Bu hafta Leylâ Gencer’i (1928–2008) dinledim. Türkiye’nin tek ‘Diva’sını ilk kez Tosca’da, Tepebaşı’ndaki Dram Tiyatrosu’nda dinledim. Uzun bir bilet kuyruğu vardı. O sıralarda hiçbir kaydının olduğunu anımsamıyorum.
İstanbul’a geldiğinde ilk defa Nişantaşı’ndaki evine Filiz Ali ile gitmiştim.
İtalya’ya gittiğimde o dönem Hürriyet’in İtalya temsilcisi Mehmet Demirel bana onun LP’lerini buldu.
Roma’da plakçı mağazalarına girip onun adını verdiğimde beni hemen LP’lerinin bulunduğu rafın önüne götürürlerdi. Benim Türkiye’den geldiğimi, Leylâ Gencer’i tanıdığımı öğrenen bir plakçı, Diva’dan randevu almam için ricada bulunmuştu. Ben de bunlardan birine aracı oldum, görüşmelerini mümkün kıldım.
Leylâ Gencer
Yıllar önce çıkan ve 6 CD’den oluşan albümü CD çalarıma koydum: ‘Donizetti Kraliçeleri.’ Ahmet Etem Erenli’nin, ‘Leylâ Gencer’i Anmak ve Donizetti Rönesansı’ yazısını okudum. Hangi eserler vardı:
- Conaro
-
Bazı semtler vardır ki orada yaşayanlar ayrı bir anlam yükler ve o semtle övünürler. Moda böyle semtlerden biri. Çoğu kimse birbirini tanır. Osman Öndeş’in ‘Kadıköy’ün Güngörmüş Sayfiyesi Moda’ bir Modalının sevgisini yansıtıyor.
İç kapaktaki yazı Münevver Ayaşlı’nın ‘Dersaadet’inden bir alıntı: “Kadıköy’den bir karış ötede Moda’da büsbütün bir başka hava eser. Mağrur, kendini beğenmiş, Kadıköy’ü Kadıköylüleri küçük gören Snop Moda.”
‘ACIMASIZLIK VAR’
‘Eski Moda’ya ne oldu’ yazısı kitabın özelliğini, niteliğini irdeliyor: “Zaman eğer yıllarla ifade edilirse, zaman birçok güzellikleri de silip götürüyor. Yaşam eğer fâni ise gümrah ağaçlarla süslenmiş bir semtin insanları toprak olurken, arkalarında nice özenle inşa edilmiş ve sahipsiz kalan köşkler, ahşap evler de acımasızca yıkılıp yerine apartmanlar inşa edilmiş ise eskinin güzellikleri günümüzde de bilinsin istiyorum.
Ağaçlar, bahçeler, özenle yetiştirilmiş çiçekler ve parklar yok edilmiş. Artık o parklar, bahçeler ve bostanlar yok! Bu değişim sadece Moda’yla sınırlı değil. Dünya üzerinde kentlerin eski resimlerine ve bugünkü resimlerine bakınız. Ortada kaçınılmazlık ve bir de acımasızlık var herhalde.”
Açılışın bir Türk bestecinin eseri ile yapılması, opera bestecilerinin AKM’de bir çok operasını göreceğimizin müjdecisi gibi geliyor.
Kahire operasının açılışı için İtalyan besteci Giuseppe Verdi’ye ‘Aida’ operası ısmarlanmıştı. Konu piramitlerde geçiyordu. Mısır’a bir kongreye gittiğimde, piramitlerde eseri izlerken o operayı yeniden sevmiştim.
Mimar Sinan’ın hemen hemen bütün camilerini gezdim, yazın Silivri’ye giderken de yeniden onarılan, 18 Ekim’de açılışı yapılan o köprünün üstünden geçerken büyük ustayı anarım.
Eminönü’ne her inişimde Rüstem Paşa Camisi’nin önünde bir kez daha o yapıya hayran hayran bakarım.
AKM’de temsil edilmek için gerçekten bestecilerimize operalar ısmarlanmalı.
Operayı seyredenlerin ‘Mimar Sinan’ hakkındaki kitapları okuyacaklarına, eserlerini ziyaret edeceklerine kuşkum yok.
Belki bir gün bu opera Selimiye’nin şehri Edirne’de sahneye konulacak.
Operayı seyredenlere bir önerim var.
‘100 Ülke 100 Marş’
İstiklâl Marşı
Editörler:
Prof. Dr. Birol Emil
Prof. Dr. Zeki Taştan
Her kıtanın, her ülkenin marşlarının başında birer inceleme bulunuyor.
Böylece marşın oluşum sürecini de bu incelemelerden öğreniyoruz.
Kitabın başlıca amacı, İstiklâl Marşı’na duyulan saygı, vefa ve hassasiyetin bir ürünü olmasıdır. İstiklâl Marşı, bu kitapta farklı tahlil ve denemelerle incelenmektedir.
Yazılardan bazı satırları aktaracağım:
İlk yazı eşi Günay Kut’un:
Ahmet Turgut Kut’un ‘Türk Mutfağı’ ile ilgili yazıları:
2 Temmuz 2021 günü 52 yıllık eşim, yol arkadaşım Turgut Kut’u kaybetmemiz ailemizi sarsmıştır. Onun yazmayı planladığı mutfakla ilgili çok konusu vardı. “Son olarak üzerinde çalıştığı ve bir çok malzeme topladığı çocukluğundaki ve gençliğindeki günlerin izinde kaleme alacağı ‘İstanbul’da Sokak Satıcıları’ adlı makalesini bir kitap olarak kayda geçiremeden birdenbire aramızdan ayrıldı.”
Gönül Tekin – Turgut Kut’a dair izlenimler ve hatıralar:
“Turgut’un Türk edebiyatına, Türk yemeklerine ve tarihine, yiyeceklerin tarihi sürecin içindeki gelişmelerine dair ilgisinin ve bilgisinin yabana atılamayacak kadar fazla olduğunu anlamıştım.
Turgut’un kütüphanesinde sonradan Millet Yazma Eser Kütüphanesi’ne bağışladığı çok kıymetli eserlerin yanı sıra tarih, edebiyat, sanat tarihi, lügatler, İstanbul’la ilgili fevkalade çok sayıda kitap bulunmaktadır.”
Bir CD, bir LP, hayatına, sanatına dair bilgiler vardı. Hemen dinlemeye başladım, Mısır’da geçirdiğim günleri hatırladım. Piramit gezisini, Agatha Christie’nin ‘Nil’de Ölüm’ü yazdığı Karaf Oteli’nin lokantasında günlük yazımı yazışımı... Sapsarı Nil’in üzerindeki uçuşumuzu. Bizi oraya dönemin Kültür Bakanı İstemihan Talay götürmüştü, Türk Şehitleri Mezarlığı’nın açılışına katıldık.
Bir zamanların zirvesinde olan bir ses sanatçısıydı Ümmü Gülsüm. Eğer dinlemediyseniz, dünya müziği repertuvarınız için büyük bir eksikliktir.
Önce sunumu okuyalım:
- Arap Müziğinin Primadonna’sı.
- Doğu’nun Yıldızı.
- Mısır’ın 4. Piramidi.
- Nil’in Ölmeyen Sesi.
- Hüzünlerin Anası.
Müzelerin katalogları yayımlanmalıdır. Çünkü bir meraklı, ilgili nerede, ne olduğunu bilmeli ki ziyaret isteği uyansın. T.C. Kültür ve Turizm Bakanı’nın yayımladığı iki ciltlik ‘Ankara Resim ve Heykel Müzesi-Başyapıtlar’ kataloğu gerçekten bir eksiğimizi gideriyor. Gitmeyenler, o bilgilerle müzeyi gezmiş gibi olurlar.
İlk cildin başında neler yer alıyor: Ankara Resim ve Heykel Müzesi’nin kısa tarihçesi, mimarı Arif Hikmet Koyunoğlu ve yapının mimari özellikleri, müzenin koleksiyonunun sanatımızın tarihindeki yeri ve önemi... Ayrıca Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’un ‘Sunuş’u var.
Prof. Dr. Kıymet Giray, yazarın önsözü ‘Başlarken’de müzenin önemine değiniyor: “Akademik çalışmalarım birbirini izlerken Türk Resim ve Heykel Sanatı Tarihi alanında yapmış olduğum araştırmalar da giderek derinleşti. 1980’li yıllarda bu ölçekte yalnızca üç müze bulunduğunu göz önüne alırsak, Ankara Resim ve Heykel Müzesi mevcut kurumlar içinde kapsamlı düzeniyle ve aydınlatıcı yönüyle öne çıkıyor; bu sayede o yıllarda bu alanlarda akademik çalışma yapan bilim insanları gibi benim de bilgilerimi perçinliyordu.”
İçindekiler listesini okuduğumuzda kısa başlıklarla resim ve heykel sanatının gelişimini, değişimini anlayabiliyoruz. Hayatını okuduğumuz ressamlar ve heykeltıraşlar, bu iki sanat dalındaki ustaları daha iyi tanımamızı sağlarken ‘Batı’nın etkisi’ konusunda da aydınlatıcı fikir veriyor.
Ankara Resim ve Heykel Müzesi BaşyapıtlarProf. Dr. Kıymet GirayKültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları
Birinci cildin içeriği:
* Resim
* Resim Sanatımızın İlk Ressamları
‘Haldun Taner Öykü Ödülü’ töreni The Marmara’da yapılmıştı.
Ödül Adnan Özyalçıner ile Nurten Ay arasında bölüştürüldü. Özyalçıner’in kitabının adı ‘Cambazlar Savaşı Yitirdi’, Nurten Ay’ın kitabının adı da ‘Gizli Kalmış Bir İstanbul Masalı’ydı.
Gazetenin sahibi Sedat Simavi, Hürriyet Gösteri’ye ilgi gösterir, önerilerde bulunurdu.
Ona telefonda ödül törenine geldiğimi, kazananla konuşacağımı söyledim. Bilinmeyen, tanımadığımız bir ad kazandı, dedim. Sedat Simavi, “Mademki bir ilk başarı, onun öyküsünü Hürriyet’te yayınlayalım” dedi. Böylece ilk kez günlük bir gazetede ödül kazanan bir edebiyat eseri yayınlanıyordu.
Nurten Ay’a ilk sorum şuydu: Haldun Taner’in öykülerini seviyor musunuz? Kaçamak bir cevap verdi, “Evet, çok severim” gibi, başka tanınmış öykü yazarlarını sordum, doyurucu bir yanıt alamadım.
Birçok edebiyatçı dostum merak ediyordu nasıl biri olduğunu, beklemelerini söyledim.
Sonradan öykünün Ali Teoman’a ait olduğunu kendisi açıkladı.
Öyküyü Hürriyet’te okuyanlar çok beğenmişlerdi. Çünkü en çok satan bir gazetede öykü tefrikası onları şaşırtmıştı.