Pazartesi günü IMF heyetnin Türkiye’ye yapacağı ziyaretin heyecanını yaşayan piyasalarda bu heyecanın rakamsal karşılıklarını da izledik. Borsa 19 bin 600 puan seviyesinin üzerine çıktı, dolar 1 milyon 450 bine doğru geriledi, faiz de yüzde 26 seviyesinin altına indi. Ama öğlen saatlerine doğru faiz yeniden yükselmeye başladı ve Salı valörlü işlemlerde yeniden yüzde 26 seviyesinin üzerine çıktı.
Bono piyasasında yüzde 26’lık faiz seviyesini dikkate alırsak bu seviyenin fonlama maliyetinin 2.5 puan üzerinde olduğunu görüyoruz. Yüzde 10 seviyesinde olan gelecek 12 aylık enflasyon beklentisini dikkate alırsak da reel faizin yüzde 16 seviyesinde olduğunu görüyoruz.
Türkiye, geçen ay bu faiz seviyelerinden 11.6 katrilyon lira borçlandı. Bu ay ise 10.5 katrilyon lira borçlanmayı hedefliyor. Yani iki aylık toplam borçlanma 22.1 katrilyon lira olacak. Bu da dolar kurunu 1.5 milyon lira kabul edersek 14.8 milyar dolarlık bir borçlanma anlamına geliyor. Bu bilgiyi şimdilik bir tarafa koyalım.
Nisan ayında piyasadaki gösterge uzun vadeli faiz yüzde 23’ler seviyesindeydi. Yani fonlama maliyetinin altında bir rakam sözkonusuydu. Bankalar bu seviyelerden bono alarak kar edeceklerini düşünüyordu çünkü gelecek 12 aylık dönemde Merkez Bankası’nın kısa vadeli faiz oranını aşağı çekeceğini ve 12 ay sonra, itfa tarihinde faizin alım yaptıkları seviyenin altına ineceğini düşünüyordu.
Merkez Bankası’nın faiz indirimi yapmasanın da yolu açıktı. “Gelecek beklentileri” enflasyonun düşme eğilimi içinde olduğunu gösteriyor rakamlar da bunu destekliyordu.
Bugün enflasyona ilişkin beklentiler ve gerçekleşmelerde üç ay öncesine göre bir değişiklik yok. Ama faiz üç ay önceki seviyesinin üç puan üzerinde.
14.7 milar dolar seviyesinde olan Temmuz ve Ağustos borçlanmalarını üç ay öncesi ile kıyasladığımzda bu üç pualık faiz farkının Türkiye Hazinesi’nin sırtına yaklaşık 500 milyon dolarlık bir ek yük getirdiğini görüyoruz. Yani eğer bu Temmuz ve Ağustos aylarında faiz yüzde 23’lerde olsaydı bu aylardaki borçlanmalara ödeyeceğimiz faiz 500 milyon dolar daha az olacaktı.
İşte günlerdir yana yakıla üzerinde durduğumuz reel faiz meselesinin açılımı bu.
Arkanıza yaslanın ve durumun keyfini çıkartın. Nihayet hükümet hem reel sektörden hem de mali piyasalardan yükselen “IMF’yi istiyoruz” feryadına daha fazla duyarsız kalamadı ve IMF heyetini “yeni ekonomik programın çerçevesini” görüşmek üzere Türkiye’ye davet etti. (Başka çaresi de yoktu açıkçası. 18 katrilyon borç ödeyeceği ve bunun karşılığında 11 katrilyon borçlanacağı Ağustos ayı öncesi 28’lere ulaşan piyasa faizine ya da 16 puanlık reel faize tahammülü yoktu.) Bu davet haberiyle birlikte de gelecek dönem piyasaların yönünü belirleyecek gelişmelerden en önemlileri arasında saydığımız IMF ile 2005’te ilişkilerin hangi formatta yürütüleceğine ilişkin soru işaretleri de birer birer ortadan kalkmaya başladı.
“Daha dur bakalım adamlar Türkiye’ye henüz gelmedi bile. Neymiş o kalkan soru işareti?” diye sorabilirsiniz. Söyleyelim. Şimdiye kadar “hükümetin AB’den müzakere takvimi alacağına kesin gözüyle baktığı için IMF ile anlaşma meselesini mümkün olduğunca geciktirmeye çalıştığı” yönünde yorumlar yapılıyordu.
Piyasalar da hükümetin niyetinden emin olamadığı için tedirginliğin bir türlü azalmadığını bir süreç yaşamak zorunda kalıyorduk. Şimdi en azından bu soru işareti ortadan kalktı. Ve ilk adım atılmış olduğuna göre eylül ayına kadar parça parça yeni ekonomik program ile ilgili ayrıntıların açıklandığını görebiliriz.
Tabi bu arada IMF’nin cari açıktaki artışa karşı uyarılarda bulunduğunu ve “ek önlemler” istediğini de gazetelerden okumuşsunuzdur. Geçen haftadan bu yana “burnumuz ek önemler kokusu alıyor” derken yanılmadığımız da böylelikle ortaya çıktı. Bir yerden insider bilgi almışlığımız da mevcut değil. İçimize doğdu diyelim. Ama IMF’nin de bu konuya parmak basmış olması durumun hssasiyetini ortaya koyuyor.
Bu gelişmeler sonrası borsada 20 bin puana, faizde ise yüzde 25’lere doğru bir hareket izleyebiliriz. Döviz ise paritede çok ciddi bir değişiklik olmazsa eylül ayı ortalarına kadar olan süreçte bizim daha önce de vurguladığımız 1 milyon 400 - 1 milyon 500 bin lira aralığına çekilecek gibi görünüyor.
Tüm bunlar piyasa bakış açısından bakıldığında ortaya çıkan durum değerlendirmesiydi. Ama bakış açımızı değiştirip daha Türkiye’ye yakışır bir noktaya geldiğimizde durumu başka türlü analiz etmek gerekiyor.
Türkiye ekonomisi ve ekonomi bürokrasisi maalesef hele iç ve dış piyasalara güven vermekten uzak. IMF anlaşmasının bu kadar önemsenmesinin nedeni de sadece bu. Bizi kendi başımıza bıraksalar ne yapacağımız konusunda kimse emin değil. Bize güvenmiyorlar. Sadece başımızda sopayla bekleyen biri olursa işleri düzgün yapacağımız düşünülüyor. Haksız mı peki bunları düşünenler? Geçmiş uygulamalar maalesef haklı olduklarını gösteriyor. Yani ne kadar olumlu bir ekonomik performans sergilersek sergileyelim kötü şöhretimizi bir türlü üzerimizden atamıyoruz. Atmak için bir şey yapıyor muyuz? Bu sorunun yanıtını zaten biliyorsunuz.
Durum böyle olunca da IMF Başkanı Rato kalkıp yargı kararlarını eleştirebiliyor. “Bankalar hakkındaki yasal süreç Türk bankacılık sistemini kırılgan hale getiriyor” diyerek, Türkiye yargısı üzerinde baskı kurulmasına çalışılabiliyor.
Mükemmel bir macera romanı olmanın yanısıra uluslararası ekonomi ve siyasetin arka bahçesinde yaşananlar ve bu bahçenin sakinleri konusunda da dimağ açıcı ipuçları verir Tarvennian. Petrol ve dolarda neler oluyor sorusunu merak edenlere bu kitabı okumaların öneririm. Şibumi’deki şablonu hafif eğip bükerek bugüne rahatlıkla uyarlayabilirler...
Teknik açıdan bakıldığında ise...
Bu haftanın gündemine doların hızlı değer artışı ve petrol fiyatlarındaki yükseliş damgasını vurdu. ABD para birimi doların uluslararası piyasalardaki değer artışının ya da değer kaybının sadece ekonomik gerekçelerle ilgili olmadığını ABD yönetiminin siyasi tercihleri ile de ilgili olduğunu bilmeyen kalmadı. Bush yönetimi rekor seviyelere ulaşan bütçe açığını finanse etmek için iki yol kullanıyor; savaş ekonomisi ve düşük kur ile ihracat artışı...
ABD’de yapılacak seçimler sonucu Demokrat Kelly başa geçse bile bu politikanın bir anda tersine dönmesi mümkün değil. Ekonomik dengeler yerine oturana kadar Kelly yönetimi de, adım adım dozu azaltsa bile aynı politikayı uygulamak zorunda kalacak. Yani ABD dolarının seyrini takip ediyorken sadece ekonomik verilere dayanmak ya da ABD Merkez Bankası Başkanı Greenspan’in ne yapacağını kestirmeye çalışmak yeterli değil.
Ayrıca çıkartılan tüm gürültüye rağmen Kerry’nin seçimi kazanacağı da kesin değil. ABD’de yaşayan tanıdıklarımız, Bush’un özellikle de güvenlik endişelerini iyi kullanarak bu seçimi de alabileceğini konuşuyor. En azından sokaktaki hava bu yöndeymiş...
Petrol fiyatlarındaki artışı engelleyebilecek tek güç ise maalesef artık OPEC dışı ülkeler. Uluslararası Enerji Ajansı verilerine göre şu an OPEC üyesi ülkeler yüzde 90’lara varan bir kapasite ile çalışıyor. Yani son alınan üretim artışı kararı belki de bu yıl için son atımlık bir barut anlamına geliyor. Gerisi yok gibi. Üstelik bu artış en kısa zamanda devreye girse bile 40 doların üzerine çıkan petrol fiyatının bu yıl için tahmin edilen 28-30 dolar aralığına inmesi bir hayli zaman alacak. Üstelik Çin ve ABD kaynaklı devasa talep devam ediyor. Irak petrolünün yakın gelecekte dünya piyasalarına çıkması mümkün görünmüyor ve OPEC dışı petrol üretici ülkeler, Rusya gibi, ve bazı OPEC üyesi ülkeler, İran, Venezüella mesela, fiyatların seviyesinden bir hayli memnun. Bir türlü denkleştiremedikleri bütçelerinin finansmanı şimdi kolay yoldan gerçekleştirebiliyorlar.
Yani, dolar kurunda da, petrol fiyalarında da gidişatı anlamak için sadece ekonomik verilere bakmak bizi pek bir yere ulaştırmayacak gibi görünüyor.
Türkiye’de politika yapıcıların da muhakkak bunların farkında olmaları beklenir. Bu önkabulden hareketle şu noktaya varabaliriz. Her iki gelişme de yakından takip edilmek zorunda. Dolardaki yükseliş içerde kendiliğinden bir kur ayarlaması anlamına gelecek. Bu da bizi kara kara düşündüren cari açığın finansmanı açısından olumlu bir gelişme. Ama psikolojik etkisi yıkıcı olabilir Petrol fiyatları ise bu seviyelerde bir ay daha seyrederse bize maliyeti 1.5 milyar dolara kadar çıkabilecek.
Bu sabah itibariyle Avrupa piyasasında Brent türü hampetrolün varil başına spot fiyatı 41.6 dolara kadar çıktı. Düne göre iki dolarlık bir artış sözkonusu. OPEC’in üretim artışı kararı da henüz yürürlüğe konulmadığı için de yukarı yöndeki hareketi engelleyecek herhangi bir gelişme sözkonusu değil.
Türkiye 2004 yılı için petrole 5 milyar dolar harcamayı düşünüyordu. Kullandığımız petrol miktarı aşağı yukarı önceden tahmin edilebilir durumda. Ve bu yıl için de petrole varil başına ödeyeceğimizi tahmin ettiğimiz tutar da 30 dolar civarındaydı.
Oysa şimdi bu yükselişlerle birlikte, eğer fiyatlar bir an önce aşağıya inmezse ödeyeceğimiz petrol faturası çok daha yüksek olacak.
Bu fatura da Türkiye’nin ekonomik durumuna iki temel eksende büyük darbe vuracak. Öncelikle enflasyon hedefi. Hükümet bir süre ayak diremeye çalışsa da petroldeki fiyat artışını ister istemez bir fiyatlara yansıtmak zorunda kalacak. Şu ana kadar Türkiye’nin hedeflediği fiyattan yüzde 30 daha yüksek bir seviyeye ulaşan bu artışı, birebir olmasa da ciddi oranda fiyatlara yansıtmak zorunda kalacak.
Merkez Bankası Haziran ayındaki akaryakıt fiyat artışlarının temmuz enflasyonunu etkileyeceğini belirtmişti. Ayrıca banka hemen hemen her enflasyon açıklamasında enerji fiyatlarının enflasyon hedefi üzerinde risk oluşturduğunu söylüyor. Şimdi bu risk gerçeğe dönmüş durumda.
İkinci olarak petrol ithalatı cari açığı azdıracak. Şu anda bile petrol fiyalarının etkisi olmadan cari açıkta yıl sonunda 13-14 milyar dolar arasında rakamlara çıkılacak gibi görünüyor. Tamam uzmanlar bu cari açığın yönetilebilir olduğunu söylüyor ama üzerine eklenecek petrol faturası ile de aynı şey söylenebilir mi. bilmiyoruz.
Ekonomide herşeyi önceden kestirmeniz mümkün değil. Hiç beklenmedik alanlarda sorun çıkabilir. Bu da yaklaşık öyle bir durum.
Ama önceden kestirememiş omak hemen tedbir almanın önünde engel değil. Hele de başarılı programın sona ermesine sadece bir kaç ay kalmışken...
Riskleri şöyle sıralamak mümkün. Öncelikle geçen hafta açıklanan cari işlemler açığı ve bunun gelecek aylarda da artacağı yönündeki beklentiler son bir haftadır sıkıntı yaratıyor. Buna ek olarak da yaklaşık iki hafta sonra, 10 Ağustos’ta, yapılacak olan ABD Merkez Bankası FED toplantısından çıkacak faiz kararı ile ilgili endişeler geliyor. Fakat bunlar kısa vadeli gelişmeler.
Anlaşılan asıl sıkıntıyı bugüne kadar “kesin” gözüyle bakılan AB’den müzakere süreci alınacağı ve IMF ile 2005 yılında ilişkilerin hangi formatta yürütüleceğine ilişkin beklentilerin hala alacakaranlıkta olması oluşturuyor.
Yoksa faiz neden yüzde 27’ye dolar 1 milyon 500 bin liraya kadar yükselsin ki?
ABD’nin faiz artırımı ile ilgili beklentiler son bir haftadır gelişmekte olan piyasalardan para çıkışı yaşanmasına neden oldu. Ama görünen o ki bu çıkıştan en çok etkilenen ülke Türkiye oldu. Eurobondlarda dün yine ciddi bir satış gördük. Çünkü alacakaranlık sürüyor.
Cari işlemler açığının çok ciddi bir sorun olmadığını bir kere daha hatırlatmak lazım. Bu konu tartışılıyorken sık sık 2001 krizi ile bağlantı kurulmasına karşılık şunu söylemek gerek. Evet şu anki cari işlemler açığı rakamı 2001 döneminin üzerine çıkma eğilimi gösteriyor. Ama bu kez ekonomi büyüyor ve sabit değil dalgalı kur rejimi uyguluyoruz. İhracat ve turizm gelirleri de 2001’in çok çok üzerinde. Yani sıkıntıya en azından şimdilik gerek yok. Zaten yabancılar da aşağı yukarı aynı şeyi söylüyor. İşte önde gelen yabancı yatırım bankalarının Türkiye ve cari açıkla ilgili son raporlarından özetler.
Merrill Lynch
Yıl sonuna kadar 3-4 puan faiz indirimi gelmesini bekliyoruz. Ancak zamanlama belirsiz, Merkez Bankası’nın 2005 programı açıklanıncaya kadar beklemesi akıllıca. Yıl sonunda doların 1.520 ve cari işlemler açığının 10,7 milyar dolar olmasını bekliyoruz. Cari işlemler açığının finanse edilebileceğini düşünüyoruz, ancak bu düşünce hükümetin iç talebi yavaşlatmak için frene basacağı öngörüsünü de içeriyor. TL, bono ve borsa yatırım açısından çekici.
Deutsche Bank
Oysa benzer bir senaryoyu bir kaç ay önce de yaşamıştık. Yine piyasalarda takip edecek çok fazla iç gelişme yoktu, yine ABD ekonomisinin aşırı ısınıp ısınmadığını konuşuyorduk, yine FED'in faiz toplantısı vardı ve yine yabancılar dolar alıyordu.
Gerçi bu kez değişen yabancıların dolar alımının yoğunluğu... Bir önceki faiz artırımı sürecinden önce daha yoğun bir hareket sözkonusuydu, bu kez ise hareketin dalga boyu küçülmüş gibi görünüyor. Ama belli olmaz...
Belli olmamasının nedenini de yine kendimizde aramamız gerek. Eğer biz bu şekilde ABD ekonomisi ile ilgili gelişmeleri ve buradaki para politikası adımlarını “gereğinden fazla” önemsemeye devam edersek bunun yaratacağı psikolojik kırılganlığın sonuçları ciddi olabilir.
Bu arada hatırlatmamız lazım gelir ki, dolardaki hareket dün başlamadı. Geçen haftadan bu yana dolar uluslararası piyasalarda euro karşısında değer kazanıyor. Parite 1,2460 seviyelerine kadar yükseldikten sonra dün itibariyle 1,21 seviyelerine kadar geriledi. Şimdi uluslararası piyasalarda 1,21 seviyesinin aşılıp aşılmayacağı yani doların daha fazla değer kazanıp kazanmayacağı tartışılıyor. Genel beklenti ise 10 Ağustos’taki faiz kararının ardından euronun yeniden değer kazanmaya başlayacağı yönünde.
Bu arada içerde de vergi ödemelerine bağlı olarak dolar satışı devam ediyor. Eğer bu satışlar olmasaydı kurun daha hızlı yükseldiğini görebilirdik. Vergi ödemeleri için gelen dolar satışları bu Cuma itibariyle sona erecek. Bu durumda FED’in 10 Ağustos’taki toplantısına kadar kurun sadece dış etkenler altında kalacağı bir 10 gün olacak karşımızda. O zaman kur parite bazında biraz rahatlasa bile içerde yükselmeye devam edebilir.
Ama yatırımcıya bir uyarıda bulunmak lazım. Tıpkı bu yılın ilk FED faiz artırımında olduğu gibi kararın ardından dolar hızla değer yitirebilir. Bu seviyeden dolar alanların da eli yanabilir. Unutmayın para hareketlerinde geçen yıldan çok farklı bir ortam mevcut değil.
Hükümet 2004 yılında da ekonomik programı hemen hemen eksiksiz uygulayarak öngörülen hedeflere ulaşma konusunda önemli bir çaba sergiledi. Tamam her alanda başarılı olduğunu söylemek mümkün değil, örneğin istihdam artışı sağlanamadığı gibi işsizlikte bir artış bile izledik. Özelleştirmede yaşanılan sıkıntıları bir kere daha anlatmaya gerek bile yok.
Ama Cuma günü açıklanan cari işlemler rakamları açıkçası cınımızı sıktı. CNN Türk ekonomisti Aslı Alper rakamları ve ayrıntılarını çıkardı ve karşımıza şöyle bir tablo çıktı:
- Mayıs ayında cari işlemler dengesi 1 milyar 580 milyon dolar açık verdi.
- Böylece, ilk beş ayda cari işlemler açığı 8 milyar 811 milyon dolara ulaştı
- Hükümetin yıl sonu için 7, 6 milyar dolar olan hedefi de ilk beş ayda aşılmış oldu.
- 12 aylık bazda kümülatif bakıldığında, cari işlemler açığı 11, 3 milyar dolarla, tarihi bir zirvede.
- Ekonomistlerin yıl sonu cari işlemler açığı beklentileri 11-13 milyar dolar aralığında.
Artık bugünden sonra gelecek haftanın gündemine göz atmamız gerekiyor. Çünkü gelecek hafta Türkiye açısından bir çok önemli olayla dolu olacak. Hem ekonomide hem siyasette...
Dışbank Ekonomik Araştırmalar’ın hazırladığı ajanda bu konuda bence ciddi bir başvuru kaynağı. İşte bu araştırmadan gelcek hafta ve ağustos ayına ilişkin önemli başlıklar
+ Erdoğan’ın İran ziyaretinde ticaret ve güvenlik sorunları ele alınacak
Siyaset cephesine baktığımızda Öncelikle Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın İran’a gerçekleştireceği ziyaretin konuşulacağını söylememiz gerekiyor. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın 27-29 Temmuz arasında İran’a yapacağı resmi ziyarette, güvenlik ve ticaret konuları gündemde olacak. Geçtiğimiz hafta içerisinde İran’ın Türkiye Konsolosu Firuz Dovletabadi, Erdoğan’ın ziyareti sırasında PKK-Kongra-Gel’in terörist örgüt ilan edileceğini söylemişti. Bunun yanında Kuzey Irak’ta bir Kürt devletinin kurulması ihtimali karşısında ortak bir tutum oluşturmanın da görüşmenin önemli bir maddesi olacağı düşünülüyor. Bir diğer konu ise Türkiye’nin İran’dan aldığı doğalgazın fiyatı olabilir. Son dönemde bu konudaki anlaşmazlık büyük ölçüde giderilmişti. Bu arada İran ile son dönemde Turkcell’in İran’daki tek mobil telefon servisi hizmetini üstlenmesi ve Tepe-Akfen’in Tahran’daki havaalanı inşası da gündeme gelebilir.
+ AB üyeliği için kulis çalışmalarına devam. İspanya Dışişleri Bakanı Moratinos Türkiye'de
İspanya'nın yeni Dışişleri Bakanı Miguel Angel Moratinos, Pazar günü Ankara'ya gelerek Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'le görüşecek. İspanya'da Mart ayında yapılan seçimlerde iktidara gelen sosyalist hükümetin Türkiye'nin AB üyeliğine destek verdiği belirtiliyor.
+ ABD’de büyüme ve enflasyon rakamları takip edilecek
Önümüzdeki hafta ABD'de Haziran ayında dayanıklı tüketim malı raporu, Temmuz ayı Şikago Satınalma Yöneticileri Endeksi ve Tüketici Güven Endeksi yayınlanacak. Bunun yanında ikinci çeyrek istihdam maliyetleri ve GSYİH büyümesi de açıklanacak.