Paylaş
Nerde eski bayramlar şeklindeki nostaljik hayıflanmalar bana gerçekçi bir özlem gibi gelmiyor. Bayramlarda yaşadığım kenti gezmek, onun hakkında kitap okumak daha çok hoşuma gidiyor. Belki de İstanbul dışında bir akrabam, yakınım olmadığı için bu alışkanlığı kazanmışım.
Soluk soluğa yaşanan bir çağda, hele evlerde çalışmanın egemen olduğu günlerde, sınır dışına çıkmak bir kurtuluş gibi geliyor.
Ben sevgili dostum Deniz Kavukçuoğlu’nun davetiyle Gökçeada’ya gitmiştim, akşam belirli kişilerin bir kahvede oturması bana hüzün verdi.
Şehirlerin dağdağasından yakınırım ama pek de hayatın ritminden uzak duramam.
Issızlığın ortasında insan acaba ses arıyor mu?
Adalet Ağaoğlu’nun ‘Sessizliğin İlk Sesi’ benim ikilemim için yazılmıştır sanki.
Kitap ilk yayımlandığında çıkan iki yazıyı yeniden okudum.
Sevgili Füsun Akatlı ne yazmış?
“‘Bir isteğiniz?’ diye soruyor. Sanki bütün dünya insanlarının bildiği bir dil var da o dilde soruyor bunu. ‘Başka bir emriniz?’ diyor ardından. Bu iki soru gümüşsü yeşillikteki bir ormanın sessizliğinde nereden çıktığı belirsiz bir acayip kuşun ötüvermesi gibi geliyor ona. Ağaoğlu’nun sessizliğin sesini yükselten ilk sesini duyduk duymadık demeyin.”
Benim yazımdan alıntı:
“Ağaoğlu’nun sahte değerlere, yanlış kalıplaşmış, kemikleşmiş insan tanımlarına karşı savaş açtığını ‘Sessizliğin İlk Sesi’ tartışmasız biçimde ortaya koyuyor. Tartışmaya yanaşmadığımız, hep tabu saydığımız, bizle sarmaş dolaş yaşayan engelleri, toplumun dikenleşmiş pürüzlerini sıralıyor.”
Bir bestenin ‘es’leri bile önceki notaların daha derinden tadını çıkarmamızı sağlayabilir mi?
İster yaşadığınız yerde kalın isterseniz başka bir kente gidin, oranın tarihi mekânlarını gezin, tarihini okuyun. Dinlenmenin güzel bir çeşididir bu.
Çalıştığım mekânları, semtleri tatil günleri de yaşamaktan ayrı bir zevk duyardım. Ama şimdi eski Bâb-ı Âli olmadığı için böyle bir durumu hayal bile edemiyorum.
Terk edilmiş yerlerin gecesi bir kâbustur.
Peki yaşama sevincini davet ettiğimiz dakikalar yok mu?
Sait Faik Abasıyanık’ın ‘Hişt, Hişt!..’ öyküsü, bir çağrıyı bekleyişin duygularıdır.
Okuyalım:
“Nereden gelirse gelsin, dağlardan, kuşlardan, denizden, insandan, hayvandan, ottan, böcekten, çiçekten. Gelsin de nereden gelirse gelsin!.. Bir hişt sesi gelmedi mi fena. Geldikten sonra yaşasın çiçekler, böcekler, insanoğulları...”
Kalabalığın olmadığı bir İstanbul’u özlemişim, Ara Güler fotoğraflarına bakıyorum. Çelişkilerin gölgesinde bir yazı oldu.
BİR BAYRAM ARMAĞANI
İYİ karikatürist Semih Poroy bana bir bayram armağanı gönderdi.
Altın Kitaplar Yayınevi’nin çıkardığı, Dr. Turhan Bozkurt’un sahibi olduğu, benim yazı işleri müdürlüğünü üstlendiğim ‘Yeni Edebiyat’ dergisinin ilk sayısı.
Tarih: 1 Kasım 1969.
İç kapakta bir yazı:
‘Niçin Çıkıyoruz?’
Dil Bayramı kutlamasından bir fotoğraf:
İsmet İnönü, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Necati Cumalı, Orhan Kemal.
İlk sayıyı hazırlayanlar:
Doğan Hızlan, Konur Ertop
İlk sayının bazı yazarları, şairleri:
Yakup Kadri Karaosmanoğlu
Pertev Naili Boratav
Kemal Tahir
Sabahattin Kudret Aksal
Turgut Uyar
Necati Cumalı
Cemal Süreya
Rauf Mutluay
Ülkü Tamer
Orhan Hançerlioğlu
İlhan Berk
Hilmi Yavuz’un bir rubaisi:
Yahya Kemal’e Rubai.
“Sen gittin gideli kuşlar anlamaz görünür
Her açılan gülde yepyeni bir şirâz görünür
Bakışlar dağılırken denizin belleğinde
Senin her şi’rinde geçmiş bir yaz görünür.”
Semih Poroy’a teşekkür ediyorum, nice çizgilere diyerek bayramını kutluyorum.
Paylaş