Sergilerine giderken her zaman bir yenilikle karşılaşacağımın coşkusunu yaşardım. Resminin arkasında bir dünya görüşünün varlığını hemen fark ederdiniz. Bıraktığı yerden devam eden sanatçılardan değildi; yeniliğini zirveye taşır, ondan sonra bir başka yeniliğin adımını atardı. İslimyeli gibi ressamlar, genç kuşak sanatçılarına değişimin önemini anımsatırdı.
İki işlevi bir arada yansıtmayı başardı. Hem dünden bugüne gelen çizgiyi hem de yarına uzantısını.
Dolmabahçe Kültür Merkezi’ndeki sergiden bir çalışmayı yazarsam onun hakkında izleyiciye bir ipucu veririm.
Balkan Naci İslimyeli’nin tarihi çeşmeden çıkan pvc boruları sergi mekânını dolana dolana bir bardağı dolduruyor.
Onun ‘Gizli İşler’ sergisini de gezmiştim.
İslimyeli sergi için şöyle demişti:
“Bu sergide benim hakkımda yazmak isteyen eleştirmenler için epey ipucu var.”
Evin Galerisi’ndeki Nuri İyem Resim Yarışması’nda da karşılaşırdım.
Yeni LP’sinin adı ‘Sevdiklerim’ (Akustik).
Bir sunuş yazısı var:
“Sevdiğim sanatçı dostlarımın ‘Sevdiğim’ şarkılarından oluşturduğum bir seçkiyi ‘Sevdiklerim’ adıyla bu albümde topladım.
Sekiz unutulmaz şarkıya, özgün düzenlemelerine sadık kalarak, duygularımı ve yorumlarımı kattım.
Değerli piyanist ve aranjör Firuz İsmailov’un akustik bir sound’la yönettiği ‘Erol Evgin Orkestrası’ ile birlikte çalıp söyledik.
Bu kıymetli eserleri yaratan; başta sevgili dostum
Bazı kitaplar sanki bir hatırlatma belgesidir... Adeta geçmişten anımsamak istediklerinizle unutmak istedikleriniz aynı kap içinde size sunulur. Bir ithaf bile bu durumu tetikler.
Zeynep Miraç, iyi bir tiyatro eleştirmeni, iyi bir çevirmen olan Seçkin Selvi üzerine yazdığı ‘Seçkin-Ödünsüz Bir Yaşam’ kitabını bakın bana nasıl imzalamış: “Değerli Doğan Bey, bu kitap sizde kim bilir hangi anıları canlandıracak... Umarım seversiniz.”
Bu yazıyı okuduğumda hüzünlü bir sevinç duydum. Onun hakkında bir kitap yayımlanmasına çok sevindim, yaşadıklarına da onulmaz bir acı duydum. Yaşamının yazılacak yanı, onun bütün olumsuzluklar içinde direnmesi, çalışması, her şeye rağmen dimdik ayakta durmaktan, üretmekten, yaşamdan zevk almaktan vazgeçmeyen korkusuz bir kadın olmasından geliyor. Kitabın arka kapağını okusanız ona hayranlık duyarsınız.
Kimi insanların yaşamını okumadan, siyasal tarihimizi de, toplumsal engebelerimizi de eksik değerlendiririz. Seçkin’in tanıklıklarında, aydınlığa kavuşmayan birçok olay vardır. 1940’larda Neşet Naci Arzan öldürüldü, Ankara Valisi Nevzat Tandoğan da intihar etti. Türkiye ‘Amerikan Rüyası’nı görürken babası onu Üsküdar Amerikan Kız Koleji’ne gönderdi. O sıralarda Truman Doktrini açıklanmıştı. İyi edebiyat öğretmenlerinden ders almıştı. Edebiyat matinelerine gider, Özdemir Asaf’ı, Haldun Taner’i, Sait Faik Abasıyanık’ı dinlerdi. Seçkin, şöyle tanımlar o dönemi: “Güzel günleri beklemiyorduk, güzel günlerin içindeydik.”
Tiyatronun kapısından ilk kez girdiğinde 8 yaşında olan Seçkin’in seyrettiği ilk oyun, Küçük Tiyatro’nun açılışını yapan, Ahmet Kutsi Tecer’in ‘Köşebaşı’ adlı yapıtıydı: “Beni tiyatroya da çeviriye de bulaştıran Güner’dir (Sümer). Bulaştıran diyorum çünkü her ikisinden de kurtulmuş değilim.”
Seçkin-Ödünsüz Bir Yaşam
Türkiye Cumhuriyeti ve Avrupa Birliği işbirliğinde T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Gaziantep Büyükşehir Belediyesi tarafından, alanında yetkin 430 uzmanın çalışmalarıyla kurulan Türk Arkeoloji ve Kültürel Miras Enstitüsü’nün bu ilk sergisi, Engin Özendes’in küratörlüğünde hayata geçiyor.
Türk Arkeoloji ve Kültürel Miras Enstitüsü’nün temeli; bilim, eğitim, kültür ve sanat önceliklerinde güçlü ve vizyoner bir kurguda, Türk arkeolojisinin ihtiyaçlarını karşılayacak nitelikte özgün bir uluslararası kurum olarak AB projesiyle atıldı. Temel stratejisi, başarılı bir bilim enstitüsü olarak dünyada Türkiye adına yerini almak ve derin tarihsel geçmişin beslediği ortak kültürle Avrupa ve Asya arasındaki uluslararası diyaloğun gelişmesine katkı vermektir.
Doğuş Grubu’nun Ara Güler ile işbirliği sonucu hayata geçirdiği Ara Güler Müzesi ile Ara Güler Arşiv ve Araştırma Merkezi’nin yeni sergisi, Türkiye’nin ilk milli Arkeoloji ve Kültürel Miras Enstitüsü’nün programı kapsamında Gaziantep’teki Enstitü Binası Konferans ve Sergi Alanı’nda ziyarete açılıyor.
‘Tarih Size Bakıyor - Ara Güler Fotoğraflarında Arkeoloji’ sergisinde, Ara Güler’in Afrodisias, Nemrut Dağı, Herakleia gibi Türkiye’nin en önemli arkeolojik alanlarında çektiği fotoğrafların yanı sıra Göktürk Yazıtları’ndan da fotoğraflar öne çıkıyor.
21 Türkiye’den, 1’i Moğolistan’dan toplam 22 arkeolojik alanın 132 fotoğrafının görülebileceği sergiyle ilgili küratör Engin Özendes; “Arkeolojik mekânların fotoğraflanması, fotoğrafın belge yanının en önemli örneklerindendir. Belge fotoğraflarının da artistik bakış açısına ve estetik değerlere sahip olabileceğinin en güzel kanıtlarından biri de bu sergideki fotoğraflardır. Ara Güler, belge fotoğrafının olduğu kadar; estetik bakışın, doğru ışık kullanımının, bilginin, fotoğraflarında görsel güzelliği sunmanın da ustasıdır. 1958’de bir rastlantı sonucu ulaştığı Afrodisias, Ara Güler için önemli bir yaşam öyküsü oluşturur. Ara Güler Afrodisias’ı keşfeden kişi değildir ama tüm dünyanın ilgisini buraya çeken kişidir. Yalnız Afrodisias değil, birçok antik kenti fotoğraflamıştır. Türk Arkeoloji ve Kültürel Miras Enstitüsü gibi herkesin gurur duyacağı bir eğitim kuruluşunda ilk serginin Ara Güler’in arkeolojik alan fotoğrafları ile başlaması bir rastlantı değildir” dedi. Özendes, yazdığı, sergi ile aynı ismi taşıyan kitabın, sergiyi ölümsüzlüğe kavuşturacağını da vurguladı.
Ara Güler’in çok yönlü sanatçı kimliğini ve ilham veren yaşamını gelecek nesillere aktarmak amacıyla kurulan Türkiye’nin uluslararası standartlara sahip ilk fotoğraf sanatçı müzesi olan Ara Güler Müzesi ile Gaziantep’te kurulan Türk Arkeoloji ve Kültürel Miras Enstitüsü işbirliğinde, Engin Özendes’in küratörlüğünde düzenlenen sergi 16 Nisan – 1 Eylül tarihleri arasında ziyaret edilebilir.
Furtun’un yapıtları daha önce küçük ölçekte sergilenmişti, ilk kez bütün yapıtlarını bir arada görebiliyorsunuz.
Gezdikten sonra ayrıntılı kataloğu da aldım.
İçindekileri sıralayacağım ki sergiyi gezseniz de gezmeseniz de bu kataloğu edinin.
‘İçindekiler’i okuyalım:
Selen Ansen
Kabuktaki Hayalet
Hanife Ölmez, Candeğer Furtun ile Söyleşiyor
Füreya Koral
Eski Türk Edebiyatı alanında yaptığı sayısız çalışmalarıyla Türkiye ve dünya için çok önemli bir isim olan, yazmaların renkli dünyasında zamanının çoğunu geçiren, Boğaziçi Üniversitesi’nde tarih ve edebiyat sıralarında birçok öğrencinin hayatına dokunan Prof. Günay Kut en başta yazma bilim, edebiyat, edebiyat tarihi ve İstanbul şehir tarihi alanlarında tanınır.
Günay Hoca’nın bir ömür boyu sabırla işlediği kıymetli eserlerinin içinde Türk mutfak kültürü alanında mihenk taşı oluşturan yazma eserler ve kaynaklar gün ışığına kavuşmuştur.
Yazmalar ve eski Türkçe alanındaki üstatlığı, bizlere Osmanlı yemek tarihine ulaşan yolu aydınlatmıştır.
Günay Kut, sevgili eşi Turgut Kut ile Türk yemek kültürü tarihinin ciddiyetle ele alınması gerektiğini bizlere öğretmiştir.
Dergide Enis Batur’un yazısı: ‘Mutfakta Cinsiyet Savaşımı’. Immanuel Kant sofrasında hep birinin bulunmasını istermiş, kadınlar hariç.
Artun Ünsal’dan bir alıntı: “Türkiye’de birçok evde mutfak, özellikle dışarıda çalışmayan kadınlarımızın hâkimiyetinde.”
Mahide
“Türk Mûsikisinde Arûz – Usûl İlişkisi
Dârü’l – Elhan Külliyatı’nda Bulunan Yürük Semâî Formundaki 51 Eserin Arûz – Usûl Uyuşması Açısından İncelenmesi”
Kitabın ilk sayfasında yazarın biyografisini okuyoruz.
İki Takdim’den biri Nevzat Atlığ, diğeri de Adnan Çoban’a ait.
Önsöz’de kitap üzerine ön bilgiler veriliyor:
“Sözlü musiki temeline dayanan Türk musikisinde yüzyıllar boyunca meşk sistemi ile günümüze aktarılmış olan Kâr, Beste, Ağır Semai ve Yürük Semai gibi büyük formda klasik sözlü eserler, bütün ihtişamlarıyla bugün de bestekâr ve icracılar için en önemli kaynak ve yol gösterici olmaktadırlar. Bir mimari eser gibi belirli kaideler üzerine oturtularak meydana getirilmiş olan bu eserlerin analizi, musiki eğitiminde ve icrada bizlere ışık tutmakta ve çok önemli bilgiler sunmaktadır. Dolayısıyla layıkıyla bir musiki eğitimi verebilmek için repertuvarımızdaki eserlerin usul, makam ve form bilgisinin yanı sıra güftelerinin de edebi yönden incelenmesi ve aktarılması gerekmektedir.
Güftelerin analizi söz konusu olduğunda doğal olarak aruz vezni öne çıkmaktadır. Çünkü artık klasik dönemde hem mana hem de şekil olarak bestecilere yön veren önemli bir unsur olmuştur. Bu gerekçelerle Klasik Türk musikisini daha iyi anlatabilmek ve bugünün idrakine sunabilmek için müzikal unsurların yanı sıra aruz – usul ilişkisini de çok daha geniş bir perspektiften ele alma ihtiyacı doğmuştur. Bu kitap bu ihtiyacın bir ürünüdür.”
Yazı sıralaması:
Kütüphanemizi zenginleştiren kitapları aldığımız kitapçıları anımsarız. Ben, Babıâli yokuşundan inerken uğradığım kitabevlerini, onların sahiplerini unutmam. Elbette kütüphanemizde bazı kitaplarda sahafların da emeği vardır. Bir okuryazarın, hele inceleme, araştırma yapacakların
en yakın dostu sahaflardır. Şimdi kitap fuarlarında sahaf stantları büyük ilgi görüyor; yalnız İstanbul’da değil, ülkenin her kentinde bu ilgiye tanık oldum.
İsmail E. Erünsal’ın ‘Osmanlılarda Kitap Ticareti-Sahaflar ve Kitapçılar’ı, kitabın bizdeki tarihi üzerine okunması gereken önemli bir çalışma. Kitap dünyasını, geçirdiği evreleri belgeler ve bilgilerle yazmış. Böyle kitapları ben zaman zaman okuma ihtiyacı duyarım. Çalışma kitaba olan sevgiyi, saygıyı arttırıyor; A’dan Z’ye kitapla uğraşan herkesi sevdiriyor. Erünsal, kitabı kimlere ithaf etmiş: “Sahaf esnafının son temsilcilerinden İbrahim Manav Bey’e ve merhum İsmail Özdoğan ağabeyimin aziz hatırasına...”
Yığınlar arasında keşif zevki
Kitabın başındaki ‘İthaf ve Teşekkür’ yazısından bir bölüm: “Bu kitabı kendilerine ithaf ettiğim sahaf esnafının son temsilcilerinden İbrahim Manav ve İsmail
Özdoğan ağabeylerimin sahaflarla tanışmamda önemli payları vardır. Üniversitedeki öğrencilik yıllarımızda sınırlı cep harçlığımızla bir müddet merhum Necati Alpas’ın dükkânında kitap yığınları arasında eşelendikten sonra, kapı komşusu olan İbrahim Manav Bey’in dükkânına terfi. Burada Necati Bey’in dükkânının aksine her şey yerli yerinde, düzen ve intizam içindeydi. Her ne kadar kitap yığınları arasında önemli bir kitap keşfetmek zevkinden mahrum kalsak da burada mesleğimiz için önemli ve olmazsa olmaz kitapları, şuara tezkirelerini, vakanüvis tarihlerini, divanları, sözlükleri bulurduk. İbrahim Bey’in dükkânından sadece kitap almazdık. On beş dakikada bir uğrayan çaycının dağıttığı çaylardan da nasiplenirdik ve daha da önemlisi her birinin ayrı özellikleri olan o dönemin enteresan şahsiyetlerinin sohbetlerini dinlerdik.”
Kimler gelirdi:
* Necmettin Hilav