Biz onlarla yaşamayı öğrenmişiz. Kanıksamışız. Şaşırmıyoruz artık. Üzülüyoruz. Çook üzülüyoruz ama hiç şaşırmıyoruz. En kötüsü de bu belki.
Aşkı becerebilen, sevmeyi sevilmeyi sevinmeyi en çok da üzülmeyi becerebilen ama ayrılığı bi türlü beceremeyen bi kulüp Fenerbahçe. Sorun ne olursa olsun, efendi gibi ayrılmayı beceremiyor. Vedalaşmayı, helalleşmeyi, sorunsuz bir ayrılığı beceremiyor.
AYRILIĞI BERBAT BİR BOŞANMAYA ÇEVİRMEK
Çok geriye gitmiyim. Ersun Hoca ile yolların ayrıldığı vakitlere bakmak kâfi.
Yazılıp çizilecektir ringlerdeki başarısı. Hayat hikâyesi. Sözleri. Yaşadıkları. Bir de ben tekrar etmiyim burada.
Ben; hiç sevmediğim, tek sevmediğim, hiç izlemediğim, tek izlemediğim bi sporun bi sporcusunun bende bıraktığı derin izi yazayım.
Muhammed Ali’yle böyle vedalaşayım.
Veda dediğim lafın gelişi.
O meşhur marşın son kıtası düştü paylarına: “Yıllar geçti bak umutlarla/ Gelmeyen şampiyonluklarla/ Bin kat daha büyüdü sevdan/ Vazgeçmedik bir an armandan”
Adana Demirsporlular’ın böyle sevmeyi, böyle umut etmeyi, böyle vazgeçmemeyi öğrendikleri bir isim var.
Adana Demirspor’un her şeyi. Her şeyi her şeyi. Futbolcusu, yüzücüsü, sutopu oyuncusu, voleybolcusu, tenisçisi, masa tenisçisi, atleti.
Saydığım her bir branşta Demirspor adına resmi yarışmalara katılan büyük sporcusu. Türkiye sporunun gördüğü en büyük spor insanlarından biri. Kim bilir kaç kuşağın Muharrem abisi.
Yıllar içinde “Babacığım bak şampiyonuz!” dedim, “Şampiyonluk kaçtı Yıldırım’cuğum!” dedim, “Baba baksana şunlara ne güzel oynuyolar, bu dakikadan sonra yenilseler de yenseler de, yenilseler ne yenseler ne!” dedim. Tanıyorum, yaşadım, yaşıyorum ben bu cümleyi.
O yüzden iliklerime kadar anladım Suzan Somalı Sönmez’in ne dediğini. Babasını kaybettiği günün, aynı zamanda babasının takımının şampiyonluk kupasını kaldırdığı gün olmasının ne demek olduğunu anlıyorum. Babasına haber verme telaşına aşinayım, biliyorum.
Vâlâ Somalı, bize Beşiktaş’ı öğreten isimdi. Spor tarihini öğreten, aktaran, yazan, çizen, tasarlayan isimdi. Büyük bir spor tarihçisiydi. Hakkıyla anlatmaya buralar filan yetmez.
Şöyle söyliyim size, Vâla Somalı tarihçiydi, gazeteciydi, sanatçıydı, ressamdı, tasarımcıydı, karikatüristti, dansçıydı, spor insanıydı, sahne dekoratörüydü, yazardı. Anlatabilmek mümkün mü bunları burada layığıyla. Mümkünsüz. Anlatmaya çabalamak sadece benimkisi.
Ben biraz zor kabullenirim, geç idrak ederim, bazı şeyleri anlamamakta direnirim. Huyum bu. İlk iki imza meselesi şahane geçmesine rağmen, onlara giderken nasıl bıdırdandıysam, bu defa İstanbul’da imzaya giderken de aynı biçimde ruhunu tükettim Eylem’in.
Eylem’i bilmiyosunuz. Bilin. Sırtında bi çift beyaz kanat vardır, görenler görür. Eylem basket fauldür. Kaymaklı ayva tatlısıdır. A yüzünün ilk şarkısıdır. Gençliğini benim idrak yolları enfeksiyonumu tedaviye vermiştir. Bazen hastanın saçma direncinden yorgun düşmüş doktor yılgınlığı belirir yüzünde, sonra ‘’Bugün Artık Yarındır’’ dizisindeki Doktor Zeynep’in Yanıkhan’daki zorunlu hizmet kararlılığında yazar reçetemi. O gün de öyle yaptı. Doğum günüydü üstelik.
ELİNDE BAKLAVAYLA ANTRENMANA GİTMEK
Şahane bi şeymiş imza günü. Mesele imza filan değilmiş orda hiç söylemiyosunuz. Çok acayip ahbaplıklar tanışmalar karşılaşmalarmış. Mesele tivıtır ahbabım has Fenerbahçeli Emre Bey’in oğluma Beşiktaş şapkası hediye getirmesiymiş mesela. Ne biçim kıymetli. Taraftarın antrenmana baklavayla gitmesi gibi. Daha samimi daha sahici daha içten bir örnek bilmiyorum.
Yılbaşı, doğum günü, bayram seyran bayılırım. Misafir gelir, ev kalabalık olur ya da kalkılır bi yerlere gidilir, muhakkak Çerkes tavuğu yapılır, geç yatmaya izin vardır, akşamdan kalanlar ertesi öğlen yenir. Çok severim ben böyle şeyleri. “Para harcansın diye canım bütün bu günler” ezberinden çok “Bir araya geldik işte ne güzel oldu” kısmıyla ilgilenirim. Çocukken de severdim hala da severim.
Anneler Günü’yle de Babalar Günü’yle de özel bir derdim yoktur. Böyle günlerin annesi babası yanında olmayanları incitiyor olabileceğini anlayarak beni pek incitmediğini söyleyebilirim. Babamın yanımda olmadığı her bir gün için ayrı ayrı incindiğimden herhalde, özel bi burukluk hissetmem. Sevgililer Günü hariç özel günlerle ilgili pek bi sıkıntım yoktur yani.
BU PAZAR YAZISI ANNELER İÇİN O YÜZDEN
Spor kültürü olmayan bir ülkede çocukları spor yapabilsin diye bütün hafta sonlarını kurs kapılarında bekleyerek geçiren anneler için.
Siz yazıyı okurken fonda muhakkak Vedat Okyar’ın en sevdiği şarkı, Selami Şahin’den “Özledim” çalsın.
ULAN PEK OLMUYOR, 'LEN' BELKİ
Hikâye şu. Vedat Okyar’ın hastalığını öğrendiklerinde kahrolurlar. Hepimiz gibi. Ama en çok onlar. Beşiktaşlılar. çArşı elbet. “çArşı ulan” demem daha uygun olur tam burda biliyorum fakat “Ulan” pek olmuyor bende. Durmuyor. “Len” belki. Üzüntüden ne edeceklerini bilemez halde “Ne yaparız nasıl ederiz Vedat Abimiz için” diye düşünürlerken “Moral” der hekimler, “Bu işin başı moral, moralli olacak.”
İlk iş Fenerbahçe ile o hafta oynayacakları maçta açılmak üzere bi pankart hazırlarlar. Vedat Okyar’a ilk “Geçmiş olsun” selamını orada çakarlar. Pankart maç sırasında ellerinde yükselir. Okuyanın boğazı fena düğümlenir: “Bugün dost yaralanmış yine gönlüm hoş değil.”
OKYAR: BENİM EN YAKIN AKRABALARIM BEŞİKTAŞ TARAFTARIDIR
Meslekleri sporculuk olan; göz önünde olmayan, büyük paralar kazanmayan, çoğu zaman kulüplerinin dayattığı şartlarla yaşamlarını sürdürmeye çalışan, kötü çalışma koşullarına mahkûm bırakılan sporcular,
Tek taraflı çıkar anlayışıyla düzenlenmiş sözleşmelerinin bile, koşulları zamanında yerine getirilmeyenler,
Alt liglerde oynayan; kulüplerine karşı haklarını arayamayan, özlük hakları korunmayan, şöhretsiz, güvencesiz sporcular,
Statlara reklam panoları konduğu için pistleri ellerinden alınanlar,