Her kuşak, kendi kuşağının efsaneleriyle vedalaşmıştır di mi.
Bana tüm zamanların efsaneleriyle vedalaşan bi tek bizim kuşakmış gibi geliyor da ondan soruyorum.
Sanki biz tarihin en acayip yerine doğmuşuz. Sanki önceki kuşakların gözünün yaşı da bizim yüzümüze düşmüş. Sanki bütün efsaneler bizim zamanımızda yaşayıp bizim zamanımızda ölmüş.
Bazıları sevmez “efsane” lafını. Çok kullanıldığından, kullanıla kullanıla değerini yitirdiğinden, anlamsızlaştığından filan dem vururlar. Ben severim. Efsanelere “efsane” demeyi severim. “Efsanesi ve mucizesi olanları” severim.
Üniversite öğrencisiydi, finallerine hazırlanıyordu. Galiba sevdiği bi kız vardı, o aralar açılmayı düşünüyordu.
2 Haziran 2013’te, Gezi’nin uzun gecelerinden birinde, polisten kaçarken bir sokağa sığındı.
Kadim Anadolu geleneğidir, düşmanın olsa sana sığınmış olana el kalkmaz.
Gelenek filan ne, insanlıktan çıkmışlardı. Sokağa sığınan gencecik birini öldüresiye dövdüler.
Bi kere geleneksel tiyatromuz var. İçinde Hokkabazlar, Curcunabazlar, Ortaoyuncular, Karagöz-Hacivat, Köy Seyirlik, Meddah geleneği var.
Kel Hasan Efendi var, İsmail Dümbüllü var, Münir Özkul var.
Bizim komiklerimizin içinde Cilalı İbo, Sadri Alışık, Adile Naşit, Zeki Alasya, Metin Akpınar, Şener Şen, Ferhan Şensoy var.
Aziz Nesin’imiz var bizim. Süavi Sualp var, Oğuz Aral var, Atilla Atalay var.
Bisiklet özgürlüktür derler.
Doğru tabii. Ama sanki en çok çocukluktur bisiklet. Kaç yaşında öğrenilirse öğrenilsin, bisiklete binmenin çocuk olmakla bir ilgisi, çocukça bir telaşla yakınlığı vardır. O çocuk ruhtan uzaklaştıkça her şey kirleniyor zaten. Bisiklet sporunda işte, tekerlekler görünmüyor doping çamurundan.
Bisiklete binmeyi öğrenmek mühim bi eşikti çocuklukta. Bisiklete binmeyi öğrendik mi tamamdı. Kendimizi kurtarmış sayılırdık. Bi tür erginleştirme töreni gibiydi zaten öğrenme süreci. Öğrenene kadar başımıza türlü çeşitli iş gelirdi.
Özellikle dirsekler ve dizler, “Mersol” müydü neydi adı, işte ona bandırılmış pamukla yakın arkadaş olurdu. O pamuğu, yaranın üstünde az tutsan kan durmaz. Çok tutsan pıhtılaşan yaraya yapışır. Çekersin yine kanar. Hiç tutmasan annen bir daha sokağa çıkarmaz. Salmaz da denebilir. Sokağa salmaz.
Akademinin en büyük sıkıntısı bence bu. İşin doğası gereği, hocalığa genç yaşta başlıyosun. Asistan dediğin genç oluyor. Fakat sıkıntı şu, hep asistanken olduğun yaştasın, genç hocasın, öğrencilerinle arandaki yaş sabit kalıyor sanıyosun. Öyle olmuyor işte.
Şöyle oluyor. Geçenlerde bi öğrencimin annesi reçel yapmış yollamış, “Ayyy çok teşekkür ederim, ellerine sağlık anneciğinin, öperim ellerinden” dedim. İlkokul öğretmeni değilsin ki velilerle aynı yaşlarda olasın, öğrencinin annesi teyzedir sanıyosun. “Hocam annem yetmiş dörtlü yalnız” diyo sana.
Bu gençlere “Kaç doğumlusunuz?” diye soruyosun. “95 hocam” diyolar. “95 nedir ya diyorum” içimden. “95 nedir?” “1995’te doğulur mu? 1995’te âşık olunur.”
YEŞİL SAHALARDAKİ SON AKRAN: BUFFON
Rüya denebilir mi onu da tam bilemiyorum esasında çünkü Kazım Koyuncu gerçek olamayacak kadar güzel ama bi yandan da rüya olamayacak kadar gerçekti.
Büyülü gerçeklik denen akımın bütün yazarları toplanmış da Kazım Koyuncu’yu onlar yazmıştı sanki.
Fantastik, doğaüstü, destansı, masal gibi, büyülü. Rüya gibi ama gerçek. Elimizi uzattık dokunduk. Gözümüzü açtık kapattık yoktu.
Aslında o akşam, 25 Haziran 2005 akşamı, Harbiye Açık Hava Tiyatrosu’nda sahnede olacaktı öyle umuyorduk. Hastalığını dünyanın sonu gibi algılamamızı istemiyor, üretmeye devam ediyor, sakin olunsun istiyordu. Biz de öyle yapıyorduk. O akşam o sahneye çıkacağına, onunla birlikte biz de inanıyorduk.
Alıyor esasında, kötülüğün nasıl pompalandığını, kimlerin nasıl işine geldiğini, oradan nasıl beslendiklerini bildiğimiz için aklımız alıyor da vicdanımız almıyor, kaldırmıyor, taşımıyor artık.
Başı sonu olmayan bi kötülük.
Senin benim anlayamayacağımız bi kötülük.
Fenerbahçe Basketbol Takımı o kadar güzeldi ki, hocası taraftarı oyuncusu hepsi o kadar güzellerdi ki, sosyal medyada bi yerlerde tutamadım kendimi “Dünyanın en güzel basketbol takımı yemin ediyorum” dedim.
Yapışmış takımın üstüne. Kullanılan bir cümle, bi tanımlama, bi yakıştırma olmuş. Çok şahane olmuş.
Evet, bence Fenerbahçe basketbol takımı dünyanın en güzel basketbol takımı.
Kimi övsek diğerinin eksik kalacağı bi takım.