22 Nisan 2006
23 Nisan, Türk milletinin önemli tarihidir. İlk Meclis açılıyor, sonrasında zafer kazanılıyor, bağımsız Türk devleti kuruluyor. Padişahlık ve Halifelik kaldırılıyor ve bunları Atatürk devrimleri izliyor. Muhteşem bir süreçtir. Peki bu bayram yarın nasıl kutlanacak? Birtakım devlet ve hükümet yetkililerinin makamlarına çocuklar oturtulacak, konserler düzenlenip oy avcılığı yapılacak, kameralara poz verilecek. Çocuklar gösteri yapıp eğlenecek.
Başka? Okullarda ne yapıldı? Örneğin, Türk devrimleri tanıtıldı mı? Atatürk anıldı mı? Küçük beyinlere bu doğrultuda bir tek mesaj verildi mi? "Milliliği" kalmayan, gerici kadrolaşmanın emir ve hizmetine sokulan Eğitim Bakanlığı ne yaptı?
Türkiye’nin dört bir yanında peygamberimizin Kutlu Doğum Haftası’nı okullarda kutlama emri verenler, 23 Nisan için ne yaptı?
Günümüzde dini yayınlar kanalına dönüşen, köy imamı kökenli genel müdür vekili tarafından yönetilen TRT ne yaptı? Bu doğrultuda hangi programları düzenledi? Çocuklara ve gençlere neyi anlattı, neyi öğretti?
Hiç kuşkunuz olmasın, böyle ulusal bayramlar ve o bayramların ilkeleri, bugünkü yönetim için bir angaryadır. Hiç sevmezler, işlerine gelmez. Unutturmaya çalışırlar.
Yarınki göstermelik kutlamalarda aynı duruma tanık olacağız. Göstermelik atraksiyonlarla "bayram kutlaması" yapacaklar. Çocukları okşayıp yanaklarından makas alacaklar, makam masalarına oturtarak bir ulusal bayramı daha geçiştirmiş olacaklar.
YARIN BU KİTABI ALIN
Sevgili okuyucularım, Hürriyet yarın (pazar günü) size benim son kitabımı armağan edecek. Armağan edecek diyorum; çünkü 192 sayfalık kitabın fiyatı sadece 2 YTL.
"Şu Benim Gazetecilik... Yaşadıklarım."
Bizim mesleğin bir vitrini vardır, bir de perde arkası. Siz örneğin benim yazılarımda sadece vitrinle karşılaşırsınız. O günkü yazımı okursunuz.
Ama herkesin olduğu gibi benim de gazetecilik yaşamımda bir perde arkası vardır ki, o hiç bilinmez.
Sokakta ve gazetede yaşadıklarım, başıma gelenler, acı ve tatlı anılar... Bazen kahkahalarla güleriz, bazı zamanlar duygulanırım, üzülürüm ve gözlerim dolar.
Birbirimizi fena halde işletiriz. Ben işletirim, bazen beni de oltaya takarlar!
Bazen tepem atar, sinirlenirim. Tanıdığım ve tanımadığım insanlarla öyle olaylar yaşarım ki, şaşırıp kalırım.
Düşünün ki, günün birinde İstanbul’da bana çok benzeyen bir "sahte Emin Çölaşan" ortaya çıkıyor. Benim adıma iş bitiriyor, otel kumarhanelerinde oyun oynayıp borçlanıyor, kadınlarla ilişki kuruyor... Ve çaresiz kalıyorum, adamı yakalatmak için haftalar boyu Ankara’da, telefon başında dedektiflik yapıyorum. Uzun süre sonra adamı yakalatıyorum. Kitapta, başıma gelen bu olayı da anlattım.
Sadece bunun öyküsü bile başlı başına bir kitap konusu!
Ben gazetecilikte yaşadığım ilginç olayları unutmamak için not alırım.
Günün birinde notlarıma bakarken aklıma geldi...
"Yav ben şu yaşadığım acı tatlı olayları, başıma gelenleri kitap yapayım da, herkes okusun."
Oturdum yazdım. Ortaya Doğan Kitap’ın yayınladığı çok rahat okunan şirin bir kitap çıktı. Okuyanların tamamı beğendi. Herhalde sizler de bir solukta okuyacaksınız.
Bazı bölümleri okurken belki inanmayacaksınız ama hepsi gerçektir.
Gazetemiz şimdi bu kitabı 125 bin adet olarak bastı ve yarın 2 YTL karşılığında sizlere iletmeye karar verdi...
Ve bu kitabı, gazetenizi aldığınız bayilerden sadece yarın alabileceksiniz. Ya da bugünden ısmarlayacaksınız. Pazartesi günü kitap çekilmiş olacak. (Hürriyet’in yurtdışı baskılarında kitap verilmeyecek.)
Kitabın az veya çok satmasından herhangi bir parasal kazancım veya kaybım söz konusu değil. O yüzden bunları rahatça dile getirdim.
Amacım sadece bu kitabımı okuyup beni daha iyi tanımanızdır.
Burada sık sık her kesimden yazarların kitabını tanıtırım ve okumanızı öneririm.
Bugün kendi kitabımı tanıttım ve okumanızı önerdim.
Benim için hoş bir değişiklik oldu.
Yazının Devamını Oku 21 Nisan 2006
SEVGİLİ okuyucularım, birkaç günden bu yana gazetelerde ve internet sitelerinde haberler çıkıyor, köşe yazıları yazılıyor: "AKP, Emin Çölaşan’ı İstanbul’da il örgütü tarafından düzenlenen bir toplantıya konuşmacı olarak davet etti..." Sizler, arkadaşlarım, gazeteciler ve herkes bana bunu soruyordu. Herkese aynı yanıtı verdim:
"Yok böyle bir şey. Davet falan da gelmedi."
Fakat dün öğle saatlerinde elime mektup ulaştı. Parti olarak İstanbul’da gençleri kapsayan bir dizi toplantı yapıyorlarmış. İlgili bölümü okuyalım:
"Sayın Emin Çölaşan... Gençlerimizi bu toplantılarda toplum için örnek teşkil eden sizin gibi değerli kişilerle bir araya getirerek hem sorumluluk duygularını geliştirmek, hem de doğru örneklerle özdeşleştirme yapmalarını sağlamaya çalışıyoruz.
Programınıza uyan bir tarihteki toplantıya konuşmacı olarak katılmanız gençlerimizi ve bizi mutlu edecektir. Katılımınızı istirham ederim.
Dr. Mehmet Müezzinoğlu. İl Başkanı."
Çok teşekkür ediyorum. Ancak katılsam ve orada içimden geldiği gibi konuşsam, beni çağıranlar zor durumda kalır. Birilerinden fırça yerler! Beni mazur görsünler.
AÇIKLAMA 1
DEVLET Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin’den gelen yazılı açıklamayı özetliyorum:
"Sayın Çölaşan, ’AKP Turizm Hayırlı Yolculuklar Diler’ başlıklı yazınızla ilgili olarak... 23-30 Nisan arasında Moskova’da gerçekleştirilecek Avrupa güreş şampiyonası için Güreş Federasyonunun kafile listesi tarafımızca 12 Nisan günü onaylanmıştır. Bu listede 21 sporcu, 1 kafile başkanı, 1 genel idareci, 4 idareci, 1 doktor, 1 diyetisyen, 2 masör, 2 teknik direktör, 7 antrenör, 3 hakem, 1 basın görevlisi olmak üzere toplam 44 kişi bulunmaktadır. Sadece bu listede yer alan kişilerin masrafları Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü’nce karşılanacaktır. Bu liste dışında hiçbir ismin harcamalarının kamu kaynaklarıyla karşılanması mümkün değildir. Saygılarımla. Mehmet Ali Şahin."
Bakan Bey "konuk listesinde" yer alan AKP’li milletvekileri ile Bursa il örgütünden partililere hiç değinmiyor. Keşke o konuya da açıklık getirse, AKP’li siyasetçilerin kafileye alınış nedenini açıklasaydı.
Bu siyaset takımı kafileye hangi gerekçeyle alınıyor?
Siyaseti her yere bulaştırdılar, şimdi sıra spora geldi!
Spora siyaset bulaştırmak bu değilse, nedir?
AÇIKLAMA 2
AKP Bursa milletvekili ve Grup Başkanvekili Faruk Çelik’ten gelen açıklamayı özetliyorum:
"Yazınızda Rusya’da yapılacak Avrupa güreş şampiyonasına gidecek kafilede ismimin de bulunduğunu ima ediyorsunuz. Bu bilgiyi hangi amaçlı kaynaktan edindiğinizi bilmiyorum. Böyle bir seyahatin varlığından sizin yazınız üzerine haberdar oldum. Listeden haberim olmadığı gibi, böyle bir konuda ismimin neden kullanıldığını da bilmiyorum.
Ben bu tür seyahatlere katılmayan bir milletvekiliyim. Kaldı ki, Meclisimizin çok yoğun bir gündemi var. Ben de partimizin Grup Başkanvekili olarak bu yoğun çalışmaların içindeyim. Dolayısıyla, edindiğiniz bilginin zamanlama açısından yanlış olduğu ortadadır. Faruk Çelik."
Çok teşekkür ederim. Ancak kendisinin ismi bana iletilen listede yer alıyordu. Aynen AKP milletvekilleri Nevzat Pakdil, İrfan Gündüz, Zafer Hıdıroğlu, Mehmet Emin Tutan, Recep Koral, Mehmet Sekmen, Burhan Kılıç, Yahya Baş ve Bursa AKP il yöneticileri gibi. Onlardan hiç ses yok!
Güreş bahane, Moskova şahane!
Şimdi gerçek açığa çıktı. Yaprak dökümü başlayacak! Tahmin ediyorum bu yazılarımdan sonra öteki AKP milletvekilleri ve parti mensupları da, turistik Moskova geceleri gezisine katılmayacak, devletin kafilesinde yer almayacaktır. Elbette izleyeceğiz, göreceğiz!
Emin Çölaşan’ın notu:
Bir-Yay Kitapçılık Yayıncılık’tan da açıklama geldi: "Dünkü yazınızda söz edilen ve test kitabında ’hayvanları koruma günü’ olarak ’10 Kasım’ tarihini kullanan firmanın açık adı Bir Özel Eğitim’dir. Dün onlarca kişi bu isim benzerliği nedeniyle bizi aradı ve kınadı. Atatürkçü, laik ve demokrat kimliğimizin kamuoyunda zedelenmemesi için bu isim benzerliğine yer vermenizi rica ediyoruz."
Yazının Devamını Oku 20 Nisan 2006
ELİMDE bir test kitapçığı. Kırtasiye dükkanlarında ve kitapçılarda satılıyor. Bazı ilköğretim okullarında küçük çocuklara okutuluyor. Ankara’da
Bir Yayıncılık tarafından basılmış ve satılıyor.
İlköğretim 2. sınıflar için hayat bilgisi. Test 01 cevap anahtarı.
Kitapçıkta test soruları ve yanıtları yer alıyor. İşte
9. soru:
"Hayvanları koruma günü ne zaman kutlanır?"
Yanıt şıkları şöyle:
"25 Ekim, 4 Ekim, 10 Kasım."
Dikkat ediniz! Küçücük beyinlere böyle
"ince" mesajlarla hangi fikirlerin pompalandığını iyi görünüz.
10 Kasım Atatürk’ün ölüm günü... Ve hayvanları koruma günü!
Burada utanarak ve açıkça yazıyorum.
Atatürk hayvan yerine konuluyor. Bunu bilinçli olarak yapıyorlar. Küçük beyinlere bilerek mesaj veriyorlar. 365 günden oluşan takvim içerisinde bu soruya yanıt olarak, bula bula
10 Kasım gününü bulmuşlar. Ne ilginç rastlantı!
* * *
Gaziantep’te yayınlanan
Gaziantep Ekspres gazetesinin 18 Nisan tarihli nüshası önümde. Bu ilimizde devletin
Cennet Süzer ilköğretim okulu ve buna bağlı olan
anaokulu var. Anaokulunun müdürü olan devlet memuru bayan öğretmen
Hanife Akın görevi başında
türbanlı. Çalışanlar da öyle.
Devletin okulunda hiç kimse kuralları takmıyor. İşin ilginç yanı, bu öğretmenin nüfus kağıdındaki fotoğrafı da türbanlı!
Gazetenin elemanları bütün bu görüntüleri kamera ile saptamışlar, fotoğrafları basmışlar. Çekim yapılırken yönetim polise başvurmuş. Polis gelip gazetecileri gözaltına almış.
Gaziantep Valisi, Milli Eğitim Müdürü ve öteki ilgililer nerede? Kentin göbeğinde bu olanları görmüyorlar mı? Ya da gördükleri halde müdahale etmekten korkuyorlar mı?
Elimde Niğde’de yayınlanan
Haber gazetesi. Niğde’de polis radyosu hizmete girmiş.
Bir kamu kuruluşu. Gazetede fotoğraflar!
Türbanlı bayan spikerin başucunda Niğde Valisi, Emniyet Müdürü, Polis Okulu müdürü ve Rektör poz veriyorlar.
İmam hapşırırsa cemaat öksürür. Kimi kime şikayet edeceksiniz? Valiyi valiye mi?
* * *
Okuyucum İstanbul’dan yazıyor. Devlet memuru olduğu için isminin açıklanmasını istemiyor:
"İki gün önce Sarıyer’de deniz kıyısında bir lokantaya eşimle birlikte gittik. Hava güzeldi, dışarıda oturduk. Garsona yemeklerimizle birlikte iki bira sipariş ettik. Garson ’Efendim dışarıda oturduğunuz için biraları kağıt bardakta getirmek zorundayım, içeride oturursanız cam bardakta içebilirsiniz’ dedi. Şaşırdık. Garson sözlerini sürdürdü: ’Çok uğraştık ama başaramadık. Belediye açık havada cam bardakta birayı yasakladı. Kapatma cezası bile veriyorlar’ dedi. Bunun üzerine biralarımızı kağıt bardakta içtik! Yorumunu size bırakıyorum."
AKP’li belediyeler sayesinde kağıt bardakta bira içirilen ilk ülke olmayı başarmışız, helal olsun!
AÇIKLAMA"AKP Turizm Hayırlı Yolculuklar Diler" başlıklı dünkü yazımda 23 Nisan’da Rusya’ya gidecek güreş kafilesindeki
AKP milletvekilleri ve partililerin isimlerini vermiştim.
Dün Güreş Federasyonu tarafından yazılı açıklama gönderildi:
"Resmi heyeti size faksladık. İkinci grubun (yani benim yazımda ismi geçenlerin)
gezi masraflarının tek bir kuruşu ne devlet imkanları, ne de Güreş Federasyonu tarafından karşılanmamaktadır. Büyük çoğunluğu tura kendi imkanları ile katılmaktadır. Bir kısım arkadaşlarımız da MİSAFİRİMİZ olarak şahsi imkanlarımızla gelmektedir. Bu açıklamamızı Türk güreşine sizin de bir hizmetiniz olarak köşenizde yayınlayacağınızdan eminim. Saygılarımla. Federasyon Yönetim Kurulu Üyesi ve Basın Sözcüsü A. Kadir Haberdar."
Misafir grubunun bana fakslanan
32 kişilik listesine baktım. Dün yazdığım
dokuz adet
AKP milletvekili ve öteki partililer -özellikle Bursalılar- aynen gidiyor.
Yanıldığım bir tek isim bile yok. Eksiğim var, fazlam yok!
AKP Turizm adına konuklarımıza bir kez daha hayırlı yolculuklar diliyorum! Milletimizin vekillerine ve partililere ’Moskova’da hem gündüzlerin, hem de gecelerin tadını çıkarın, bizi iyi temsil edin haaa’ diyorum!Yazının Devamını Oku 19 Nisan 2006
ÖNÜMÜZDEKİ günlerde Rusya’da Avrupa serbest ve grekoromen güreş şampiyonası yapılacak. Rusya güzel ve değişik bir ülke. Kadınları özellikle çok güzel. Rusya’yı mutlaka görmek, her yönüyle iyi tanımak, hoş anılar yaşamak gerek!
Bizim güreş kafilesi Rusya’ya üç ayrı seferde gidecek. Kafile listesi sporcular, yöneticiler, hakemler ve hocalar dışında özenle gizleniyor.
Kafilenin başında doğal olarak Federasyon Başkanı Recai Ustaoğlu olacak. Ustaoğlu nereli? Bursalı. AKP tarafından Federasyon Başkanı yapıldı.
AKP Turizm şimdi gezi listesini oluşturdu. Bize de burada bazı sorular sorma görevi düştü! Şimdi yavaş yavaş sormaya başlayalım:
1- AKP Bursa milletvekilleri Faruk Çelik, Zafer Hıdıroğlu ve Mehmet Emin Tutan, AKP İstanbul milletvekilleri Recep Koral, İrfan Gündüz, Mehmet Sekmen ve Yahya Baş, AKP Kahramanmaraş milletvekili Nevzat Pakdil, AKP Antalya milletvekili Burhan Kılıç kafilede yer alıyor mu?
2- AKP Bursa İl Başkanvekili Murat Akdeniz, AKP Bursa Osmangazi İlçe Başkanı Bayram Yıldız, AKP Bursa Yıldırım İlçe Başkanı Şakir Ermiş, AKP Bursa Nilüfer İlçe Başkanı Metin Düvencioğlu da güreş kafilesinde yer alanlar arasında mı?
3- Kafilede başka hangi siyasetçiler, eş dost ve AKP’liler olacak? Bunların güreşle uzaktan yakından ilgisi nedir?
4- Bürokratlar kimler?
5- Rusya seferine katılacak güreş kafilesine sporcular, hocalar, hakem ve yöneticiler dışında toplam kaç kişi davet edildi?
6- Bunların çağrılmasının sebebi nedir?
7- Güreş Federasyonu kafile listesini niçin gizliyor? Listenin tamamını hemen bugün açıklayabilir mi?
8- Bu işin parasını kim ödemektedir? Federasyon mu, başkaları mı? Bu geziye görevsiz katılan Federasyon misafirlerinin maliyeti ne kadardır?
Hep görüyorsunuz, çok basit ve net sorular soruyorum. Gelecek yanıtı -eğer gelirse!- sizlere buradan elbette duyururum.
AKP Turizm şirketi partili yandaşların hizmetinde...
AKP Turizm şirketinde millet parasıyla saltanat yok... Spora siyaset bulaştırmak derseniz, o hiç yok...
AKP Turizm, Rusya kafilemize hayırlı yolculuklar diler, oradan çok güzel ve unutulmaz anılarla dönmelerini niyaz eder.
TiCARi SIR!!!
Sevgili okuyucularım, birkaç gün önce burada size çarpıcı bir örneği belgesiyle birlikte sunmuştum. DYP Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan, Enerji Bakanı Hilmi Güler’in yanıtlaması istemiyle TBMM Başkanlığı’na bir soru önergesi vermiş, Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin BOTAŞ’a olan borçlarını sormuştu. Güler imzasıyla verilen yanıt evlere şenlikti:
"Bu bilgiler ticari sır olduğundan açıklanması mümkün değildir."
Belediye AKP’li, BOTAŞ AKP yönetiminde. İkisi de kamu kuruluşu... Ve katrilyonluk para ilişkisini devletin bakanı "ticari sır" olduğu gerekçesiyle açıklamaktan kaçınıyor.
Şimdi size bir başka örnek veriyorum. İstanbul bağımsız milletvekili Emin Şirin yine BOTAŞ’la ilgili bir dizi çarpıcı konuyu soru önergesine dönüştürdü.
Önerge Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattındaki gecikmeleri, ihmal ve yolsuzluk iddialarını, devletin ve milletin uğradığı zarara ilişkin soruları kapsıyor. Teknik konular içeren beş sorunun ayrıntısına girmiyorum.
Şimdi yine Enerji Bakanı Hilmi Güler tarafından kendi imzasıyla verilen birkaç satırlık yazılı yanıta bakalım:
"Cevap 1, 2, 3, 4, 5:
BOTAŞ’ın diğer şirketlerle yaptığı sözleşmelere bağlı ticari bilgilerin üçüncü taraflara açıklanması muhtemel ticari sıkıntılara neden olabileceğinden, soru önergesinde istenilen bilgilerin verilmesi mümkün olmamaktadır."
Bu kadar!
Bu ülkenin katrilyonlarını harcayan kamu kuruluşları için milletvekilleri TBMM’de soru önergeleri veriyor ama bunlara yanıt verilmiyor. Gerekçe:
"Ticari sırdır...Ticari sıkıntıya neden olabilir!"
Bu ortamda yasama denetimi nasıl yapılacak?
Şu olanları, kimin bilgisini kimden kaçırıyorlar? Günü geldiğinde bunların hesabı sorulmayacak mı?
Elbette sorulacak.
Yazının Devamını Oku 18 Nisan 2006
DÜN bizim gazetenin manşeti muhteşemdi: "Üniversitede 3l Mart vakası." İstanbul Üniversitesi’nde bir grup, geçtiğimiz 31 Mart günü öğrencileri kantine kapamışlar, Kuran okuyarak 31 Mart’ı anmışlar! Nedir 31 Mart olayı? Bu iğrençliği bilmek zorundayız. 1908 yılında Padişah Abdülhamid. Bütün ülkede özgürlük rüzgárları esiyor, baskı yönetiminden bunalan İttihat Terakki yanlısı aydın subaylar Rumeli’de Abdülhamid’e karşı ayaklanıp dağa çıkıyor. Padişah korkuyor ve Meşrutiyet yönetimini ilan edip uzun yıllar önce kapattığı Meclis’i yeniden açmak zorunda kalıyor.
Fakat bir süre sonra, bunu hazmedemeyen yobazlar (31 Mart 1909) İstanbul’da ayaklanıyor. "Din elden gidiyor, şeriat isterük" naralarıyla sokaklara yayılan asiler yolda gördükleri subayları, sivilleri, milletvekillerini öldürmeye başlıyor. Ayaklananların çoğu Rumeli taraflarından getirilen, Meşrutiyet rejimini koruma görevi verilen ve şeriatçı Volkan Gazetesi tarafından kışkırtılan avcı taburları.
İmparatorluğun başkentinde kan gövdeyi götürüyor. Yobazlar İstanbul’u ele geçiriyor. İrtica isyanını bastırmak için Selanik’ten yola bir ordu çıkarılıyor ve adına "Hareket Ordusu" deniliyor. Ordu trenlerle ve isyandan 10 gün sonra İstanbul’a ulaşıyor. İsyan bastırılıyor, asiler tepeleniyor.
Türk ordusu o günlerde bile yobazlara karşı mücadele veriyor. Ordunun ilerici niteliği günümüze kadar hiçbir zaman bozulmuyor.
İşin ilginç yanı, 31 Mart isyanını bastıran Hareket Ordusu’nun kadrosu. Burada size isimlerden bazılarını vereceğim. Ülkemizin geleceğini yaratan muhteşem bir kadrodur, lütfen dikkatle okuyunuz.
***
İşin başında Mahmut Şevket Paşa. Daha sonra Sadrazam oldu, 1913 yılında İstanbul’da suikast sonucu öldürüldü.
Kurmay Başkanı Kurmay Yüzbaşı Mustafa Kemal (Atatürk). Binbaşı Fethi (Okyar), Cumhuriyet döneminde başbakan. Kurmay Yüzbaşı İsmet (İnönü). Kurmay Yüzbaşı Hafız Hakkı. Enver Paşa’nın sağ kolu. Doğu cephesinde tifüs hastalığından öldü. Yarbay Cemal. Sonraki yılların ünlü Cemal Paşa’sı. 4. Ordu komutanı, Suriye genel valisi. 1922 yılında Ermeniler tarafından Tiflis’te şehit edildi. Kurmay Yüzbaşı Süleyman Askeri. Sonra Teşkilat-ı Mahsusa (İstihbarat örgütü) başkanı, silahşor. Irak cephesinde şehit oldu. Yüzbaşı Ohrili Eyüp Sabri. İttihat Terakki kurucularından, hürriyet kahramanı. Cumhuriyet döneminde milletvekili. Piyade Yüzbaşı Resneli Niyazi. Abdülhamid’e karşı dağa çıkanlardan hürriyet kahramanı. Arnavutluk’ta öldürüldü. Üsteğmen Yakup Cemil. İttihat Terakki’nin bir numaralı silahşoru ve tetikçisi. 1916 yılında Enver Paşa’ya karşı hükümet darbesi hazırladığı iddiasıyla idam edildi. Süvari Yüzbaşı Mümtaz. Enver Paşa’nın meşhur yaveri. Üsteğmen Ömer Naci. İttihat Terakki’nin konferansçısı. Birinci Dünya Savaşında İran’da tifüsten öldü. Jandarma Yüzbaşı Sarı Efe Edip. Rumeli’de İttihatçı komitacı. Milli Mücadele kahramanlarından. Atatürk’e karşı düzenlenen İzmir suikastına karıştığı için idam edildi.
(Hareket Ordusu ile Selanik’ten İstanbul’a gelip isyanı bastıranlardan Hilmi, Şükrü, Abdülkadir, doktor Abidin, İsmail Canbolat beyler de İzmir suikastına katıldıkları gerekçesiyle, İstiklal Mahkemesi’nde yargılanıp idam edildiler.)
Piyade Yüzbaşı Ali (Çetinkaya). 1919 yılında Yunan ordusuna Ayvalık’ta ilk kurşunu atanlardan. Cumhuriyet döneminde bakan, İstiklal Mahkemesi başkanı. Kurmay Yüzbaşı Kazım (Özalp). Cumhuriyet döneminde Meclis Başkanı. Kurmay Yüzbaşı Ali İhsan (Sabis). İstiklal Harbi’nde ordu kumandanı, sonra milletvekili. Kurmay Binbaşı Muhtar. 31 Mart irtica ayaklanmasında asiler tarafından şehit edildi. İstanbul’daki Şehit Muhtar Caddesi onun ismini taşır.
***
Şu görkemli kadroya bakınız. İmparatorluk çökme aşamasına gelmişken Selanik’ten yola çıkıp İstanbul’a geliyorlar ve 31 Mart irtica isyanını bastırıyorlar. Bir Hareket Ordusu ki, içinde kimler var!
Atatürk’ten İnönü’ye, Yakup Cemil’den Sarı Efe Edip’e, Cemal Paşa’dan Fethi Okyar’a inanılmaz bir kadro.
Bazıları daha sonra Birinci Dünya Savaşı’nda ölen, kurşuna dizilen, bazıları İstiklal Harbi’nde kahramanca savaşan, Cumhuriyet dönemine damgasını vuran subaylar... Ve bazıları 1926’da İzmir’de Atatürk’e suikast girişiminde bulunduğu için idam edilenler...
31 Mart irtica isyanı, tarihimizin bir kara lekesidir.
İsyan Türk ordusu tarafından bastırıldı, suçlular idam edildi. Hemen ardından Abdülhamid tahttan indirilip Selanik’e sürgün gönderildi. 1912 yılında Balkan Savaşı patlayıp Rumeli elimizden çıkmaya başladığında, düşmanın eline geçmesin diye yine İstanbul’a getirildi. Padişah Abdülhamid isyanı destekledi mi? Bu sorunun yanıtı bugün bile bilinmiyor.
Bilinen tek şey: İrtica geçmişte açıktan tavır koyar, isyan ederdi. Günümüzde ise irtica "demokrasi" kavramının ardına sığınarak devletin kurumlarına, belediyelere ve özellikle eğitime çöreklendi. Din bezirgánlığı ve din tüccarlığı, devlete ve ülke yönetimine açıkça egemen kılındı. Hortumların ve cukkaların çoğu artık -ne acıdır- dinimiz kullanılarak yapılıyor.
Aradan 97 yıl geçmiş, bu kadarcık fark olmasın mı!
Yazının Devamını Oku 16 Nisan 2006
ÜLKEMİZİ nereye sürüklemek istediklerini hep birlikte, utanarak izliyoruz. Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nde öğrenciler tarafından düzenlenen açıkhava şenliğini birileri baltalarla, döner bıçaklarıyla basıp bira satılan bölümü tahrip ediyor. Öğrenciler dayak yiyor. Gazi Üniversitesi’nde bir öğretim üyesi, uzun saçları ve kulağında küpe olduğu için Ankara’nın göbeğinde yolu kesilerek dayak yiyor. Niçin?..
Çünkü
ilköğretim okullarından başlayarak acayip bir biçimde öğrencilerin beyni yıkanıyor. Milli eğitimde
"milli" sözcüğü kaldırılıyor, yerine
din hükümleri getiriliyor. Okullarda dinsel toplantılar yapılıyor. Müftüler derslere giriyor. Umre gezisi ve altın ödüllü dinsel şiir günleri düzenleniyor. Küçücük öğrenciler bile bu yöntemlerle etki altına alınıyor.
Direnen Cumhuriyet öğretmenleri derhal başka yere sürgün ediliyor.
Üniversite öğrencisi genç kızlara ev ve para veriliyor, tarikatlar bunlara el atıp türban takmaları sağlanıyor.
Milliliği kalmayan eğitimde korkunç olaylar yaşanıyor. Böylesi bugüne kadar hiç görülmedi.
Cumhurbaşkanı
Ahmet Necdet Sezer bu gidişe dikkat çektiği anda,
AKP’yi destekleyen bilumum
İslamcı basın tarafından tu kaka ilan edildi. Cumhurbaşkanı gerçekleri söyleyince işlerine gelmiyor.
Türkiye hızla bir yerlere sürükleniyor, laiklikten uzaklaştırılıyor.
Önceki gün ülkemizi ziyaret eden
Bangladeş Başbakanı bayan idi. O devletin anayasasında
"devletin dini İslam’dır" hükmü yer alıyordu. Ancak bayan başbakan
"türbanlı" değildi! Üstelik
Recep Tayyip Erdoğan’a ülkesinde yayınlanan ve
Atatürk’e övgüler düzen bir kitap armağan etti.
Koskoca Türkiye Cumhuriyeti, yüzde 34 oyla iktidar olan bir partinin elinde. Astığı astık, kestiği kestik.
Türkiye nereye sürükleniyor, nereye?KAÇAK ELEKTRiK!Kaçak elektrik kullanımı ülkemizin önemli sorunlarından biri.
Peki bununla nasıl mücadele edilir?
Alınan önlemler ve yasalarla. Kaçak elektrik
din yoluyla önlenir mi?
Herhalde önlenir ki,
TEDAŞ’ın yurdun çeşitli bölgelerinde evlere ve işyerlerine dağıtılan bildirilerinde kaçak elektrik kullananlara çağrı yapılıyor. 16. madde şöyle:
"Kaçak elektrikle ısınan sudan abdest olmaz. Gusul (boy abdesti)
hiç olmaz. Cenaze de asla yıkanmaz."
Demek ki
TEDAŞ bile
"din otoritesi" olmuş, ahkám kesiyor!.. Ve zannediyor ki, böyle kavramlarla kaçak elektrik kullanımı önlenir!
Hayır, önlenmez.
Eğer öyle olsaydı, dinimizin en önde gelen ilkesi
"dürüstlük" kavramına insanlar uyardı. Kimse
yolsuzluk, hırsızlık, kapkaç yapmaz, milletin malını mülkünü
özelleştirme adı altında
peşkeş çekmez, karşılıksız çek vermez, birbirini dolandırmaz, özellikle ticaret áleminde ahlaksızlık bu boyutlara varmazdı.
Hiç kimse din ticareti yapmaz, Müslümanlığı kullanarak devlette kadrolaşmaz, cebini doldurmaz, binlerce memuru yerinden yurdundan edip sürgüne göndermez, mağdur etmezdi.
* * *
TEDAŞ’ın kaçak elektrik bildirisinde önemli bir eksik var! Kaçak elektrikle ısınan sudan söz ediliyor. Peki ya kaçak elektrikle ısınanlar? Gidin özellikle Doğu ve Güneydoğu’ya, evlerin ve işyerlerinin çoğunun kaçak elektrikle ısındığını göreceksiniz.
Sıcak suya bir kulp bulmuşlar! Abdest olmaz, gusül geçerli değil, cenaze yıkanmaz! Kimsenin taktığı yok da, ısınanlar için ne var? Hiçbir şey yok!
Yani birileri kaçak elektrikle ısınıyorsa, fakat kaçak elektrikle su ısıtıp abdest almıyorsa, bu bildirinin mantığına göre sorun yok demektir!
Vay benim ülkem, kutsal dinimizi buralara bile sokmuşlar.Yazının Devamını Oku 15 Nisan 2006
AŞAĞIDA anlatacağım olay Ege Bölgesi’nde bir ilköğretim okulunda geçiyor. Okulun, öğretmenlerin ve 12-13 yaşlarındaki küçük öğrencilerin isimlerini vermiyorum. 3 Nisan günü din bilgisi dersi var. Öğrenciler yemek ve kantin alışverişi sonrasında derse 10 dakika geç girdiler. Din bilgisi öğretmeni onları derse almadı. "Zil çaldıktan sonra ben sizi derse almam, gidin idareden geç kaldı káğıdı getirin" dedi. 10-15 kadar çocuk süklüm püklüm idareye gittiler. Okulun müdür yardımcısı çok kızdı ve bir tutanak düzenledi... Ve öğrencilere şöyle dedi:
"Topluca ve kasten din kültürü dersine girmediniz." Bunun altına derse girmek istemediklerine ilişkin bir ifade yazdı ve sonra çocuklara seslendi: "Bunu hepiniz imzalayın. Bu ifadeniz var ya, zaten sizi bitirecek."
Öğrenciler korktu. Bazıları tutanağı imzalamak istemedi. Sonuçta imzalamak zorunda kaldılar.
* * *
Şimdi size bir öğrenci velisinden aldığım mektubu -özetle- iletiyorum:
"Olayı öğrenince başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Çünkü bu bende din gibi hassas bir konuda evladımın okulda din dersine karşı olduğu, bir isyancı gibi gösterildiği, okul idaresi tarafından dinsiz olarak damgalandığı görüşünü doğurdu. Perişan olduk.
Biz inançlı insanlarız. Evladımız da öyle. Şimdi ben durup dururken evladımızın dinsiz olarak damgalandığına mı, çocuklarımız için tutulan bu tutanağın belli yerlere gönderilip kayıt altına alınacağına mı yanayım? Hükümette dayımız yok. Biz kendimizi nasıl savunacağız?
Okul idaresine başvurup kaygılarımızı bildirdik. Hiç ses çıkmadı. Bundan sonra ne olacağını da bilmiyoruz. Lütfen bize yardım edin, bir yol gösterin."
Bu olay sonrasında ne gibi gelişmeler olacağını size yine duyuracağım.
ÖNERGEYE YANIT!
DYP Denizli milletvekili Ümmet Kandoğan, Enerji Bakanı Hilmi Güler’in yanıtlaması istemiyle bir soru önergesi verdi. Çok kısa, iki sorudan oluşuyor:
"1- Ankara Büyükşehir Belediyesi EGO Genel Müdürlüğü’nün BOTAŞ’a olan borcu ne kadardır?
2- Ankara Büyükşehir Belediyesi EGO Genel Müdürlüğü’nün BOTAŞ’a olan borcunun faizleri ne kadardır?"
Hemen belirteyim, bu borcun ve faizin miktarı neredeyse katrilyon düzeyinde. Hem belediye, hem de BOTAŞ kamu kuruluşu. Şimdi Enerji Bakanı Hilmi Güler imzasıyla milletvekiline verilen 4 Nisan 2006 tarihli yazılı yanıta bakalım. Aynen şöyle:
"Cevap 1 ve 2. Bu bilgiler BOTAŞ Genel Müdürlüğü’nün ’ticari sır’ niteliğindeki bilgileri olduğundan, üçüncü taraflara açıklanması mümkün olmamaktadır."
Ne güzel, ne kolay, bu kadar basit! Yasama denetiminin önü işte böyle, yanıt vermeyerek ve rakamları gizleyerek kesiliyor... Çünkü belediye AKP’li, BOTAŞ AKP’nin elinde. İkisi de kamu kuruluşu. Böyle "ticari sır" olur mu?
Rakamlar açıklansa, ortaya korkunç bir tablo çıkacak. Ondan korkuyorlar. Bu yüzden de, marifetlerini milletten saklıyorlar.
ÇEVİRİ HATASI
Yanlış yaptığım anda okurlarım bunu yüzüme vuruyor. Dün de öyle oldu. Başbakan danışmanı, fındık tüccarı Cüneyd Zapsu’nun ABD’li yetkililere Tayyip Edoğan için söylediği sözleri -dünkü yazımda- çevirirken bir cümlede yanlış yapmışım. Okurlarım mesaj ve telefonlarla arayıp uyardılar. Ergun Göknel’in mesajı hepsini karşılıyor:
"Yazınızdaki çeviriye bir düzeltme yapmak zorundayım. ’Take advantage of this man’ cümlesi sizin çevirdiğiniz gibi ’Bu adamın (başbakanın) avantajından yararlanın’ gibi masum anlamda değildir. Maalesef ’kullanma’ sözcüğünden daha kötü bir anlama gelmektedir.
Tam anlamı ’Bu adamın zaafından yararlanın’dır. (Bakınız: Oxford English-Turkish Dictionary sayfa 9. Advantage maddesi.)
Bu cümleye biraz daha hafif bir anlam vermek istenirse ’Bu adamdan yararlanın’ olarak da çevrilebilir. Yani ’kullanın’ sözcüğünün daha kibarca ifade edilmiş şeklidir."
Yanlışımı düzelten ve hata yapma hakkım olmadığını bana bir kez daha anımsatan tüm okurlarıma teşekkür ediyorum.
* * *
(Yazımın sonunda son bir husus: Bence Recep Tayyip Erdoğan, kendisi hakkında bu sözleri hem de ABD’li yetkililere söylemekten çekinmeyen danışmanı Cüneyd Zapsu’yu mahkemeye verip tazminat istemelidir. Fındık tüccarı danışmanın sözleri Başbakan’a çok ağır hakaretler içeriyor. Ayıptır yahu! Versin mahkemeye, alsın tazminatı. Allah korusun, o sözleri biz söyleseydik vallahi mahkeme mahkeme dolaştırır, anamızdan emdiğimiz sütü burnumuzdan getirirdi!)
Yazının Devamını Oku 14 Nisan 2006
BAŞBAKAN’ın bir danışmanı, yanında bir AKP milletvekiliyle birlikte ABD gezisine çıkıyor. Orada ABD’li üst düzey yetkililerle çok önemli toplantılar yapılıyor. Danışmanın adı Cüneyd Zapsu. Devlette hiçbir görevi olmayan bir tüccar. Fındık tüccarı.
Milletvekili ise Şaban Dişli.
Hükümetle ABD’nin arası iyi değil. ABD bize yüz vermiyor. Nedenleri:
Irak için tezkerenin TBMM tarafından reddedilmesi. Kuzey Irak’ta subaylarımızın başına çuval geçirilmesi. Hükümetin terör örgütleri listesinde bulunan HAMAS temsilcilerini Ankara’ya çağırıp ağırlaması.
Hükümet şimdi ABD ile arasını düzeltmeye çalışıyor.
Bu amaçla Zapsu-Dişli ikilisi oraya gönderildi...
Ve rezalet patladı.
* * *
Devlette hiçbir sıfatı olmayan, ancak Recep Tayyip Erdoğan adına oralara -her nedense!- tam yetkiyle gönderilen Zapsu toplantıda çamlar devirdi, potlar kırdı.
Amerikalılara söylediği sözler tarihe geçti:
"Başbakan’a kızacağınıza onu kullanın."
Yabancılar tarafından kullanılan bir başbakan!.. Ve kullanma önerisini elin oğluna götüren fındık tüccarı bir danışman!
Rezalet patlayınca bunlar ürktü. Ürkünce, her zaman yaptıkları gibi "çevir kazı yanmasın" yöntemine başvurdular.
Bay danışman "kullanın" sözünü söylememişti (!) ve durumu şu veya bu biçimde kurtarmak gerekiyordu. O halde ne yapılacaktı? Partide bir toplantı düzenlediler.
Konuşmanın İngilizce bandı toplantıda Tayyip Erdoğan’a dinletildi. Ortada böyle bir söz olmadığına Başbakanımız ikna oldu! Bandı dinlemiş ve "üst düzey İngilizcesi" ile bu karara varmıştı.
Zaten fındıkçı da açıklamıştı: "Sözlerim çarpıtıldı."
* * *
Fakat olmadı. Bu kez birileri ABD’den Zapsu’nun konuşmasının İngilizce orijinal metnini getirtti. Fındık tüccarı konuşmasında aynen şöyle diyordu:
"Please try to...I’d say exploit, it is a bad word, but use."
Türkçesi: "Lütfen, sömürün diyeceğim ama kötü bir sözcüktür. Kullanmaya çalışın."
Sonra devam ediyor: "Take advantage of this man."
Türkçesi: "Bu adamın (başbakanın) avantajından yararlanın."
İş bununla da kalmıyordu. Bay danışman, Amerikalı dostlarına şöyle diyordu:
"I think instead of pushing him down, putting him to the drain, use."
Türkçesi: "Onu (başbakanı) aşağı iteceğinize, lağıma atacağınıza, kullanın."
Vah benim ülkem vah.
* * *
Sevgili okuyucularım, şu olay koskoca Türkiye Cumhuriyeti’nin kimlerin, hangi kafaların eline kaldığını açık biçimde gösteriyor.
Bay danışman ve parti yetkilileri bu sözleri önce inkár ettiler. Recep Tayyip Erdoğan, İngilizce metni dinledi, çeviriyi okudu, anladı (!) ve sakıncalı bulmadığını söyledi.
Sonra bant çözümü ortaya çıktı ve hiçbirinden tık yok!
Bu sözler ülkemizi yine küçük düşürdü. Alay konusu olduk. Ben bu sözleri basında okuyunca önce inanmadım. Sonra AKP takımı inkár edince (!) rahatladım.
Fakat iki gün sonra gerçekler ortaya çıktı, bir kez daha utandım.
Hem insan olarak, hem de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak.
Acaba onlar da utandı mı?
Kimbilir!
GAZETECİ KİTAPLARI
Bugün size iki kitaptan daha söz etmek istiyorum. İnsan özellikle böyle gazeteci kitaplarını okuyunca çok şey öğreniyor.
Ümit Zileli’nin kitabı "Aydın İhaneti. İşbirlikçiler 2." (Günizi Yayıncılık.) Ülkemizde "aydın" kavramına ihanet edenler. Medyada ve öteki sektörlerde görev yapan işbirlikçiler.
Ahmet Erimhan’ın kitabı "Çuvaldaki Müttefik." (Birharf Yayın.) Subaylarımızın başına çuval geçirilmesinin öncesi, sonrası, perde arkası, belgeleriyle.
Harun Gürek’in kitabı "Bilinmeyen Yönleriyle Koltuk Davası." (Güncel Yayıncılık.) TBMM’yi şaibe altında bırakan "ceylan derisi koltuklar" olayının utanç verici öyküsü, yine belgeleriyle.
Yazının Devamını Oku