mazda Motor’ ve ’Türkiye’ ibarelerinin aynısını 03.09.2007 tarihinde ticaret unvanı olarak tescil ettirmiştir. Bu doğrultuda Mazda Motor Logistics Europe Türkiye’ şirketinin, Mermerler Grubu’nun ticaret unvanında kullanmış olduğu ’Mazda Motor’ ve ’Türkiye’ ibaresini kendi ticaret unvanında kullanması Türk Ticaret Kanununa göre haksız rekabet yasağının ihlali sonucunu oluşturmaktadır. Ayrıca davalı şirketin Bakanlar Kurulu izni bulunmadan Bakanlar Kurulu iznine sahipmiş gibi ’Türkiye’ ibaresini kullanması ve bu şekilde yanlış unvan kullanması Türk Ticaret Kanununa göre haksız rekabet oluşturmaktadır.

Türk Ticaret Kanunun tacir olmanın hükümlerini düzenleyen 20’inci maddesi bir tacire ticaretine ait tüm faaliyetlerinde basiretli bir iş adamı gibi hareket etme zorunluluğu yüklemektedir. Bu yükümlülük gereği Japon şirketin davalı şirketin ticaret unvanını ve ticaret unvanındaki esaslı unsur olan ’Mazda Motor’ ve ’Türkiye’ ibaresini tanıtıcı işaret olarak seçmeden önce bu ibarenin ticaret unvanı olarak kullanıp kullanılmadığını araştırması gerekirdi.

Mahkemece ihtiyati tedbir kararı verilmemesi durumunda davalı şirket bu ibareleri dava süresince kullanmaya devam edecek ve bu husus 3’üncü kişiler nezrinde davalı şirket ile müvekkilimiz şirket arasında karışıklığa sebebiyet verecek ve müvekkilimiz şirketin merkezi yabancı ülkede bulunan davalı şirketin iştiraki, bağlı ortaklığı, v.s olduğu izlenimi uyandıracaktır. Bu sebeplerle mahkemenizce verilecek karar kesinleşinceye kadar davalı şirketin ticaret unvanında ’Mazda Motor’ ve ’Türkiye’ ibarelerini kullanmaması hususunda ihtiyati tedbir kararı verilmesini talep zorunluluğu doğmuştur."

Bizle oturup konuşmadılar

iki dava daha açacağız


Mermerler Grubu’ndan Mazda’ya karşı açılan ve açılacak davalarla ilgili olarak ise şu açıklama yapıldı: "22 yıldır Mazda’nın Türkiye’de ortağıyız. Japon şirket bunca yıllık emeğimize rağmen bizle kendine hareket ediyor. Türkiye’de Mazda isminin tüm ticaret sicil hakları bize ait. Patenti ise onların. Yani araç satabilirler ama Türkiye’de Mazda ismiyle şirket kuramazlar. Biz ayrıca ticaret kanunu uyarınca Mazda’ya portföy tazminatı davası açacağız. Bu da bugüne kadar Mazda için Türkiye’de yaptığımız yatırımlar, pazarlama harcamalarını karşılıyor. Türkiye’de distribütör firmaları korumak için kanun bizim yanımızda. Çünkü markalar Türkiye’de belli bir pazar payına ve güce ulaştıktan sonra gelerek tüm hakları bizden alıyor. Bu ticaret kanuna aykırı. Bu davanın ardından da ithalat iznine yönelik bir dava açacağız. Çünkü Mazda’nın Türkiye’de ithalat izni halen bizim elimizde."





Mazda: Faaliyetlerimize

2008’de başlayacağız


Mart ayında Mermerler Grubu ile distribütörlük anlaşmaları sona eren ve sonrasında Türkiye’ye doğrudan girme kararı alan Mazda Motor, yeniden yapılanma çalışmalarında sona yaklaşmış, personel alımına bile başlamıştı. Mazda Motor Avrupa Başkan Yardımcısı Philip Waring, 2008’in ilk çeyreğinden itibaren Türkiye’de kendi kurdukları şirketle hizmet vermeye başlayacaklarını açıklamıştı. Türkiye’de Mazda markasını yeniden yaratacaklarını söyleyen Waring, "Eski distribütörümüz Mermerler’e yaptıkları çalışmalardan dolayı minnettarız. Mazda, Türkiye’de 30 yılda önemli bir müşteri kitlesine sahip oldu. Mermerler Grubu’na teşekkür ederiz" demişti.

Mermerler Grubu’yla Mazda’nın kavgası geçtiğimiz yıl Mart ayında gerçekleşen Cenevre fuarında, Mazda Motor Avrupa Başkanı ve CEO’su James Muir’in açıklamalarıyla başlamıştı. Türkiye’de otomotiv pazarının hızla büyümesine rağmen Mazda’nın satışlarının hızlı bir şekilde düştüğünü hatırlatan Muir, bunun üzerine harekete geçtiklerini belirterek, 2007 yılından itibaren Mazda’nın doğrudan Türkiye’ye geleceğini söylemişti.


Fiorino, Türkiye’de kardeşlerinden en az 300 Euro ucuz olacak

Tofaş’ın Fiat ve PSA Peugeot Citroen Grubu için 190 milyon Euro’su Ar-Ge olmak üzere 380 milyon Euro’luk yatırımla Bursa’da üretmeye başladığı hafif ticari modeli Minicargo geçtiğimiz hafta hem Bursa’da hem de Milano’da dünyaya tanıtıldı. Fiat araca ’Fiorino’, Citroen ’Nemo’, Peugeot ise ’Bipper’ ismini koydu. Tofaş, tüm fikri mülkiyet hakları kendisine ait olan Minicargo projesi için PSA Grubu ve Fiat’la 8 yılı kapsayan bir anlaşma yaptı. Bu anlaşmaya göre Tofaş, 380 milyon Euro’luk yatırımı kendisi finanse ederken, PSA Grubu ve Fiat’tan 8 yıllık ihracat garantisi aldı. Tofaş, yaptığı yatırımı ise 8 yıl içinde ihracat ettiği araçlara ekleyerek geri alacak.

Tofaş’ın PSA Grubu ve Fiat’la imzaladığı anlaşmanın detayları şöyle: "Tofaş yılda 165 bin adet Minicargo üretecek. Bunun 105 bin adedini PSA Grubu’na, 50 bin adedini Fiat’a satacak. Geri kalan 10 bin adedini ise Türkiye’de kendisine ayıracak. PSA Grubu için 8 yılda üretilecek araç sayısı 840 bin, Fiat için ise 400 bin adedi bulacak. Bu da Tofaş’ın 8 yılda toplamda 1 milyon 240 bin araç ihraç edeceğini ortaya koyuyor. Tofaş, yaptığı 380 milyon Euro’luk yatırımı geri almak için ihraç ettiği araç başına yaklaşık 300 Euro ’yatırım’ bedeli ekleyecek. Böylece yaptığı yatırımı 8 yılda geri alacak."

Bu anlaşmanın ardından Tofaş’ın Fiat Fiorino’yu Türkiye’de 300 Euro daha ucuza satacağı, Peugeot ve Citroen’in ise araçları PSA Grubu’ndan alacağı için böyle bir avantaja sahip olmayacağı ortaya çıkmış oluyor. Zaten 3 markanın Türkiye hedeflerine bakıldığında da bu net olarak ortaya çıkıyor. Tofaş, yılda 10 bin adet Fiorino satmayı hedeflerken, Citroen ve Peugeot’nun toplam hedefi ise 5 bin. Diğer bir ayrıntı ise Minicargo fikrini ortaya çıkaran ve üretilen araçların 3’te 2’sini alan PSA Peugeot Citroen Grubu’nun 380 milyon Euro’luk yatırımın 250 milyon Euro’sunu karşılayacak olması.

Görme özürlüler hibrid’e karşı

’Sessizlik’ bir otomobilin en önemli konforlarından bir tanesidir. Bir otomobilin tasarımı, sahip olduğu teknolojileri, gücü ve donanımı ne kadar iyi olursa olsun, eğer kullanırken sizi rahatsız eden bir sese sahipse emin olun hiç bir başarı şansı yoktur. Gürültü ile çalışan her tarafından ses gelen bir aracı kimse satın almak istemez. Günümüzde insanlar bir otomobilin sessiz gidişine, yollarda yağ gibi kayışına hayranlık duyar ve otomobilini anlatırken öncelikli olarak ’çok sessiz’ veya ’hiç sesi yok’ cümlelerini kullanır. Artan akaryakıt fiyatlarıyla son dönemde popülaritesi artan hibrid (melez) otomobiller ise sessizliği yeni bir boyuta taşımış durumda. Hem elektrikli hem de benzinli motoruyla önemli ölçüde yakıt tasarruf sağlayan hibrid araçlardan neredeyse hiç ses gelmiyor. Hibrid kullanan bile aracın çalışıp çalışmadığını anlamıyor.

Ama işte bu özelliği Amerika’da olduğu gibi bazen sorun da yaratıyor. 1.3 milyon görme özürlünün bulunduğu Amerika’da Görme Özürlüler Derneği, hibrid araçlara karşı savaş başlatmış durumda. Gerekçeleri ise "Hibrid araçlar çok sessiz olduğu için bizi korkutuyor. Duymadığımız için güvenliğimiz tehlikede" olmuş. Şimdi olayın mahkemeye taşınmaması için firmalar tarafından çareler aranıyor. Konuyla ilgili bir çok test gerçekleşirken, tümü görme özürlülerin lehine sonuçlanmış. Hibrid araç geliştiren firmalar şimdi araçların algılanabilmesi için belli bir sesin çıkması için çalışmalar yapıyor.
Yazının Devamını Oku

Ferrari mi Lamborghini mi

26 Eylül 2007
Uzun zamandır yazmak istediğim bir yazıyı ancak fırsat bulup yazabiliyorum. Yazının kahramanları Ferrari ve Lamborghini gibi iki ezeli İtalyan rakip. Fakat bu iki markayı performans veya fiyat olarak karşılaştırmayacağım, Türkiye’de basınla kurdukları ilişki açısından değerlendireceğim.

Bundan iki yıl önce Ferrari, Türkiye’de Koç Holding’in bünyesinde Fer-Mas şirketi tarafından temsil edilmeye başladığında, genel müdürlüğüne Doğuş Otomotiv’den tanıdığımız Orhan Ülgür getirilmişti. Ülgür, kendi adıma sektörde çok da iyi dialog kuramadığım ender yöneticilerden biridir. Yaptığı iş hakkında hiç bir şey söyleyemem ama basınla ilişkisi diğer şirketlere nazaran farklıdır. Bu durumun sadece benimle sınırlı olmadığını da biliyorum. Yani öyle otomotiv basınıyla çok iyi bir ilişki içine girme arzusunda değildir. Daha doğrusu ihtiyaç duymaz. Magazin basınını otomotiv basınına tercih ettiği durumlar bile vardır. Kafasındaki hedef kitle farklı olduğu için saygı duyarım.

FERRARI BAŞLI BAŞINA HABERDİR

Bugün kuşkusuz Ferrari çok ama çok önemli bir marka ve başlı başına bir haberdir. Bırakın yeni modellerini, Formula 1’le haberdir, kazası haberdir, müşterisi haberdir.

En büyük rakibi Lamborghini ise bir kaç ay önce Türkiye’ye Doğuş Otomotiv’le giriş yaptı. Tabi Ferrari’yle olan ilişkimize paralel Lamborghini’den de benzer bir tavır bekledik. Ancak Lamborghini Türkiye Genel Müdürü Gino Bottaro, önce bir çoğumuzla tek tek toplantılar yaptı. Sonra sadece Türk otomotiv basınına yönelik İtalya’da Lamborghini’nin merkezine özel bir gezi düzenledi. 6-7 Türk gazeteci, bu rüya otomobillerin üretimini yerinde görürken, CEO’suyla özel olarak görüşme imkanı buldu. Lamborghini CEO’su sadece Türk basını için 2 saatten fazla zamanını ayırıp, özel sunum bile yaptı. Daha sonra 6-7 Lamborghini’yi ki fiyatları 350 bin Euro’dan başlayıp 600 bin Euro’ya kadar çıkıyor, bize tahsis ettiler. Öyle pistte veya yan koltukta da değil. Dağ tepe, şehir içinde tek başımıza bu 550 beygirlik süper otomobiller 3-4 saat emrimize amadeydi.

Burdan şuraya gelicem, bugün Ferrari markası çok güçlü ama Lamborghini de bir o kadar güçlü ve hatta daha ulaşılmaz bir marka durumunda. İşte böyle iki güçlü markadan biri Türkiye’de otomotiv basınıyla çok iyi bir ilişki içine girerken, diğeri nasıl olsa "Ben Ferrari’yim" düşüncesiyle böyle bir ihtiyaç duymuyor. Bugün Lamborghini’nin herşeyini bilirken, Ferrari gibi Türkiye’de daha çok tanınan bir markaya yabancıyız. Yabancılıktan kastım Hürriyet Gazetesi’nin Otomotiv Editörü olarak şu ana kadar ne bir Ferrari yöneticisiyle konuştum ne de Ferrari’nin herhangi bir modelini test edip izlenimleri aktardım. Bu benim eksikliğim mi? Karar sizin...

TEST MERAKLISI DEĞİLİZ

Sonuçta Lamborghini Türkiye’ye yeni giriş yapan ama tanınan bir marka. Basınla da düzgün bir ilişki kurduğu için aldığı geri dönüş çok iyi. En basitinden gazete ve televizyonlarda Lamborghini’nin ulaşılamaz bir marka olduğu imajı aktarıldı. Şimdi bir çok Türk böyle bir markaya sahip olmak için 2 yılı bulan sıraları göze almış durumda. Ferrari ise bu haberlerden sonra sanki daha ulaşılabilir bir marka imajına geriledi. Bu tabiki benim şahsi fikrim.

Fer-Mas Genel Müdürü Orhan Ülgür’e ’Siz neden bu tip özel organizasyonlar yapmıyorsunuz’ diye sorulduğunda cevabı bu yazıyı yazmamda etkili oldu: "Bir şey istiyorsanız arayın yapalım". Bugüne kadar hiç bir gazeteci böyle bir talepte bulunmamıştır, bulunmayacaktır da. Karşı taraf bir organizasyon yaparsa veya aracını teste vermek isterse bizim görevimiz izlenimlerimizi okuyuca aktarmaktır. Gidip de ’Ülgür Bey ben bir Ferrari test etmek istiyorum’ mu diyeceğiz. Emin olun otomotiv basını Ferrari veya Lamborghini kullanma meraklısı değil. Ama o araçlarla ilgili izlenimlerimiz markanın imajı adına çok önemli.

Bugün Ferrari çok satıyor olabilir. Peki yarın Lamborghini veya diğer süper spor otomobiller pazardaki imajını ve ağırlığını artırırsa ne olacak. Biz mi Orhan Ülgür’ü arayacağız? Bunu unutmamak lazım.

Başbakan’dan aynı hassasiyeti her zaman bekliyoruz

á Tofaş’ın, Fiat ve PSA (Peugeot-Citroen) Grubu için Türkiye’de kendi lisansıyla üretime başladığı hafif ticari modeli Minicargo’nun ilk tanıtımı 3 Ekim’de Bursa’da gerçekleşecek. Türk ekonomisi adına da çok önemli olan Minicargo’nun üretim bandından inme törenine Başbakan Erdoğan da katılacak. Tabi bunun dışında Koç Holding, Tofaş, Fiat ve PSA Grubu’nun üst düzey yöneticileri de Bursa’da hazır olacak. Her ne kadar Minicargo’nun fotoğrafları aylar öncesinden basına sızmış olsa da bu önemli modeli dünyada ilk kez Türk basını yakından görecek. Hemen bir gün sonra ise Fiat ve PSA Grubu Minicargo’nun dünya tanıtımını Milano’daki ticari araç fuarında yapacak. Başbakanın, Minicargo’nun tanıtımına katılması sektör adına çok önemli. Ama Başbakan’dan Türk otomotivi adına diğer önemli tanıtım ve toplantılar için de aynı hassasiyeti göstermesini bekliyoruz. Geçtiğimiz yıl Hannover’de düzenlenen ve ana teması Türkiye olan ticari araç fuarında veya uluslarası firmaların Türkiye’yi övdüğü Frankfurt fuarında da Başbakanı görmek isterdik. Çünkü bundan sonra Türk otomotiv sektörünün ancak hükümetin desteğiyle büyüyeceğini unutmamak lazım.

Tofaş’ın ilk kadın yönetim kurulu üyesi

á Son dönemde otomotiv firmalarının iletişim departmanlarında çok önemli değişikliklerin olduğunu görüyoruz. Tofaş, 10 yıl içinde 6’ıncı kez iletişim departmanında değişikliğe giderek Kurumsal İletişim Direktörlüğüne Fiat Pazarlama Müdürü Banu Kalay Erton’u getirdi. Erton Tofaş’ın ilk bayan yönetim kurulu üyesi ünvanını da aldı. Erton göreve gelir gelmez hemen iletişim departmanını üçe ayırdı. ’Basınla ilişkiler’, ’Kurumsal Organizasyon ve Tanıtım’ ve ’Motorsporları’ adı altında üç ayrı departman kuruldu. Her bir departmana bir müdür ve en az 2-3 çalışan atanması kararı alındı. ’Basınla İlişkiler’ ve ’Motorsporları’ departmanın henüz müdürleri belli değil. Ama Tofaş’ın son 10 yıldır değişmeyen ismi Yeşim Topaloğlu son dönemde imzası bulunan başarılı organizasyonlar sonrasında ’Kurumsal organizasyon ve Tanıtım’ departmanın başına getirildi. Hem Erton’a hem de Topaloğlu’na yeni görevlerinde başarılar dilerim. Umarım Tofaş’ta yeni atanacak isimlerle iletişim bundan sonra daha iyi olur.

Tofaş’ta bunlar yaşanırken, Volkswagen ve Çelik Motor cephesinde ise bazı iletişim kesintileri yaşanıyor. Doğuş Otomotivde yaşanan yönetim değişikliği sonrasında Volkswagen’in Binek Genel Müdürlüğüne Ticari Araç Genel Müdürü Vedat Uygun getirilmişti. Otomotiv basınıyla arası çok iyi olan Vedat Uygun’un ilk işi pazarlama departmanını yeniden kurmak oldu. Bu departman kurulunca şirketin uzun yıllardır iletişimini sağlayan ve otomotiv basınını yakından tanıyan Didem Baltacı görevinden ayrıldı. Bir çok şirket iletişimde sorun yaşarken VW’nin bu ani değişikliği şaşırttı. Uygun zorunlu bir değişiklik olduğunu belirterek, Baltacı’nın ayrılmasına üzüldüğünü dile getiriyor. Eminim, Uygun samimi kişiliğiyle iletişimdeki açığı rahat kapatacaktır. Diğer bir değişiklik ise Çelik Motor’da yaşandı. Geçtiğimiz hafta Çelik Motor’un basın ve halkla ilişkiler sorumlusu Songül Orhon görevinden ayrıldı. Şimdi Çelik Motor, bu bölüme bir müdür arıyor. İletişimi ise şimdilik Pazarlama Müdürü Örge Atlan sağlıyor.

S40, 22 bin 500 Euro’ya makyajlandı

İskandinav üretici Volvo’nun orta sınıftaki temsilcisi Volvo S40 yenilenen tasarım ve teknik özellikleri ile markanın amiral gemisi Volvo S80’in görünümüne bir adım daha yaklaşıyor. Yenilenen Volvo S40’ın sportif görünümünde dikkati çeken, otomobilin radyatör ızgarasındaki Volvo ambleminin daha da büyütülmüş olması. Aynı zamanda yenilenen farlar ve hava girişleri de daha sağlam ve dinamik bir duruş sağlıyor. Yenilenen seride, 10 beygir artışla 230 beygir güç üreten T5 motorun yanı sıra, 1.6 litre 100 beygir, 1.8 litre 125 beygir, 2.0 litre 145 beygir, 2.0 litre 140 beygir, 2.4 ve 170 beygir benzinli ve 1.6 litre 110 beygir Turbo Dizel motor seçeneği sunuluyor. 2007’nin sonuna doğru dizel seçenekleri arasına eklenecek olan D5 motor 400 Nm’lik tork değerine sahip olacak. Yenilenen S40’ın isteğe bağlı, hareketli Bi-Xenon farları, sürücünün direksiyon hareketine paralel olarak hareket ediyor.

Kapı panelleri ve orta konsolda yapılan değişikliklerin yanı sıra yeniden tasarlanan ön kapıların panellerinin alt bölümleri ve değiştirilen hoparlör biçimi sayesinde saklama alanlarında genişlik sağlanmış. Küçültülen el freni daha fazla saklama alanı için yer açılmasına olanak tanıyor. İskandinav tasarım geleneğinin en bilinen özelliği olan "akıllı işlevsellik" ile elden geçirilen koltukların arasındaki saklama alanı da otomobile ferahlık ve konforu beraberinde getiriyor. Gösterge tablosu ve havalandırma çıkışlarındaki yeni tasarım ayrıntıları, yeni S40’taki iç tasarım inceliğini destekliyor. Hem temel düzeyde hem de üst düzey paketler için geliştirilen döşeme serisi, isteğe bağlı olarak farklı seçeneklerde sunuluyor. 22 bin 500 Euro’dan başlayan fiyatlarla satışa sunulan 2008 model S40’ların Smart, Premium ve Dynamic Edition olmak üzere 3 farklı donanım seçeneği bulunuyor. Volvo Türkiye, 2007 yılı sonuna kadar toplam 1200 adet yeni S40 satmayı hedefliyor.

İşte yeni Jazz

Honda’nın tüm dünyada büyük satış rakamlarına ulaşan başarılı küçük sınıf temsilcisi Jazz, önümüzdeki ay düzenlenecek Tokyo Otomobil Fuarı’nda gerçekleştirilecek olan resmi tanıtımından önce objektiflere yakalandı. 2008 yılının yaz aylarında satışa sunulacak olan yeni Jazz’ın tasarım konusunda ağabeyi Civic Hatchback’ten etkilendiği gözlerden kaçmıyor. Öncüsüne göre daha agresif ve gösterişli çizgisiyle göz dolduran Jazz’ın ızgara ve far tasarımı, markanın yeni yüzünü temsil ediyor. Aracın eğimli burun kısmı daha da geriye yatırılmış D-Sütunu ile beraber daha dinamik bir görünüm ortaya çıkmasını sağlamış. Kokpit tasarımında da öncekine göre daha sade bir tasarıma sahip olan Jazz, panaromik tavanı opsiyonel donanım dahilinde sunacak.

Doğuş, 11 yılda 100 bin VW sattı

1996 yılından beri VW yetkili satıcısı olan Doğuş Oto, geçtiğimiz günlerde 100 bininci Volkswagen marka aracını sahibine teslim etti. Volkswagen Caddy alarak 100 bininci Volkswagen’e sahip olan İzmir’li talihli, Fethiye Hillside Beach Club’da 4 gün sürecek 2 kişilik tatilin yanı sıra, araç için boya koruma ve bir yıl boyunca tüm periyodik bakımları ücretsiz alma hakkını da kazandı.
Yazının Devamını Oku

Bırakın fuarlar gerçek amacına hizmet etsin

19 Eylül 2007
Bundan çok değil 5-6 yıl önce uluslararası otomobil fuarlarına gittiğimizde, tek işimiz yeni modelleri inceleyip, sektördeki gelişmeleri ve yenilikleri okuyucularımıza aktarmaktı. Ne zaman ki, Türkiye'de otomotiv yatırımları ve üretimi arttı, bizde yönümüzü otomotivin tepesindeki yöneticilere çevirmeye başladık. Dev otomotiv şirketlerini yönetenlerin Türkiye'yle ilgili görüşleri ve demeçleri zamanla fuar döneminde gazetelerin manşetlerini süslemeye başladı. "Türkiye bizim için çok önemli pazar" veya "Türkiye'nin potansiyeline inanıyoruz" o dönemin en meşhur söylemleriydi. İlk yıllarda tepe yöneticilerini fuarı gezerken yakalayıp teyp uzatırdık. Bu hem habercilik hem de Türkiye'ye yeni yatırımları çekmek adına önemliydi. Tabi bu arada yeni modelleri inceleyip aktarma durumumuz da devam ederdi.

Bir kaç yıl bu tip özel haberlerden sonra Türk otomotiv şirketleri yeni formüller üretti. İşte bu yazıyı yazmamdaki sebebte bu formüller. Beni geçtiğimiz hafta Frankfurt fuarından sonra 4 gün yatağa hapseden formüller şunlar: "X bir markanın Türkiye temsilcisi, markanın uluslararası tepe yöneticisinin takvimine girip sadece Türk basını için fuar sırasında özel bir toplantı ayarlıyor. Böyle bir toplantı size bildirildikten sonra tabiki gitmeme lüksünüz yok. Çünkü herkes çağrıldığı için haber atlamamak adına bir şekilde gitmek zorundasınız. Böylece şirket hedefine ulaşıyor ertesi gün tüm gazetelerde boy boy benzer haberleri yer alıyor. Bir başka formül ise fuar öncesinde gerçekleşen özel davetler. Bu davetler genelde fuardan önceki akşam yapılıyor. Her ülkeden sınırlı sayıda gazeteci davet ediliyor ve özel soru şansınız oluyor. Yine kaçırma lüksünüz yok!

Bu formülleri önce 1-2 firma uyguluyordu. Diğerleri baktılar ki başka türlü haber olma şansları az, sayı biranda 6-7'e çıktı. Yani anlayacağınız bizim için fuarlar artık tamamen kabus yerler haline gelmeye başladı. Çünkü bir görüşmeden diğerine koşturmaktan ve arada günlük gazete olduğumuz için acil haber yazmak zorunda kaldığımızdan yeni modelleri görme ve inceleme şansımız tamamen yok olmaya başladı, hatta yok oldu. Bu durum özellikle 1-2 yıldır tüm otomotiv editörlerinin en büyük sorunu. Bazen birbirimize 'En son hangi fuarda yeni model görmüştük' diye espri yaptığımız bile oluyor.

Kuşkusuz yöneticilerin Türkiye'ye yönelik söyledikleri çok önemli ama okuyucu artık fuar döneminde bu tip haberlerden sıkıldı. Bizde fuarlarda Türkiye adına önemli açıklamalarla yeni yatırım çekme misyonumuzu tamamladık. Ben artık yeni yatırımlar gelecekse sadece bizim desteğimizle değil asıl hükümetin teşvikleriyle gerçekleşeceğini düşünüyorum. Kendi adıma tabiki röportaj veya görüşme yapacağım ama fuarlarda değil. Çok önemli bir yatırım kararı veya açıklama olursa herkesden önce ordayım ama artık rutin görüşmeler yapmayacağım. Fuara gidip yeni modelleri internetten takip etme dönemini ben kendi adıma geride bırakıyorum. Bundan böyle haber atlamayı göze alarak önce yeni modelleri inceleyeceğim, vaktim kalırsa da küçük küçük söyleşiler yapacağım. O söyleşiler de emin olun yine yeni modeller hakkında olacak. Bu düşünceme sektördeki diğer otomotiv editörü arkadaşlarımında canı gönülden katılacağını biliyorum. Bırakın fuarlar gerçek amacına hizmet etsin.

Araç almak için pankart açmak şart

Geçmişte Türkiye'de otomobiller neredeyse stokta eskir, bazen gemilerle geri gönderilirdi. Bugün ise getirecek otomobil bulunamıyor. Bu cümleden kastım, son yıllarda dünyada talep gören modeller için öncelik çok satan pazarlara tanınıyor. Bu çok normal. Ama bu sıralamada Türkiye'nin yeri çok gerilerde olduğu için o modelin çok satacağı varsa da Türk şirketler merkezden araç alamıyor. Güç bela aldıkları da yeterli olmuyor. Bu yüzden artık bir çok Türk yöneticiye 'X modelden ne kadar satarsınız" sorusunu sorduğumda cevapları hep aynı oluyor; "İstediğimiz kadar alabilirsek şu kadar alamazsak şu kadar satarız." Bunun en son örneğini Frankfurt'ta Volkswagen ve Mitsubishi'nin Türk yöneticileriyle yaşadım. Volkswagen Binek Genel Müdürü Vedat Uygun, yeni 4x4 modelleri Tiguan için, "2008'de alabilirsek iyi satarız" derken, Mitsubishi Türkiye Direktörü Yusuf Soner'de yeni Lancer için benzer açıklamayı yaptı. Yani anlayacağınız artık satmak değil, almak firmalar için daha önemli. Bir alalım nasıl olsa satarız diye düşünüyorlar.

Yusuf Soner'in bu konuyla ilgili anlattığı Rusya örneği ise durumun önemini anlatmak adına çok önemli: "Mitsubishi'nin Rusya distribütörü ne kadar araç alsa satacak güce sahip. Ama bir türlü Japonyadan istediği adetleri alamıyor. Distribütörün kafasına tak ediyor ve 78 çalışanının alarak Japonya'ya gidiyor. (Araya kesin başka bir toplantı da sıkıştırıyordur) Hep birlikte Mitsubusishi Başkanın odasının önüne mevzilenip pankart açıyorlar. Pankartta, Japonca 'Araç istiyoruz' yazıyor." Bu küçük eylemin ardından Mitsubishi, Rusya'ya daha fazla araç verdi mi Yusuf Soner'de bilmiyor ama taktik iyi. Türkiye'de benzer otomobil alamama sıkıntısı devam ederse bizim Türk yöneticilerde bayileri toplayıp benzer eylem yapabilir.
Yazının Devamını Oku

Transit Connect'in koltukları Ali Kibar’dan

5 Eylül 2007
Geçtiğimiz hafta Hyundai'nin yeni modeli i30'un test sürüşü sırasında Kibar Holding Başkan Yardımcısı ve Hyundai Assan Yönetim Kurulu Başkanı olan Ali Kibar'la uzun uzuna sohbet ettik. Ali Kibar'la otomotivden, alüminyum ve demir çelik işlerine kadar bir çok konuda konuştuk. Alüminyum ve demir-çelik'te hedefleri gerçekten inanılmaz. Önümüzdeki 2-3 yıl içinde 700-800 milyon dolarlık yatırımla, bu iki sektörde dünyanın en büyükleri arasına girmeyi hedefliyorlar. 3 milyar doların üzerinde bir ciro hedeflediklerini de söylemem lazım.

SADECE BİZ İSTERSEK SATARIZ

Otomotiv sektöründe ise mevcudiyetlerini korumak istiyorlar. Bilmeyenler için, Kibar Holding geçtiğimiz yıla kadar Türkiye'de Koreli Hyundai şirketiyle kurdukları Hyundai Assan'ın yüzde 50 ortağıydı. Geçtiğimiz yıl Kibar Holding, Hyundai Assan'daki hissesini yüzde 30'a düşürdü. Ali Kibar Yönetim Kurulu Başkanı olarak kalsa da, şirketin yönetimi Korelilere geçti. Kibar, bu hisse değişimiyle ilgili olarak, "Hyundai bize Türkiye'de yatırım ve büyüme sözü verdi. Bu yüzden bizde çoğunluk hisseyi onlara verdik" açıklamasını yapmıştı. Kibar'a, bu hisse değişimini hatırlatıp, "Geri kalan yüzde 30 hisseyi de istiyorlar mı?" diye sorduğumda cevabı çok netti: "Hyundai'nin kesinlikle böyle bir talebi yok. Ancak biz istersek satabiliriz. Hyundai'nin bize verdiği sözleri tutmasını bekliyoruz. Aksi olursa oturup durumu değerlendiririz."

10 YILLIK YAN SANAYİ ŞİRKETİ

"Anlaşılan artık otomotivden çok diğer alanlardaki faaliyetlerinize odaklandınız" diyince Kibar, benim bilmediğim şu ayrıntıyı verdi: "Otomotivde sadece Hyundai Assan'la faliyet göstermiyoruz. Bizim bir de Assan Hanil diye otomotiv sektöründe faaliyet gösteren bir yan sanayi şirketimiz var. Hem de İzmit'teki Hyundai Assan fabrikasının yanında. Bu şirketimizi 1997 yılında Koreli Hanil şirketiyle birlikte kurduk. Yüzde 60'ı bizim yüzde 40'ı Korelilerin. 18 bin 500 metrekaresi kapalı olmak üzere toplam 30 bin metrekare alan üzerine kurulu fabrikada aracın tüm iç giyimini oluşturan parçaları üretiyoruz. Koltuk,tavan kaplaması,yer halısı, kapı iç panolarının yanısıra plastik enjeksiyon, tampon ve alet tablosu gibi. Şirketin cirosu 130-140 milyon dolar seviyesinde ve her yıl büyüyor."

Açıkçası kendi adıma ben Kibar Holding'in böyle bir fabrikası olduğunu bilmiyordum. Ama asıl süprizi Ali Kibar, "Bu fabrikamızda Ford Transit Connect modelinin koltuklarını üretiyoruz" diyince yaşadım. Kibar, "Yılda 200 bin adet civarında koltuk üretiyoruz. Bunun 80-90 bini Hyundai modelleri geri kalan 110 bin adedini ise Transit Connect için üretiyoruz." Sonuçta bu bir ticaret ama Hyundai'nin Türkiye'deki ortağının rakibi Ford için koltuk üretmesi şaşırtıcı geldi. Ali Kibar bu yıla kadar, Toyota ve Honda için de üretim yaptıklarını ama bunların şu aşamada bittiğini de söyledi.

Otodan sonra konut da yapacağız

Ali Kibar'la faaliyet alanlarını konuşurken iş dönüp dolaşıp emlak sektörüne geldi. Türkiye'de herkesin kár marjının çok yüksek olduğu gayrimenkul sektörüne girdiğini kaydeden Kibar, "Biz de elimizdeki arsa ve gayrimenkulleri değerlendirip yavaş yavaş bu sektöre giriyoruz. Kibar Holding bünyesinde bir inşaat şirketi kurduk. Bünyemizde atıl durumda bulunan işletmeleri, arsaları değerlendirip, iş ve ticaret merkezleri ve konutlar inşa edeceğiz. Konutlar daha çok rezidans şeklinde olacak" dedi. Ali Kibar ayrıca İskenderun'da büyük bir liman yaptıklarını da kaydetti.
Yazının Devamını Oku

Yunanlılar artık Türk malına biniyor

29 Ağustos 2007
Bundan 5-6 yıl önce bir önceki Toyota Corolla Sedan’ın uluslararası tanıtımı için İspanya’daydım. O dönem Corolla Sedan Türkiye’de üretilip Avrupa’ya satılıyordu. Toyota Avrupa’nın Yunanlı Başkan Yardımcısı yaptığı açıklamada Avrupa’da bir tek Yunanistan’ın Toyota Corolla’yı Japonya’dan aldığını söyleyince şaşırmıştım. Düşünün tüm Avrupa Türkiye’den alırken, Yunanistan burnunun dibindeki Türkiye’den değilde Japonya’dan aracı ithal ediyordu. Bunu gazetenin manşeti yapmıştık. Sonra iki ülke arasındaki sular duruldu ve bugün Yunanistan, Türkiye’den Toyota almaya başladı.

YUNANLI DİSTRİBÜTÖR

Dikkatinizi çekerim bahsettiğimiz marka Japon Toyota. Türk malı değil. Sırf Türkiye’de üretiliyor diye Yunanlılar bu aracı bizden almıyorlardı. Formula 1 sırasında ise Temsa’nın Yunanistan’daki distribütörü ile tanışınca bugünlerin çok gerilerde kaldığını anladım. Yunanistan’ın bir çok otomotiv markasını bünyesinde bulunduran Sfakianakis Grubu, Temsa’nın distribütörü olmuş. Temsa’nın satışlarını grubun bünyesindeki Panergon şirketi yapıyor. Panergon yetkilisi Bayan Pappa, ’Satışlar nasıl. Türk malı olduğu için bir tepki var mı" diye sorunca, "Yunanistan’da biz bu yıl Temsa markalı otobüs ve midibüsleri satmaya başladık. İlgi çok iyi. Hiç bir Yunan vatandaşı artık Türk malı diye bir ayrım yapmıyor. Şu ana kadar 20 otobüs sattık" cevabını verdi.

TÜRKİYE’DE ÜRETİLİYOR

Özellikle Avrupa’da satılan neredeyse tüm otobüslerin Türkiye’de üretildiğini hatırlatan Pappa, "Türk malı diye almamaya kalkarsak otobüs kullanmamız lazım. Zaten hiç bir zaman Türk halkıyla Yunan halkının arasında bir sorun olmamıştır. Sorunlar hep politik olarak yaratıldı. Biz Yunanistan’da yüzde 100 Türk malı olan bir otobüs satıyoruz ve satışlarımız her geçen gün artıyor" diye konuştu.

F1’i İstanbul’da kim kurtarır

Formula 1, geçtiğimiz hafta üçüncü kez İstanbul’da gerçekleşti ve ’F1’den 3 yılda sıkıldık mı’ tezim harfi harfine doğru çıktı. Öncelikli olarak bu yıl Formula 1’e olan ilginin geçtiğimiz iki yıla göre büyük ölçüde azaldığı net olarak ortaya çıktı. Resmi rakamları bilmiyorum ama Formula 1’i tribünden bazılarına göre 30 bazılarına göre ise 50 bin kişi izledi. Bu rakam ilk yıl 100 binin üzerindeyken geçtiğimiz yıl ise 80 bin civarındaydı. Yani ortada çok net bir sorun var.

Bu ilginin azalmasındaki etkenleri geçtiğimiz hafta madde madde yazmıştım. Buna yüzde 10-15 civarında artan bilet fiyatlarını ise eklememiştim. Sebebi ise geçtiğimiz yıllarda hemen hemen aynı bilet fiyatına tribünlerin dolmasıydı. Ama yazımdan sonra gelen elektronik postalarda herkes bilet fiyatlarından yakınıyordu. Türkiye’de F1 her ne kadar Çin’den ve Bahreyn’den sonra en ucuz seyredilen ülke olsa da, Türk halkının alım gücünün hálá çok üstünde olduğunu söylüyorlardı. Ne diyeyim haklılar. Gelelim bundan sonrasına. Eğer bu ilgi önümüzdeki yıl daha da azalırsa, Formula 1 avucumuzun içinden göz göre göre kaçacak. Net olarak görünüyor. Ecclestone para kaybettiği bir işin altına elini sokmaz. Hemen alır başka bir ülkeye kaydırır. Aldığım duyumlara göre hem Türk yetkilileri hem de Ecclestone cephesi buna bir çözüm arıyormuş. Türk yetkililer Formula 1’de bir Türk pilotunun veya bir Türk takımının yer almasının ilgiyi artıracağı görüşündeymiş. Ecclestone da buna sıcak yaklaşıyormuş ama bana gerçekçi gelmiyor.

Tabiki Formula 1’de bir Türk pilotu veya Türk takımı görmek isterim. Ama bu isteyince hemen olabilecek bir şey değil ki. Geçtiğimiz yıllarda Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin (TOBB) böyle bir çağrı yaptığını hatırlıyorum. Türkiye’nin dev gruplarının birleşip bir takım kurmaları veya satın almaları gerektiğini söylemişlerdi. Dünya markası olma yolunda ilerleyen Vestel, Beko, Efes Pilsen gibi markalar ön plana çıkmıştı. Tabi bir F1 takımı için ciddi bütçe ayırmaları ve takımların başarısı için bu bütçelerin süreklilik kazanması gerekiyor. Hatırlatmakta fayda var bugün en ucuz F1 takımının bütçesi yıllık 75 milyon Euro. Bu parayla da bu takım ancak son sırada yer alabiliyor. Bu parayı F1’e yatırıcak kim var açıkçası ben göremiyorum.

Türk pilotuna gelince, bu takım kurmaktan şu an için daha uzak bir hedef. Önce alt kategorilerde yarışıp kendini kanıtlayacak bir Türk yetiştirilmeli. Bu konuda başarılı olabilecek eminim Türk gençleri vardır. Ama son iki sezondur GP2’de yarışan ve puana hasret kalan Jason Tahincioğlu gibi Formula 1’de bir Türk pilotu olacaksa, olmaması daha iyi değil mi? Çünkü Tahincioğlu’nun değişen takım arkadaşları sürekli kürsüye çıkarken, hiç olmazsa onun İstanbul Park’ta kendi seyircisi önünde bir puan almasını beklerdim. Sonuçta, bence bir Türk pilotu ancak bir Türk takımı kurulursa F1’de yarışabilir. Çünkü şu an için Türk pilotuna şans verecek bir takımın olduğunu sanmıyorum.
Yazının Devamını Oku