Merkez Bankası’nın Türk ekonomisine bakışının en net görüldüğü yerde, aylık olarak açıkladığı Enflasyon ve Görünüm raporunda, ise bu ay petrol fiyatlarındaki yükselişin ana gündem maddesi olduğunu gördük.
Merkez Bankası’nın genel bakışı iyimser. Merkez Bankası raporda son gelişmeleri değerlendirerek orta vadede iyimser olunması gerektiğini belirtiyor.
Sıcak para hareketinin iç piyasa ile çok ilgisi olmadığını dahha çok uluslararası para hareketleri ve global risk değişimleri ile ilgili olduğunu belirten Merkez Bankası, bundan sonra ise dikkatle izleyeceği konuların yapısal reformlar, birim maliyetleri ve iç talep gelişmeleri olacağını vurgulamış.
Aslında Merkez Bankası hem enflasyon raporlarında ham de diğer değerlendirmelerinde sürekli olarak enerji fiyatlarına ve dış gelişmelere dikkat çekiyor. Ve yine diğer raporlarında olduğu gibi “yapısal reformlarda yavaşlama olmaz ve büyük bir dış şok yaşanmazsa 2005 yılı enflasyonu hedefler dahilinde kalacak” deniliyor. Ama bu kez Merkez Bankası enerji ve emtia fiyatlarındaki artışın enflasyonda hafif bir yükselişe sebep olacağını da söylemeden geçmiyor.
Merkez Bankası kurdaki hareketi de değerlendirip dolardaki yükselişin şimdilik enflasyon üzerinde bir risk oluşturmadığını söylüyor. Ardından uyarı geliyor: Kurların gelecekte de risk unsuru olmaması için makro temeller sağlamlaştırılmalı.
Bugünlerde yine ister istemez petrol fiyatlarını konuşuyoruz. Özellikle de uluslararası yatırım bankası Goldmann Sachs analistlerinin “petrolün varil fiyatı 100 doları aşacak” açıklamasının ardından gözler, bu kez korkuyla, petrol fiyatlarına cevrilmiş durumda. .
Kısa vadede korkumuz patrol fiyatlarının 60 doları aşması. Bu konudaki tedirginlik artınca hükümet kanadından da bu konuyla ilgili bir açıklama geldi. Maliye Bakanı Kemal Unakıtan “Türkiye'nin dış ticaret hacmi 160 milyar dolar civarında. Eskiden olsaydı, petrol fiyatlarındaki değişiklikler ekonomi üzerinde etkili olurdu. Ancak 1 milyar dolar az olmuş, fazla olmuş bunun fazla etkisi olmaz” dedi. Bakan Abdüllatif Şener ise petrol fiyatlarındaki öngörülemeyen bu artışın hükümetin enflasyon hedefini bozmayacağını söyledi.
Yeni bir petrol analizi yazmak yerine bugün hazır olanı kullanacağım. İstanbul Üniversitesi Mühendislik Fakültesi’nden Yrd. Doç. Dr. Şamil Şen petrol fiyatlarındaki yükselişin Türkiye otoriteleri tarafından öngörülemediğini anlattığı uzunca bir yazı göndermiş. Bu yazının “petrol fiyatları neden yükseliyor” başlıklı bölümünü ilginize sunuyorum. Şamil Şen fiyatlardaki yükselişi şu üç nedene bağlıyor:
“1- Dünyanın en zengin petrol sahalarına sahip Ortadoğu’da başta Irak savaşı, ABD-İran çekişmesi ve terörist hareketler nedeniyle üretim ve iletim hatlarının güvenliğinin sağlanamaması
2- Üretici ülkelerin başta etnik, yönetimsel ve sınır sorunları ile tüketici ülkelerin aralarındaki rekabet nedeniyle petrol pazarının etkili yönetilememesi
3- Orta Doğu’da üretim ve iletimin kesilmesine en azından katkı sağlayacak alternatif petrol bölgeleri olan Kafkasya-Orta Asya ile Batı Afrika’dan üretim ve iletimin kolaylıkla yapılamaması.”
Ve yazının sonuç bölümü de şöyle.
“...Bu olumsuzlukların bir araya gelmesi dünya petrol sağlama güvenliğinin kopmasına neden olmuştur. İlave olarak dünya petrol ihtiyacının özellikle Çin ve Hindistan’da olmak üzere beklenen den fazla artması yeni bir petrol şokunu getirmiştir. Gelecek aylardaki petrol fiyatları oluşumu petrol sağlama güvenliğinin oluşturulup oluşturmamasına bağlıdır. Büyük Ortadoğu Projesi, Irak’ın yeniden yapılandırılması, ABD-İran çekişmeleri, terörist faaliyetler, Rusya’nın petrol sektöründe kartel oluşturma çalışmaları, Orta Doğu’da ABD-AB çekişmesi, Orta Asya-Kafkaslar-Karadeniz’deki Rusya-ABD çekişmesi (demokratikleştirme devrimleri, zehirlemeler, şüpheli ölümler) değerlendirildiğinde petrol şoku devam edecek gözükmektedir. Bununla birlikte 105 dolar’a kadar çıkması için gerekli şart mevcut değildir. Bu durum ancak Orta Doğudaki İran veya Irak savaşından daha geniş bir çatışma ile mevcut olabilir.
Mart ayı üretici fiyatları enflasyonunun yüksek çıkmasında yüzde 11,08 oranında artan petrol ürünlerinin etkisini biliyoruz. Ayrıntılara baktığımızda sadece enerji fiyatlarının değil, mart ayında Türk Lirası’nın dolar karşısında hızlı değer kaybı ve diğer emtia fiyatlarındaki artışın da etkili olduğunu hatırlatmamız gerekli.
Nisan ayına da Tüpraş’ın fiyatlarda yaptığı yüzde 10’luk bir artışla başladık. Bundan 10 gün önce akaryakıt fiyatlarında yine bir artış vardı ki bu artışın da nisan ayı enflasyonuna etki yapmasını bekliyoruz. Yani büyük olasılıkla Nisan ayında da üretici fiyatları yüksek gelecek.
Peki enflasyonda trend dönüşü mü yaşıyoruz? Ya çekirdek enflasyonda durum ne? Bu soruların yanıtı için Dışbank Ekonomik Araştırmalar bölümünün dünkü raporuna bakalım:
“Çekirdek enflasyona bakıldığında, gıda ve enerji dışı TÜFE'nin sadece %0.08 oranında artarken gıda, enerji, alkollü içkiler ve dolaylı vergiler hariç TÜFE'de ise hiç artış gerçekleşmediği görülüyor. Mart ayında ÜFE'de yaşanan yüksek gerçekleşmeye rağmen çekirdek enflasyon rakamlarının enflasyonla ilgili bir trend değişikliğine işaret etmemesi nedeniyle, yıl sonunda TÜFE için resmi hedef olan %8'in yakalanmasını bekliyoruz.”
Peki bu tablonunu ardından Merkez Bankası faiz indirimi yapar mı?
Bu sorunun yanıtını vermeden önce IMF ile ilişkilere bakmak gerek. Çünkü biliyoruz ki para politikası ile doğrudan ilgisi olmasa da Merkez Bankası IMF ile sorun yaşanan bir dönemde böyle bir tedbir almaz. Peki IMF yasaları ne durumda ve Ankara’da temaslarını sürdüren IMF heyeti neler yapıyor:
Bankacılık ve Sosyal Güvenlik Tasarıları IMF'nin Ankara'da çalışmalarına başladığı gün Meclis'e sevk edildi. Bu tasaların Meclis'e sevki stand-by için yeterli.
Heyet aralık ayındaki Niyat Mektubu’nun teknik ayrıntıları ile bütçe’de risk oluşturabilecek alanları gözden geçiriyor. Mesela SSK hastanelerinin sağlık bakanlığına devri sonrası oluşan maliyet. En önemli tartışma ise teşvik yasası alanında. Çalışmalarında genişlemenin maliyeti üzerinde de duran IMF heyetine henüz sistemin nasıl genişletileceği konusunda son kararın verilmediği bildirildi. Yetkililer teşvik paketinin mevcut haliyle maliyetinin eleştirilerin aksine düşük olduğunu ve yıllık 600 milyon dolarlık bir maliyet öngörüldüğünü belirtiyor. 2005 yılının yarısının geride kaldığına dikkat çeken yetkililer, bu yıl 30 milyon dolara yakın bir maliyetin söz konusu olabileceğini vurguluyor.
Devlet İstatistik Enstitüsü verilerine göre Mart ayında üretici fiyatları (ÜFE) yüzde 1,26, tüketici fiyatları (TÜFE) ise yüzde 0,26 oranında yükseldi. Böylece yıllık enflasyon ÜFE’de yüzde 11,33'e yükselirken, TÜFE’de yüzde 7,94'le yıl sonu hedefinin altına indi.
Oysa Ocak ve Şubat ayları Türkiye’nin ekonomik performansını izleyenler için umut vericiydi. Enflasyon rakamları beklentilerin de altında gerçekleşmiş böylece yıl sonunda 2005 yılı hedefinin de altında bir enflasyon rakamına ulaşılacağı beklentisi artmıştı. Fakat özellikle petrol fiyatlarının hala rekor seviyelerde seyrediyor olması bu beklentiyi şimdilik sona erdirmiş durumda. Çünkü mart ayı üretici fiyatları beklentinin neredeyse iki katı arttı. Tüketici fiyatları ise beklenenden düşük ama bu da basit bir nedene dayanıyor: tüketicinin mart ayında alışveriş yapmaması...
Mart ayında petrol ürünlerinin fiyatı yüzde 11,81 oranında yükseldi. Bu artışla birlikte petrol ürünlerinin bir yıllık fiyat artışı yüzde 43,24'e ulaştı. Yani petrol fiyatlarındaki yıllık artış üretici enflasyonunun üç katını aştı.
Bu gelişmenin çok fazla şaşırtıcı olmadığını söylemek gerek. Çünkü son üç yıldır Merkez Bankası her ay enflasyon rakamlarının yorumunu yaptığı “görünüm” raporunun sonuç kısmında enerji fiyatlarının enflasyon hedefi üzerinde risk oluşturduğunu ifade ediyor.
Bir de yılbaşından bu yana akaryakıt ürünlerine 8 defa zam geldiğini (sonunucusu bugünden itibaren geçerli olacak), bu zamların üçünün Mart ayı içinde gerçekleştiğini hatırlarsanız enerji fiyatlarının enflasyonu neden zıplattığı daha net ortaya çıkıyor.
Peki dünya petrol fiyatlarındaki durum ne?
Dün petrol için yine rekor günüydü. ABD Batı Teksas petrolünün varil fiyatı 58.18 dolara kadar çıktı. Brent petrolü 57.65 doları aştı. OPEC bu yükseliş üzerine yeniden kotaları artırmak için görüşmelere başlayacağını duyurdu ama bunun bir işe yaramayacağını herkes biliyor. Çünkü zaten belli başlı üretici ülkeler mevcut kotanını üzerinde ve tam kapasiteye yakın oranlarda üretim yapıyor. Yani OPEC kararı sadece fiili durumu resmileştirecek, piyasaya giren hampetrol miktarında önemli bir artış olmayacak.
Bu arada petrol fiyatlarının 100 doları aşabileceği de konuşulmaya başlandı. Dünyanını önde felen yatırım bankalarından Goldmann Sachs son raporunda petrol talebinin arzın üzerine çıkması sonucu fiyatların 100 doları aşabileceğini savundu. Dünkü yükselişti bu açıklamanın da etkisi olduğunu unutmamak gerek. Hele de yılbaşından bu yana petrol fiyatının zaten yüzede 30 artmış olduğu hatırlanırsa...
Geçen haftalarda İMKB 100 Endeksi 24 binli seviyeleri yoklar ve piyasada hemen herkes ahlayıp oflarken borsa için orta vadeli alım zamanının gelmiş olduğundan bahsetmiştim. Bu tespitin dayanak noktaları ise ekonomi bürokratlarının ve bakanların daha önceki açıklamalarıydı. Bu açıklamalarda piyasa için ölüm kalım meselesi olan AB ile ilgili reformlar ve ekonomik reformlarla ilgili sürecin hiç bir gecikme ya da ayak sürüme olmadan yürüdüğü kesin bir dille ifade edilmişti. Biz de eğer bu açıklamalara güveniyorsanız yani hükümetin sosyal güvenlik, bankacılık ve vergi reformlarını nisan öncesinde tamamlayacağını ayrıca Gümrük Birliği anlaşmasını Güney Kıbrıs’ı da kapsayacak şekilde imzalamasının yolunu bulacağını düşünüyorsanız alım zamanı geldi demiştik.
İlk adımlara bakıldığında ekonomi alanında hükümetin sözünü tuttuğunu ve bu üç konuda da irade gösterdiğini söyleyebiliriz. Ama burada tehlikeli bir nokta var. Hükümet IMF için bu alanlardaki yasaları “meclis’e sevketmenin” yeterli olduğunu söylüyor. Bu cümle açıkçası biraz can sıkıcı. Ayrıca teşvik kapsamındaki il sayısının artırılması ile ilgili tartışma da IMF açısından henüz tamamlanmadı.
Gümrük Birliği anlaşması meselesinde ise “Rum gemileri Türk limanlarına yanaşabilir mi” tartışması yaşanıyor. Türkiye, Rum malları gelebilir ama bunlar Rum gemileriyle gelemez diyor. Buna karşılık Güney Kıbrıs ve AB komisyonu Türkiye’nin bu iddiasının gerçekleşmesinin mümkün olmadığını söylüyor. Rumlar, anlaşmada yer alacak bu nevi bir eki kabul etmeyeceğini kesin bir dille duyurdu. AB komisyonu da hoşnutsuzluğunu ifade etti.
Bu bilgileri iki nedenle aktardık. Birincisi geçen haftaya kıyasla AB yolculuğu ve Stand-by konusunda bir adım ilerde olduğumuzu duyurmak. İkincisi ise Bu adımların henüz “her şey tamam” noktasına ulaşmadığını önemle vurgulamak.
Bir de Petkim etkisi var ki onu yarın konuşacağız...
O yüzden bu hafta yükseliş olacağını umanlar hayalkırıklığına uğrayabilir. Fakat bu sorunların kısa vadede aşılacağını yani güveni tam olanlar için yeni alım vakti hala geçmiş değil...
Dün Türkiye ekonomisinin 2004 yılında yüzde 9,9 oranında büyüdüğü açıklandı. Böylelikle Türkiye 2004 yılının en hızlı büyüyen OECD ekonomisi durumuna geldi ve milli gelir de 299 milyar 475 milyon dolar seviyesine çıktı. Aynı zamanda son 38 yılın da en yüksek büyüme rakamı anlamına gelen yüzde 9,9 oranındaki büyüme rakamı sayesinde Türk insanın milli gelirden aldığı pay da 789 dolar artarak 4 bin 172 dolar seviyesine çıktı.
Bu sevindirici haberin ardından ise Şubat ayı dış ticaret rakamları açıklandı. Devlet İstatistik Enstitüsü’nün verilerine göre dış ticaret açığı şubat ayında geçen
İki aylık döneme bakıldığında da dış ticaret açığındaki artış çok yüksek. Geçen yılın ilk iki ayına kıyasla dış ticaret açığı % 18,5 artışla 4 milyar 932 milyon dolara ulaşmış durumda.
Bir de Dünya Bankası Türkiye Direktörü Adrew Vorkink’in Çarşamba günü yaptığı ve benim de bu sayfada size duyurduğum uyarıları hatırlayın; “İyi gidiyorsunuz ama hala riskler var. En büyük risk de cari açık” demişti Vorkink...
Bu haberleri peşpeşe vermemizin nedeni tam d
Cari açıkta tehlike sınırı yüzde 5. Yani cari açık GSMH’nın yüzde 5’ine ulaşmış veya bu seviyeyi aşıyorsa, o zaman bir sıkıntı yaşanabileceği ve kurun bu açığı kapatmak için yükselebileceği malumunuz.
Şimdi yukardaki rakamlardan hareketle bildiklerimizi sıralayalım. Önce büyüme. GSMH 300 milyar dolara ulaştı. Bu yıl beklenen büyümenin yüzde 5 olarak tahmin edildiğini hatırlatalım. Ayrıca hükümetin aşırı ısınan ekonomiden rahatsız olduğu ve büyümeyi biraz ket altına almak istediği de geçen yıldan bu yana konuştuğumuz bir gerçek. Zaten ekonomi yetkilileri de bunu sık sık ifade etti. 2005 yılındaki ekonomik performansın yine güçlü olacağı ama hükümetin aşırı ısınmaya izin vermeyeceği gerçeklerinden hareket edersek ekonominin bu yıl yüzde 10’dan az, ama yüzde 5’ten çok büyüyeceğini söyleyebiliriz. Gelin biz 2005 büyümesini yüzde 7 olarak düşünelim. O zaman demek ki yıl sonunda GSMH 320 milyar dolar olarak gerçekleşebilir. Bunun yüzde 5’i de 16 milyar dolar eder.
Yani IMF kriterlerinden hareketle 2005 yılı için Cari açık tehlike sınırı 16 milyar dolar.
Bono piyasasında gösterge kağıt olan 27 Eylül 2006 vadeli kağıdın ortalama bileşik faizi spot işlemlerde Salı günkü yüzde 17.8 seviyesinden yüzde 17.65’e geriledi ama valörlü işlemlerde yine hafif bir yükselişle yüzde 17.7 seviyesine çıktı.
Dolar kuru ise YTL karşısında önceki günkü 1.38 seviyesinden hafif aşağı yönde bir hareketle 1.37 YTL’ye indi.
Bugün borçlanma alanındaki ilk üç aylık gelişmeleri bir özetleyelim istiyoruz. Malum hükümetin 2005’in başı itibariyle hem IMF hem de AB ile ilgili konularda ayak sürüdüğü geç kaldığı eleştirilerini aktarmıştık sizlere. Bu ayak sürümenin etkilerini de her anlamda izleyebiliyoruz.
İşte bu etkinin bono piyasasındaki yansıması:
Mesela, Hazine’nin mart ayı içinde yaptığı borçlanma ihalelerinin ortalama bileşik faizi yüzde 18,3 oldu. Şubat ayında ise bu oran %17.7 idi. İlk üç aya baktığımızda ise borçlanma faizinin ortalama yüzde 19,3 olduğunu görüyoruz. Bugün itibariyle gelecek 12 aylık enflasyon beklentisinin yüzde 7,2 olduğunu düşünürsek karşımıza kabaca şu sonuç çıkıyor:
Bu yılın ilk üç ayında reel faiz neredeyse yüzde 12 seviyesine çıktı.
Mart ayı itibariyle reel faiz yüzde 10,5 seviyesinde. Oysa şubat ayında ilk kez reel faizlerin yüzde 9’luk seviyesi ile yüzde 10’un altına gerilediğini görmüştük
Bu veriler bize işi ne kadar sıkı tutmamız gerektiği konusunda önemli bir ipucu veriyor. Dün Brezilya’nın borcunu azaltarak IMF ile yeni bir anlaşma yapmadan yoluna devam edeceği yönündeki haberleri hepimiz okuduk. Ama Lula da Silva Başkanlığındaki ülke bu noktaya gelebilmek için çok çalıştı. (Sosyalist devlet başkanı Lula hem sıkı bir ekonomik program uyguladı hem de sosyal sorumluluk taşıyan projelere büyük ağırlık verdi.) Bir gün Türkiye de IMF kıskacından kurtulabilir mi? Böyle gidersek zor.