Onun mimarlık anlayışını, sanat tarihine yaklaşımını öğrenmek isteyenlere bir kitabı tavsiye etmek istiyordum.
Ceren Çıplak Drillat’ın hazırladığı ‘Mimar Doğan’lar... Üç Doğan’ kitabını.
Üç ünlü mimar Doğan Kuban, Doğan Tekeli ve Doğan Hasol’un mimarlık tarihine, özellikle İstanbul üzerine önemli bilgileri, görüşler var bu kitapta.
‘Üç Doğan’ sözü nereden geliyor?
Hatırlatayım.
Doğan Kuban, Doğan Tekeli ve Doğan Hasol sık sık bir araya geliyorlar ancak ‘Üç Doğan’ deyişi ilk olarak Prof. Muammer Onat’ın, “Yine ‘Üç Doğan’dan birisidir” demesiyle ortaya çıkıyor.
Çok esprili ve hazırcevap olarak nitelenen
Cağaloğlu için, ‘Cağaloğlu–Hayatın ve Mesleğin Birleştiği Yer’ adlı bir kitabım yayımlanmıştı.
Semtleri yaşatan kurumlar ve insanlardır. Eskiden birçok kitapçı, Bâb-ı Âli (Ankara Caddesi) üzerindeydi. Cağaloğlu’nda bulunanlardan birkaçını sayarsam anımsayanlar çıkacaktır.
Remzi Kitabevi, Ahmet Halit Kitabevi, Hilmi Kitabevi, Semih Lütfü Kitabevi, Maarif Kitaphanesi, Altın Kitaplar Yayınevi, Milliyet Yayınları, Hürriyet Gazetesi, Milliyet Gazetesi, Cumhuriyet Gazetesi, Varlık Yayınları, Yeditepe Yayınları, Milli Eğitim Yayınları, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, De Yayınevi, Papirüs Dergisi, Gerçek Yayınevi, Yeni Ufuklar ve Çan Yayınları, Yeni Gazete, Meydan Larousse Ansiklopedisi, Arkın Ansiklopedisi, Büyük Doğu, İstanbul Dergisi, İletişim Yayınları...
Şimdi hemen hiçbiri o semtte değil. Yayınevleri, dergi idarehaneleri buralarda olduğu için yazarlara da Ankara Caddesi’nde rastlardık.
Yazarlar yayınevlerine uğrarlardı, edebiyat muhabbetleri de yapılırdı.
O semtin gündüzü ayrı, gecesi ayrıydı. Gazeteler geç saatlerde basıldığından akşam hareketliliği de sürerdi.
Cağaloğlu’nda, Sirkeci’de içkili-içkisiz lokantalar akşam da açıktı.
Bâki Hoca
İlk etkinlik yarın akşam saat 20.00’de Cemal Reşit Rey (CRR) Konser Salonu’nda gerçekleştirilecek. Dostlar Korosu ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi Orkestralar Müdürlüğü Türk Halk Müziği Topluluğu, ‘Gelin Canlar Bir Olalım’, ‘Dam üstüne Çul Serer’, ‘Zamanede Bir Hal Geldi Başıma’, ‘Mahsus Mahal’, ‘Drama Köprüsü’, ‘El Kapısı’ gibi sanatçı ile özdeşleşmiş türküleri seslendirilecek.
Tiyatro yazarı ve oyuncu Orhan Aydın’ın, Ruhi Su’nun hayatını, türkülerini, müziğimize katkılarını anlatacağı konser, ücretsiz olarak gerçekleştirilecek.
Bir diğer anma konserini ise yarın aynı saatte Kartal Belediyesi düzenliyor. Uğur Mumcu Kültür Merkezi’ndeki konserde Şef Özgür Doğan yönetiminde Kartal Belediyesi Türk Halk Müziği Korosu, Hasan Karayel’e eşlik edecek.
*
ANMA konserinden önce, Ruhi Su defterinin yapraklarını araladım.
“Âşık Veysel, Ruhi Su’ya bakın ne demiş: “Dağların havasını şehirlere getirdin.”
Çileli kuşaktan bir usta. Türkülerini gece kulüplerinde dinleyebilirdik. Uzun süre pasaport alamamış, aldığında da iş işten geçmişti.
Konser verecek yer bulamamıştı.
Türk sinemasının iyi yönetmenlerinden Ali Özgentürk, ‘Sessizliklerin Dokunuşu-Nâzım Hikmet Üzerine Konuşmalar’ kitabını yayımladı. Kitabın öyküsü: “1995 yılında Nâzım Hikmet’le ilgili belgesel bir film yapmayı tasarlamıştım. Tarık Akan’ın oynayacağı bu film için Nâzım Hikmet’i yakından tanıyan Müzehher Vâ-Nû, Avni Arbaş, Mehmet Ali Aybar, Andrey Voznesenski, Nail Çakırhan ile uzun konuşmalar yaptık. Bazı nedenlerle, bu filmi sonra gerçekleştiremedim. Söylemedikleri söylediklerinden fazla olan, konuşurken kullandıkları kelimelerin arasında hep sessizlik taşıyan bu 20’nci yüzyıl kahramanlarının düşünceleri, tozlu kasetlerde kalsın istemedim. Onlarla yaptığımız konuşmalardan, bu kitaptan başka sende geriye ne kaldı diye soracak olursanız şöyle derim: Sessizliklerle dokunmuşlardı birbirlerine.”
Sessizliklerin Dokunuşu-Nâzım Hikmet Üzerine Konuşmalar
Ali Özgentürk
Ayrıntı Yayınları
KİMLERLE KONUŞULDU?
Müzehher Vâ-Nû:
Yunus Emre’nin benim için önemi büyüktür, masamda bulunan bazı kitaplar değişir ama değişmeyen tek kitap Yunus Emre’dir.
Altın Kitaplar Yayınevi’nde iken Abdülbâki Gölpınarlı (Bâki Hoca) kitabını bana getirmişti, rahmetli Dr. Turhan Bozkurt ile severek o kitabı yayımlamıştık.
Aldığım ödüllerden unutamadığım bir tanesi Yunus Emre Enstitüsü’nün 10. Yıl Kutlamaları kapsamında enstitü başkanı Prof. Dr. Şeref Aktaş tarafından bana sunulan ‘Onur Ödülü’dür.
Türkçenin medeniyet dili kimliğiyle bilinçli ve doğru kullanılmasının sağlanması için ‘Dünya Dili Türkçe’ başlıklı bir seferberlik yürütülmesi amacıyla 2021 yılının hem UNESCO hem de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından ‘Yunus Emre ve Türkçe Yılı’ ilan edilmesinin ardından bakanlık, yurtiçi ve yurtdışında kapsamlı etkinlikler düzenledi, düzenliyor...
Anma etkinliklerinin teması ‘Aşkın Türkçesi’ olarak belirlendi.
Arkeoloji Müzesi’nde ‘Yunus Emre Kaligrafi ve Tipografya Sergisi’ de ziyarete açıldı.
Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Politikaları Başkanı İskender Pala şöyle dedi:
“Burada Yunus’u herkes benden daha iyi biliyor. Buraya gelen insanların her birinin gönlü Yunus diye çarpıyor. Yunus’un maneviyatından ve belki de ruhaniyetinden etkilenerek buluştuğumuza inanıyorum.”
Bu konu çok garibime giderdi, Anadolu’nun uzak yerlerindeki insanların yaşamında tatil ne değişiklik yapabilirdi? Ben de yazı ve yaz tatillerini sevmediğim için ailemin tatile gittiği yerlerde bile kalmaz, sabah Beyazıt Devlet Kütüphanesi’ne gider, kütüphane kapandığında evime dönerdim.Yanıtlayamayacağım tek soru buydu.
Rahşan İnal’ın yazıp Müjde Başkale’nin resimlediği “Sıfır’ın Yaz Tatili” kitabını okurken bunlar zihnimde bir ordu gibi sıraya girdi.
Bakın ‘Sıfır’ın oyun bozanlığına...
“Yaz tatili başladığından beri, Ada’nın matematik defterindeki rakamlar, sayfalara boncuk gibi dizilmiş, miskin bir uykuya dalmışlardı. İçlerinden biri hariç. Sıfır, arkadaşlarının sessizliğinden ve hareketsizliğinden iyice bunalmıştı. Ofluyor, pufluyor, dışarı çıkıp kumsalda Ada ile oyun oynamak istiyordu. Defterden çıkmanın bir yolunu mutlaka bulmalıydı.”
“Solda sıfır, hiçbir değeri yok.”
Sıfırın bazı zaman işlevi inkâr edilemez. Ekonomik önlemlerde sık sık duyduğum, okuduğum, “Sıfırlar atıldı” sözüydü.
Ne var ki sağa geçince itibar kazanıyor.
Rakamlarla benim de başım pek hoş değildir. Masamda not alacak kalem ararken telefondaki arkadaşım bana bir anekdot nakletti.
Otomobille, karavanla Türkiye gezisine çıkarsanız, durduğunuz her yerde “Burada ne yenir, en ünlü yemeği hangisidir, bunu en iyi hangi lokanta yapar” diye sorarsınız.
Ömür Akkor hazırladığı ‘Türkiye Gastronomi Atlası’nda işte bu soruları yanıtlıyor. Sizi yemek arama zahmetinden kurtarıyor.
Çok karayolu seyahati yapan biri değilim ama gittiğim kentlerde de böyle bir danışma kitabına ihtiyaç duyarım.
Ömür Akkor, tutkulu bir gezgin, biraz maceraperest, çok şeyin tadını çıkarmış biri.
Hayatından birkaç not yazdığımda gerisini okumak istersiniz...
- Kilis’te doğdu.
- 25.000 kitaplık özel kütüphanesi var.
- Yılda 90.000 km civarında seyahat etti.
Yaşadığınız kentteki müzelere gitmelisiniz. Çünkü sadece bugünün sergileri görsel tarihimizi anlamanızda yeterli değildir. Müzeler sadece belli malzemelerin, resimlerin saklandığı yerler değildir. Böyle bir anlayış müzeyi çağdaş etkinliklerden uzakta tutar.
Sanat tarihi bölümü bulunan üniversitelerin de müzeleri olmalıdır. O üniversitedeki öğretim üyelerinin kimilerinin de eserlerini oraya bağışladıklarını biliyoruz. Söyleşiler için gittiğim Anadolu’daki üniversitelerin, bu özelliği yerine getirdiklerini gördüm.
Yetkililerin verdiği bilgilere, yorumlarla birlikte yazımda yer verdim.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’ne bağlı hizmet veren 3 resim ve heykel müzesi bulunmaktadır. 1963 yılında Erzurum Resim Heykel Müzesi ve Galerisi, 1973 yılında İzmir Resim Heykel Müzesi ve Galerisi ile 1976 yılında Ankara Resim ve Heykel Müzesi açılmıştır.
ANKARA RESİM VE HEYKEL MÜZESİ
Ankara Resim Ve Heykel Müzesi olarak faaliyet gösteren yapı, Yüksek Mimar-Mühendis Arif Hikmet Koyunoğlu tarafından 1927 yılında Namazgah Tepesi’nde inşa edilmiştir. I. Ulusal Mimarlık Dönemi’nin en güzel örneklerinden olan yapı Türk Ocakları merkez binası olarak projelendirilmiştir. Atatürk, bu projeyi Arif Hikmet’in kendi çizdiği suluboya resminden bakarak beğenmiş ve onaylamıştır.
Ayrıca, binada Türk motiflerinin kullanılmasını istemiş ve yalnızca Türk işçilerinin çalıştırılmasını emretmiştir. Türk taş ustalarının önemli bir kısmı Kurtuluş Savaşı’nda cephede şehit düştüğünden Mimar Koyunoğlu mezar taşı ustalarını toplayarak Marmara adasından binbir güçlükle getirttiği mermerler ile binanın inşaatını tamamlamıştır.