Birbirinden çok farklı iki yarışma tecrübesini bu kadar kısa bir zaman diliminde yaşamak, etkisini daha da yoğun kıldı.
Toscana’da düzenlenen Il Magnifico yarışmasından geçen hafta bahsetmiştim.
İtalya’nın en üst düzey yağlarının yarıştığı, tek bir yağın seçildiği, elitist bir yarışma.
Magnifico’dan döner dönmez soluğu İstanbul üzerinden Edremit’te aldım.
Bu sene ikincisi düzenlenen Anatolian IOOC’ye katıldım.
Yine Birsen Can’ın başkanlığında, İtalyan uzman Antonio Lauro’nun desteği, dünyanın dört bir köşesinden gelen uluslararası jüriyle yapıldı yarışma.
Bu sene tüm oylama tablet üzerinden online oldu.
Kağıt israfını önlemesi, şeffaflık açısından çok isabetliydi böyle bir oylama yapmak.
Bu hafta İtalya’nın en kıymetli zeytinyağı yarışmalarından, bir tek zeytinyağına “muhteşem” ödülü veren Il Magnifico için onlarca muhteşem zeytinyağı arasından sadece bir tanesinin “muhteşem” olduğuna karar vermeye çalışırken aklımda yine bu sorular vardı, “Bol ödül mü tek ödül mü” diye...
Magnifico 10 yıldır, Banca di Chianti, FARA ve Cantini Vetro şişe fabrikası, MORI-TEM ve Pieralisi zeytinyağı makineleri üreticisi, Chianti Classico konsorsiyumu, zeytinyağı dükkanı Oliveyou ve gastronomi ürünü satış platformu Nel Piatto sponsorluğunda gerçekleşen, İtalya’nın en kıymetli zeytinyağı yarışmalarından biri.
Destekçileri arasında birbirinde rakip sayılabilecek firmaların omuz omuza durması yarışma hakkında çok şey anlatıyor.
Bankasından şişe üreticisine, bölge yönetimine, konsorsiyumuna, makine üreticisine zeytinyağının başarıya giden yolda kimlere ihtiyacı olduğunun rehberi sanki bu liste...
Magnifico’nun kurumsal sponsorları arasında benim de parçası olduğum ANAAPO, yani Toscanalı zeytinyağı tadımcıları birliği de var.
10 senedir ana jürinin tadacağı final ürünlerini, bizim birlik tadımcıları ön elemeden geçiriyor.
Bu sene ana jürinin tadacağı yarı final yağlarını seçmekle kalmadım, o jürinin de içindeydim.
Sevgili Müge Nebioğlu ile birlikte 22 kişilik çok sıkı bir tadım ekibinin parçasıydık.
Bu yıl altı gün süren tatiliyle çocukların yüzünü güldürdü.
Paskalya, içinden sürpriz hediyeler çıkan yumurtaları, ona özgü tatlıları, baharın başlangıcından izler taşıyan mutfağıyla neşeli bir bayramdır.
Öyleydi en azından...
Pandeminin ilk yılında Paskalya sıkı yönetim şartlarında sokaklarda askerlerle kutlandı.
Geçen sene bayram öncesi nispeten normal olan hayatımız, Paskalya dolayısıyla bir kez daha kilit altında alındı.
Paskalya’ya özgü sokağa çıkma yasakları, özel kapanma kuralları koyuldu.
Bayram dolayısıyla kapanmak, normalden daha az görüşmek, birlikte olmak, pandeminin azizliklerinden biriydi.
En son 5 sene önce gittiğim ve yemeklerini özlediğim bir şef.
Yakın zamanda gidemeyeceğim, ben de kitabının sayfalarını karıştırayım dedim...
Size de kitaptan kolay bir kaç tarif paylaşmak istedim...
İtalyan mutfağının “haylaz dahisi” Moreno Cedroni’nin restoranı La Madonnina del Pescatore, tam karşısındaki duran heykelden alıyor adını, “Balıkçının Meryem’i” manasında.
Halka açık, ücretsiz bir plajın kıyısında, sarı boyalı çirkince bir apartmanın alt katında, dünyanın sayılı restoranlarından biri olan bu balıkçı, daha ziyade mütevazı bir çorbacı havasında dışarıdan.
Çünkü burası dünyanın en iyi restoranlarından biri olsun diye seçilmiş, zengin müşteriye hitap etsin diye açılmış bir yer değil.
İşe çocuk yaşta garson olarak başlayan dahi şef, bu restoranı birkaç arkadaşıyla ortak olup açtığında daha 20 yaşındaymış.
Restoran 1987 yılında, şef daha 23 yaşındayken tamamen onun olmuş.
Son olarak küçükken en sevdiği sebzelerden olan ıspanağı da dakikalarca çatalla dürtükledikten sonra “ben bunu yemeyeceğim” listesine aldıktan sonra çareyi bol ıspanaklı çiğ börekte bulmuştum.
Çiğ böreği o kadar seviyor ki içinde sevmediği sebze de olsa yiyor.
İtalyan usulü lazanyaydı, cannelloni’ydi içi bol sebze alabilecek makarnaları açmak daha uzun iş.
Elbette hamurla uğraşmanın büyüsü başka ama tadımların çok yoğun olduğu, aynı anda iki kitap üzerinde çalıştığım bu dönemde o büyüye kendimi kaptıracak zamanım yok.
Çareyi İtalyan geleneğinin lezzetli ve besleyici makarnası crespelle’de buldum.
Crespelle aslında Fransızların krep süzet’inin İtalyan akrabası.
İtalyanlara bakarsanız Fransızların milli yemekleri haline gelen krep’in yapımını 5. yüzyılda İtalya üzerinden haç ziyaretine giderken Abruzzo civarında öğrendi ve sonra bu tarifi ülkelerine taşıdılar.
Roscioli kentin en kaliteli restoranlarından, aynı zamanda harika bir dükkan.
Peynirinden tereyağına, makarnasından çikolatasına, şarabına kadar klasik bir şarküteride olabilecek her şey var.
Yorulduysanız şarküterinin içindeki tezgahta bir şeyler atıştırabiliyorsunuz ya da adam akıllı bir şeyler yiyeyim derseniz arka taraftaki salonda, saygın bir restoran ortamında Roma mutfağının en başarılı yemeklerini yiyorsunuz.
Ailenin ilk işi aslında fırıncılık.
Bugün Roma’nın tarihi merkezinde dört farklı konsepte yerleri var.
Çok meşhur, turisti bol, epey pahalı olsa da Roma’nın yerlisinin de uğrak yeri. Roma’ya yolu düşenin birinden birine uğraması şart.
Roscioli fırın Amerika’dan getirttikleri özel bir tost ekmeği makinesi ve kendi geliştirdikleri özel tost ekmeği formülüyle şehirde ün kazanıyor.
Fırın bugünkü yerine 70’li yıllarda kavuşuyor.
Türkiye’de büyüyen tüm yaşıtlarım gibi çocukluğum lise, ilk gençliğim üniversite sınavı gölgesinde geçtiğinden yarışmalar, sınavlar cendere duygusu veriyor.
Dünyanın tüm ürünlerinin katılmasının imkansız olduğu etkinliklerin “dünyanın en iyi yağları, en iyi şarapları, peynirleri” başlığıyla kazananlarını açıklamalarını da çok doğru bulmuyorum.
Birkaç sene önce “yarışmalara katılmalı mıyız” diye sorulduğunda cevabım “katılmayın” oluyordu.
Artık “işinize yarayacağını, yarışma sonuçlarını satışlarınıza yansıtabileceğinizi düşünüyorsanız katılın” diyorum.
Bir sonraki soru ise “hangi yarışmalara katılmalıyız” oluyor.
Buna cevabım ise “pazarlama politikanız hangi pazara ihtiyaç duyuyorsa ona” oluyor...
Zeytinyağı yapmak çok güzel, romantik, saygı duyulacak bir iş.
Zeynep Delen Nircan Türkiye’nin yüz akı akademisyenlerden.
Zeytinin A’sından Z’sine anlatıldığı, ilk olarak Royal Society of Chemistry tarafından yayımlanan, Türkiye’de İş Bankası Yayınları’nın çıkardığı “Zeytinlikten Sofraya Zeytinin Hikayesi” adlı başyapıtta imzası var.
Sabancı Üniversitesi, Boğaziçi Üniversitesi ve farklı eğitim kurumlarından zeytin üzerinden kimya öğretiyor yeni nesle.
Zeynep Hoca, senlik.org online dergi için zeytinin kadınlarının hikayelerini kaleme almış. Okumaya doyamadım.
Türkiye’nin farklı köşelerinden zeytin ve zeytinyağı emekçileri kadınları, işlerini, hasatlarını, zeytine olan bağlılıklarını, göğüsledikleri zorlukları anlatıyor. Zeytinyağı seven, sevmeyen, tüketen, tüketmeyen, ağzına bir lokma alan herkesin okuması gereken bir yazı olmuş.
Tarım çok zor iş, kadının büyük emek verdiği halde adının olmadığı bir alan.
Kadının elinin değmediği tarım mümkün değil ama hep adsız kahramanlar.
Zeynep Hoca’ya bunca güzel kadının emeğini görülür, sesini duyulur kıldığı için teşekkürler...