Paylaş
“Kızı sen isteyeceksin” dediklerinde kız istemenin deveye hendek atlatmaktan zor olduğunu fark etmiş, çeneme o kadar güvenmeme rağmen “ya... Allah’ın emri, Peygamber’in kavliyle... ile başlayan cümleyi doğru dürüst kuramazsam...” diye günlerce dertlere düşmüş, sonunda Deniz’e “Kızı istemek yerine kaçırsak mı...”diye teklifte bulunmuştum. Hali ile Deniz teklifi yememişti. Kız istemenin zorluğunu sizinle paylaşmıştım. (19.07.09)
* * *
Neyse ki, ben 19 Temmuz’da kızı isterken cümleyi üç denemede bitiremeyince kızın babası anlayışlı çıktı, “Boşuna ıkınmayın, ben ne demek istediğinizi anladım!” diyen gözlerle bana baktı ve “Verdim kızı!” dedi de kızı isteme faslını hayırlı bir sonuca bağladım.
Ancak, her daim vesvese ile yaşayan ruhum üç gün sonra bu sefer “Kızı verdiler ama ya sonradan vazgeçerlerse!” diye haykırarak kendisine telaş edecek yeni bir konu buldu. Bu sefer Neriman’ın başının etini yemeye başladım. “Şu nikâhı bir an evvel kıyalım da ne olacaksa olsun!” Neriman her ne kadar “Neden vazgeçsinler ki!” diyerek beni yıldırmaya çalışsa da ben direndim. Sonunda da “Belki bu sefer başka vesvese edecek bir konu bulamaz” diye düşünerek nikâhı bir an evvel kıydırmaya herkes razı oldu.
Elif ile Deniz’i 24 Eylül’de everdik. Elif de, eşim Neriman da yurtdışında çalıştığı için nikâh Roma’daki Büyükelçiliğimizde kıyıldı.
Düğüne anne ve babalar, iki adet yenge ve bir adet dayı, New York’tan avdet eden ufak oğlum Eren, Neriman’ın Londra’dan gelen yeğeni Serra, çocukların birkaç adet kankası, Elif’in ablagilleri, çocukları ve tabii ki, papyonunun boyu kendi boyuna yakın Ömer katıldı.
Nikâh töreni sırasında bana hiçbir iş düşmediği için rahattım. Tören başlamadan önce eksikleri gözden geçiriyormuş gibi yapıp, karıma “Bana ne görev düşüyor?” diye sorduğumda “Yeter ki sen sus, başka bir görevin yok!” diye cevap alınca bu sefer susmanın ne kadar zor olduğunu keşfettim ama susmayı da becerdim. Neriman’dan aldığım en önemli derslerden birisi o “Sus!” deyince ağzımı iki elimle kapatma pahasına susmayı becermektir.
Daha evvel oğlunu evlendiren ve beni de, Neriman’ı da iyi tanıyan bir arkadaşıma düğün hazırlıkları sırasında hangi konularda yardımcı olabileceğime dair akıl danıştığımda ondan “Sen Neriman’a gölge etme başka ihsan istemez” diye akıl almış, bu aklı da gereği gibi kullanmıştım. Ancak, Neriman kendisi haldır haldır koştururken saygılı durağanlığımı “araziye uymak” olarak yorumladı. Kendisine pasif yardımda bulunduğuma ikna olmadı.
Varsın o ikna olmasın, yine de hiçbir sorumluluk almayarak kayınpeder olma sorumluluğunu yerine getirdiğime kendimi ikna ettim!
* * *
Nikâh Büyükelçiliğin muhteşem binasında, bize candan yardımcı olan yetkililer tarafından kıyıldı. Maslahatgüzar Kaya Bakkalbaşı her türlü kolaylığı sağladı. Gazetemizin Roma Temsilcisi Reha Erus’un nikâha benden çok emeği geçti.
Törenden sonra Ömer çikolataları afiyetle mideye indirdi. Deniz’in bacanağı Hüseyin itina ile Türkiye’den getirdiği rakıyı mideyi bozduğu için içemedi. İtalya’ya turistik gezi yapan rakı gerisingeri Türkiye’ye döndü. Elif’in kankası Gül takılar takılırken “damadın dayısından geline...” minvalli bağırarak muhteşem bir çığırtkanlık yaptı. Eren ve arkadaşı Burak saatlerce resim çekti. Tabii ki, her zamanki gibi Neriman her türlü organizasyonun altından kalktı. Ayrıca misafirleri bol bol gezdirdi.
Ben ise kafayı bulduktan sonra “Eren sıra sana geldi!” diye sataşınca Neriman’dan sonra bir de küçük oğlandan zılgıt yedim. Kayınbirader Fatih ile yüzüncü defa memleketin kurtarılma yöntemi üzerine anlaşamamayı becerdik.
* * *
Ancak yine de en şanslı ben çıktım. Artık, iki oğlum, bir kızım var!
Paylaş