Paylaş
Bu afakî bir iddia değil. Şengal (Sincar) dağındaki IŞİD’in giriştiği Ezidi soykırımı ve Irak Kürt yönetiminin merkezi olan Erbil’in düşmesi ihtimaline karşı havadan harekete geçen ABD’nin savaş makinesi IŞİD’in ilerleyişini durdurmakla kalmamış, IŞİD eline geçirdiği Musul Barajı’nı 24 saat içinde terketmeye mecbur kalmıştı. Daha sonra yanına bile yaklaşamadı.
Kobani ve çevresi, Irak ve Güney Kürdistan topraklarından farklı olarak, IŞİD’e karşı askeri harekata, özellikle etkili hava bombardımanına, mükemmel bir topoğrafya sunuyor. Ortada ne dağ, ne vadi, ne koyu bir bitki örtüsü var. Genellikle, düz, üzeri çıplak hafif engebeli bir arazi. Yani, ciddi bir Amerikan hava harekâtı IŞİD’in, bırakın Kobani’nin dün olduğu gibi dış mahallelerine girmesini, yanına yaklaşabilmesi mümkün olamazdı. Nereden baksanız, IŞİD’in Kobani kuşatması ve saldırıları üçüncü haftasına girmişti.
Aynı şekilde, doğu, güney ve batıdan üç koldan IŞİD’in kuşattığı Kobani’nin kuzey yönünde duran ve oraya askeri yığınak yapmış olan Türkiye, kılına kıpırdatsa, orası yine düşmez.
Başbakan Ahmet Davutoğlu, önceki gece bir tv kanalında “Kobani ''Kobani'nin düşmesini istemeyiz. Kobani'den gelen kardeşlerimize kucağımızı açtık. Kobani'nin düşmemesi için ne gerekiyorsa da elimizden geleni yaparız'' dedi.
ABD’nin sonuç almaya yönelik bombardımanının yanısıra, Türkiye de, gerçekten elinden geleni yapsa, Kobani’nin IŞİD’in eline düşmesi mümkün olamazdı. Asgarî ölçüde askerî nosyona sahip herhangi bir kişi açısından, bu böyledir.
Dolayısıyla, Davutoğlu, bu sözleri, muhtemelen, “çözüm sürecinin selameti” için, aynı gün, birkaç saat önce Kobani ile süreç arasında doğrudan bağlantı kuran açıklaması yayınlanmış olan Abdullah Öcalan’ı tatmin etmeye yönelik olarak söylemişe benziyor.
Öcalan’ın mesajının can alıcı bölümü şöyleydi:
“Ortadoğu’nun JİTEM’i olarak da ifade edebileceğimiz IŞİD gibi vahşi bir örgütün neler yapabileceğine bütün dünya tanıklık ediyor. Kobani kuşatması sıradan bir kent kuşatması olmanın çok ötesinde, sadece Kürt halkının demokratik kazanımlarını hedeflemekle kalmayıp Türkiye’yi de yeni bir darbe sürecine sokacaktır. Bu katliam girişimi amacına ulaşırsa hem süreci sonlandıracak, hem de yeni ve uzun sürecek bir darbenin temellerini atacaktır.”
Öcalan, bu “gözlem”den hareket ile, sürecin devamı konusunda AKP iktidarına kapıyı aralık bırakıyor. Aslında Kandil’den konuşan Sabri Ok’un şu sözleri de, uslûptaki sertlik ve içerdiği ithama rağmen, “kapıyı aralık bırakan” nitelikte görülebilir:
“Amaç, Kobanê’nin düşürülmesi, Rojava’nın statüsünün yok edilmesidir. Bunu herkesten çok Türkiye istiyor. Eğer öyle değilse, Türkiye o zaman açıklama yapsın veya pratikte böyle olmadığını göstersin. Türkiye bir tarafta Rojava’ya dönük düşmanlık yaparsa, Kürtlerin kendi mücadeleleriyle kazandığı statüyü yok etmeye çalışırsa, öbür yandan da süreç konusunda iradeliyiz, kararlıyız derse bununla kimseyi kandıramaz. Ayrıca, bize göre zaten bitmiş olan sürecin devam edeceğini söylüyorsa bunun bir yolunun da Rojava’dan geçtiğini Türkiye artık bilmek zorunda”.
Başbakan Davutoğlu’nun sözleri böyle anlaşılmaya müsait mi?
Selahattin Demirtaş, “Hükümet, Kobani’nin IŞİD’in eline geçmemesi için tutum değiştiriyor. Başbakan Davutoğlu’nun da bize ifade ettiği budur: ‘Biz de Kobani’nin IŞİD’in eline geçmesini istemiyoruz’ dedi. ‘Hem Kobani etrafından hem Irak’ın diğer bölgelerinden IŞİD’in sökülüp atılması gerektiğini düşünüyoruz’ ifadesini de sözlerine ekledi. Bu sözler tutum değişikliğinin ilk ifadesidir. Fakat bunun pratiğe dönüşmesi lazım” diye açıklama yaptı.
HDP Eşbaşkanı, Öcalan’a da aynı mesajın verildiği kanısında olduğunu bildirdi ve “hükümetin tutumunun değişmesi”nin gerekçesi olarak şunları söyledi:
“Yakın zamana kadar hükümetin, Kobani’nin düşmesinin sonuçlarının çok da farkında olduğunu düşünmüyorum. Bir müddet Rojava’ya dönük saldırılara en azından sessiz kalarak PYD’nin ‘burnunun sürtülmesini’ istemiş olabilirler. Ama şimdi hem uluslararası kamuoyunun hem de ulusal kamuoyunun IŞİD konusundaki haklı ve ciddi eleştirileri, kaygıları, hükümetin IŞİD konusundaki tutumunu değiştirmeye zorladı.”
Acaba, AKP iktidarının IŞİD’e ve bu arada PYD’ye dair tutumu gerçekten değişti mi? Davutoğlu’nun Demirtaş görüşmesinden daha sonra tv’de ağzından çıkan sözler bakılırsa, şüpheli:
“Bu kadar gelinmiş bir yolda, eğer Kobani düştü diye, Türkiye'nin hiçbir dahli, hiçbir vebalinin olmadığı, aksine PYD'nin vebalinin olduğu şekilde Kobani düşerse, bunu dönüp çözüm sürecine mal etmek istenirse bu yapılabilecek en büyük hata olur… Onlar (yani PYD) maalesef rejim ile işbirliğine girdiler…”
Bu, Davutoğlu’nda âdeta takıntı haline gelmiş ve PYD’ye ilişkin olarat sürekli tekrarladığı bir tez. Selefi-İslamcı silahlı unsurlara ilişkin olumsuz bir cümleyi ağzından çıkartmamaya özel bir özen gösterdiği iki yıl öncesinde de, PYD’nin “rejimle işbirliği yaptığını” tekrarlıyordu.
Şimdilerde, AKP propaganda makinesi ve onun etkisi altındakiler de papağan gibi aynı haksız söylemi tekrarlar oldular. Davutoğlu’nun bu kanaatinde bir değişiklik görülmüyor. Üstelik, PYD’nin Kobani’de IŞİD’e karşı ölüm-kalım mücadelesine girdiği bir sırada.
Ayrıca, Başbakan’ın söyledikleri “sahadaki gerçekler” ile de uyuşmuyor. Şu sırada, Tecemmu Alviya Fecr el-Hurriye (Özgürlük Şafağı Tugayları Birlikteliği) adını taşıyan Arap unsurlar, Kobani’de YPG’nin (Suriye Kürtlerinin silahlı gücü) yanında ve ona destek olarak IŞİD ile savaşıyorlar. Esad rejimine karşı bu yeni muhalefet hareketini oluşturanlar arasında Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) amblemini kullanan “Kuzeyin Güneşi Taburları” adında (Kataib Şems el-Şimal) var. Bu unsurlar ile YPG, “Fırat Volkanı” adlı “ortak operasyon merkezi” kurdu.
ÖSO’nun önde gelen unsurları, YPG’ye ilişkin eskiden hatalı davrandıkları düşüncesiyle ilişki kuruyorlar. Bu unsurlar, 2013 yılının yazında YPG’ye karşı IŞİD ile ittifak halinde savaşmışlardı.
Bu gelişmeler IŞİD’i önlemek için yeterli olmayabilir ama Suriye’ye ilişkin “saha bilgisi”, Türkiye’de kıt olunca, , Türk devletinin genetiğindeki “böl ve yönet” şeklindeki “anti-Kürt refleksleri”ni meşrulaştırmak amacıyla, “PYD, rejimle işbirliği yapıyor” haksız söylemi, ısıtılıp, tekrardan tedavüle sokuluyor.
AKP iktidarı, içine kaçan “Ankara virüsü” ile “enfekte” olunca; yani AKP kendisini “Türk devleti” hissedince, bu durum, yani “böl-yönet” yaklaşımı devam etti.
Kürtlere ilişkin “böl-yönet” politikasının terkedilmesi şart. PYD’yi PKK’den, PKK’yi Abdullah Öcalan’dan, Türkiye Kürtlerini Suriye Kürtlerinden ayırma politikası devam ettikçe, ne yapsanız, “Çözüm Süreci”nin selametini de, iktidarınızın geleceğini de tümüyle garanti altına alamazsınız.
Kobani’nin bu Kurban Bayramı’nda katliam tehdidi altında bulunması, hiç değilse, bu dersi öğretmeli.
Paylaş