Cengiz Çandar

Ortadoğu'da Kürtlerle yeni dönem...

23 Ekim 2014
Hafta başında ABD’nin Irak Kürdistan’ından 21 tonluk silah ve mühimmatı, Kobani’deki YPG güçlerine taşıdı.

Böylece, yakın ve orta vâdeli gelecekte, Ortadoğu’nun ve Türkiye’nin kaderini belirleyecek ölçüdeki “siyasi sonuçlar” bakımdan “yepyeni bir tarih sayfası” açılmış oldu.

YPG güçlerinin belkemiğini Suriye ve Türkiye Kürtleri oluşturuyor. Bu unsurların “siyasi temsili”nin PKK ve PYD ile sağlandığı bir sır değil.

ABD, Musul IŞİD’in eline geçtikten sonra, asıl Erbil tehdit altına girdiği vakit harekete geçmişti ve öyle bir hava harekâtı yürüttü ve Kürdistan Bölge Yönetimi ile öyle bir “eşgüdüm” sağladı ki, IŞİD, Irak Kürdistan bölgesinden görece biçimde uzaklaşmakla kalmadı, stratejik önemdeki Musul Barajı’nı da terketmek zorunda kaldı.

ABD’nin askeri hamlesinin “siyasi mesajı” açık idi: Irak Kürtleri ve Kürdistan Bölge Yönetimi, Washington güvencesi altındadır!

IŞİD, Erbil’e yaklaştığı vakit, bir de devreye İran girdi. Barzani yönetimi zaten yardımlarına ilk koşanın İran olduğunu açıkladı. Hatta, Türkiye’den bekledikleri desteği görememenin hayal kırıklığını da, Mesut Barzani’nin en yakını Fuad Hüseyin’in ağzından duyurdu.

Irak Kürtlerinde, ABD’nin bir “baş müttefik” olarak belirdiği, İran’ın ise –ekonomik alanda olmasa bile- siyasi alanda Türkiye nüfuzunu dengelediği ve hatta ibreyi kendine çevirdiği yeni bir “siyasi denklem” söz konusu oldu.

Şimdi, bu Kobani’deki gelişmeler vesilesiyle Suriye ve giderek Türkiye Kürtleri için de gerçekleşmeye başlıyor gibi.

Kobani’ye, Irak Kürdistanı’ndan alınan silahların ABD tarafından getirilip bırakılmasının, Türkiye’nin mırın kırın etse de, Irak Kürdistanı ile Kobani, yani Suriye Kürdistanı’nın yani Rojava’nın merkezi arasında “koridor” açmayı kabullenmesinin bir açıklaması da bu.

Yazının Devamını Oku

Gelinen nokta...

22 Ekim 2014
Pazartesi akşamı Türkiye saati ile 20:32. Gecenin karanlığı düşmüş, saat sekiz buçuk suları. Washington’da öğle paydosu bitmiş, Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nda sözcü Marie Harf, brifing veriyor.

Tayyip Erdoğan’ın PKK ile PYD’nin aynı şey olduğuna dair sözleri kendisine hatırladıldığında, Dışişleri Bakanı Kerry’ye de atıf yaparak, “Tabii, biz” diyor “buna karşı muhalefetlerinin temellerini anlıyoruz, PKK ile karşılaşmış oldukları durumu (challenges) anlıyoruz ve tarihi ve hassasiyetleri anlıyoruz. Bu nedenle, (Kerry) bunları (Türk muhataplarına) açıkça ifade etti. Bununla birlikte, Türklere PYD gibi grupları, bu Kürt savaşçıları ve IŞİD’i geri püskürten sahadaki Kürt-olmayan az sayıdaki savaşçıya destek olmanın son derece önemli olduğuna inandığımızı da açıkça söyledik.”

Bu sözleri üzerine “Yani PYD ve PKK arasında bir ayrım yapıyorsunuz” sorusu geliyor. Marie Harf, kısa bir kekelemeden sonra “Bir ayrım var, evet” karşılığını veriyor.

Birkaç dakika önce, gazetecilerden biri ile Harf arasında PKK-PYD konusunda çekişmeli bir diyalog gerçekleşmişti. Gazeteci, Kerry’nin sözlerini aktararak “PKK’nin uzantısı olan PYD’nin..” diye söze girince, Sözcü Harf, “Öyle bir şey demedi” diyerek gazetecinin sözünü kesiyor.

Gazeteci – Dedi.
Sözcü – Demedi.
Gazeteci – Bunlar aynı şeydir dedi.
Sözcü – Önümde konuşmasının metni var. Birleşik Devletler yasalarına göre, PYD, yasal olarak PKK’dan farklı bir gruptur.

Kerry’nin dediği buydu demeye getiriyor. Doğru. Ama, Tayyip Erdoğan’ın PKk ile PYD arasında “fiilen” bir fark görmemesi de doğru.

Yazının Devamını Oku

Kobani, “Çözüm Süreci”, Türkiye…

18 Ekim 2014
Eğer Türkiye’deki “Çözüm Süreci”nin kör-topal ayakta kalmasını mümkün kılacak bir şey varsa, o da, sınır şehrindeki IŞİD hedeflerinin üzerine düşen Amerikan bombaları, şehirlerini bir ayı aşkın süredir göğüslerini siper ederek savunan YPG’nin Kürt savaşçıları ile onların Burkan el-Fırat (Fırat Volkanı) adlı ÖSO’ya bağlı Arap müttefikleri olacak.

Türkiye’nin Kürtler nezdindeki güvenilirliği, Kobani ile birlikte çok ağır yara aldı. Kobani düşmese de –ki, düşmeme ihtimali artık çok güçlenmiş halde- bu böyle. Ama, düşseydi, “Çözüm Süreci”nin “ölümcül bir darbe” alacağı kesin olacaktı.

O nedenle, AKP iktidarının temsilcileri, bugüne kadar yaptıkları ve yapmaya devam ettikleri gibi, YPG’lilere dil uzatacaklarına ve Kürt siyasi haretekinin bileşenlerini aşağılayacaklarına, kalksınlar, sabah-akşam Kobani’de direnenlere ve IŞİD’e karşı işbirliğindeki ayak sürüdükleri ABD’nin hava harekâtına dua etsinler ve teşekkür etsinler.

Kobani’nin düşmesi, Türkiye’nin esenliği için gerçekten felâket olacaktı. Halâ risk var ama azalmış vaziyette. YPG’nin hamle üstünlüğünü ele geçirdiği, özgüveninin arttığı ve moralinin yükseldiği yapılan açıklamalardan anlaşılıyor.

Pentagon Sözcüsü Amiral John Kirby, Kobani’nin risk altında bulunmaya devam ettiğini açıklarken, “IŞİD ilerlemesinin durdurulduğunu” belirtmeyi ihmal etmedi.

Son günlerde özellikle yoğunlaşmış olan hava saldırılarının bu durumun elde edilmesindeki rolü açık. CENTCOM kaynaklarının yayımladığı hava harekâtı haritası herşeyi zaten açıkça anlatıyor. Önceki gün itibarıyla Kobani’deki IŞİD hedeflerine yönelik hava saldırısı sayısı 122’yi bulmuştu. Buna dün öğlene kadar gerçekleştirilen 14 saldırıyı da ekleyebilirsiniz.

Bu rakamı, Musul Barajı çevresindeki 102 sayısı izliyor. Ardından Erbil geliyor; 40 sayısı ile ve Şengal 29 ile. Günler önce, “Koalisyon”un Erbil’e tehdit ve Musul Barajı’nı eline geçirmesi üzerine IŞİD’e gösterdiği hava saldırısı tepkisini Kobani’de tekrarlaması halinde durumun çok değişik olacağına ilişkin tespitimiz böylece doğrulanmış oluyor.

Gelinen nokta ve Kobani savunucularına egemen olan hava, YPG’nin Kobani’deki üst düzey komutanlarından Mahmud Berxwedan’ın ANF ile uzun mülakatında gayet net biçimde görülüyor. Türkiye’ye (daha doğrusu AKP hükümetine) bakış açısının da yansıdığı söz konusu mülakattan bölümler:

“… İlk günlerde yardım yapılmadı. Eğer ilk günler bu son günlerdeki gibi destek verilmiş olsaydı, DAİŞ (yani IŞİD) kente ulaşamazdı. İlk 15-20 günde de DAİŞ’e karşı oluşturulan bu koalisyondan herhangi bir destek gelmedi. Ama bu son on günde önemli bir rol oynadılar. YPG ile koordineli bir şekilde önemli bir rol oynadılar. Büyük bir dikkatle çalıştılar. Şimdiye kadar hedeflerinde herhangi bir şaşırma olmadı.

Yazının Devamını Oku

Farkında mısınız?..

16 Ekim 2014
Lübnan’da yıllar boyu yaşadım. Beyrut’un “Ortadoğu’nun Paris’i”, Lübnan’ın ise “Ortadoğu’nun İsviçre’si” olarak tanımladığı dönemi de bilirim. O dönemleri de yaşadım.

1970-1971 yıllarında birisine Lübnan’da yakında iç savaş çıkacağını ve bunun yaklaşık 15 yıl süreceğini, bittikten sonra da ülkenin tam yerine oturmamış olacağını söylese, o kişiye aklını deli nazarıyla bakılırdı.

Ama oldu. Lübnan, acımasız ve uzun bir iç savaş yaşadı.

Ama 1975-76’da başladı o kanlı Lübnan İç Savaşı 1975-76’da başladı ve “Soğuk Savaş”ın bitim günlerinin yakınına, 1989 Ekim sonuna kadar sürdü. Taif Anlaşması’yla sona ermiş sayılana kadar. Malûm, Soğuk Savaş’ın sona erdiğini anlamına gelen Berlin Duvarı’nın simgsel çöküşü 9-10 Kasım 1989 tarihindedir.

Arada iç savaş içi iç savaşlar yani “mini-iç savaşlar”, aralıklı olarak İsrail saldırıları, Güney Lübnan’ın uzun süre İsrail işgali altına düşmesi yaşandı. Ülkenin çeşitli bölümleri de Suriye’nin askerleri ve “muhaberat rejimi”nin denetimi altına girdi.

1982 yılında, Saraybosna’da “Kış Olimpiyatları” yapılmıştı. Beyrut’ta elektrik gelen saatlerde televizyon haberlerinde Saraybosna Kış Olimpiyatları görüntüleri ekrana yansırdı. O sırada birisi çıkıp, “Bir 10 yıl sonra, Saraybosna, Beyrut’tan beter olacak, Bosna’da savaş yaşanacak” dese, ona da deli muamelesi yapılırdı.

Tam da öyle oldu. 1992 yılında Bosna kana bulandı. Saraybosna, zalim bir Sırp kuşatması altına düştü.

Bosna-Hersek’i savaş yıllarında –o da bir tür iç savaş idi; Yugoslavya’nın dinî-etnik nitelikteki iç savaşı- beş kez gitmiş olduğum ve başta Saraybosna, toprağının neredeyse her köşesine ayağım değdiği için bilirim. Sırbistan-Hırvatistan savaşı ile çarpıcı bir hal alan, Yugoslavya’nın parçalanmasının Bosna-Hersek’te çok kanlı bir iç savaşa dönüşmesinden korkuluyordu.

Korkulan oldu. Adım adım gidildi Bosna-Hersek’teki savaşa. 1992-1995 yılları arasında Dayton Anlaşması’yla noktalanana dek, Bosna-Hersek’in üzerine nasıl bir felâket düştüğünü uzun uzun anlatmaya gerek yok.

Yazının Devamını Oku

Hemen yapılması gereken...

15 Ekim 2014
Şu Tweet’in İngilizce halini geceyarısını biraz geçe okumuştum:

“#Kobani’de son 48 saat içindeki hava saldırıları #IŞİD saldırı birimlerini, saldırıların başlatıldığı alanları, sığınakları; ve #Rakka’daki bir garnizonu imha etti. # Suriye”

Tweet’i kaleme alan imza önemli: Brett McGurk. ABD’nin Irak ve İran’dan sorumlu Dışişleri yetkilisi. Bizdeki Müsteşar Yardımcısı’na tekabül ediyor. Kendisini Mart ayında Süleymaniye’deki bir sempozyumda izlemiştim. Iraklı tüm siyasi aktörlerler ve özellikle Kürtlerle yakın ilişkisi dikkatimi çekmişti. Birkaç gün önce de, Emekli General John Allen ile birlikte IŞİD’e karşı işbirliği amacıyla temaslar yürütmeye gelmişti.

Brett McGurk’ün Kobani’deki hava saldırılarının etkisine dair özgüvenli haberini doğrulayan gelişmeye dün sabah tanık olundu. Üç haftayı aşkın süredir ilk kez kenti savunan güçlerden iyimser mesajlar geldi. Karşı-saldırıya geçecek kadar inisyatif alabildiler. Kentin batısındaki bir köy ve çevresindeki bazı tepeler IŞİD’den geri alındı, en sert saldırıların geldiği doğu yönündeki bazı mevzilerdeki IŞİD bayrağı indi.

Kobani’de durum tersine döndü diyebilir miyiz? Bilemiyorum. Der Spiegel’in son sayısında “Kobani Kantonu”nun dış ilişkiler sorumlusu İbrahim Kurdo’nun birkaç gün önce telefonda heyecanla haykırdığı şu sözlerine yer verilmişti:

“İD (İslam Devleti) savaşçıları binlerle, tanklarla ama büyük ölçüde güneyden, doğudan, yaya geliyorlar. Sayıları sürekli yükseliyor. ‘Lord of the Rings’i andıran bir durum bu ve biz onları durduramıyoruz. Koşuyorlar ateş ediyorlar, koşuyorlar ateş ediyorlar, ölüm umurlarında değil.”

IŞİD’in, geçen Cuma günü itibarıyla Rakka’dan, Deir ez-Zor’dan, el-Bab’dan, “Hilafet Devleti”nin her köşesinden getirilen takviyelerle 9000 kişilik bir güçle, tahmini 3000 kişilik Kürt gücüne karşı savaştıklarının bildiren Der Spiegel, “Kobani Kantonu” dış ilişkiler sorumlusunun, 14 etkili hava saldırısının gerçekleştiği Perşembe günü daha umutlu konuşmuş olduğuna dikkati çekiyor.

Kobani’de süre uzadıkça, tanklarla, modern ağır makinalı tüfeklerle, havanlarla ve sürekli silah ve savaşçıyla takviye edildiği görüntüsü veren IŞİD’in, birkaç bazuka ve hafif kalaşnikoflardan öteye savunma silahı olmayan Kürtlerin üstesinden gelmesi kaçınılmaz.

Bunu sadece amansız bir hava harekatı durdurabilir. Şimdi olan da o galiba. Durdurabilir. Ama, tümüyle önleyebilir mi?

Yazının Devamını Oku

Anlayamadılar, göremiyorlar…

9 Ekim 2014
Önce, Türkiye Cumhurbaşkanı’nın Kobani’ye oldukça yakın bir noktada, Gaziantep’te konuşurken bir müjde verir gibi “Kobani düştü, düşecek” sözlerini duydum.

O, bir “müjde” vurgusuyla Kobani’nin düşmek üzere olduğundan söz ettiği, IŞİD ile PKK arasında hiçbir fark olmadığını bir kez daha kuvvetle vurguladığı sıralarda, Türkiye’nin Kürtleri ülkenin birçok yerinde ayağa kalktılar. 19 kişinin ölümü, birçok yerin hasar görmesiyle ortaya çıkan fatura, Türkiye’nin gelecekte neler yaşayabileceğine, nelere tanık olabileceğine ilişkin ve çok tedirgin edici bir haberci gibiydi.

Ve, ardarda çeşitli il ve ilçelerde “sokağa çıkma yasağı” ilân edildiği haberleri gelmeye başladı. Birbiri ardından.

Türkiye’nin Kürt nüfuslu il merkezleri ve bazı ilçelerde önceki gece sokağa çıkma yasağı ilân edilmiş olduğunu duyar duymaz aklıma 12 Eylül 1980 öncesindeki Bülent Ecevit ve Süleyman Demirel hükümetlerinin son demleri geldi.

Ülkenin bir sürü ilinde sıkıyönetim ilân etmek zorunda kalmışlardı. Hele Bülent Ecevit’in istemeye istemeye, sıkıyönetim ilânına nasıl sürüklendiğini gayet iyi hatırlıyorum.

Bir iktidarın sıkıyönetim ilân etmesi ya da sokağa çıkma yasağı koyması, ülkeyi normal biçimde yönetme yeteneğini kaybettiğinin işaretidir. “Ben, askersiz ve sert güvenlik önlemlerine başvurmadan bu ülkeyi yönetemiyorum, yönetemeyeceğim” itirafının bir biçimidir.

Gece karanlığında, önceki gece Diyarbakır’ın görüntülerinde olduğu gibi, boş meydan ve sokaklarda tepeden tırnağa silahlı askerleri yığarak asayiş sağlamak zorunda kalmaya başlamışsanız, yani askeri sığınmak gibi bir duruma kendinizi düşürmüşseniz, gelecekte “askeri müdahale” yolunun da taşlarını döşemeye başlamışsınız demektir.

İster belli saatler arasında sokağa çıkma yasağı olsun, ister sıkıyönetim, devlet otoritesini ortaya koymanın ve olayların önüne geçmenin, kontrolü sağlamanan bir yoludur elbette ama bu yola girildiğinde, o iktidar için “yokuş aşağı iniş” de başlamış demektir. Kimisi için günler, kimisi için haftalar, kimisi için aylar, kimisi için yıllar alır ama gidişatın yönü pek değişmez.

Bu tür önlemlere başvurmak zorunda kalacak kadar yanlışa batmış iktidarlar, bu yoldan kendilerini çıkarabilme ferasetine ve esnekliğine de pek sahip olamadıkları için bu böyledir.

Yazının Devamını Oku

Adını koyalım: Ankara, Kobani “düşsün” istiyor...

8 Ekim 2014
Bayram arifesinde Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Selahattin Demirtaş ile görüşmesinde sarfettiği “Kobani’nin düşmemesi için elimizden geleni yaparız” sözünün yerine getirilemeyeceğinden emindim.

Türk devletinin, AKP tarafından tevarüs edilmiş olan ve hatta daha ince biçimde geliştirilen Kürtlere yönelik “böl-yönet” politikasında esasta bir değişiklik görmediğim için emindim.

Bayram bitti. Bayram sırasında IŞİD, Kobani çevresinden ilerledi, kente girdi. Doğu mahallelerine bayrağını çekti. Bu yazı yazılmakta olduğu sırada, Kobani Kantonu Eşbaşkanı Enver Müslim dahil, yöneticilerin de elde silah, şehirde savaştıkları ve Kobani’nin kimi noktalarında göğüs göğüse savaş sürdüğü haberleri geliyordu.

Bu zaman zarfında, Başbakan’ın söylediği şekilde Kobani’nin düşmemesi için Türkiye ne yaptı?

Cevap basit ve tek kelimelik: Hiçbir şey!

Türkiye, IŞİD’in kontrol ettiği topraklara komşu tek NATO ülkesi. NATO’nun ikinci büyük ordusuna sahip olmakla övünüyor. Türkiye’nin cumhurbaşkanı, New York’ta Amerikalılara “anti-IŞİD koalisyon”a katılacağı izlenimini veriyor. Ve, IŞİD, Türkiye’nin Suruç ilçesinin bitişiğindeki tarihi ve kültürel bir simge haline dönüşmüş olan Kobani’nin merkezine yürürken, Ankara, “çözüm süreci”ni noktalama pahasına, burnunun dibinde olan-bitene kılını kıpırdatmıyor. Sınırın kendi tarafına tank ve zırhlı diziyor. Vatandaşlarının soydaşları yani “kendi akrabaları”nın katliam ile yüzyüze kalması karşısında yapması asıl gerekeni yapmıyor.

Ankara’nın ya da AKP iktidarının Kobani’de yapması gerekeni yapmayacağı bayram günlerinde belli olmuştu. Şu üç işaret ile:

1) Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Bayram namazından çıkarken, “Bizim için IŞİD ile PKK aynı şeydir” dedi. (Aslında pek doğru sayılmaz; zira IŞİD’e ilişkin daha “kayırmacı” tavrı farkediliyor);

Yazının Devamını Oku

Kobani kurban

4 Ekim 2014
Kobani, Kurban Bayramı’nın arife günü, bu satırlar yazıldığında IŞİD’in eline düşmek üzereydi. IŞİD saldırısı hedefine ulaşırsa, başta ABD, ama bu arada Türkiye de, Kobani’yi “Kurban Bayramı”nda IŞİD’e kurban diye kestirmiş olacaklar.

Bu afakî bir iddia değil. Şengal (Sincar) dağındaki IŞİD’in giriştiği Ezidi soykırımı ve Irak Kürt yönetiminin merkezi olan Erbil’in düşmesi ihtimaline karşı havadan harekete geçen ABD’nin savaş makinesi IŞİD’in ilerleyişini durdurmakla kalmamış, IŞİD eline geçirdiği Musul Barajı’nı 24 saat içinde terketmeye mecbur kalmıştı. Daha sonra yanına bile yaklaşamadı.

Kobani ve çevresi, Irak ve Güney Kürdistan topraklarından farklı olarak, IŞİD’e karşı askeri harekata, özellikle etkili hava bombardımanına, mükemmel bir topoğrafya sunuyor. Ortada ne dağ, ne vadi, ne koyu bir bitki örtüsü var. Genellikle, düz, üzeri çıplak hafif engebeli bir arazi. Yani, ciddi bir Amerikan hava harekâtı IŞİD’in, bırakın Kobani’nin dün olduğu gibi dış mahallelerine girmesini, yanına yaklaşabilmesi mümkün olamazdı. Nereden baksanız, IŞİD’in Kobani kuşatması ve saldırıları üçüncü haftasına girmişti.

Aynı şekilde, doğu, güney ve batıdan üç koldan IŞİD’in kuşattığı Kobani’nin kuzey yönünde duran ve oraya askeri yığınak yapmış olan Türkiye, kılına kıpırdatsa, orası yine düşmez.

Başbakan Ahmet Davutoğlu, önceki gece bir tv kanalında “Kobani ''Kobani'nin düşmesini istemeyiz. Kobani'den gelen kardeşlerimize kucağımızı açtık. Kobani'nin düşmemesi için ne gerekiyorsa da elimizden geleni yaparız'' dedi.

ABD’nin sonuç almaya yönelik bombardımanının yanısıra, Türkiye de, gerçekten elinden geleni yapsa, Kobani’nin IŞİD’in eline düşmesi mümkün olamazdı. Asgarî ölçüde askerî nosyona sahip herhangi bir kişi açısından, bu böyledir.

Dolayısıyla, Davutoğlu, bu sözleri, muhtemelen, “çözüm sürecinin selameti” için, aynı gün, birkaç saat önce Kobani ile süreç arasında doğrudan bağlantı kuran açıklaması yayınlanmış olan Abdullah Öcalan’ı tatmin etmeye yönelik olarak söylemişe benziyor.

Öcalan’ın mesajının can alıcı bölümü şöyleydi:

“Ortadoğu’nun JİTEM’i olarak da ifade edebileceğimiz IŞİD gibi vahşi bir örgütün neler yapabileceğine bütün dünya tanıklık ediyor. Kobani kuşatması sıradan bir kent kuşatması olmanın çok ötesinde, sadece Kürt halkının demokratik kazanımlarını hedeflemekle kalmayıp Türkiye’yi de yeni bir darbe sürecine sokacaktır. Bu katliam girişimi amacına ulaşırsa hem süreci sonlandıracak, hem de yeni ve uzun sürecek bir darbenin temellerini atacaktır.”

Yazının Devamını Oku