Bundan çok değil 5-6 yıl önce uluslararası otomobil fuarlarına gittiğimizde, tek işimiz yeni modelleri inceleyip, sektördeki gelişmeleri ve yenilikleri okuyucularımıza aktarmaktı.
Ne zaman ki, Türkiye'de otomotiv yatırımları ve üretimi arttı, bizde yönümüzü otomotivin tepesindeki yöneticilere çevirmeye başladık. Dev otomotiv şirketlerini yönetenlerin Türkiye'yle ilgili görüşleri ve demeçleri zamanla fuar döneminde gazetelerin manşetlerini süslemeye başladı. "Türkiye bizim için çok önemli pazar" veya "Türkiye'nin potansiyeline inanıyoruz" o dönemin en meşhur söylemleriydi. İlk yıllarda tepe yöneticilerini fuarı gezerken yakalayıp teyp uzatırdık. Bu hem habercilik hem de Türkiye'ye yeni yatırımları çekmek adına önemliydi. Tabi bu arada yeni modelleri inceleyip aktarma durumumuz da devam ederdi.
Bir kaç yıl bu tip özel haberlerden sonra Türk otomotiv şirketleri yeni formüller üretti. İşte bu yazıyı yazmamdaki sebebte bu formüller. Beni geçtiğimiz hafta Frankfurt fuarından sonra 4 gün yatağa hapseden formüller şunlar: "X bir markanın Türkiye temsilcisi, markanın uluslararası tepe yöneticisinin takvimine girip sadece Türk basını için fuar sırasında özel bir toplantı ayarlıyor. Böyle bir toplantı size bildirildikten sonra tabiki gitmeme lüksünüz yok. Çünkü herkes çağrıldığı için haber atlamamak adına bir şekilde gitmek zorundasınız. Böylece şirket hedefine ulaşıyor ertesi gün tüm gazetelerde boy boy benzer haberleri yer alıyor. Bir başka formül ise fuar öncesinde gerçekleşen özel davetler. Bu davetler genelde fuardan önceki akşam yapılıyor. Her ülkeden sınırlı sayıda gazeteci davet ediliyor ve özel soru şansınız oluyor. Yine kaçırma lüksünüz yok!
Bu formülleri önce 1-2 firma uyguluyordu. Diğerleri baktılar ki başka türlü haber olma şansları az, sayı biranda 6-7'e çıktı. Yani anlayacağınız bizim için fuarlar artık tamamen kabus yerler haline gelmeye başladı. Çünkü bir görüşmeden diğerine koşturmaktan ve arada günlük gazete olduğumuz için acil haber yazmak zorunda kaldığımızdan yeni modelleri görme ve inceleme şansımız tamamen yok olmaya başladı, hatta yok oldu. Bu durum özellikle 1-2 yıldır tüm otomotiv editörlerinin en büyük sorunu. Bazen birbirimize 'En son hangi fuarda yeni model görmüştük' diye espri yaptığımız bile oluyor.
Kuşkusuz yöneticilerin Türkiye'ye yönelik söyledikleri çok önemli ama okuyucu artık fuar döneminde bu tip haberlerden sıkıldı. Bizde fuarlarda Türkiye adına önemli açıklamalarla yeni yatırım çekme misyonumuzu tamamladık. Ben artık yeni yatırımlar gelecekse sadece bizim desteğimizle değil asıl hükümetin teşvikleriyle gerçekleşeceğini düşünüyorum. Kendi adıma tabiki röportaj veya görüşme yapacağım ama fuarlarda değil. Çok önemli bir yatırım kararı veya açıklama olursa herkesden önce ordayım ama artık rutin görüşmeler yapmayacağım. Fuara gidip yeni modelleri internetten takip etme dönemini ben kendi adıma geride bırakıyorum. Bundan böyle haber atlamayı göze alarak önce yeni modelleri inceleyeceğim, vaktim kalırsa da küçük küçük söyleşiler yapacağım. O söyleşiler de emin olun yine yeni modeller hakkında olacak. Bu düşünceme sektördeki diğer otomotiv editörü arkadaşlarımında canı gönülden katılacağını biliyorum. Bırakın fuarlar gerçek amacına hizmet etsin.
Araç almak için pankart açmak şart
Geçmişte Türkiye'de otomobiller neredeyse stokta eskir, bazen gemilerle geri gönderilirdi. Bugün ise getirecek otomobil bulunamıyor. Bu cümleden kastım, son yıllarda dünyada talep gören modeller için öncelik çok satan pazarlara tanınıyor. Bu çok normal. Ama bu sıralamada Türkiye'nin yeri çok gerilerde olduğu için o modelin çok satacağı varsa da Türk şirketler merkezden araç alamıyor. Güç bela aldıkları da yeterli olmuyor. Bu yüzden artık bir çok Türk yöneticiye 'X modelden ne kadar satarsınız" sorusunu sorduğumda cevapları hep aynı oluyor; "İstediğimiz kadar alabilirsek şu kadar alamazsak şu kadar satarız." Bunun en son örneğini Frankfurt'ta Volkswagen ve Mitsubishi'nin Türk yöneticileriyle yaşadım. Volkswagen Binek Genel Müdürü Vedat Uygun, yeni 4x4 modelleri Tiguan için, "2008'de alabilirsek iyi satarız" derken, Mitsubishi Türkiye Direktörü Yusuf Soner'de yeni Lancer için benzer açıklamayı yaptı. Yani anlayacağınız artık satmak değil, almak firmalar için daha önemli. Bir alalım nasıl olsa satarız diye düşünüyorlar.
Yusuf Soner'in bu konuyla ilgili anlattığı Rusya örneği ise durumun önemini anlatmak adına çok önemli: "Mitsubishi'nin Rusya distribütörü ne kadar araç alsa satacak güce sahip. Ama bir türlü Japonyadan istediği adetleri alamıyor. Distribütörün kafasına tak ediyor ve 78 çalışanının alarak Japonya'ya gidiyor. (Araya kesin başka bir toplantı da sıkıştırıyordur) Hep birlikte Mitsubusishi Başkanın odasının önüne mevzilenip pankart açıyorlar. Pankartta, Japonca 'Araç istiyoruz' yazıyor." Bu küçük eylemin ardından Mitsubishi, Rusya'ya daha fazla araç verdi mi Yusuf Soner'de bilmiyor ama taktik iyi. Türkiye'de benzer otomobil alamama sıkıntısı devam ederse bizim Türk yöneticilerde bayileri toplayıp benzer eylem yapabilir.