Ceren Şehirlioğlu

Bir sezon böyle geçti

2 Haziran 2013
İyilere veda edip, ‘eh’lerle devam ediyoruz. 2012-2013 sezonu final ayına giriyor.

Batan dizilerin enkazına gömülen yayın döneminin anatomisi aşağı yukarı şöyle:

Muhteşem Yüzyıl, Meryem Uzerli ve Osmanlı tutkusuMuhteşem Yüzyıl iyi bir dizi değil, iyi bir fikir. Belki de son zamanların en hak ettiğinden fazla değer biçilen işi. Yaratıcılığın tükendiği yerde Osmanlı hazinesinin kapısını açmasıyla Türkiye televizyon tarihi için mihenktaşı olsa da iyi bir tarihi epik olmaktan çok uzak. En önemli silahı, Meryem Uzerli’nin harika Hürrem’iydi. Onu da 100’üncü bölüm itibariyle şaşaalı bir skandalla kaybetti. Timur Savcı’nın ve Uzerli tarafının açıklamaları bir yana, dizinin bir sezon daha genç Hürrem’siz uzayacak olması sezonun en ‘meh’ haberlerinden biri. İşin kötüsü Muhteşem Yüzyıl’ın açtığı kutudan ‘Son Osmanlı’, ‘Osmanlı’da Derin Devlet’, ‘Harem’ gibi türlü türlü rüküş dizi çıktı. Ekrandaki ağdanın temizlenmesi için önümüzde uzun yıllar var gibi görünüyor.

Show TV’nin çöküşüZaten hiçbir zaman ‘kalitenin adresi’ filan gibi bir iddiası olmadı. Yine de epey parlak günler gördü Show TV. Acun Ilıcalı’nın rüzgârıyla değirmeni döndürdüğü yıllar, ‘Adını Feriha Koydum’un AB izleyicisini esir ettiği günler uzak değil. Hiç olmadı Pis Yedili, Cennet Mahallesi ve Doktorlar tekrarları, Saba Tümer’in kahkahası filan idare ediyor derken, TMSF el koydu. Şimdi yapımcıların kara listesinde, çalışanların tutunacak bir dal bulur bulmaz kaçış planında. Elindeki Aşk Emek İster, Her Şey Yolunda Merkez gibi zamanın ötesinde diziler de kanalı kurtarmaya yetmez. Show TV dertli geçirdiği sezonun yaralarını gelecek yıl sarmaya çalışacak.

Üç talihsiz vedaBehzat Ç., İşler Güçler ve Kuzey Güney bu sezonun ağır kayıpları oldu. ‘Tadında bırakmak’ işin şanından olsa da devam eden pek çok işi sezon sezon katlayacak kadar iyi oldukları bir gerçek. Behzat Ç. raconu bozmadan rakı masasından kalktı, Kuzey Güney’in düğümü dört bölüm sonra çözülüyor, İşler Güçler çok rahat bir sezon daha gidebilecekken geçen hafta düğün dernekle veda etti. Son yılların en iyi iki dramını ve en taze, parlak, akıllı komedisini kaybederek yeni sezona giriyoruz.

Acun Ilıcalı İmparatorluğuShow TV’nin çöküşü biraz da Acun Ilıcalı’nın acı ayrılığıyla başladı. Survivor, Yetenek Sizsiniz ve O Ses Türkiye’den oluşan üçlü paket, bugün her TV kanalının ağzını sulandırıyor. Acun Ilıcalı son beş yıldır imparatorluğa oynuyor. Star TV transferi taht oyunlarını kazandığının ilanı oldu. Bundan sonraki yıllar reality/yarışma/yabancı format televizyonculuğu tacını kimselere kaptırmaz. Bu krallık televizyonu da aşıp daha çok genişler.

ATV’nin fiyaskolarıATV bu yıl bol bol rüküşlüğe imza attı. Krem, Yağmurdan Kaçarken ve Tozlu Yollar gibi şakalara maruz kaldık. Tozlu Yollar gibi aşırı iddialı dönem dizileri altı bölüm dayandı, Adnan Menderes’in hayatını anlatan ‘Ben Onu Çok Sevdim’ metresli tanıtım polemiğine kurban gidip başlamadan şutlandı, Tamer Karadağlı’nın yarışması ‘Güven Bana’ reyting pastasının tadına bile bakamadan oyun dışı kaldı. Sezonun en ses getiren işi ‘Huzur Sokağı’nın tartışmalı başarısının arkasında da kanalın hiçbir katkısı yoktu. ATV’nin fiyaskolarla geçen sezonda tek zaferi Karadayı, onurunu kurtarmaya yeter mi şüpheli.

Gelen gideni aratır mı?2013 sezonunu kapatırken, yeni yılın haberleri de hızla düşmeye başladı. Yeni sezonda kaybettiğimiz iyilerin yerini doldurma potansiyeli olan birkaç dizi dikkat çekiyor. Star TV’nin ‘Yadigar’ı bunlardan biri. En azından kadro (Uğur Yücel, Fatih Artman, Binnur Kaya, Gökçe Bahadır) umut verici. Sevgi Yılmaz’ın senaryolaştırdığı Çalıkuşu uyarlaması da iyi bir kadın oyuncuyla yeni neslin Feride’sini yaratabilir. Bol klişe kokan, plastik projeler arasında da bir ‘O.C.’ uyarlaması (sene olmuş 2014), bir de Kavak Yelleri taklidi (Yaban Çiçeği) var. Önümüzdeki sene, bu karışık yılı mumla arar mıyız, yazın efervesan aşk hikâyeleri bitince belli olacak.

Yazının Devamını Oku

3+1: Mahallenin yeni çocukları

26 Mayıs 2013
Eser Yenerler, İbrahim Büyükak ve Oğuzhan Koç, cumartesi geceleri Star’da yeni bir gece şovu deneyiminin peşinde.

‘3+1’, ilk heyecandan sonra sadeleşip, gereksiz oyuncaklarından kurtulursa ekranda önemli bir boşluğu doldurma potansiyeline sahip.

Gece şovlarıyla tanıştığımızdan beri iki ekolden şaşmadık. Biri Beyazıt Öztürk’ün gelenekçi, misafirperver, klasik çizgisi, diğeri Okan Bayülgen’in hırçın, ayarcı, marjinali ana akıma katan üslubu. Beyaz Show, konuklarına övgü üzerine kurulu (en uyduruk popçu bile “O bir hit makinası!” diye davet edilir) saygıdeğer bir eğlence programı olsa da Okan Bayülgen’in feodal düzene isyan edip kurduğu asi krallık her zaman daha dikkat çekicidir. Şöhretleri hasetimizle büyüttüğümüz için, onlara birinin bizim yerimize ‘aptal’ demesinden sıcacık bir zevk duyarız. Aynı şekilde, Bayülgen yıllarca telefonla arayan kadıncağızların gerzek ‘Okancııım’ kikirikliğinin suratına telefonu kapadığında da ‘Ne ayıp’ diyenin bile içinin yağları erimiştir.
Bu ikilinin kurduğu dünyanın dışına çıkmak isteyenin ömrü hep kısa oldu. Şahan Gökbakar 2006’da ‘Kime Diyorum Ben’le Conan O’Brein/Jimmy Fallon/Jay Leno ekolüne biraz Okan Bayülgen, biraz Dikkat Şahan Çıkabilir katarken arada kaldı. Konuklarını ne sevdi, ne dövdü. Ayarları, fiziksel kusurlar ve cinsel imalar seviyesinde kaldı. Ceyhun Yılmaz, Bayülgen’i taklit ederken Beyaz neşesindeydi. Sıradanlığın ötesine geçemedi. Sonuçta alternatifsizlik bizi orijinal ikiliye mahkûm bıraktı.

ÜÇ BEKÂR ADAM NE KONUŞUR?
Geçen hafta başlayan ‘3+1’ ise bu döngüyü kırmak için umut veriyor. Bir kere, ünlü konuğun kötü şarkısını, yeteneksiz oyuncunun nasıl rolüne hazırlandığını dinleme çilemiz bitmiş görünüyor. Yıldızların sırtında ayakta duran bir şovdan çok, hostların hayatıyla ilgiliyiz. Hem de fazlasıyla. Zaten çocukluk arkadaşları Eser, İbrahim ve Oğuzhan ‘Entourage’ının da yakalamak istediği samimiyetin buradan güç alacağı da anlaşılıyor. Bu üç bekâr adam, gerçekten programın formatını çalışırken hayal ettikleri gibi stüdyoda ev havasını yakalayabilir. FIFA oynarken nasıl konuşuyorlarsa, eve kebap ısmarlayıp maç izlerken hangi ortamdalarsa, pazar sabahı cumartesi gecesinin gerzek ve taş kızlarla dolu kritiğini nasıl yapıyorlarsa o soğuk stüdyoyu öyle ısıtacak dozda muhabbet döndürme potansiyelleri var. İlk programın heyecanını, ‘çok heyecanlıyız’a fazla fazla vurgu yaparak toparlamaya çalışmalarında da bu sebeple hiçbir sıkıntı yok. Hakikaten, bu programın yayına girmesinin aşırı sevinilecek bir hayal olduğuna onların içten sevinciyle ikna oluyoruz. Eser Yenerler’in terlemesinin üzerine dönen uzun esprilere gülebiliyoruz. Oğuzhan’ın yakışıklı kontenjanından tutukluğunu, İbrahim’in şişman slotunda hafifliğini, Eser’in arkadaşlarını parlatmak için verdiği nazik çabayı anlıyoruz.
‘3+1’in dönen stüdyo platformlarına, ‘şöhret basamağı’ gibi oyuncaklara, yan oda, arka oda, üst kat gibi numaralara ihtiyacı yok. Özellikle ‘Çok Güzel Hareketler Bunlar’ın küflü tortusuyla programın ferahlığını boğan o zorlama skeçlere hiç gerek yok. Bu üçlü çok rahat, seyircinin enerjisini doğaçlama şakalara çevirebilir.  İlk canlı programın iştahı geçtikten sonra, ‘fazla mal göz çıkarmaz’, iki skeç iki saatin emniyet süpabı olur düşüncesini hissetmezsek, özünde istedikleri sade ev muhabbetine güvenle yaslanırlarsa, ‘3+1’ Türkiye televizyonunda yıllardır kırılmayan ikili hâkimiyete iyi bir alternatif olacak. Program sonundaki özeleştiri bölümünde kendilerine bu kadar sert davranmalarına da hiç gerek yok. Şımardıkları, eğlendikleri için özür dilememeliler. Spontane neşe, programın havasının bir parçası, övgüyü de statükonun karşısında yeni bir şeyi samimiyetle kotardıkları için bolca hak ediyorlar.

Yazının Devamını Oku

Survivor’ın kızları fasulyeden mi?

19 Mayıs 2013
Acun Ilıcalı, ABD’de 26 sezondur devam eden Survivor’ın kurallarını ‘ham Türk kızlarına’ göre yeniden yazdı. Bizim Survivor tam Türk işi. Zor mu geldi, bu oyunu geçiyoruz!

Fatmagül, geçen hafta narin bedenini, Adriana Lima’ya kaçan ceylan bakışlarını, dalga dalga saçlarını alıp yarışmadan ayrıldı. Böylece atlayamadığı engeller, kaldıramadığı kum torbaları, yüzemediği mini havuzlar adanın Amazon kızlarına kaldı. Irmak da hikâyeden silinirse, belki Bennu ile Duygu, kaslı oğlanlar, Ümit Karan ve huysuz Dağhan’la aynı seviyede yarışabilir.
Survivor’ın orijinali bizimkiyle aynı anda ABD’de CBS kanalında yayımlanıyor. Sunucu Jeff Probst 13 yıldır, yarışmacılar oyun alanına gelirken bile aynı cümleyi söylüyor (‘Come on in guys!’). O çirkin dokunulmazlık heykelciği, rüküş kolyesi, ağaç kovuklarına sıkıştırılan sürpriz notların fontu bin senedir aynı. Acun Ilıcalı’dan elbette böyle statik bir şey bekleyemezdik. O bizim kımıl kımıl canımızı bilir, ciğerimizi okur.

BİZDE KURAL YOK

Bizim Survivor’da gerçek vahşi yaşam kuralları geçerli. Yani kural yok. Felsefemiz ‘kervan yolda düzülür’. Survivor oyuncakları ve kuralları formatı gereği ne kadar net çizgilerle belirlenmişse, Ilıcalı da bu sınırları esnetmekte o derece kararlı.
Mesela, fazla uzun süren bir oyunu “Evet arkadaşlar, hava çok sıcak 5’te bitiriyoruz” diye kesebilir. Birkaç hafta önceki gibi, “Tahta boyunluklar ağır geldiği için bambuyla değiştirdik” diye hop çözüm üretir. Yorulan çıtıpıtı kızlarımıza “Kızlar alttan sürünmeyecek üstten geçecek” diye şefkat gösterir. Sadece oyuncakların işlevine, yarışmacıların beceriksizliğine değil, yarışmanın özüne de hükmü var elbette. Bize uymayan ne varsa, kıvrakça bir yol uydurulur.
Son iki sezondur yaptığı gibi gidecek yarışmacıyı gönderme gücünü Acun’u Acun yapan halkın eline vererek Survivor’ı Survivor yapan ‘isim yazma stratejisi’ni bitir mesela. Amerikalılar gerzek gerzek kendi aralarında didişip, şeytanı kıskandıracak sinsiliklerle kimi göndereceklerini saatler süren ince hesaplarla belirlerken, biz şak diye sıcak kanepemizden “Hmm Fatmagül gitsin’, ‘Bozok’tan çok sıkıldım. Güle güle!” filan diye mesaj atabiliriz. Tabii, Survivor’ın kalbini, amacını, özünü oluşturan motivasyon, yani adada son kalan adam olmak için sadece bilek gücüyle değil, akıl oyunlarıyla da ayakta kalma kısmı artık yoktur ama sorun değil. Biz “Hiç kimsenin gitmesini istemem tabii” diye sızlanan iyi yüreklilerin kaderini çizmenin hazzıyla kabarırız.
Öte yandan, ‘Ay çok zor’ diye sızlanan kızlar yüzünden mi ‘denizkızı’ Irmak’a, aslan parçası Bennu’ya, o müstehzi sırıtışla bir sırtlanın kararlılığında dağları aşacak Duygu’ya fasulyeden muamelesi yapılır? İki turluk oyun bire, 10 kilo beşe, engel düzlüğe dönüşür? Kimse de çıkıp bu Amerikalı kızlar steroidli mi aynı hendekten zıp zıp atlıyorlar diye sormaz. Bizim kızların kaslarının hurma kıvamında olduğu önkabulü Acun Ilıcalı’nın yargısı mıdır, Türk kızının dizini kıvırıp evinde oturmasının bir sonucu mu?

Yazının Devamını Oku

Seksi kes, burası Türkiye

12 Mayıs 2013
Son araştırmaya göre İngilizler televizyonlarındaki seks dengesinden memnun. Bizdeyse ‘televizyonda seks’ diye bir şeyden söz etmek bile mümkün değil ama mütemadiyen rahatsızız. Yatay öpüşmenin sevişme olduğu sahneler ‘olay’ olmaya devam ediyor.

İngiltere’de Ofcom, her yıl izleyici davranışlarını inceleyen bir anket yapıyor. Son anketin sonuçları ilginç. 2005’ten bu yana seyircinin ekran karşısında huzuru üç katına çıkmış. Ekranda şiddetten, küfürden, cinsellikten en çok rahatsız olan 65 yaş üstü bile ‘televizyonda seks’ dengesinin iyi olduğunu düşünüyor. Bu hem ulusal kanalların muhafazakârlaşmasıyla hem daha ‘yırtık’ programların gençlere hitap eden niş kanallara kaymasıyla, bir yandan toplumun liberalleşmesiyle açıklanıyor (televizyon kapanırken, izleyenin açılması da ayrı bir sosyolojik muamma).
İngilizlerin dert etmediği yayınlar arasında The Politician’s Husband’daki anal seks sahnesi, Some Girls’ün aşırı detaylı ergen sevişme muhabbeti ve Inbetweeners’ın hemen her bölümde bir rezillikle sonuçlanan erotik ilişkileri var. Hatta Channel 4’un bir aralar yayımlanan reality show’u ‘More Sex Please, We are British’ (Daha çok seks lütfen, biz İngiliziz) pek sıkıntı yaratmamış görünüyor.
Ama bunlar bizi fazla ilgilendirmez, çünkü, evet, onlar İngiliz. Biz fazlasından değil, hiçliğinden doğan çarpıklıktan mustaribiz.
80’lerde, Banu Alkan’ı parmak uçlarında havuz kenarında kakao yağlı bedeniyle kırıtırken izleyen kuşak, kafası arabanın camına sıkışık tecavüze uğrayan Müjde Ar’ı izlemekten sadistçe zevk alan erkekler büyüdü. Ve hepsi çok ahlaklı adamlar oldular.
Saçlarını kelebek tokayla Serpil Çakmaklı gibi toplayan kadınlar asla sevişmeyen çok namuslu âşıkların hikâyesini yazıyor şimdi.

BİR DUŞ SAHNESİ CİNSEL SAĞLIĞIMIZI BİTİRDİ

RTÜK’ün dayattığı ahlak değerleri sevişmeyi bir çarpıklığa, görüldüğü anda çocukların ve gençlerin zihinsel gelişimine elektro şok etkisi yapacak korkunç bir olaya dönüştürdü.

Yazının Devamını Oku

Şefkat Tepe’nin çocuk hayranları

28 Nisan 2013
Tepe’ye barış geldi, reytingler coştu. Dizi geçen hafta ‘total’de yine az farkla ikinciydi. Fakat Sungurlar Timi’nin ‘kahramanlıklarını’, hain pusuların vahşetini merakla bekleyen kitlenin yaş ortalaması ürkütücü.

Samanyolu TV’nin hit’i Şefkat Tepe, hiçbir kurgusal kurala takmadan, ilkel bir senaryo, öğrenci filmi düzeyinde sanat yönetimi, unutulan efektler, 90’ları yankılayan berbat bir seslendirmeyle zirvede. Çünkü onun için her cumartesi heyecanla ekran karşısına kurulan kitlenin böyle süslü beklentileri yok. 107 bölümdür içerdiği nefret söylemi, düşmanlığı yücelten anlatımı, ayrımcı dili tartışılmasına rağmen, hayranlarının bunu pek salladıkları da yok. Hatta tüm bu tartışmalar daha ateşli taraftarlar yaratıyor. İyilerin ulu Türk kahramanları, geri kalan herkesinse şeytandan kötü olduğu bu absürd dizi, sıcağı sıcağına gündemi hikâyeye taşıyor. Uçak mı düşürüldü, milletvekili mi kaçırıldı, şehit haberi mi geldi anında Şefkat Tepe’nin senaryosunda. Şimdi de doğal olarak Tepe’de barış rüzgârları esiyor. Ama bu hain ortamda, bunun ılık bir meltem olmasını beklemek budalalık olur.
Senarist Ali Samim Noyan ve ekibi son bölümde yeni düşmanları belirlemiş: Barış sürecini baltalamak isteyen Savama Ajanları ve Kürt İntikam Tugayı. Bunlar elbette insanlık dışı kötülükle bezenmiş ruh hastaları. Sadece bir köyde barış kutlaması var diye “Burada aptal bir sevinç var! Orayı yerle bir edelim ahahah!” diye salyalanıyorlar. Sonra da parkta bir gezinti gibi kolay çekilen katliam sahneleri başlıyor. Babalar minik çocuklarının önünde ölüyor, insanlar kurşuna diziliyor, roketatarla cesetleri saçılıyor, kaçan kadınlar sırtlarına saplanan kurşunla yerlere yığılıyor, kan gövdeyi götürürken Sungurlar Timi her zamanki gibi geç kalıyor. (‘Sungurlar geç kaldı’ da ‘Hayim düştü’ gibi bir şey).
Cyborg maskeli Naza Komutan’ın önüne geleni indirmesi, çok korkulan Serdar Komutan’ın dağlara taşlara kısık kısık bakıp durması, Aslı denilen bıdık insanın her sahnede bir aşağı bir yukarı kayan savaş boyaları, rimelli gözlerindeki hülyalı dalgınlık ve boyundan büyük silahıyla pıttırı pıttırı ekibe yetişmeye çalışması, reyting ölçümlerine göre 5-11 yaş grubuna pek sempatik geliyor.
Bu, dizi için açılan onlarca Facebook sayfasında da rahatlıkla izlenebilecek bir resim. “Elimde olsa Yeter lafını lügatten sileceğim’ diye ağzı köpüre köpüre Kürtleri döven Kordon Celil, dokuz yaşındaki çocukların idolü. sekiz yaşındaki kız çocukları Sungurlar Timi ya da Şefkat Tepe ‘fan page’lerinden Mert Abi’lerinin (Komutan Serdar) doğum gününü kutluyor. Şehit babasının mezarı başında çektirdiği fotoğrafını profil resmi yapan Özgür, komando üniformasıyla poz veren küçük Muhammed yeni bölüm fragmanını ‘like’lıyor.
Cep telefonuyla yüzünde ışığı patlata patlata ‘çok güzel çıktığı’ bir resmini koyan ergen Burcu, Şahin’in (Şahiyn) öldüğüne inanmadığını, hararetle uzayan yorum kutusunda paylaşıyor. Üçüncü sınıf öğrencisi Kübra coşkuyla “Mert abiii çok qarizmasııınnn!!” diyor.
8-10 yaşlarındaki Ökkeş ve Ogün araya karışan Necati Şaşmaz aforizmalarını (Allah’tan korkmayandan korkumuz yoktur) beğeniyor.
Ve bu çocuklar her hafta oturup en ağır Vietnam filminde olmayacak intikam duygularıyla katledilen insanları izliyor. Prodüksiyonun biraz daha parası olsa kopan uzuvları vıcık vıcık gözümüze sokacaklarından da hiç şüphe yok.

Yazının Devamını Oku

Birol Güven Cumhuriyeti

21 Nisan 2013
Zekâmızın fındık, bilgimizin ilkokula kadar olduğunu varsayanların yarattığı televizyon ortamı, kurak toprakları seven hükümdarlar yaratıyor. Birol Güven şu anda ekrandaki üç işiyle, çöken düzeninin ganimetini ustaca topluyor.

Son 10 yıldır televizyonda ‘Birol Güven etkisini’ yaşıyoruz. ‘Çocuklar Duymasın’la coşan ‘Geleneksel Türk Ailesi’ dayatması, klişelerin arka arkaya sıralanmasından oluşan sitcom üslubu, karton karakterler, kamu spotuna dönüşen anlatım, Birol Güven’in ‘Made in Turkey’ (MiNT) damgasını gururla taşıyan işlerinin alametifarikası.
Güven 2003’ten bu yana tuhafça idealist, modern gelenekçi, muhafazakâr şehirli bir kimliğe büründü. ‘Çocuklar Duymasın’ın Meltem’i Pınar Altuğ’un aşk hayatı karışınca, alelacele, üstelik muzaffer bir edayla diziden kovalayıvermesi hâlâ hafızamızda.
Meltem’i yılın annesi seçenlere karşı bu pirüpak Türk kadınının namus bekçiliğine soyunmuş, kadere bakın ki, bir yıl sonra taş fırın erkeği Tamer Karadağlı daha beter bir ‘skandala’ dolanınca ‘oyuncumuz, sahip çıkarız’ demekle yetinmişti.

GÜVEN’İN YÜCE AİLE MİSYONU

O gün bugündür Birol Güven kutsal Türk aile yapısını yüceltme misyonunun peşinde. Aman boşanmayalım, aman bir ahlaksızlığın peşine düşmeyelim, aman komşuları utandırmayalım diye ilhamlanıyor.
Bu steril yaratıcılık süreci son yılların sıradanlıkla coşan ortamında iyice perçinlendi. Kendi sözleriyle ‘Türk ailesinin utanmadan rahatlıkla izleyebileceği diziler’ yapan Güven, herkesin ürktüğü, herkesin sustuğu, herkesin vasatın kucağına yattığı gri ekranda Samanyolu TV’deki ‘Evlilik Okulu’, Show TV’de yeni başlayan ‘Aşk Emek İster’ dizileriyle zamanın ruhunu nefis sağıyor.
Onun stiline özgü tekdüzelik, kötüye iyice alışan, beğenisi küçümsenen izleyicinin prime time rejimine ‘cuk’ oturuyor.

Yazının Devamını Oku

Türkiye’nin D Listesi

14 Nisan 2013
Ünsüz ünlülerin bir gram daha şöhret için türlü numaralarını, bütün kozlarını, tek şanslarını kullandıkları bir yarışma daha başladı. ‘Ben Burdan Atlarım’, ‘D- Listesi’nde dibe çakılmamak için verilen savaşın resmi.

Dial-a-star.com ışığı sönmüş yıldızların yeni kolay para kapısı. Kurucusu Gina Rodriguez, birtakım reality yıldızlarını, başarısız sporcuları, model/metresleri, eş durumundan ünlüleri sevenleriyle (ya da sevmeyenleriyle) buluşturuyor. Mesela Lindsay Lohan’ın annesi Dina Lohan ile bir telefon görüşmesinin dakikası 25 dolar. Biraz daha şöhret seviyesini düşürüp babasıyla idare ederseniz 18 dolara Michael Lohan ile konuşabiliyorsunuz. Bu servis, üç kuruşluk tanıtıma, ucuz reklam çekimine muhtaç D-Listesi ‘ünlülerini’ haftada 3000-4000 dolar gibi bir ferahlığa kavuşturuyor. Karşılığında birkaç dakika küfür dinlemeniz, telefon seksi yapmak isteyen garip adamlara katlanmanız, cevabını asla veremeyeceğiniz sorulara maruz kalmanız gerek. Ama sorun değil. D-Listesinde paraya, şöhrete giden her yol mübah.
Bu liste meselesi New York Times yazarı James Ulmer’in buluşu. Ulmer, Hollywood yıldızlarının kârlılığını ölçme üzerine kariyer yaptı. Bir yıldızın yer aldığı projede stüdyosuna ne kadar para kazandıracağını hesaplamak için bir ölçüm yöntemi geliştirdi. ‘A-List celebrity’ denilen büyük yıldızlarla, D hatta Z listesindeki hayat arasındaki uçurumun matematiğine ‘Ulmer Ölçümü’ deniyor kısaca. Yani Angelina Jolie ve Brad Pitt okulun en popüler çiftiyse, Jersey Shore Snooki’nin onların masasına oturmak için ömrünü feda etmesi gerek.
D-Listesi Hollywood’un acımasız kast sisteminde hep hor görüldü. Tırmaladıkça battı, her yüzüne tanımadan bakan insanla biraz daha yıkıldı, dibe çöktü. Ama acı günler nihayet geride kaldı. Son yılların reality şov/yarışmaları onların kurtuluşunu müjdeliyor.
ABD’de koskoca bir endüstri ünsüz ünlülerin küçük hayatlarını paraya çevirme üzerine kurulu artık. Real Houswives, Football Wives, Mob Wives, Teen Mom, Dancing with the Stars gibi onlarca program bu parlamayan yıldızları baştacı ediyor. Ulmer ölçümüne göre değersiz, seri üretim yeni şöhretçikler yarattığı gibi, eskilerin de küllerinden doğması için ışıltılı bir platform hazırlıyor. Mesela David Hasselhoff’un sadece Kara Şimşek’in ekmeğini yemek yerine The Hoff olarak bir jüri sandalyesine oturduğuna, Brigitte Nielsen’in Sylvester Stallone’un koca memeli eski karısı olmakla yetinmeyip ‘The Surreal Life’ adlı reality show’la yeniden doğduğuna şahit oluyoruz.
D listesini kontrol etmek yapımcı için de menajer için de kanal için de daha kolay. Hem kapris lüksleri, hem uçuk ücret talepleri yok. Yapımcı ne derse yapmaya razılar. Mesela haftalar boyu 7 metre yükseklikte bir tramplenden havuza atlamak da buna dahil.

Şöhretin ya da havuzun dibi

Dibe vurmanın daha iyi bir metaforu aransa bulunamayacak derecede dâhice bir kurgusu olan ‘Ben Burdan Atlarım’ Almanya’dan önce ABD’ye, (Fox’ta Stars in Danger: High Dive) sonra bize geldi. D-Listemizin AcunMedya’dan bu yana gördüğü en bereketli platform ‘18 ünlünün 7 metreden atlayacağı’ bu havuz.

Yazının Devamını Oku

Aşk hikâyesi nasıl anlatılmaz

31 Mart 2013
Fox’ta başlayan Bir Aşk Hikâyesi, ‘ölümüne’ aşklara, hoyratlığa, dramın dibine özenen ergenlere hitap ediyor. Tüm hamlığına rağmen, el ele tutuşmanın olay olduğu yaş grubunda, karşılık bulacak tarafları var.

Stuttgart sokaklarına Sagopa Kajmer (‘İstisnalar Kaideyi Bozmaz’) eşliğinde girdik. Korkut Ali (Seçkin Özdemir), serseri serseri Alamancı Mercedes’inin direksiyonunu sallıyordu. İşi gereği, gayet soğukkanlı, zavallı bir turist kızın çantasını gasp etti. Bir de manitası var. Manitanın babası da dönerci tabii ki. Çünkü Almanya’da Türklerin yaptığı başka bir meslek yok.
Bir ‘gurbetçi’ olmasa da Sagopa montajıyla bıçkın Korkut’la tanışmak bu Güney Kore uyarlamasına taze, genç bir nefes üfledi. Seçkin Özdemir de gözlerinde ‘piç oğlan’ cilvesi olan bir oyuncu. O deri ceketli, Kuzey’in eksik vicdanlı, daha yarım akıllı, efendi değil arsız versiyonunu iyi taşıyor. Dizinin ilk 10 dakikası ucuz ve sümüklü bir aşk hikâyesine talim etmeyeceğimizi düşündürse de bir anda İstanbul’a döndük ve maalesef işler sulandı.

BU KIZLAR NEDEN BU KADAR ZAVALLI?

Hikâyenin kızları Ceylan, Eda ve Aslı; her biri kendi ölçeğinde zavallı, silik ve pasif karakterler. Dizinin kadınlarını yerlerde süründürmesi, erkeklerini de hayvanlaştırdıkça hayvanlaştırması 90 dakikada hızla büyüyen bir dalga gibi köpürdü.
Önce küçük şöhret Eda, ‘uçarılık’ iddiasını ‘aşk bir oyundur kızım hahayt!’ türü boşbeyinliliklerle kanıtlamak için çırpındı. Sonra Korkut’u çok değerli Yılmaz Abi’siyle aldatıp hamile kalan Aslı, ayı Yılmaz’ın “Çocuğun benden olduğu ne malum?”, “İkimizi birden mi idare ediyorsun lan?” “Demin altımdaydın!” türü pis laflarıyla aşk doldu. Adam kolundan çekiştirip sarstıkça “Seni Seviyorum Yılmaz! Özür dilerim Yılmaz!” diye hönkürdü, ayaklarına kapandı.
Ve nihayet zavallılar kraliçesi Ceylan, bin yıldır gizlice âşık olduğu mızmız Tolga’ya en yakın arkadaşını ayarlayarak büyük bir fedakârlık yaptı. Oğlanı küvette köpüklü köpüklü gördükçe bir hoş olurken bir yandan Eda’ya âşık diye için için ağlamak gibi saçmasapan ergenliklerle kavruldu.
Mızmız şarkıcı, Keremcemsi Tolga da kızcağızın yanında habire çok klişe ‘Üzgünüm bugün yine/Gitmiyor gözümden bebek yüzün’ şarkısını mırıldanıp yaralarını dağladı. Bu sırada dizi 15 yaş izleyicisinin de ‘Ay çok tatlııı’ skoruyla gönlünü fethetti.

Yazının Devamını Oku