Ben de yemek kitaplarını varaklarken, karşıma bir de Madam Roza Levis çıktı.
Sofra deyip de geçmeyin, onun kurulması, âdabı, kuralları vardır.
Bizde tek kelimeye indirgenen bu merasim, yüzyıllardır egemenliğini sürdürüyor.
Masamdaki yemek kitaplarını varaklarken birden, “Osmanlı Hanımları Mutfakta”* kitabının sayfalarına daldım.
Karşıma sofra adabını bilen, ünü sınırlarımızı aşan Madam Roza çıkınca, onun hatırını kırmamak için, kitabı okumaya başladım.
Elbet Madam Roza kadar, Sunuş’u yazan İrvin Cemil Schick’in de rolü var.
Kitabın tam başlığı şu:
“Osmanlı Kadın Dergilerinde Yemek ve Mutfağa Dair Makaleler”.
Haluk Dursun’un (1957-2019 ) ‘İstanbul’da Yaşama Sanatı’ kitabının ‘Önsöz’ünden birkaç satır alıntı: “İstanbul’a ilk defa 1968 yılı sonbaharında geldim. Buradaki ‘geldim’ sözü İstanbul’u ‘görmeye’ değil, İstanbul’da ‘kalmaya’, ‘İstanbullu olmaya’ geldim olarak değiştirilebilir. Ortaköy’de Çırağan Sarayı’nın bir bölümü olan Fer’iye Sarayı’nda -Galatasaray Lisesi’nde- ilk gecem geçti. İstanbul’un ilk manolyasını o sarayın bahçesinde, ilk lüferini önündeki denizde, ilk Boğaziçi mehtabını oradaki bir gecede, ilk açılmış erguvanını hemen karşısındaki Fethi Paşa Korusu’nda gördüm. Hem Avrupa Yakası’nda, Rumelihisarı’nda Boğaziçi Üniversitesi’nde öğrenci olarak hem de çok daha uzun yıllar Marmara Üniversitesi’nin Anadoluhisarı Kampüsü’nde hoca olarak bulundum ve aradan bir hayli süre geçtikten sonra Boğaziçi’ni tekrar keşfetmek imkânına kavuştum. 1983 yılından beri İstanbul’u sadece ben yaşamıyor, İstanbul’a can gözü’yle sadece ben bakmıyor, talebelerime de aynı tavrı, aynı yaklaşımı vermek için çalışıyor, bu amaçla İstanbul gezileri yapıyorum.”
Sizi gezdirmiyor, sizinle birlikte geziyor
Yeni baskıya yeni ‘Önsöz’ün imzası: Haluk Hoca’nın boncuk kızı. “İstanbul’a ilk defa 1986’da ‘İstanbullu olmaya‘ gelmiş bir âlimin, bir gönül insanının, bir tarihçinin, bir çelebinin, bir kültür hafızasının ve en önemlisi bir hocanın İstanbul’da yaşamanın sanatını anlattığı bu kitabın yeni baskısında, vefatının 7’nci gününde bu önsözü yazmanın ağırlığı, hüznü ve dahi garip bir mutluluğu ile, bu kitabın ilk baskısı için kendisinin yazdığı ‘Önsöz’den duygularını en güçlü anlattığına inandığım paragrafı tüm okurlarına örnek olması için yineleyerek sözlerime başlamak isterim: ‘İstanbulluların İstanbul’u sevmesi için tanıması, geçmişteki önemini ve tarihi güzelliklerini bilmesi gerekir. Yeni İstanbullu eski hemşehrilerinin nasıl yaşadığını, hangi güzellik ortamı içinde bulunduğunu görüp tadamamış olsa bile, en azından duyabilmeli, öğrenebilmeli ve imrenebilmelidir. Günümüzde maalesef artık kalmayan ortak İstanbul kültürü, ancak ortak İstanbul tarih bilinci ile oluşturulabilir’.”
Yazıların altında yer alan ‘Meraklısı için notlar’ geniş okumalara yelken açmamızı sağlıyor.
Dursun’un kitabında her semtin tarihi, edebiyatı var. O semt hakkında yazılmış en güzel şiirleri de bu kitapta bulacaksınız. Böylece semti niçin sevdiğinizi de anlamış olacaksınız.
Yazar sizi gezdirmiyor. Bilgiç bir rehber tavrı takınmıyor, sizinle birlikte geziyor, o zaman İstanbul’u bilen bir arkadaşla bir kenti tanıyorsunuz.
Kitap 8 ana bölümden oluşuyor:
* I. Bölüm: İstanbul’un Derunûna Âşık Olmak
Okuma kültürü üzerine yapılan araştırmayı da bu şekilde okumak gerekir.
Araştırma, Türkiye Yayıncılar Birliği tarafından OKUYAY (Okuma Kültürünü Yaygınlaştırma Platformu) için KONDA’ya yaptırılmış.
Türkiye’de okuma kültürü araştırması veri ve analizlerinin paylaşıldığı rapor, 15 yaş üstü nüfusun okuma alışkanlıklarını, kitap seçme, okuma ve satın alma davranışlarını, sosyal medya, televizyon vb alışkanlıklarını anlamak, kitaba erişim, kütüphane kullanımı, fuar ziyareti konularındaki düşüncelerini öğrenmek ve okuma kültürünü yaygınlaştırma konusunda yapılması gerekenleri ortaya koymak için hazırlanan sorular aracılığıyla elde edilen verilerden oluşmakta.
Önemli amaçlarından birinin “okumayı en çok neyin tetiklediğini” belirlemek olduğu bu araştırmada, Türkiye’de okur profilinin ve okuma kümelerinin belirlenmesi, bu okuma kümelerinin okuma davranışlarının incelenmesi, ailelerin çocuklarına nasıl ve ne kadar kitap okuduklarının ortaya çıkarılması, kütüphane algısının anlaşılması, kitaplara ve kütüphanelere erişimde karşılaşılan zorlukların tespit edilmesi hedeflenmiş:
- Araştırmada okuduğu tespit edilen yüzde 42 ‘okuyanlar’ kümesi olarak tarif edilmiştir. Bu kümedekiler nasıl sorulursa sorulsun kitapla teması olduğunu belirtiyor ve son 3 ayda ortalamada dörtten fazla kitap okuduğunu söylüyor. Bu küme ağırlıklı olarak genç, eğitimli ve metropolde yaşıyor.
Ancak, azımsanmayacak oranda kırda yaşayan, eğitimi düşük ve 49 yaş üstü kişiler de “okuyanlar” kümesine dahil oluyor.
- Okumanın önemli olduğuna toplum olarak inanıyoruz! Okumayanlar ve kitapla teması olmayanlar içinde okumanın önemine inanmayanların oranı çok düşük. Hangi açıdan bakarsak bakalım, kitap okuma oranının yüzde 50’nin üstüne çıkmadığı bir toplumda okumayla ilgili negatif ifadelere yüzde 70’in itiraz etmesi ve yüzde 10 ila 15’in de çekimser kalması okuma kültürü adına olumlu bir tablo olarak yorumlanabilir.
- Az okuyanların ve okumayanların okuma kültürüne bakışları olumlu görünüyor. Okumaya dair düşünce, yaklaşım ve tercihleri okuyanlarla paralel. Dolayısıyla okumayı yaygınlaştırma karşısında zihniyet açısından bir engel yok.
Her toplantı, okuru yeni okumalara çağırır, ayrıca her yeni kuşağın yeni görüşler sunmasını sağlar.
Yalnız yazar anmaları değil, hiç kuşkusuz değişik temalarda, konularda sempozyumlar da düzenlenmelidir.
Bu alanda üniversiteler ve belediyeler övgüye değer çalışmalar yapıyorlar.
Yazarların, eleştirmenlerin yanı sıra akademisyenlerin de bu toplantılarda konuşmaları, yazarların daha ayrıntılı tanınmasını sağlıyor.
Ayrıca yazarların doğru biyografileri de bu toplantılar vesilesiyle yazılmış, konuşulmuş oluyor.
Bu etkinliklerden başka, yeni kitap lansmanları da ilgi çekiyor. Gerçi ben kitap dışında böyle tanıtıcı düzenlemelere alışmış değilim. Çünkü okurla metnin arasına kimsenin girmemesi aslolan kuraldır.
Gene de okuru arttırmak için yapılan girişimler olduğu için belki de iyimser bir açıdan bakmak daha insaflı bir yaklaşım olur.
Yeni yayın anlayışında ciltli kitaplar fazlasıyla görülmeye başlandı. Ayrıca önemli kitapların yıldönümlerinde yapılan şık baskılar da yayıncılığımızın gelişmesinin bir göstergesi.
Bu ödülün benim hayatımda önemli bir yeri vardır. Birincisi çok sevdiğim, saydığım bir ustanın adına verilen ödülün jürisinde bulunmak.
İkincisi de ödül kurulduğundan bu yana 40 yıl jüri üyeliği yapan da yalnız benim. Diğer üyelerin görevi benim kadar değil.
Ödülün ilk kuruluşunun bütün çabasını tek başına üstlenen Behçet Hoca’nın değerli, saygın eşi Huriye Necatigil’di. Kırk yıl önce kızları Ayşe ve Selma küçüktü, daha sonraları Huriye Necatigil’in yükünü bölüştüler.
Eşi de değerli bir öğretmendi ama evde yapılan birçok toplantıda kurduğu sofralarla bizi ağırlardı.
Unutamadığım gecelerden biri, Behçet Hoca’nın kendi seçtiği, benim de başına uzun bir yazı yazdığım Sevgilerde (Hürriyet Yayınları) kitabı için evde yapılan bir yemekli toplantıda orada olanlar için bir kaside yazmıştı.
Bu kasideler ‘Dost Meclislerinde Kasideler’ (Hazırlayanlar: Ayşe Sarısayın-Şaban Özdemir-YKY) kitabında yayımlandı.
Cuma akşamı yapılan törende Necatigil’in kızı Ayşe Sarısayın bir konuşma yaptı, 40 yıl sonra ödüle ailenin ara verdiğini açıkladı.
Daha sonra, jüri üyeleri ve ödül kazananların konuştukları bir belgeseli seyrettik.
Bugün santur çalanlar azaldı. Santur konserleri verilmiyor.
O sazda virtüözitesini ispatlamış Sedat Anar’ın Santur* CD’sini dinledim geçen hafta. Ondan önceki CD’lerini dinlemiş, yazmıştım da. Bir hatırlatmada bulunayım.
Osman Kemali Baba Besteleri.
İthafı şöyle:
“Bu albümü Osman Kemali Baba’nın hayatını konu alan ‘Ten de Bendendir’ adlı romanın yazarı Fatma Ali ablama ithaf ediyorum.”
Diğer albümü de:
“Niyazi-i Mısrî Şiirine Besteler”.
Şinasi Bademcioğlu, iyi bir gözlemci olarak roman kahramanlarının bütün özelliklerini romanına yansıtmış. Dostu yazardan arkadaş çevresine kadar. Onların dış ve iç dünyalarını mercek altına almış.
Bir eleştirmen, bir çevirmen nasıl olur? Kimlikleri tahlil ederek onları yeniden yaratmış. Birçok kimse kendini bulur. Kırıntılar arasında ben de varım.
Sevgilisi paralı, bir başka sınıftan, o da bunu seviyor. Her buluşmanın sonunda bir kavuşma bekliyorsunuz, sadece platonik şehvet titreşimleri yaşanıyor. Her buluşmadan sonra bir konsere gidiyorlar ya da başka bir yorumla, konsere gitmek için buluşuyorlar. Erkeğin soruları dahi aşka değil müziğe dair.
Konuların arasına
müzik parçaları giriyor
Kitabın adı: ‘Bir Günde Yazar Oldum’.
Doğrudur, o birikimin artık kâğıda dökülmesi gerekirdi. Kitabın adının öyküsünü öğrenmek için yazıyı sonuna kadar okumanız gerekecek. Kitap edebiyatla müziğin buluşması. Eleştirmen de müziği çok seviyor, ortak tutkuları... Romanı okurken onun yakın çevresini anlattığı kararına varacaksınız. Belki de kahramanları tanıyacaksınız.
Saat 14.00’te başlayacak toplantı Kültür Üniversitesi’nde (*) gerçekleştirilecek.
Başlık:
“Edebiyatta 60. Yıl: Ferit Edgü”
Prof. Dr. Yakup Çelik tarafından düzenlenen etkinlikte konuşacaklar:
- Ramazan Korkmaz
- Yavuz Demir
- Yakup Çelik
- Muharrem Kaya