Paylaş
Bizde Doğu ve Batı, kültür tarihimizin her alanında birlikte değerlendirilir. Çoğu zaman da ikisi arasına aşılamayacak setler konur. İkisinden birinin taraftarı olmak zorunda bırakılırız. Oysa insanlık tarihinde kıtaların, zaman dilimlerinin birçoğunda etkileşim kavramı öne çıkar.
Türkiye nerededir, bütünü görmeden anlamak mümkün değildir. Önce tarih içinde kavramların gelişimini, tarihini öğreneceğiz, sonra da doğru bir karara varacağız. Müzikolog ve yazar Gülper Refiğ’in yeni kitabı ‘Ruh Doğu’dur Beden Batı’ bu açıdan bildiklerimizi ve inançlarımızı gözden geçirmemizi ve tartışmamızı sağlıyor.
Özellikle genç kuşak bazı unutkanlıklar, ihmaller yüzünden bugünü anlamakta zorlanıyor, çünkü bir platforma oturtamıyorlar meseleyi. Bu kitap özellikle onlara yardımcı olacak, sunulan zengin malzeme içinden seçim yapabilecekler. Kitapları okuyacak, müzikleri dinleyecekler.
‘Ruh Doğu’dur Beden Batı’
Gülper Refiğ
Boyut Yayın Grubu
Kitaptan kimi bazı bölümler seçtim. Okurken not alın, üzerine düşüncelerinizi yazın, yararını göreceksiniz.
“Ruh Doğu’dur Beden Batı” sözü Fransız düşünür/yazar Michel Chevalier’ye aittir. Toplumların ruhunu oluşturan kültürel olguların en başında kuşkusuz inançları ve buna bağlı gelenekleri vardır. Bu kitapta özel olarak dört büyük bestecinin Wolfgang Amadeus Mozart, Richard Wagner, Philip Glass ve Ahmet Adnan Saygun’un farklı zamanlar ve mekânlarda yaşamalarına, inanç ve kültürel farklılıklarına rağmen dünyaya bakış ve yaşam felsefelerinde nasıl ruhsal birlik içinde olduklarını, bu duyarlılığın yaratıcılıklarında nasıl benzer tezahürleri olduğunu anlamaya ve anlatmaya gayret ettik. Çalışırken gitgide puslarından arınan gerçeğin, bütün zahmetlere değecek kadar kıvanç ve umut verici olduğunu görmek coşkulu bir deneyimdi. Özlenen, aranan ‘gerçek’ bize aldığımız nefes kadar yakındı. Hırs ve egodan arınmış, adil, merhametin ve şefkatin ön planda olduğu, birlikte huzur içinde doğayla barışık bir yaşam özlemi her dört besteciyi de aynı hedefte birleştiriyordu: Doğu’nun ‘ruhu’ ile Batı’nın ‘bedeni’nin uyumlu buluşması. Bu hayalin gerçekleştiği dönemler insanlık tarihinin en huzurlu ve uygar kültürlerini yaratmıştır. Anadolu tarih boyunca bu yüksek irfan, soylu insanlık örneğinin temeli ve odak noktası olmuştur. Kitapta ele aldığım dört bestecinin eserlerindeki düşündürücü ve hikmetli irfanın, bugün içinde yaşadığımız kaotik, karanlık ortama yol gösterici rehberler olmasını arzu ettim.
Mozart, Akhenaton’dan 3.000 yıl sonra, Gandi’den yaklaşık bir asır önce Batı medeniyeti tarihinde aristokrasi ve kilisenin yozlaşmış değer yargılarına, efendi-uşak ayrımına cesaretle karşı çıkan eserleriyle büyük bir onur mücadelesi veren ilk bestecidir.
Cemil Meriç’e göre Doğu Rönesansı’nın iki büyük müjdecisi Herder ve Goethe’dir. Herder vasıtasıyla Goethe çok erkenden, muhtemelen daha Strasbourg’da 1770-1771 kışında Kur’an okumaları için teşvik edilmişti. Çok geçmeden Hz. Muhammed Peygamber’e ve İslam’a alışılmışın ötesinde bir içtenlikle katıldığına dair belgelere rastlıyoruz. Goethe’nin yaşlılık döneminde kaleme aldığı ‘Batı-Doğu Divanı’nda gösterdiği Kur’an’a saygının altyapısı işte o zamanlarda oluşturuldu. Söz konusu ‘Divan’, İslam ve Kur’an’ın kıyas kabul etmez tarzda onurlandırıldığı bir eserdir.
Ne yazık ki 19. yüzyıldan başlayarak zengin, saldırgan ve kudretli Batı karşısında acziyet duyan Türk aydını da 19. yüzyıl Alman sanatçıları, düşünürleri örneğinde olduğu gibi kendi gerçeğini araştırmak, aramak yerine Batı’nın önyargılı, peşin hükümlü bilimsel birikimini olduğu gibi almış ve hep geride kalmaya mahkûm olmuştur.
Paylaş