Dün hem Dünya Bankası (WB) hem de Uluslararası Para Fonu (IMF) ABD ekonomisi ile ilgili birer rapor açıkladı. Her iki raporda da ABD’nin “harcama çılgınlığı” eleştirildi ve ABD’nin bütçe konusunda sorumsuz davrandığı bunun da dünya ekonomisine büyük zarar verdiği vurgulandı. Kısaca ABD’ye ‘hesapsız harcıyorsun, borcun da artıyor. Dikkat et. Sen batmazsın ama dünyanın geri kalanı risk altında’ dediler.
Her iki kuruluşta da ABD’nin etkisi çok büyük olmasına rağmen yaptıkları eleştirinin sertliği herkesi şaşırttı. Hem IMF hem WB, ABD’nin harcama alışkanlığının ciddi ve dünyanın geri kalanı için büyüyen bir sorun olduğunu açık bir dille ortaya koydu.
ABD’nin yaşadığı tüketim çılgınlığının birkaç sebebi var. Faizin düşük bir seviyede olması nedeniyle kredi kartı borçlanmasının artması bunun en önemli nedenlerinden biri. Şubat ayı rakamlarına göre ABD vatandaşları harcadıklarının sadece yüzde 0,6’sı kadar tasarruf etmiş.
ABD’nin bütçe açığı şu anda 665.9 milyar dolar ve bu rakam ülkenin gelirinin yüzde 5.7’si seviyesinde… Eğer bütçeniz açık veriyorsa bunun karşılamanın bir yolunu bulmanız gerekir. Bunun için de borçlanırsınız. Tıpkı ABD’nin yaptığı gibi… Bu borç dünyanın geri kalanını da ilgilendiriyor çünkü ABD fazla tüketiminin yarısını dünyadan borç alarak karşılıyor. Bugün ABD Hazinesi’nin borçlanmasının yarısı yabancı bankalar tarafından karşılanıyor.
“…bugünlerde büyük oranlarda olmasa da bazı Asya ülkeleri, kendi para birimlerinin dolar karşısında aşırı değerlenmesi sonucu uluslararası piyasalarda rekabet güçlerini yitirme tehlikesine karşı, artık ABD’ye borç vermeye eskisi kadar istekli değil. Çünkü sattıkları mallar karşılığı avuç dolusu dolar alıp bunu yine ABD Hazinesi’nin kağıtlarına yatırıyorlar. Bu da ABD’nin daha çok harcamasına neden oluyor. Sarmal böylece kendi içinde çözümsüzlüğe gidiyor. Bu süreç doların değerini düşürürken Asya ülkelerinin mallarının değerinin artmasına ve artık mal satamamaları sonucunu ortaya çıkarıyor.” Dünya Bankası ve IMF’nin raporları böyle söylüyor.
Dünya Bankası diyor ki; merkez bankalarının tuttukları yabancı rezervlerin yüzde 70’ini dolar oluşturuyor. Bu nedenle de merkez bankaları doların değer seviyesine bağlı olarak ciddi bir kur riski yaşıyor. Doların yavaş düşüşü ya da artışı sorun olmaz; sorun aşırı oynaklık.
Merkez bankaları piyasadan kendilerini rahatlatacak oranda dolar da çekemiyor çünkü eğer piyasadan sürekli dolar alıp karşılığında kendi parasını verirse bu paranın üzerindeki bağı gevşetmesi ve ekonomiyi birinci zaten küresel bir risk olan enflasyona karşı daha kırılgan hale getirebilir. Merkez bankaları için nasıl bir kabus..!
O zaman merkez bankası da fazla parayı çekmek için piyasadaki parayı belirli bir fazile toplamak zorunda kalıyor. Ama bu da oldukça pahalı bir iş. Dünya bankası tahminine göre merkez bankaları 10 milyar dolarlık bir döviz rezervini kasasında tutabilmek için 250 milyon dolar harcamak zorunda kalıyor.
Bu sorunu aşmak için dünya merkez bankaları değişik stratejiler geliştiriyor. Örneğin Hindistan Merkez Bankası mevzuata bağlı nedenlerle Rupi cinsi aktif ihraç edemiyor ama kendi icadı menkul kıymetleştirmeler yoluyla bu sorunu aşmaya çalışıyor. Güney Kore Merkez Bankası, geçen yıl limitlerinin sonuna kadar geldi. Ve Çin, ABD kağıtlarının en büyük müşterilerinden biri, bu sorunu aşmak için kamu bankalarından piyasa faizinin çok altında borç almak zorunda kaldı.
İşte ABD bu dertlerle uğraşıyor. Hatta daha ilginç bir bilgi verelim. Dünyada herkes ortalama bir Amerikalı gibi yaşasaydı kaynak açısından 7 tane daha dünyaya ihtiyacımız olurdu.
Ama dikkat ederseniz bu tartışmalarda ağırlıklı olarak dünya ekonomisinin kötü duruma düşeceğinden bahsediliyor. ABD için böyle bir sorun yok çünkü dünya üzerindeki siyasi, askeri ve ekonomik etkisi sayesinde ayakta kalacak eninde sonunda. Dünyanın en büyük ordusu, dünyanın en büyük siyasi gücü ve dünyanın en büyük şirketleri ABD’nin birkaç on yıllık geleceğini garanti altına almış durumda. ABD’de işler felaket ya da 1929 krizi gibi bir çöküşe uğramayacak, en azından yakın gelecekte. Ama dünyanın geri kalanı hele de gelişmekte olan ülkeler büyük risk altında.
Peki biz?
Önce Başbakan hafta sonu bir konuşmasında, Türkiye’nin aşırı borçlandığı uyarılarını yapanları, borcun GSMH’ye oranının düştüğü bilgisini vererek “ekonomi cahilleri” sözleriyle eleştirdi. Ardından da Türkiye’nin borcunun GSMH’ye oranını yüzde 63’e indiği açıklandı. Hepimiz sevindik; nihayet ekonomimiz AB’nin ekonomik standardı olan Maastricht kriterlerini de karşılar hale geldi..
Ama işin kötü bir yanı var. Bizim ekonomimizin büyüklüğü ABD gibi trilyon dolarlarla değil henüz milyar dolarla ölçülüyor. Global değil bölgesel bir aktörüz, hem ekonomi hem siyasi hem de askeri olarak. Etkileyen değil etkileneniz. Bağlı olunan değil bağlı olanız.
Evet bugün için endişelenmeye gerek yok. Verdiğimiz yüksek faiz sayesinde ve 5 yıl öncesine kıyaysa yarı yarıya fiyatla sattığımız kamu şirketleri sayesinde bir sermaye girişi yaşıyoruz. Ama bunun nedeni “süper istikrarlı” olmamız değil, küresel siyasette şu anda bulunduğumuz nokta. Bu noktanın da sallanmaya başladığını umarım herkes fark ediyordur. Edilmiyorsa, bir kere daha hatırlatmakta fayda var: Ekonomik büyüklüğümüz 390 milyar dolar ama borcun da 350 milyar dolar. Yüzdeler oranlar değil işte bu miktarlar asıl önemli olan. Çünkü kur bir oynarsa duman olmuşuz demektir.