9 Ekim 2003
<B>TÜRK </B>basketbolunu ayakta tutmaya çalışan iki güzide kulübümüzün dünkü mücadelesi kıran kırana geçti. İlk dakikalarda Ülker'in baskılı savunması, lacivert beyazlıların oyununu bozunca, turuncu yeşilliler lehine 19-4'lük bir fark oluştu. Efes Pilsenli oyuncuların isabetsiz atışları, Ülker'in baskılı savunması ve İbrahim'in arka arkaya attığı üçlükler, ilk devrenin 10 sayı farkla turuncu yeşillilerin lehine kapanmasını sağladı.
Maçın bundan sonraki bölümünde Efes Pilsen'de Ender'in oyuna girmesiyle aradaki fark yavaş yavaş erimeye başladı. Son periyotta Ülker'de Serkan, Booker ve İbrahim'in arka arkaya kaybettiği toplar, maçı başabaş hale getirdi. Fark 1 sayıya kadar indi.
İbre döndü
Ancak İbrahim'in 2 ve Rentzias'ın bir inanılmaz üçlüğüyle maçın ibresi tekrar Ülker'e döndü. Taktik faulleri de iyi değerlendiren turuncu yeşilliler, karşılaşmayı kazanarak Cumhurbaşkanlığı Kupası'nı geçen yıl olduğu gibi, bu kez de müzesine götürme mutluluğunu yaşadı.
Kupanın En Değerli Oyuncusu (MVP) Ülkersporlu İbrahim'di. Maçın kazanılmasındaki en büyük faktör de turuncu yeşillilerin zaman zaman çok iyi uyguladığı baskılı savunmaydı. Kerem Gönlüm’ün 8 ribaund alması da dikkat çekiciydi. Efes Pilsen kanadında Ender'in yanında biraz da Kaya'nın oyuna ağırlık koyması, lacivert beyazlılara kupayı getirmeye yetmedi. Son olarak Efes Pilsen'de Nikolic'in, Ülker'de de Dujmovic'in neden transfer edildiklerini anlayamadım.
Yazının Devamını Oku 24 Temmuz 2003
Bazı menfaat grupları, 2003 Avrupa Şampiyonası çalışmalarımıza başlayacağımız sırada, karalama kampanyasına girişerek, Milli Takımızın çalışma ritmini ve konsantrasyonunu bozma niyetinde olduklarını gösterdiler. Ama başaramayacaklar.
2000 yılında göreve geldiğimizde önümüzde 2001'de ülkemizde yapılacak Avrupa Şampiyonası vardı. Bütün planlarımızı, Avrupa şampiyonluğu üzerine kurduk. Şampiyon olmak, en azından final oynamak için inanılmaz bir çalışma programı uyguladık.
2000 yazında önlerinde hiçbir hedef turnuva olmayan oyuncularımıza, 2 aylık, 14 maç ve antramanlardan oluşan ağır bir program uygulandı. Teknik ekip ve oyuncular nerdeyse yaz tatili yapmadı. 2001 yazını da aynı şekilde 2 aya sığdırılan 13 maç ve antramanla geçiren oyuncularımız, Milli Takımımızın başarılı olabilmesi için fedakarca çalıştılar.
Aydın Örs ve yardımcısı Çetin Yılmaz uluslararası tecrübelerini ortaya koydu. Bugüne kadar ki en iyi jenerasyondan oluşan takımımız, inanılmaz maçlar çıkararak, Yugoslavya ile final oynadı ve basketbol tarihimizdeki bir ilki gerçekleştirerek, 2002 Dünya Şampiyonası'na katıma hakkını elde etti.
Yıpratma kampanyası
Göreve gelmeden, eleştiri kisvesi altında başlayan karalama kampanyası, Avrupa ikincisi olup, Dünya Şampiyonası'na katılma hakkı elde edilmesinin arkasından tahammül sınırlarımızı zorlayacak seviyelere çıktı. Ellerindeki kalemi sırf kendi çıkarları uğruna kullananlar, 'asli görevleri olan idari ve teknik eleştiriler yerine' Federasyon Başkanı Turgay Demirel başta olmak üzere, tüm federasyonu kapsayan, üslup dışı ve bilinçli olarak yürüttükleri yıpratma kampanyasına, Dünya Şampiyonası sırasında bile devam ettiler. Dokuzunculuk elde ettiğimiz şampiyonada bu tip eleştirilerden etkilenmedik dersek, yalan olur.
2001 Avrupa ikinciliği ve 2002 Dünya Şampiyonası'nda elde edilen dokuzunculuğun yanı sıra, 2003 Avrupa Şampiyonası eleme maçlarını NBA oyuncularımız olamadan geçip, rotamızı 2004 Atina Olimpiyatına çevirdik.
Federasyonun desteği
Buraya kadar izah etmeye çalıştığım ve kamuoyuna göre de son derece başarılı bulunan bu dereceler, sadece teknik ekip ile oyuncuların çabaları ile gerçekleşmedi. Hazırladığımız her program, ağır mali yük getirmesine rağmen, başta Turgay Demirel olmak üzere federasyonumuz yönetim kurulunun verdiği destekle, eksiksiz uygulandı. Spor Bakanlığı ve genel müdürlüğümüzün destekleriyle özerk olmamasına karşın federasyonumuz tüm sorunlarımızı çözerek, en az teknik heyet ve oyuncular kadar, başarıda söz sahibi oldu.
Yazının Devamını Oku 18 Temmuz 2003
Yunanistan'ın Hırvatistan'a yaptığı ikramı, biz Slovenya maçında onlar için sahneye koyabilirdik. Böyle bir şey sportmenliğe yakışmazdı. Biz yapmadık, ama Yunanlılar Fair-Play dinlemedi. GENÇLERİMİZ, tarihimizde ilk kez katıldığımız Dünya Basketbol Şampiyonası'nda güçlü rakiplerini bir bir yenip (Kore Cumhuriyeti, Arjantin, Avrupa Şampiyonu Hırvatistan ve Avrupa ikincisi Slovenya), ülkemizi en iyi şekilde temsil ederken, Yunanlılar'ın oyununa gelip ilk dördün dışında kaldılar. Sporda yenmek de var yenilmek de, ama saha dışı oyunlarla maç kaybedip, hakkın olan madalya elinden çalınıyorsa, bunu Fair-Play ve dürüstlükle bağdaştırmak imkansız.
Geçen sabah kafile Başkanı Necip Kapanlı, Selanik'ten telefonla beni aradı. İlk dörde kalma tahminleri üzerine konuştuk. Slovenleri'i yenersek, Yunanlılar grup birinciliğini yüzde doksan garantileyeceği için, bizim maçtan sonra oynayacakları Hırvatlar karşısında gerçek oyunlarını oynamama düşüncesi içinde olabileceklerdi. Dolayısıyla Yunanlılar karşısında olası bir Hırvat galibiyetinin bizi ilk dört dışına iteceği konusunda fikir birliğine vardık. Bu oyundan kurtulmanın tek yolu vardı. Eğer Slovenler önünde yedi sayılık bir yenilgi alırsak, Yunanlılar birinci olabilmek için mutlaka Hırvatlar'ı yenmek zorunda olacak. Böyle bir sonuç ise bizi averajla ilk dördün içine atacaktı.
Sportmenliğe yakışmaz
Sportmenliğe yakışmayan bu durum karşısında adeta dondum. Başarılı olabilmek için böyle bir yolu şeçmek hiçbirimize yakışmazdı. Yapılabilecek ve oyuncularımıza söylenecek tek bir şey vardı. Eğer yüzde yüz kaybetmek durumuna girilmişse, yedi sayının üzerinde yenilmemiz gerektiğini gençlerimize vurgulamamız gerekiyordu. Tabii ki diğer bir yol da Avrupa ikincisi Slovenler'i devirip, Yunanlılar'ın Hırvatlar'ı yenmesi için dua etmekti.
Gençlerimiz, Avrupa ikincisi Slovenler önünde aslanlar gibi mücadele edip, muhteşem bir oyundan sonra maçı 87-60 kazandı. Hepimiz Yunan-Hırvat maçını beklemeye başladık. İnternet başında dakika dakika soluk almadan Yunan-Hırvat maçını takip ederken, heyecandan nefes alamayacak duruma geldim.
2 yıl önceyi hatırladım
Normal şartlarda Hırvatlara fark atması gereken Yunanlılar (Slovenleri 30, bizi 20 fark ile yendiler) maçın büyük bir bölümünü geride götürerek, Hırvatlar'ın kazanması için zemini hazırladılar ve son saniyede 73-72 yenilerek bizi ilk dördün dışına ittiler.
Dün sabah Necip Kapanlı ile yaptığım konuşmada onun ağlamaklı sesiyle olayları anlatırken, 2001 yılında hakem oyunu ile Yugoslavlar'a kaybettiğimiz Avrupa Şampiyonluğu'nu hatırladım. 2 yıl içinde 2. defa başımıza gelen bu iğrenç, sportmenlik dışı olayı nefretle kınarken, turnuva başından beri tüm yüreklerini ortaya koyan gençleri, onları en iyi şekilde şampiyonaya hazırlayan başta Mete Babaoğlu nezninde, tüm teknik ekip ve idareci arkadaşlarımı ayakta alkışlıyorum.
Yazının Devamını Oku 10 Temmuz 2003
Hem sponsor, hem de desteklediği kurum tek vücut halinde çalışarak, içiçe birlikte hareket edip, yeni projeler geliştirebilir ve bunu hayata geçirebilirse sponsorluk gerçek anlamda bir başarı getirir. DÜNYADA sporun başarılı olabilmesi için en etkili silah sponsorluk. Sponsorluk anlaşmaları maddi katkı veya firmanın ürün desteği üzerine yapılıyor. Desteğini alan taraf saha içi, TV, forma reklamı gibi kendisinin yer aldığı her yerde sponsorunun tanıtım yükümlülüğünü yerine getiriyor. Ama başarının gelebilmesi için sadece maddiyat veya ürün desteği yeterli değil. Sponsorla, spor kurumunun içiçe, tek bir vücut gibi hareket edip birlikte birşeyler üretmesi gerekir.
Basketbolda 2001 yılındaki başarıda ve bu istikrarın sürmesinde yukarıda söz ettiğimiz sponsor desteğinin büyük payı vardı. Gelin bu birlikteliği beraber açalım. Garanti Bankası, Turkcell, AND 1, Wrangler, Mercedes, Altınyıldız ve daha sonra Sarar, basketbolun başarılı olabilmesi için sadece maddiyat ve ürün desteğinde bulunmadılar.
Büyük etken
Garanti Bankası, başta Ergun Özen ve Nafiz Karadere olmak üzere, ürettikleri reklam filmi, 12 Dev Adam sloganı ve müziği ile maddi katkının yanında başarıda önemli rol oynadı ve 2001 Avrupa Şampiyonası'nda Milli Takımımız'ın ikinci olmasında büyük etken oldu.
Türkiye'de hiçbir firma spor giyimi olarak Milli Takımımıza sponsor değildi. Amerika'dan AND 1'ın, Türkiye'de şu anda dahi resmen satışı olmamasına rağmen Türk Milli Takımı'nın başarılı olacağını düşünerek verdiği katkı ve işbirliğini de unutamayız. Altınyıldız'ın Mehmet Hotiç ile resmi giyim sponsorluğunun dışındaki işbirliği basketbolcularımıza itici güç olan ayrı bir sponsorluk örneğiydi.
Wrangler'da da durum farksızdı. Alp Tiryaki'nin sporcularımızın hiçbir isteğini geri çevirmemesi, bütün ekibi inanılmaz motive etti. 2001 yılında yine vitamin olarak ürün sponsorluğunu üstlenen GNC'de, Eren Kale'nin bir yönetim kurulu üyesi gibi basketbolun başarısı için verdiği hizmet de göz ardı edilemez.
2001'de bu sponsorların desteğiyle gelen Avrupa ikinciliği, Turkcell ve Mercedes'i de basketbolun içine çekti. Garanti Bankası ve Naciye Günal, federasyonumuzun geliştirdiği 12 Dev Adam Okulları Projesi'ne yürekten destek verirken, Turkcell, Muzaffer Akpınar, Zuhal Şeker ile basketbolumuzun dünyada vizyona çıkması yolunda büyük katkı yaptı. Bu aşamada da Mercedes, 12 Dev Adam Otobüsü ve Minibüsünü, Milli Takımımız’ın emrine verdi. Bunun temelinde Genel Müdür Çetin Atsür ve Pazarlama Müdürü Eşref Biryıldız'ın içlerindeki basketbol sevgi yatıyordu.
İvme kazandırdı
Futbol Milli Takımımızı giydiren Sarar firmasının da Altınyılıdız’ın yerini alarak, önümüzdeki yıllar için Milli Takımımıza sponsor olmasının altında yukarıdaki birlikteliklerin yattığını söyleyebiliriz.
Sonuç olarak, hem sponsorlar hem de Milli Takım, salt bir sponsorluk anlaşması dışında yaptıkları çalışmalarla, Türk basketbolunu Avrupa'nın sayılı ülkeleri arasına soktular. Şu anda hedef sponsorlarla birlikte Milli Takımımızı Olimpiyatlara taşıyabilmek.
Yazının Devamını Oku 25 Haziran 2003
<B>TÜRK </B>basketbolu tüm sıkıntılara karşı yoluna hızla devam ediyor. Ekonomik kriz iki yıldır<B> TBL</B>'de erkek ve bayan takımlarımızın güçlerini azaltırken,<B> basketbol kalitesi de düştü.</B> Ancak bütün bu olumsuzluklara rağmen Milli Takımlarımız her kategoride dünya ve Avrupa şampiyonaları oynama başarısı gösteriyor. Şimdi hem kalite yok, hem de bu nasıl oluyor diye sorabilirsiniz. İşte bunun yanıtı...
A takımlar seviyesinde oyuncularımızın çoğunluğunu Ülker ve Efes Pilsen'den seçilen sporcularımız oluşturuyor. Bu takımlarımız da Avrupa Ligi'nde sert maçlar oynadıklarından oyuncuları güçlü. Mirsad, İbrahim, Hüseyin, Mehmet Okur ve Hidayet gibi Milli Takımımız’ın diğer yıldızları da yurt dışında oynuyorlar. Bu da başarıyı getiriyor. Ancak çıkışın sürekli hale gelmesi için bir an önce özerkliğin gelmesi gerekiyor. Böylece liglerde oynayan takımlarımız ekonomik olarak güçlenecek ve bunun getireceği rekabet ortamı Milli Takımlarımızı daha da yukarı çekecektir.
Basketbolumuzda yaşanan ikinci bir sıkıntıdan da sözetmek istiyorum. Kulüplerimizde alt yapıda oynayan oyuncular, genç takım yaşlarını doldurduktan sonra, A takımı ile genç takım arasında sıkışan bir oyuncu kitlesi oluşturuyor. Bu sıkışan jenerasyon konusu Türk basketbolunun geleceği açısından son derece önem taşımaktadır. Kulüplerimiz de bu sorunu aşmak için iki yol izlenmekteler.
Birinci yol, bir kulüple anlaşıp, A takım ile genç takım arasında sıkışan, yani kadro fazlası oyunculara orada tecrübe kazandırmak. Sıkışan oyuncuların maç tecrübelerinin artması amacını taşıyan bu yöntemin, başarılı olabilmesinin en önemli şartı, seçilen pilot kulübün başına kendi bünyesindeki antrenörün konması.
Karamsar tablo
İkinci yol ise, bu oyunculara, oynayabilecekleri bir kulübe kiraya verilmeleri suretiyle tecrübe kazandırmak. Bu iki yolun sonunda, eğer oyuncular geriye döndüklerinde takımlarına girip dakika alabiliyorlarsa, yapılan tüm organizasyonun başarılı olduğu söylenebilir.
Bu güne kadar yapılan bu tip çalışmalara baktığımda, başarılı bir tablo görülmüyor... Efes Pilsen'in Antalya Murat Paşa ve Pertevniyal, Ülker'in İstanbul Spor Kulübü ile yaptığı çalışmalarda, sadece Efes'in Pertevniyal ile birinci senesindeki çalışması dışında verimsiz yapılanma göze çarpıyor. Tofaş'ın Taç Spor ile yaptığı çalışma ise, semeresini bu kulübün kapanmasının ardından verdi. Tofaş yeni çehresiyle bölgesel ve İkinci Lig'de başarılı oldu.
Kiralama yolundaki projelere baktığımızda ise önümüzdeki en çarpıcı örnek Fatih Solak. Ülker bu oyunuyu Beşiktaş'a kiraladı. Fatih Solak'ın iki senelik Beşiktaş macerası, bu basketbolcuya bir takım tecrübeler kazandırdı. Ancak A Milli Takım'ın ümit vaad eden oyuncusu Ülker'e döndüğü andan itibaren gerekli dakikaları alamadı. Bu da onun basketbolunda gerilemeye neden oldu.
Bu iki yol seçilirken en önemli konu, seçilecek pilot takımın başına kendi bünyesinden antrenör konulması, tecrübe kazandırılacak oyuncuların geriye dönüşlerinde kulüplerinde oynayacak konuma getirilmesi. Kiraya verilecek oyuncular için doğru kulüp seçimi de çok önemli. Bugüne kadar bu konuda çalışma yapan Efes, Ülker belli deneyimler elde ettiler. Ama gerçek anlamda başarılı olamadılar. Bundan sonra yapacakları çalışmalarda daha önce elde ettikleri tecrübeleri doğru bir şekilde hayatiyete geçirebilirlerse, bu büyük sorun ortadan kalkacak. Diğer kulüplerimize de örnek teşkil ederek, basketbolumuzun önünü açacaklardır.
Yazının Devamını Oku 18 Haziran 2003
Rüya Lig’in yöneticilerinin amacı, Avrupa'nın metropol olmuş şehirlerinde hükümet ve belediyelerin gücünden faydalanıp, kriterlerine uygun salonları yaptırıp, bu şehirleri bünyesine katarak kendi hegomanyasını tüm dünyaya kabul ettirmek. Senelerdir Avrupa basketbolunun tek hakimi FIBA, uyguladığı sert politikalar ve diktatör havasındaki tutumuyla kulüplerin tepkisini almıştı. Bunun neticesinde de ULEB doğdu...
ULEB'in gayesi kulüpleri TV, isim haklarını ve reklam anlaşmalarıyla maddi olarak refaha ulaştırmak, ülkelerin en iyi takımlarından oluşan bir lig organize etmekti.
Sponsor Telefonica sayesinde ilk başlarda verilen sözler tutuldu. Ancak, son günlerde Telefonica'nın taahhütlerini yerine getirmemesi ULEB'i zora soktu. Hakem ve kulüplere ödenmesi gereken paralar sekteye uğradı. FIBA'da bu durumu kullanarak, tekrardan yeni bir Avrupa Ligi kurma aşamasına girdi.
Kaideleri değiştirdi
Bu olumsuz tablo sonrası FIBA'nın Avrupa Ligi'nin tek sorumlusu Nar Zanolin, tüm ülkeleri dolaşarak en iyi kulüpleri bu lige katmak için bire bir görüşmeler yaptı. Avrupa'nın önde gelen kulüpleri FIBA'yı inandırıcı bulmadıkları için, bu lige iyimser bakmadı ve yine 'ULEB' dediler. (Barcelona, Benetton, Efes Pilsen, Ülker, CSKA, Maccabi gibi..)
Avrupa'nın önde gelen kulüpleri ULEB'in içinde yer aldığından FIBA hiçbir yaptırımını rakibine kabul ettiremiyor.
Euroleague'in isim hakkı FIBA'ya ait olduğu halde, ULEB bunu kendisininmiş gibi kullanabiliyor. Hakemlere FIBA'dan daha iyi olanaklar sağlayıp, organize ettiği ligi 3 hakemle oynatıyor. Maç periyotlarını NBA'de olduğu gibi 4 kademeye çıkarttı. Hava atışlarını da Rüya Ligi'nin kaidelerindeki gibi yürürlüğe koydurdu.
Son olarak da kulüplerin isteği doğrultusunda milli maçları yaz aylarına kaydırdı. FIBA, buna da ses çıkaramadı.
Kulüplerden ret
Bu iki kurumun birleşememesi ve liglerin ayrı kurallara göre oynatılması Avrupa'da büyük bir kaosa neden olurken, basketbolun gelişmesi de engellenmiş oluyor.
Bütün bunların yanında bir de NBA, Avrupa'nın tüm yıldızlarını her yıl artan oranda toplamaya başladı. Gerek ULEB, gerekse FIBA'nın organizasyonları renksiz ve yıldızsız bir hale geldi.
Kupalara göz attığımızda ise Benetton'dan Edney, Barcelona'dan Bodiroga, Panathinaikos'tan İbrahim, Siena'dan Mirsad'dan başka yıldız göremiyoruz.
Bu kaosu sona erdirmek ULEB ile FIBA'nın bir çatı altında birleşmesinden geçiyor. Tek bir yumruk olup, kuvvetli bir Avrupa Ligi oluşturulursa, NBA'ye karşı ayakta kalınabilir. Ama şu andaki manzara buna izin vermiyor.
Avrupa basketbolunun iki patronu olan FIBA ve ULEB'in çekişmesinden faydalanan NBA ise, tüm gözde oyuncuları bir bir ABD'ye çekerken, Avrupa basketbolu için tehlike çanları çalmaya başladı.
Mumla ararız
NBA'in hedefi 2010 yılında Avrupa'yı da içine almak. Plan, Avrupa'nın metropol olmuş şehirlerinde (Barcelona, Paris, Roma, İstanbul, Berlin gibi) hükümet ve belediyelerin gücünden faydalanarak, NBA kriterlerine uygun salonları yaptırıp, bu şehirleri bünyesine katarak kendi hegomanyasını tüm dünyaya kabul ettirmek.
İşte bu gerçekleşirse Avrupa basketbolu o zaman bu günleri mumla arar...
BÜYÜK HEDEF
NBA yöneticileri dünyada kendi kriterlerini oturtmak için kolları sıvarken, öncelikle Avrupa’da yaptıracakları dev salonlarla bu işe başlayacak. Oyuncu transferinden sonra şimdi de kaleyi içten fethetmek için çalışmalar başladı.
Yazının Devamını Oku 12 Haziran 2003
<B>FİNAL</B> serisinde basketbola doyamadım... Avrupa seviyesindeki iki güzide kulübümüzün 5 maçlık mücadelesi basketbol adına tüm güzellikleri ortaya koyarken, zaman zaman da stresten kaynaklanan sertlikler sonucu istenmeyen tatsız olaylar da yaşandı. Bu unutulmaz serinin son maçında Ülker bana göre uyuyan yılanı uyandırdı. Gerek hakem hakkında verdikleri demeç, gerekse 10 bin kişilik Abdi İpekçi'de oynanması gereken karşılaşmayı, Ahmet Cömert'te oynamak istemeleri ters tepti. Nedenini soruyorsanız, lacivert beyazlılar deplasmanda oynama tecrübesine sahip olmalarının yanı sıra, stres altında daha iyi performans gösteren oyunculardan kurulu.
Bu şartlar altında dünkü maçı analiz ettiğimiz zaman, ilk 8 dakikada Ülker'in Booker'la müthiş bir atağı vardı. 10 sayı da öne fırladılar. Efes Pilsen Coachu Oktay Mahmuti, Ender'i oyuna sokup, Marcus'un yerine Granger'ı da sahaya sürünce ibre bir anda lacivert beyazlılar lehine döndü.
Ülker strese teslim
Ülker'de coach Tolga'da Kerem Gönlüm ile bu atağa karşılık verdi. Ancak Efes Pilsen'de Kaya, cezasının verdiği hırsla tüm ribauntları aldı, sert savunma ve post mevkiinden attığı isabetli şutlarla takımının ilk yarıyı önde kapamasını sağladı.
İkinci yarı Ülker, sahasında yenik oynamanın şaşkınlığı içindeyken Granger'ın arka arkaya gelen 3'lükleri ve 9-0'lık seri, peşinden 11 sayılık farkı da getirdi. Turuncu yeşilli takımın maça ortak olması için yaptığı tüm hamleler sonuç vermezken, küskün prens Harun'un üçüncü periyotta oyuna sokulması da neticeyi değiştirmedi. Çünkü Efes Pilsen, sert savunma yapıyor, Kaya hem savunmada, hem de hücumda devleşmeyi sürdürüyordu. Bu arada Clark kritik anlarda attığı 10 sayı ve 9 ribaundla çember altını domine ederken, Granger, şampiyonluk maçında 21 sayılık performansıyla Kaya'dan sonra Efes Pilsen'in en değerli oyuncusu oldu.
Ülker cephesinde kendi sahasında oynamanın verdiği stres üçüncü ve dördüncü periyotlarda başta ilk yarıda 15 sayıda atan Booker olmak üzere, tüm oyuncuları olumsuz etkiledi. Kambala ve Kaya'nın 4 faul problemine girdiği anlarda bir türlü pota altından sayı üretemeyen turuncu yeşilliler, aradaki farkı eritemedikleri gibi Efes Pilsen'in hücumlarına da mani olamadılar. Ve şampiyonluk kupası 10. kez Efes Pilsen'e gitti...
Bu maç öncesi eleştirilen ve üzerlerinde büyük baskı kurulan hakemler Mehmet Keseratar ve yardımcısı Tolga Şahin mükemmel bir maç yönettiler.
Yazının Devamını Oku 11 Haziran 2003
Ağır bir rahatsızlık geçiren ünlü spiker ve basketbolcu Tuna Huş'un gözleri, Milli Takım teknik kadrosu, Hidayet ve Mehmet'in ziyaretiyle uzun zaman sonra ilk kez parladı. Geçen yıl, Kerem Tunçeri'nin evinde annesi Hatice ve babası Haluk Tunçeri ile birlikteydik. Spora ömrünü adamış bu ailenin tüm fertleri çok üzgündü. Nedenini sorduğumda, babası Haluk dolu gözlerle, yıllarca Galatasaray formasını giyen Milli Takım’da birlikte basketbol oynadığı değerli spiker Tuna Huş'un rahatsızlığından söz etmeye başladı. Kerem'in annesi de camia olarak harekete geçmemizi ve bir an önce gerekli ameliyat için maddi destek sağlanması gerektiğini söyledi.
Büyük mücadele
İşte o andan itibaren neler yapabileceğimizi planlamaya başladık. Galatasaray Kulübü’ne yıllarca hizmet ettiği için, Yalçın Granit vasıtasıyla Başkan Özhan Canaydın'a ulaşıldı. Başkan Canaydın, her zaman olduğu gibi hiç kimseye bir şey söylemeden olaya müdahale etti ve çok önemli iki ameliyat sorunsuzca halledildi. Ancak, esas kritik dönem başlamıştı. Tuna ağabey tüm yaşamında ön plana çıkardığı konuşmasından vazgeçmişti. Bu arada yürüyemiyordu. Eşi Berrin hanım müthiş bir mücadeleye girişti. Hem çalışıyor, hem de Tuna ağabey ile küçük kızlarının bakımını büyük bir şevkatle sürdürüyordu.
1 yıllık bu mücadele sırasında çok doğal ki, Huş ailesi adeta inzivaya çekilmişti. Bu süre içinde Tunçeri ailesinin moral motivasyonu ile ayakta kalmaya çalıştılar. Ancak Basketbol camiası sevgili Tuna Huş'u bu durumda yalnız bırakamazdı. Basketbol Federasyonu Başkanı Turgay Demirel her zaman olduğu gibi duruma el koydu. Efes Pilsen ve Ülker kulüpleri büyük bir özveri göstererek final maçının hasılatını Huş'un tedavisi için bağışladıkları gibi önemli maddi desteklerde de bulundular. Ayrıca milli Takım sponsorları Garanti bankası ve Turkcell de bu anlamlı kampanyaya katıldılar.
Anlamlı destek
Milli Takımımız'ın da bu kampanyaya kayıtsız kalması düşünülemezdi. Dün teknik kadro ile NBA'deki iki yıldızımız Hidayet Türkoğlu ile Mehmet Okur, Huş'a bir geçmiş olsun ziyaretinde bulundu. Eşi Berrin hanımın söylediğine göre Tuna ağabeyin ilk kez gözlerinin içi güldü ve ilk kez bizlere ismimizle hitap etmeyi başardı. Hidayet'e işaretlerle onu küçüklüğünden beri tanıdığını anlatıp, başarılarını alkışlarken herkesin gözü dolmuştu. Yavaş yavaş yürümeye başlaması ve bunlar iyi işaretlerdi. Demek ki, sevgi etkisini çok çabuk gösterebilen en büyük ilaçtı. Ayrılırken hepimizi tek tek öperken sanki yeniden aramıza dönmek istediğini anlatıyordu. Bizlerde sevgi ve desteğimizle sevgili ağabeyimizin en kısa süre içinde yeniden eski güzel günlere döneceğine inanıyoruz.
Yazının Devamını Oku