Deniz Bayramoğlu

Böyle bir gündemle yükseliş zor

27 Nisan 2005
Hem içerde hem dışarda Türkiye’nin gündeminde sadece sıkıntılar var. Bu ortamda piyasaların tutunmasını sağlayan tek umut stand-by’ın imzalanacak olması.

Dün akşam Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki en üst düzey karar organı olan Ortaklık Konseyi toplantısından sonra açıklanan Ortaklık Belgesi’nde yer alan unsurlar bir çok insanı şaşırtmışa benziyor. İlginç... Oysa Ortaklık Belgesi’nde yer alan kimi konuların zaten aylardır vurgu yapılan konular olduğunu, kiminise yeni gelişmeler olduğu için ilk fırsatta karşımıza çıkarılacağını bilmeyen yok sanıyorduk. Ama bu belge ile yeni bir şey öğrenmiş olduk. Çıkan mesajların sertlik derecesine bakıldığında “Avrupa Birliği, başta Fransa olmak üzere, AB anayasası oylamalarını etkilememesi için 3 Ekim’e kadar Türkiye’den düşük profille gitmesini istedi” iddiasının doğru bir iddia olmadığını ortaya koyuyor.

Avrupa Birliği Ankara Anlaşması’nın imzalanmasını istiyor, istemekle kalmıyor bir an önce de limanlarınızı Rum gemilerine açın diyor. Güvenlik güçlerinin 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde aşırı şiddet kullanmasını eleştiriyor.. Başbakan Erdoğan’ın basına karşı  açtığı davalar ve bir kaymakamın Nazi Almanyasını hatırlatan uygulama girişimini kabul edilemez buluyor. Ermenistan ile ilişki kurulmasını istiyor. Dini azınlıklar meselesi yine gündemde. Aleviler ve diğer dini azınlıklara özgürlük verilmesi gerektiği belirtiliyor ve Heybeli Ruhban Okulu’nun açılmasını istiyor. Belgede ilginç bir başlık daha var. Sivillerin ordu üzerindeki kontrolünün tam sağlanmasını istiyorlar.

Tüm metinde yer alan ifadelerden tek olumlu olanı ekonomi ile ilgili gelişmeler. Türkiye’nin IMF ile birlikte uyguladığı ekonomik programın başarılı sonuçlarına ise övgüler var.

Bu arada ABD’den sonra AB ile de aramızdaki ilişkilerin gerilmeye başladığını görüyoruz. “Türkiye’yi AB’ye taşıyan” iktidarın tavrı sertleşiyor. Başbakan “Türkiye rehavete kaapıldı” diyenleri “Asıl AB rehavete kapıldı. Teati mektubunu bir türlü gönderemediler” sözleriyle yanıtlıyor. Ayrıca Kıbrıs’ta yaşanılan hayalkırıklığı da daha yüksek sesle dile getiriliyor. Başbakan Avrupa’yı açık açık PKK’ya, terörizme destek vermekle suçluyor.

Dışarda durum böyleyken içerde de türban tartışmaları yeniden alevlenmiş durumda. Önce Cumhurbaşkanı, ardından Genelkurmay Başkanı ve son olarak da Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın açıklamaları Türkiye gündemine bomba gibi düştü. Cumhurbaşkanı ve Genelkurmay Başkanı’nı açıkça eleştiremeyen çevreler Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın açıklamalarından sonra daha yüksek sesle şikayet etmeye başladılar.

Bunlar sadece ana eksenlerdeki gelişmeler. Bu kadar gergin bir ortam olmasına rağmen yine de piyasaların iyi dayandığını söylemek gerek. Şu anki umudumuz mayıs ayı ortalarında imzalanması beklenen yeni stand-by. Bu yüzden borsa hala destek seviyelerinde tutunabiliyor ya da Hazine dünkü ihalelerinde çok fazla yara almadan hatta iyi sayılabilecek oranlarla borçlanabiliyor.

Fakat olur da stand-by biraz daha gecikir ya da AB ile Türkiye arasındaki gerilim bir şekilde düşmezse çok da fazla bu seviyelerde tutunamayacağız.

Yazının Devamını Oku

Başkan, Bakanlara ne anlattı?

26 Nisan 2005
Merkez Bankası Başkanı Süreyya Serdengeçti Bakanlar Kurulu’na bir sunum yaparak Türkiye ekonomisi ile ilgili, başta enflasyon olmak üzere, çeşitli konulardaki son gelişmeleri aktardı. Merkez Bankası’nın bu gelişmeler karşı tutumunun bugüne dek ne olduğunu, bundan sonra ne olacağını anlattı.Bu sunumun tamamını yine herkese tavsiye ederek başlayalım. Sunumun tamamına ulaşacağınız link, aşağıda emrinize amade olacak. Ama önce; Bu ülkedeki en büyük para otoritesinin başkanının Türk ekonomisi ile ilgili görüşlerinin ne olduğunu yeterince önemsemiyoruz galiba. Zaten örnek aldıkları ülkelere kıyasla dilsiz sayılacak bir merkez bankamız var, hiç olmazsa elimizdeki bu fırsatı iyi değerlendirelim. Sunumun bence en önemli kısmı, temel hedeflerin anlatıldığı bölüm. Burada işsizlik sorununa Merkez Bankası’nın nasıl baktığını görüyoruz. Bu nedenle bu kısmı en sona sakladık. Merkez Bankası Başkanı Süreyya Serdengeçti sunumunda öncelikle Merkez Bankası’nın temel hedefi olan enflasyon düşüşü-fiyat istikrarı sorununu ele alıyor. Enflasyonun düşüşünde hem yapısal hem konjonktürel bazda hangi unsur ve gelişmelerin etkili olduğunu anlattıktan sonra soruyor, “peki enflasyon sorunu çözüldü mü?” Bu soruya verilen yanıtın ilk satırı şöyle:“Enflasyon ve enflasyon dinamiklerinin değişiminde alınan mesafeye rağmen fiyat istikrarı henüz tam anlamıyla sağlanmış değildir.”Merkez Bankası Başkanı hedeflerin tutmasına rağmen en yüksek enflasyona sahip ülkeler arasında olmaya devam ettiğimizi belirttiği yanıtında 2006 yılından itibaren açık enflasyon hedeflemesine geçileceğini ve bunun da mevcut risklerin yanına yeni riskler ekleyeceğini belirtiyor. Bu riskler çerçevesinde “iç talep ve artışı ve tüketim canlanması kontrol edilmeli” diyen Merkez Bankası Başkanı şimdiye kadar yaşanan artışı ise ertelenmiş talebe bağlıyor ve şu anki durumun tehdit içermediğini, talebin kontrollü büyüdüğünü söylüyor.Ama son iki yıldır olduğu gibi başta kira ve eğitim olmak üzere hizmet sektöründeki fiyat katılığının sorun olmaya devam edeceğini vurgulayan Serdengeçti, diğer riskleri ise tarım ve enerji fiyatları, kamu fiyat ayarlamaları, sıkı maliye politikasından sapma riski, reform sürecinin hız kaybetme tehlikesi, dış şokların etkisi ve beklentilerin bozulması olarak sıralıyor.Merkez Bankası Başkanı’nın yanıt verdiği bir başka soru ise ekonomik büyümenin niteliğine ilişkin. Burada enflasyonla mücadeleden sıkı para politikasına, verimlilikten, özel sektör etkisi, dışa açıklığın artması ve ihracata kadar bir dizi etkeni sıralayan Serdengeçti, tahminlerin üzerinde artan büyüme hızının doğal sonucu olan cari açık sorununun ise yine yapısal nedenlerle büyük bir risk oluşturmadığını belirtiyor.Gelelim işsizlik sorununa. Merkez Bankası Başkanı sürdürülebilir büyüme yakalanırsa istihdamda da sürdürülebilir bir trend yakalanacağını vurgulayarak işsizlik sorununa şöyle bir açılım getirmiş: İşsizlik sadece bizde değil dünyanın geri kalanında da sorun. 2004’te küresel işsizlik oranı yüzde 6,1, genç nüfusta ise yüzde 13.1 seviyesinde. AB üyesi ve adayların bazısında yüzde 10’un üzerinde (Bizde de öyle: DİE dün açıkladı, Şubat 2005 itibariyle işsizlik oranı yüzde 11.5 ).”Serdengeçti şu an yaşadığımız büyümenin istihdamsız büyüme olarak adlandırıldığını belirterek bunun temel nedeninin verimlilik artışı (üç kişinin işini birinin yapması, çalışma saatlerinin uzatılması, ücret düşürülmesi) olduğunu söylüyor. Tarımdaki işgücünün azalırken hizmetler sektöründe bir artış yaşandığını belirten Serdengeçti, Türk ekonomisinin gelişmiş ekonomilerde olduğu gibi emek yoğun yatırım yapısından sermaye yoğun yatırım yapısına dönüşmesinin de bunda etkili olduğunu vurguluyor. Ve tabii ki kamu sektörünün istihdam sağlayıcı olmaktan çıktığını ve istihdamın artık özel sektör kaynaklı olduğunu belirtiyor. Son ve en önemli olarak, sürdürülebilir istihdam nasıl sağlanır? Yanıt şöyle:İstihdama OECD ülkeleri içinde en yüksek vergiyi biz uyguluyoruz. Düşürmemiz gerek.Bunu yapmazsak kayıtdışı ile mücadele edemeyiz. Kayıtdışı istihdam oranı ise yüzde 53. Yani tüm pazarın yarısından fazlası. Ayrıca, istihdam yaratıcı politikalar izlenmeli ve bunun için:Özel sektörün istihdam yaratmasını destekleyecek yeterli finansmana kavuşması için reel sektör-mali sektör ilişkisi kuvvetlendirilmeliYatırım ortamı iyileştirilmeliMakro istikrar tesis edilmeli.Üretim süreci küresel piyasada rekabet edecek seviyeye çıkarılmalı. Bunun için de yüksek katma değerli ürünlere yönelirken tarım sektörünün küçülmesi sonucu ortaya çıkacak iş gücüne yönelik bölgesel pazarlar oluşturulmalı.Verimlilik artışı sürdürülmeli ve geleceğe yönelik vasıflı işgücü yaratılmalı. Merkez Bankası’nın Türk ekonomisi hakkındaki resmi görüşünün tamamı için: ( http://www.tcmb.gov.tr/yeni/duyuru/2005/Nisan_2005-bakanlar-kurulu.php )NOT: Dünkü yazımızdaki “Türkiye açılım yapmalı” önerisini taviz olarak anlayanlara teessüflerimizi sunmaktan gurur duyarız.
Yazının Devamını Oku

Azerbaycan dostluğu

25 Nisan 2005
Dün dünyanın hemen her yerindeki Ermeniler 1915 yılında yaşanılan trajediyi anmak için toplantılar, gösteriler, törenler düzenledi. Her 24 Nisan öncesi olduğu gibi Türkiye de karşı tezlerini ortaya koydu. Ama geçen hafta Ermenistan Cumhurbaşkanı Koçaryan Türkiye’ye yönelik yaptığı bir açıklamada soykırım meselesinin ikinci planda olduğunu buna karşın Türkiye ile diplomatik ilişki kurulmasını daha çok önemsediklerini söyledi.

Türkiye’de bu konuda istekli olduğunu söylüyor ama üç koşulu var.
- Soykırımın tanınması talebinden vazgeçilmesi,
- Kars anlaşması ile belirlenen sınırlara Ermenistan’ın saygı göstermesi
- Ermenistan’ın işgal ettiği Azerbaycan’a ait Dağlık Karabağ’dan çekilmesi...

Ermenilerin soykırım7ın tanınması talebinden vazgeçmesi imkansız gibi görünüyor. Ama bu konu daha uzun süre sürüncemede kalacak. Ama diplomatik çevreler sınır meselesini çözen Kars anlaşmasının tanınması yönünde Ermenistan’da bir istek olduğu ifade ediyyor. Yani yeni bir açılım yapma şansımız mevcut. Üstelik iki ülke dışişleri bakanlığının imzaladıkları bir protokol de bu açılımın yeni bir göstergesi.
Dağlık Karabağ konusu ise Türkiye’nin hassasiyetle üzerinde durduğu bir konu. Bu konudaki ilke kararından vazgeçmeyen Türkiye, Azerbaycan’ı da bu konuda her platformda destekliyor.

Peki Azeriler bunun karşılığında ne yapıyor?

Geçen hafta Azerbaycan Devlet Başkanı Abid Şerifoz bir açıklama yaparak Türkiye’ye olan 150 milyon dolarlık elektrik borcunu ödemeyeceğini, b.u rakamın bir Hazar ülkesi için çok yüksek olduğunu söyledi. Şerifov, ülkenin dış borcunun ylda sadece 11-12 milyon dolar civarında arttığınıve  1992 yılında Nahcivan bölgesinde kullanılan elektrik için ödenmesi gereken 150 milyon dolarlık tutarın Azerbaycan için çok yüksek ama türkiye için küçük bir rakam olduğunu söyleyerek şöyle devam etti:

Yazının Devamını Oku

Genelkurmay Başkanı ekonomi konuşunca

21 Nisan 2005
Genelkurmay Başkanı dünkü konuşmasının önemli bir kısmına ekonomiye ayırdı. İç ve dış tehditleri ve gelişmeleri yorumlarken durumun ekonomik boyutunu ortaya koydu; önemli ekonomik sorunlara ilişkin TSK’nin görüşlerini aktardı. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök, dün Harp Akademileri Genel Komutanlığı’nda yaptığı yıllık değerlendirme konuşmasında, uluslararası siyaseten iç siyasete, ekonomik sorunlardan sosyal sorunlara kadar ülkenin gündemindeki konularla ilgili uzun bir konuşma yaptı. Önemli bir kısmının ekonomik gelişmelere ayrılmasının yanı sıra hemen her satırda, ele alınan meselenin ekonomik yönünün de vurgulanması açısından bu konuşma titizlikle incelenmesi, ders çıkarılması gereken bir konuşma.

Bugün büyük olasılıkla Orgeneral Özkök’ün yaptığı konuşmanın iç ve dış tehdit ile ilgili kısmı gazetelerin manşetlerinde olacak. Ama Genelkurmay Başkanı’nın onlar kadar önemli başka mesajları olduğunu da hatırlatmak gerekiyor. Bunun ekonomi sayfalarında işi ne diyenlere ise bizzat Genelkurmay Başkanı’nın sözleri ile yanıt verelim:

“…Güvenlik kavramının değişmesiyle birlikte, güvenliğin boyutları da değişmiştir. Güvenlik de bir yerde küreselleşmiştir. Çünkü küresel ekonomi ve küresel güvenlik birbirini tamamlayan iki önemli kavram olarak ortaya çıkmıştır. Dünyadaki büyük finans çevreleri konunun ekonomik boyutuyla ilgilenirken, büyük devletler güvenlik boyutu üzerinde yoğunlaşmışlardır.”

Genelkurmay Başkanı işte bu perspektif ile başladığı ve ekonomik gücün Sovyetlerin dağılmasının ardından Rusya’nın toparlanması ya da yeni küresel aktörler olarak ortaya çıkan Hindistan ve Çin’in gelişmesindeki rolünü de vurguladığı konuşmasında şöyle söylüyor:

“Ekonomik güç son dönemde milli güç unsurları içinde en fazla öne çıkan unsur haline gelmiştir. Daha da önemlisi, günümüzde artık “güvenlik” ve “ekonomik gelişmişlik” birbiriyle çok yakından ilişkili iki kavram olarak kabul edilmektedir. Günümüzde küresel aktör adayı olarak ön plana çıkan ülkeleri incelediğimizde, bu ülkelerin genelde kalabalık bir nüfus yapısıyla birlikte, güçlü bir ekonomiye veya gelecekte parlak bir ekonomik potansiyele sahip olduklarını görüyoruz.”

Özkök Türkiye’nin AB üyelik sürecini de değerlendirirken ekonomiye vurgu yapıyor ve AB’nin kendisini denizlerle sınırladığından gelecekte Rusya, Çin ve Güneydoğu Asya ülkeleri ile rekabet etmek için Kafkaslar, Ortadoğu ve İç Asya’ya açılması gerekeceğini bunun da ancak Türkiye sayesinde sağlanabileceğini söylüyor. Ayrıca bu ülkelerdeki petrol üretiminin toplumsal zenginleşmeye yol açacağını ve bölgenin büyük bir pazar haline geleceğini de öngören Özkök, “Eğer AB buradan gelecek talebi ise karşılamak istiyorsa bunu Türkiye üzerinden yapmak zorunda kalacaktır” tespitini yapıyor. Genelkurmay Başkanı değerlendirmesini stratejik bir tespit ile tamamlıyor.

“Herkes kriz bölgesine yakın olmanın kötü değil iyi olduğunun farkındadır. İşte bu nedenle NATO, ABD veya Müttefikler Irak’talar, Afganistan’dalar…”

Yolsuzluklar meselesinin de önemli bir konu olduğunu vurgulayan Genelkurmay Başkanı bu durumu “Yıllar süren ekonomik sıkıntılara büyük bir özveri ile katlanan halkımızı en çok üzen, toplumda sosyal ve ekonomik dengesizliklere, devlet otoritesinin sarsılmasına, yargıya olan güvenin azalmasına, sonuç olarak toplumsal ahlaki bozulma ve huzursuzluklara neden olan en önemli konudur” sözleriyle tanımlıyor.

Yoksulluğun geri kalmış veya gelişmekte olan bir çok ülkenin en önemli sorunlarından biri olduğunu söyleyen Genelkurmay Başkanı yoksulluğun cehaleti tetiklediğini ve tüm bunların sonucunda da bölücü ve irticai unsurlar için yaşam alanları ortaya çıktığını vurguluyor.

Orgeneral Özkök’ün işsizlik ve sosyal güvenlik sistemine vurgu yaptığı sözleri ise şöyle:
“Şayet bu güzel ülke hepimizinse ve başka gidecek yerimiz yoksa devletin yanı sıra, özel sektörün ve sivil toplum kuruluşlarının da yoksullukla ve özellikle işsizlikle mücadele ve sosyal hizmet programlarında daha etkili bir şekilde yer almaları teşvik edilmeli, vatandaşların sosyal güvenlik gereksinimleri üst düzeyde sağlanmalı ve gelecek endişesi giderilmelidir. Orta tabaka mutlaka oluşturulmalı ve güçlendirilmelidir.”

Dün bu konuşmanın tam metnini okuduktan sonra TV karşısına geçtim. TV’lerin yayınların katılan kimi köşe yazarları, Genelkurmay Başkanı’nın, toplam 1.5 saat süren, 8 bin 265 kelimelik konuşmasında çok geniş bir alanda Türk Silahlı Kuvvetleri’nin görüşlerini eleştiriyor ve “siyasi” buluyormuş. Bu konuşmanın üslup ve içeriğini eleştirmenin yanı sıra konuyu TSK’dan ayrı tutup, Genelkurmay Başkanı’nın şahsi fikri olarak tanımlaması ise bana daha ilgi çekici ve manidar geldi.

Fizik kurallarına göre bir madenin boşalttığı alanı başka bir madde doldurur. Boşluğu dolduranı eleştirmeden önce, alanın nasıl boşaldığını düşünmek ve boşaltanları eleştirmek ve vatandaş olarak çözüm aramak bana daha doğru geliyor. Bugün Türkiye’nin temel ilgi alanlarındaki durumunu masaya koymaya çalıştığımızda, eğer her alanda bir köşeye kıstırılmışlık ya da çözümsüzlük durumu görüyorsak veya bunu hissediyorsak, bunu eleştirip çözüm önerisi sunanları değil, yaratanları sorgulamakta fayda var. Kendimizi de dahil ederek.

Bizim burada sadece ekonomiye vurgu yapılan alanlarını alıntıladığımız Genelkurmay Başkanı’nın konuşmasının tamamını okumanızı tavsiye ediyordum. Yazının tamamına http://www.tsk.mil.tr/bashalk/konusma_mesaj/2005/yillikdegerlendirme_200405.htm adresinden ulaşılabilir.
Yazının Devamını Oku

Özelleştirme hız kazandı, ya fiyat?

20 Nisan 2005
2003 yılında, Türkiye ekonomik krizden çıktıktan yaklaşık iki yıl sonra, uluslararası kalite belgeleme şirketlerinden birinin Avrupa ve Ortadoğu’dan sorumlu yönetim kurulu üyelerinden biriyle röportaj yapmıştım.

Röportaj sona erdikten sonra uluslararası vizyonu geniş olan bu üst düzey yönetici ile Türkiye’yi, Türkiye ekonomisinin durumunu ve ülkenin Avrupa Birliği yolculuğunu konuşmaya başladık. Anlattıkları çok ilgimi çekmişti. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne eninde sonunda üye olacağını iddia eden bu yetkili (kendisinin Fransız vatandaşı olduğunu da hatırlatalım) şöyle konuşmuştu:

 

“Türkiye’nin üyeliğinin önündeki en büyük sorun bence maliyet sorunu. Avrupa Türkiye’nin maliyetini nasıl karşılayacağını düşünüyor. Karar vericiler bu maliyeti düşürmeye, deyim yerindeyse ucuza kapatmaya çalışıyorlar.”

 

Bugün geldiğimiz noktada bu öngörünün bir yönüyle gerçekleşmeye başladığını görüyoruz. Türkiye üyelik yolunda dev bir adım attı. Elbette masada maliyet hesaplarının dışında onlarca farklı sorun var. Bunları gözardı etmiyoruz ama nihayet Avrupa Birliği’nden müzakere için takvim almayı başardık. Müzakereler 3 Ekim’de başlayacak. (Gerçi bu aralar unutuldu ama müzakerelerin başlaması aslında 2006 yılına kalacak. Çünkü Avrupa Birliği Anayasası ile ilgili tartışmalar nedeniyle Türkiye biraz geride duruyor. Bu nedenle de 2005 yılının ilk çeyreğinde başlayacağı duyurulan tarama süreci bile henüz başlamadı.) Peki ya öngörünün ikinci kısmı, ucuza kapatma meselesi ne durumda?

 

Evet, özelleştirmelerden bahsediyoruz. 

 

Yazının Devamını Oku

Kıbrıs yeniden

19 Nisan 2005
Dün İstanbul Borsası’nda New York Borsası’ndaki düşüşün yansıması vardı. Bugün büyük olasıılıkla borsada tam tersi bir hareket, yani yükseliş izleyşeceğiz. Çünkü ABD etkisi, geçici bir etki.

Oysa Kıbrıs meselesinin Türk piyasaları üzerindeki etkisi gelip geçmeyecek. Talat’ın cumhurbaşkanlığı (ya da doğru tanımlamayla Denktaş’ın halk içinde mücadele yolunu seçmesi) ile Kıbrıs sorunu yeniden Türk ekonomisinin kalbine oturdu. Zaman zaman perde arkasında kalsa da, zaman zaman ilişkisini ne olduğu açıkça anlaşılamasa da gelecek dönemin en önemli belirleyicisi Kıbrıs sorunundaki gelişmeler olacak. Hem ekonomi, hem siyasette…

Gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz ki pazartesi günü İMKB 100 Endeksi’ni 23 binli puanlara çeken değer kaybının Türkiye ile ilgili gelişmelerle hiçbir bağlantısı yok. Mesele tamamen ABD ile ilgili. Bir süredir ekonomilerinin sağlığını tartışan Amerikalı yatırımcılar, 2005 yılı ilk çeyrek şirket karlarını beklenenin bir hayli altında geldiğini görünce, ekonominin zafiyetine ilişkin bir delil daha bulduklarını düşünüp hızla satışa geçti. bu düşüş de tüm dünya borsaları gibi İMKB’yi de etkiledi. 
 
Elbette ki bu durum içerde her şeyin güllük gülistanlık gittiği anlamına gelmiyor. Üstelik bugünlerde hem ekonomik hem de siyasi risk üst üste binmiş durumda. Gerçi ekonomik risk bu sıralar piyasa yorumu yapanlar açısından pek “gözde” bir risk değil. Bu konu üzerinde konuşmaya riskleri tanımlamaya istekli bir ekonomi uzmanı bulmak pek kolay olmuyor. Zaten bulsanız da bu tartışmanın muhatabı olacak, eleştirileri ve uyarıları dinleyip bunlara nasıl çözümler getirdiklerini ya da getireceklerini anlatan bir ekonomi yetkilisi bulmanız mümkün olmuyor. Sorun olduğu kabul edilmeyince de çözümü konuşmak elbette abes kaçıyor.

Yetkililer sorun olduğunu kabul etmedikleri gibi, sorunlara dikkat çekenleri ya ekonomi cahili olmakla ya da belirli çıkar çevrelerine hizmet etmekle suçluyor. Bu durum da yapılan analizlerin ya sığ kalmasına ya da esasla ilgisi olmayan alanlara kaymasına yol açıyor. 

Oysa Türkiye ekonomisinde hala bir yığın yumuşak karın bulunuyor. Borç yükünün ağırlığı, cari açığın artışı, vergi rejiminin hantallığı ve sosyal güvenlik sisteminin çarpıklığı ilk başta akla gelenler. Bu sorunlar belki şu anda bir kırılma noktası yaratacak kadar güçlü değil. Ama daha önce de vurguladığımız gibi Türkiye şu anda büyümesini sıcak para ile finanse etmeye çalışıyor. Bu sıcak paranın ülkeye giriş motivasyonlarının arasında uluslararası siyasi ortamın büyük etkisi var. Eğer bu siyasi ortam bozulur ya da Türkiye aleyhine dönmeye başlarsa sıcak parayı içerde tutmak kolay olmayabilir. O zaman da yukarda başlıklar halinde bahsettiğimiz ekonomik riskler gerçeğe dönmeye başlar. 

Bir felaket senaryosu çizmeye çalışmıyorum. Samsung ve IBM’in  birinci çeyrek karları beklenenden az geldi diye bu kadar hızlı gerileyen bir endeksin kendisi ile ilgili ve daha gerçek risklere karşı ne kadar kırılgan olduğunu aktarmaya çalışıyorum. Türkiye bugün siyasi bir kıskacın altında. Kıskacı kimin tuttuğu meselesinde bizim söyleyeceğimiz şeyler tevatürü aşamayacak maalesef. Ama, sağ olsun, Başbakan Erdoğan Norveç’te yaptığı konuşmada bizi bu dertten kurtardı ve bir adres gösterdi: “AB içinde bizi bölmeye çalışan bazı unsurlar var.” Bu kıskacın kollarını oluşturan çok sayıda unsur var elbette. Ama en önemlisi Kıbrıs.

Eski cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın deyimi ile  “bir yılan kadar soğukkanlı” olan Mehmet Ali Talat’ın cumhurbaşkanlığına seçilmesi yeni bir dönemin başladığına işaret ediyor. Ya da bu cümleyi şöyle düzeltelim: Denktaş’ın cumhurbaşkanlığını bırakması yeni bir döneme işaret ediyor. Çünkü Kıbrıs davası demek Rauf Denktaş demektir. Denktaş’ın atacağı her adım sadece Kıbrıs’taki siyaseti değil, Türkiye ve AB hatta ABD’nin bölgeye yönelik siyasetini belirleyecek ve bu nedenle de eski cumhurbaşkanı hem iç hem de dış siyasetin önemli bir aktörü olmaya devam edecek. 

Yazının Devamını Oku

Bahar toplantısı, petrol krizi

18 Nisan 2005
Devlet Bakanı Ali Babacan Dünya Bankası ve IMF’nin bahar toplantıların katılmak üzere Washington’a uçtu. Toplantıların ismi bahar toplantıları ama bu hafta Washington’daki hava pek de bahar havası olamayacak gibi görünüyor. Çünkü bu toplantılara katılan Dünya Bankası ve IMF üyesi ülkelerin bakanları ve merkez bankası başkanları özellikle petrol fiyatları ve bunun dünya ekonomisine etkileri konusunda bir hayli endişeliler.

Petrol fiyatları geçen hafta bir miktar gerileyerek yeniden 50 dolar seviyesine geriledi ama bu seviye bile iki yıl öncesine göre reel olarak yüzde 70’lik bir değer artışına işaret ediyor.  Bu artış 1974 krizindeki yüzde 185’lik artışın ya da 1979’daki yüzde 158 oranındaki reel yükselişin henüz çok gerisinde ama yine de yeteri kadar endişe verici bir yükseliş.

 

Bu endişeler bir süredir hem IMF hem de Dünya Bankası tarafından dile getiriliyor.  7 Nisan’da açıklanan bir IMF raporunda dünya kalıcı bir yükselişe karşı hazırlıklı olması konusunda uyarılırken, Avrupa Merkez Bankası Başkanı Jean-Claude Trichet de aynı riske dikkat çekip dünya vatandaşlarını enerji konusunda müsrif olmamaları konusunda uyardı.

 

Bu uyarıların haksız olmadığıın Avrupa ekonomilerinin mevcut durumuna bakarak izlemek mümkün. Euro bölgesi işsizlik oranını yüzde 8.9 olduğu, bu oranın Almanya, Fransa ve İspanya’da yüzde 10’u aştığı, Euro bölgesinde bu yıl sadece yüzde 1.6’lık bir büyüme beklendiği hatırlanırsa Trichet’in endişesinin nedeni anlaşılıyor.

 

Dünya ekonomisinin bir başka zayıf halkası olan Japonya’da da düzelme sinyalleri yok. Ülke 90’ların başında girdiği durgunluktan bir türlü kurtulamadığı gibi şimdi yükselen petrol fiyatlarının etkisi bu sıkntıyı katmerleyecek.

 

Yazının Devamını Oku

NYSE seni görüyor

15 Nisan 2005
Manipülasyon herkesin, her borsanın derdi. Brokerların kendi müşterileri aleyhine gerçekleştirdikleri işlemler nedeniyle ortaya çıkan yeni bir skandal nedeniyle başı bir hayli ağrıyacak gibi görünen New York Borsası (NYSE) da bu dertten mustarip. NYSE şimdi işlem salonunu sesli ve görüntülü olarak gözaltına almaya hazırlanıyor..

İMKB kuruluşundan bu yana kendisi dışındaki gelişmelerin etkisinde fazlaca kaldığı için iç meseleleri ile bir türlü uğraşamıyor. Bir yandan Irak’taki işgal, bir yandan terörizm tehdidi, bir yandan AB yolculuğu bir yandan da IMF anlaşmasının üst üste geldiği bugünler ise İstanbul Borsası’nın (İMKB) iç sorunlarının tartışılması için hiç de uygun görünmüyor. Ama yine de kendimizi dünyayla kıyaslamamız için bugünün iyi birgün olduğunu düşünüyorum. Hele de mesele müşteri hakları ve manipülasyon meselesi ve sorunun çıktığı yer de New York Borsası ise...

Ama önce İMKB....
İMKB ve Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) yetkililerine ne zaman manipülasyonlar ya da bunların önlenmesi ile ilgili bir soru sorsanız aldığınız yanıt hemen hemen aynı oluyor:
“Manipülasyon, herkeste ne kadar oluyorsa bizde de o kadar oluyor. Ayrıca manipülasyonu engellemek için her türlü tedbiri alıyoruz..”

SPK’nın verdiği bilgilere göre 1994 yılından bu yana, yani son 10 yıl içinde, çeşitli sermaye piyasası suçları nedeniyle 1109 adet dava açılmış. Bunların 30 adedi ise 2005 yılının ilk ayında açılan davalar. Şubat ve mart ayına ilişkin yeni bir bilgi yok.

SPK’nın işlem yasağı getirdiği kişi sayısı ise 406. Ama bu kişilerin bir kısmına birden fazla kez yasak getirilmiş. Aralarında SPK’nın 20 kez işlem yasağı kararı verdiği isimler bile var. Uzaktan izleme gibi SPK’nin büyük gürültü ile duyurduğu tedbirlerin de işe yaradığına dair net bir bilgiye şimdiye kadar ulaşabilmiş değiliz.

Dünyanın en büyük borsası olduğu için New York Borsası’ndaki (NYSE) manipülasyonlar da büyük oluyor. Ama bunun karşılığı yapılan incelemeler, alınan tedbbirler ve getirilen cezalar da aynı büyüklüğü yansıtır nitelikte.

Dün New York eyaleti federal yetkilileri, 15 NYSE uzmanını yasadışı işlemlerle kendi şirketlerine 19 milyon dolarlık çıkar sağladıkları gerekçesiyle dava etti. Aynı anda ABD SPK’sı olarak bilinen SEC de NYSE’ye çalışanları yeterince kontrol etmediği ve işlemlerin güvenliğini sağlayamadığı gerekçesiyle ağır cezalar getiren bir karar aldı. SEC ayrıca aralarında yasal kovuşturmaya uğrayan borsacıların da bulunduğu 20 borsacıya 1999-2003 yılları arasında manipülatif işlemler gerçekleştirdikleri gerekçesiyle dava açtı.

Yazının Devamını Oku