Kitapta 24 yazarın yazıları var. Anılar, yeni biyografik belgeler, ilk defa gün yüzüne çıkan arşiv dokümanları, notalar, fotoğraflar, diskografik bilgilerin olduğu özgün bir çalışma...
Kitapta, ilk kez yayınlanan bilgiler ve belgeler çoğunlukta. Ama Süleyman Şenel imzasını taşıyan: ‘Âşık Veysel’in Sahibi Meçhul Ses Hazinesi ve Bir Albümün Oluşum Hikâyesi: Bana da Banaz’da Pir Sultan Derler’ başlığı ile, sevgili dostum Hasan Saltık’a ithaf edilen yazı, beni ayrıca çok mutlu etti.
Bu yazısında Şenel, 2018 yılında Kalan’dan yayınlanan ‘Bana da Banaz’da Pir Sultan Derler’ albümünde yer alan ses kayıtlarının, Prof. Dr. Halet Çambel’in kayıp bantlarının önemli bir kısmı olduğunu anlatıyor ve bu konudaki keşfini nasıl yaptığını kaleme getiriyor... Kısacası, bugüne kadar kayıp olduğu bilinen Prof. Dr. Halet Çambel’in Âşık Veysel kayıtlarının tamamının bulunduğunu okuyucusuna müjdeliyor.
Arkeolog Prof. Dr. Halet Çambel, Âşık Veysel ile Adana/Kadirli’de, Karatepe-Aslantaş kazıları sürerken, 26 Mart 1961 tarihinde görüşmüş. Mimar, gazeteci ve şair olan eşi Nail V. Çakırhan ile birlikte Âşık Veysel’den 40’ı aşkın türkü ve eski usta âşıkların deyişlerini kaydetmiş. Âşık Veysel, bantlara kendi şiirlerinden 12 tanesini de kendi sesi ile okumuş ve fıkralar da anlatmış.
Prof. Dr. Halet Çambel’in sadece Âşık Veysel’den değil, Ruhi Su, Sabahattin Eyüboğlu gibi dostlarından da ses kayıtları yaptığı biliniyor. Halet Hanım’ın diğer kayıp bantları da bulunduğunda yayınlanacak.
Fikret Otyam’ın Anadolu’da yaptığı gezi kayıtlarının da bunların arasında bulunduğu sanılıyor.
Ekrem İmamoğlu’nun Sunuş’undan sonra Süleyman Şenel’in ‘Nevruz Çiçeği Veysel’ başlıklı Giriş yazısı var:
“21 Mart 1973 günü, çok sevdiği Sivas’ın Şarkışla’sına bağlı Sivrialan köyünde sadık yârine sırlanan
Bizde Doğu ve Batı, kültür tarihimizin her alanında birlikte değerlendirilir. Çoğu zaman da ikisi arasına aşılamayacak setler konur. İkisinden birinin taraftarı olmak zorunda bırakılırız. Oysa insanlık tarihinde kıtaların, zaman dilimlerinin birçoğunda etkileşim kavramı öne çıkar.
Türkiye nerededir, bütünü görmeden anlamak mümkün değildir. Önce tarih içinde kavramların gelişimini, tarihini öğreneceğiz, sonra da doğru bir karara varacağız. Müzikolog ve yazar Gülper Refiğ’in yeni kitabı ‘Ruh Doğu’dur Beden Batı’ bu açıdan bildiklerimizi ve inançlarımızı gözden geçirmemizi ve tartışmamızı sağlıyor.
Özellikle genç kuşak bazı unutkanlıklar, ihmaller yüzünden bugünü anlamakta zorlanıyor, çünkü bir platforma oturtamıyorlar meseleyi. Bu kitap özellikle onlara yardımcı olacak, sunulan zengin malzeme içinden seçim yapabilecekler. Kitapları okuyacak, müzikleri dinleyecekler.
‘Ruh Doğu’dur Beden Batı’
Gülper Refiğ
Boyut Yayın Grubu
Ahmet Say müziğin uygulamasını da bildiği için, kitapları teori ile pratiğin ortak güvencesini içerir.
Müziğin bir bütün olduğu gerçeğinden yola çıktığı için ülkemizde ve dünyadaki bütün türler üzerine yargıları müziği sevenler ve anlayanlar için bir başvuru kaynağıdır.
Onun müzikolog kimliği dışında edebiyat dünyasındaki yazarlığı ve dergi yöneticiliği de belirtilmelidir. Edebiyata yeni bir güç getiren, genç yazarların yazılarını yayımlayan adların da yetişmesini sağladı. Onunla ilgili yazılacaklarda bu hareketi ayrıntıyla anlatmaları gerekir.
Ahmet Say’la son olarak Seferihisar’daki bir toplantıda görüştük. Sanat ve devlet ilişkisi üzerine önemli saptamalarını dinledim.
Değerlerimiz üzerine yaşarken incelemeler, araştırmalar, onların çalışmalarına dair yazılar çıkmıyor. Aramızdan ayrıldıktan sonra bir övgüdür gidiyor.
Kitaplarını anımsatmak isterim:
Müzik Tarihi
Önceki dört kurultayda Türk yazı dilini ve edebiyatını konu edinen Elginkan Vakfı, bu yılki kurultayda yazılmayan Türkçeyi ele alıyor. Yazılmayan Türkçe yani bütün zenginliğiyle köylerimizde, yaylalarımızda, ovalarımızda konuşulan Türkçenin ağızları; alabildiğine canlılığıyla sokaklarımızda, mahallelerimizde, semtlerimizde kullanılan Türk argosu; hekimlerimizin, hukukçularımızın, borsacılarımızın meslek dilleri; kuşdili, kalaycı dili, Geygelli, Hazeyince gibi Anadolu’da kullanılan gizli diller kurultayın ana konusu kapsamında yer alıyor. Geçmişten Günümüze Yazılmayan Türkçe-Türkçenin Art ve Eş Zamanlı Değişkeleri- olarak sınırları çizilen kurultayda ölçünlü (standart) Türkçenin yanı sıra hayatın her alanında farklı boyutları, türleri, kapsamları, özellikleri bulunan canlı Türkçe ele alınıyor. Doğallığıyla, içtenliğiyle, gayriresmiliğiyle yaşayan bu canlı dil üretkenliğe, yaratıcılığa, değişime, etkileşime daha da açıktır. Ana hatlarıyla yazı dili ve konuşma dili diye de adlandırılan dilin bu iki cephesinin birbirinden kopuk olması da söz konusu değildir. Daima etkileşim içindeki dilin bu alanları birbirinden etkilenmektedir. Bu canlı dili ve değişkelerini kapsamına alan kurultay, doğrudan doğruya toplumsal dil biliminin alanına girmektedir.
Türkçenin bölge ağızları bir yandan tarihi Türkçenin izlerini korurken bir yandan da Türkiye dışındaki kardeş Türk lehçeleriyle olan ortaklığımızı, köklerinde barındıran kültür alanımızı oluşturmaktadır. Bölge ağızlarımızda kullanılan kelimeler, deyimler, atasözleri Türk kültürünün zenginlikleridir. Bu zenginlik sözlü dilde yaşamakta, yürütülen ağız bilimi çalışmalarıyla kayıt altına alınmaktadır.
KİMLER KATILIYOR
Bu yıl Ankara Kitap Fuarı’nın onur konuğu olan Macar Türkolog Edit Tasnadi, Elginkan Kurultayı’nda Ignac Kunos’un derlemeleri ışığında 130 yıl öncesi İstanbul’unun ağız özelliklerinden örnekler sunacak.
Sırp Türkolog Marija Djindjic, Batı Balkanlardaki Türk ağızları üzerine konuşacak.
Gürcistan’dan Ketevan Lortkipanidze, Gürcü konuşma dilindeki Türkçe sözcükleri ele alacak.
Belgin Tezcan Aksu
Bu hafta Derya Bengi - Erdir Zat’ın ‘Belki Duyulur Sesim’ kitabından seçmelerle bu tarihi özetledim. Başlık neydi ve hangi zaman dilimini kapsıyordu:
‘100. Yılında Cumhuriyet’in Popüler Kültür Haritası – 2 (1950 – 1980)’
- Aranjmanlar
Bak bir varmış bir yokmuş - Twist’e gel- Her yerde kar var - Türkçe söyleyen yabancılar - İki Yabanji- Telif Hakları Yasası
“Bugünlerde İstanbul ve Ankara’nın gece kulüplerinde, orkestralı yerlerde veya diskoteklerde, kulağa aşina gelen birtakım Batı şarkıları Türkçe sözlerle söyleniyor. Bunlara ait plaklar büyük rağbet görüyor. Ankara’nın Süreyya’sında yakışıklı Kanat Gür bunlarla alkışlanıyor, İstanbul’un As Kulüp’ünde Gülsün Kamu ‘Je t’attends’ı ‘Serseri’ diye söylüyor, Tefo’da Dario Moreno’nun ‘Sarhoş’u çalıyor ve Adana’ya Ajda Pekkan bunları götürüyor. Tutulan tarzın mucidi genç bir disk-jokey, Fecri Ebcioğlu’dur. Fecri Ebcioğlu’nun kendisinin de tatlı bir sesi vardır ve Ebcioğlu şairdir.
Aranjman, kısaca, bir şarkının enstrümantal düzenleme biçimi olarak bilinir: Aranjör parçayı aranje eder ve orkestra bu aranjmanı uygular, çalar. 1960’ların ortalarında bu kavram adeta ‘tornistan’ edilir ve ortaya bir şarkı türü, bir söz yazma, çalma ve söyleme biçimi olarak aranjman çıkar. Zaten aranjmanların tevellütü de ‘tornistan şarkılar’la el eledir.”
- Bir İhtimal Daha Var
Perihan Altındağ, Müzeyyen Senar
İstanbul’da yaşayan herkes bir kez olsun Mısır Çarşısı’ndan geçmiştir. Zaman içinde her semt gibi orası da değişti.
Mısır Çarşısı’nın yanındaki Tahmis Sokağı’na mutlaka uğrardım. Daha caddenin başında sizi kahve kokusu karşılar. Kurukahveci Mehmet Efendi’ye uğrar, zevkime göre kavrulmuş taze kahveyle Hollanda kakaosu alırdım. Baharatçılar, kuruyemişçiler oranın süsüydü.
Ö. Sıla Durhan ve Yekta Özgüven’in ‘Mısır Çarşısı’nı Düşünmek: Mekânsal Pratikler, Özneler, Gündelik Yaşam’ kitabını anılarım eşliğinde okudum.
‘İçindekiler’ bölümü bu konuda iyi hazırlanmış bir kitap olduğunu yeterince kanıtlamakta. İşlenen konulardan bazıları şöyle:
* Osmanlı Döneminde Çarşı Yapıları ve Düzeni
* Mısır Çarşısı’nın Yapım Tarihi ve Mimarları ile İlgili Tespitler
* Mısır Çarşısı ile İlgili Venedik Yerleşiminden Osmanlı’ya Uzanan İzler
* 17. ile 20. Yüzyıllar Arasında Mısır Çarşısı ve Yakın Çevresinin Değişim ve Dönüşümü
Beni ilgilendiren insanların doğduğu yerleri ziyaretleri. Anılarına yaptıkları bu yolculukları keşke yazsalar...
Oturduğumuz semtlerin değişikliği bile değişik ruh hallerini doğurur.
Değişimi gözlemlemek, bireysel bir tarihin kaynaklarını oluşturur.
Bazı yazarlar var ki doğdukları yeri edebiyata geçirmişler ve oradan ayrılmamışlar.
Edebiyat alanında kent değişiklikleri iyi yazarların kitaplarına yansır.
Orhan Kemal, Yaşar Kemal Adana’yı ölümsüz kıldılar.
Son zamanlarda okuduğum Ankara kitapları dünden bugüne bir şehrin anatomisini bize ilettiler. İnsanlarıyla, lokantalarıyla.
Nerde eski bayramlar şeklindeki nostaljik hayıflanmalar bana gerçekçi bir özlem gibi gelmiyor. Bayramlarda yaşadığım kenti gezmek, onun hakkında kitap okumak daha çok hoşuma gidiyor. Belki de İstanbul dışında bir akrabam, yakınım olmadığı için bu alışkanlığı kazanmışım.
Soluk soluğa yaşanan bir çağda, hele evlerde çalışmanın egemen olduğu günlerde, sınır dışına çıkmak bir kurtuluş gibi geliyor.
Ben sevgili dostum Deniz Kavukçuoğlu’nun davetiyle Gökçeada’ya gitmiştim, akşam belirli kişilerin bir kahvede oturması bana hüzün verdi.
Şehirlerin dağdağasından yakınırım ama pek de hayatın ritminden uzak duramam.
Issızlığın ortasında insan acaba ses arıyor mu?
Adalet Ağaoğlu’nun ‘Sessizliğin İlk Sesi’ benim ikilemim için yazılmıştır sanki.
Kitap ilk yayımlandığında çıkan iki yazıyı yeniden okudum.