14 ay içinde tamamlanması planlanan terminalin devreye girmesi ile birlikte İzmir’in yolcu kapasitesi yıllık 25 milyona ulaşacak. 25 milyon yolcunun açılımını, günde ortalama 70 bin yolcu ve yaklaşık 400 uçak olarak da tanımlayabiliriz. Günümüzde 8.5-9 milyon iç ve dış hat yolcusu Adnan Menderes’i kullanıyor. Bu sene yolcu sayısı 10 milyona dayanacak.
Havalimanının bugün için ulaşım bakımından kayda değer bir sorunu yok gibi görülüyor. Fakat 25 milyon yolcuya ulaşılması planlanan önümüzdeki 10 yıla baktığımızda, mevcut Gaziemir-Havalimanı yolunun bu trafiği taşıması imkansız. Çevre yolundan havaalanına ulaşabilecek çok şeritli alternatif bir otoyolun daha yapılması, ancak ileride oluşabilecek trafik probleminin çözümü olacaktır. Kaldı ki, Gaziemir yolu üzerinde her gün yeni bir alışveriş merkezi veya farklı bir yapılaşmanın da şahidi oluyoruz.
Bakan Binali Yıldırım, temel atma töreninde, İzmir’in 2. Aktarma Merkezi olacağı müjdesini de verdi. Bu kararın uygulanmasıyla havalimanı yolu üzerinde yeni konaklama tesislerinin birbiri arkasına inşaa edileceğini de öngörmemiz gerekir. Bölgeye yakın ‘Yeni İzmir Fuar Alanı’nı da hizmet edecek bu konaklama tesisleri, bu aksın trafiğini daha da yoğunlaştırırken, alternatif yaratma zorunluğumuzu fazlasıyla ortaya çıkaracaktır. Hala yapılaşmanın olmadığı arazilerin bulunduğu bölgeye alternatif yol için yetkililerin elini çabuk tutmasını tavsiye ederim.
Karşıyaka Lojman Fidanlığı
Karşıyaka Orman Fidanlığı, Karşıyaka’nın ortasında kalan tek geniş yeşil alan konumundaydı. 100. yılını kutlayan Karşıyaka Spor Kulübü’nün tesislerinin arkasında bulunan stada bitişik konumdaki bu geniş alan Cumhuriyet tarihimizin en eski fidanlıklarından biri. Bataklık arazinin kurutulması sonucunda ortaya çıkarılmış nadide bir alan.
Geçtiğimiz günlerde fidanlıkta yeni bir lojman temeli daha atıldı. 1960’lı yıllarda fidanlık içinde sadece bir lojman binası bulunmaktaydı. 1970’li yılların sonuna doğru önce Orman Bölge Müdürlüğü binası yapıldı. Arkasından sırasıyla her 10 sende bir yeni bir lojman binası ile fidanlık küçüldükçe küçüldü. Tabii bir de yapılan helikopter iniş alanını unutmamamız gerekir. Karşıyaka’nın yeşile hasret yapılaşması içindeki en yeşil alan, metrekare metrekare betona yenik düşüyor.
İZMİR Kalkınma Ajansı (İZKA) bir ilke imza atarak İzmir’in görsel kimliği çalışmasını tamamladı. 2008 yılında bir arama konferansı ile başlayan süreç, biraz değişikliklere uğramış olsa da ilk sonuçlarını verdi. Artık İzmir’in bir logosu ve bir de sloganı var.
Emrah Yücel’in sahibi olduğu Mean It Creative tarafından hazırlanan yeni slogan "öncülerin şehri" bana oldukça cazip geldi. İzmir hakikaten öncülerin, ilklerin şehri mi? Tartışılır.. Fakat ‘öncülerin şehri’, İzmir için güzel bir kimlik tanımlaması.. Sloganın İngilizcesi ise "frontier city".. Bu deyim bana Türkçe anlamını tamamlamıyor, tam yansıtmıyor gibi geldi.
Yaratılan logoyu ise beğendiğimi söyleyemeyeceğim. İzmir’in bir logosu var mı? Sorusunun artık karşılığı: Evet ‘artık var’ oldu.. Ama bu logo İzmir’i tanımlıyor mu? Çağrıştırıyor mu? Sorularına cevabım biraz daha çekinceli..
Bu logo bana göre kesinlikle İzmir’i çağrıştırmıyor ve tanımlamıyor. Mean It Creative’den daha creative (yaratıcı) bir logo beklerdim. Bu biraz "Hakiki" İzmir’in üzerine "Çakma" bir nazar boncuğu oturtulmuşa benzemiş..
Bir işe başlangıç yapmak, hiçbirşey yapmamaktan daha iyi olduğu kesin. Tabii bu bir başlangıç olarak algılanır ise.. Ama unutmamalıyız ki, bir işe nasıl başlarsan öyle devam eder.
Alsancak Stadı’nın yerine ‘asma kilit’ takmayalım
İzmir spor tarihinin önemli yapıtlarından biri, ‘Alsancak Stadı’; yıkılarak yerine bir alışveriş merkezi yapılmak isteniyor. Dünyanın heryerinde eskiyen stadlar yıkılır ve yerine yenileri yapılır. Bunun en güzel örneği İngiltere’nin anıtsal stadı ‘Wembley’. Wembley yıkılarak yerine yenisinin yapıldı. İhtiyacı karşılamakta güçlük çeken, hatta bir anlamda eskiyen, Alsancak Stadı’nın da yenilenebilir stadlar katogorisinde olduğu kesin... Ama bu futbol mabedinin bir AVM ile değiştirmenin ne kadar doğru bir karar olduğu tartışılır.
Festivaller, şehirlerin en önemli karakteristiklerinden birini oluşturur. Birçok şehir festivalleri ile özdeşleşir ve anılır. New Orleans denildiği zaman aklımıza caz, Cannes denildiği zaman film festivali, Rio de Janeiro denildiğnde karnaval gelmiyor mu?
İzmir denildiği zaman aklımıza hangi sanatsal aktivitenin geldiğini söyleyebilir misiniz? Festivali kesinlikle sorgulamıyorum, beni üzen İzmirlilerin festivallerine sahip çıkmıyor olmaları.
Merhum Nejat Eczacıbaşı’nın doğduğu şehre armağanı olarak adlandırdığım “Festival”e geçen onca yıl sonunda ne kadar sahip çıkıyoruz. Neden birkaç fedakar suponsor, birkaç büyük firma ile Kültür Bakanlığı ve İzmir Büyükşehir Belediyesi başta olmak üzere birkaç kamu kuruluşunun desteklediği bir yapı içinde sıkışıp kalıyoruz! Ticaret hayatında başarılı olmuş İzmirli şirketlerin festivalde neden katkısı istenilen seviyelerde olmuyor. Birkaç saatlik gösterinin veya bir konserin hazzının yanısıra; İzmir’e ve İzmir’in ekonomik hayatına yapacağı katkı neden gözardı ediliyor. Neden herşeyi devletten veya başkasından bekleme alışkanlığımız var? Sisteme küçük de olsa nasıl bir katkı yapabilirim düşüncesi neden aklımızdan geçmiyor. 2020 EXPO adaylığımız ile birçok kesimler yaratılacak katma değerden pay alma planlarını yapabiliyor; ama bu süreçte önemli bir katkı yaratacak festival için destek musluklarında cimri davranıyoruz.
Oysa unutulmaz konserleri bu festival sayesinde yaşama fırsatı yakaladık. Birçok uluslararası ünlü sanatçıyı şehrimizde bu festival sayesinde ağırladık. İzmir’in değil yerini; adını bile bilmeyen birçok kesime tanıtımda bulunma fırsatı doğdu.
Şimdi festival zamanı. Salonları doldurma, konserleri coşku ve keyifle izleme zamanı. Organizasyona büyük emek harcayan İKSEV ekibini ve bitmeyen gayreti ile bu ekibe liderlik yapan başkanımız Filiz Eczacıbaşı Sarper’i candan kutlarım. Sponsorlukları ile bu güzelliği yaşamamıza katkıda bulunan tüm sponsorlara ve destekleyicilere sonsuz teşekkürler.
Ege Medeniyetleri Müzesi
Fırtına gibi fikre sahip çıkıldı, şimdi fırtınadan sonraki sessizlik hakim. Ege Medeniyetleri Müzesi’nin yapılması için ortaya atılan fikri takiben başta Kültür Bakanlığı olmak üzere tüm ilgili kurum ve kuruluşlar belediyeler konunun üstüne atladı. Orada yapalım, burada yapalım, otoparkı yıkalım, deniz kenarına kuralım fikirleri çatıştı, yarıştı. Ben yapacağım; sen yapacaksın mücadelesi sonunda konu ortada kaldı.
Nitekim, İzmir’in kurumları işbirliği içinde hareket ederek iyi bir takımla yola çıkıldı. Takım kaptanı olarak da geçtiğimiz yıllarda Ege İhracatçı Birlikleri Tütün İhracatçı Birliği’nde uzun seneler başkanlık yapan ve bu tecrübesini Türkiye Futbol Federasyonu’na taşıyarak bu kurumda da başkanlık seviyesine kadar yükselmiş Mahmut Özgener seçilmişti.
İktidarın da olumlu ve yapıcı desteğini alan ekip, “Bu defa EXPO doğru ayaklar üzerine oturtuldu” görüntüsü vermekteydi. Bizim gerçek olarak düşündüğümüz maalesef sadece bir görüntüymüş. Daha yola çıkalı birkaç ay olmadan çatlak kırıldı ve istifalar birbiri arkasına geldi. Tabii başta Vali Cahit Kıraç olmak üzere konuya yakın olan tüm ilgililer yola devam edileceğini ve değişen bir şey olmadığını söylediler. Bahane olarak da sadece “görüş ayrılığı” ibaresi kullanıldı. Bu gelişmenin adaylık sürecine hiç olumsuz etkisi olmayacağı ve kesinlikle değişen bir şey olmadığı, zaten gelişmelerin de kamu ağırlıklı olduğu için kamunun görevlendireceği kişilerin işi götüreceği belirtildi.
Tabii olumsuz bir açıklama beklemiyorduk ama, nedenlerini kamuoyundan saklamak bence yanlış. Hem istifa edenlerin hem de istifayı kabul eden kişilerin “görüş ayrılığı” olarak belirtilen konunun içeriğini açıklaması gerekir. EXPO 2020 adaylığı bu şehrin geleceğinde çok önemli bir adım. Bu şehirde yaşıyan herkesi yakından ilgilendiriyor. Bu kadar önemli bir konuyu yürütmek üzere görevlendirilmiş ekibin üyeleri, istifa sorumluluklarını bu şehirde yaşayan vatandaşlarla paylaşmak zorundadır. Eğer yanlış giden bir şey varsa bu konuda önceden tedbir almak gerekir ise bunun yapılması hepimize düşer. Dedikoduları önlemenin en güzel yolu gerçeği bütün çıplaklığıyla açıklamaktır. Gerçekler bizi korkutmamalı, tam tersi güçlendirmelidir. Şimdi sunuma birkaç hafta kala yeni bir ekiple silbaştan yapacağız. Mevcut ekibin yarısı duruyor diyebilirsiniz ama lideri değişen bir ekip her zaman soru işaretleri taşır. Bizim sorguladığımız kadar bu durumu BIE yetkilileri de sorgulayacaktır. Her yiğidin bir yoğurt yiyişi, her liderin bir yönetim şekli vardır. Şimdi EXPO 2020 umudu belki de kurtarıcı gibi öne çıkacaklara kaldı.
Kültürpark’ın amacı adında saklı
Kültürpark İzmir’in akciğeri, yeşilin kaynağı, tarihin sessiz tanığı... İzmir Enternasyonel Fuarı’nın ev sahipliğini yapan bu muhteşem park, yakında ‘fuar alanı’ görevini devredecek. Gaziemir’de yapılması planlanan ‘Yeni Fuar Alanı’ ile burası da rahatlayacak. Geçtiğimiz günlerde Londra, Paris veya New York’taki benzerleri gibi bir park haline getirilmesi konusunda bazı fikirler ortaya atıldı. Hyde Park örneği verlidi, Central Park gibi olsun denildi.
Kültürpark için fazla arayışa girmeye lüzum yok. Adı, zaten amacını fazlasıyla anlatıyor. Sadece “Kültür” kelimesinin açılımlarını nasıl yapacağız, bunu planlamak yeterli olacaktır. Betondan uzak yapılaşma ile belki daha büyük bir arkeoloji müzesi, bir botanik bahçesi, daha farklı sporlara hizmet eden alanlar, Kültürpark’ın kullanımını ve çekiciliğini artırır. Değişik sanatçıların heykelleri ile farklı köşelere yeni bir görünüm kazandırılabilinir. Ayrıca parke taşı olsa da özellikle başta yollar olmak üzere beton oranını azaltmak, toprağın nefes almasını sağlayacak ve hakiki bir park algısını ortaya çıkaracaktır. Artık Kültürpark’ta bu kadar betona ihtiyacımızın olmadığını düşünüyorum.
Günümüzde sporun her dalı profesyonelleşerek ekonomik getirinin kıskacına girmiş durumda. Türkiye’de spor denince aklımıza öncelikle futbol geliyor. Futbol; takımları, taraftarları olduğu kadar artık şehirlerin ekonomisini de harekete geçiren önemli bir etken. İzmir takımları maalesef futbol açısından son yıllarda başarıyı yakalamakta güçlük çekiyorlar. Basketbol ve voleybol gibi takım oyunlarında önemli başarılara imza atan İzmir takımları, maalesef futbol açısından çok gerilerde kalıyor. Türkiye’nin üçüncü büyük şehrinin takımları ikinci, üçüncü ligde kalma mücadelesi verirken, bu büyük pastadan pay alamıyorlar. Bir şehrin ekonomisinde önemli dinamikleri harekete geçiren bu olgudan İzmir olarak faydalanamıyoruz.
Bu konuda daha etkin ve planlı hareket etmek gerekli diye düşünüyorum. İşte size bir Akhisarspor örneği. Üçüncü ligde başlayan mücadelelerini, Süper lige kadar taşıyan Manisa’nın ilçesinin bu futbol takımı, Trabzon’un Akçaabat Sebatspor takımından sonra bir ilke daha imza attı. Artık Türkiye’deki herkes tütün ve zeytin cenneti Akhisar’ın yerini ve gücünü görecek. Sporun bu ilçemize güzellikler kazandırması dileklerimle Akhisarlılar’ı tebrik ederim...
İstanbul’da büyük final
Türkiye, geçtiğimiz hafta içinde önemli bir Avrupa finaline evsahipliği yaptı. Kısa adıyla Final Four olarak bilinen Turkish Airlines Euroleague Basketball finali İstanbul’da yapıldı. Finale katılan iki Yunan takımından biri son saniyelerde attığı basket ile favori CSKA Moskova takımını yenerek Avrupa Şampiyonu oldu. Sahayı dolduran basketbolseverler yaşanan müthiş mücadeleden keyif alırken; Yunan Olympiacos takımı kupayı büyük sevinç gösterileri arasında aldı. Harika bir mücadele sonunda yapılan medeni bir kupa töreni ile bir Yunan takımı İstanbul’da kupasını kaldırdı. Olması gereken de bu zaten. Tabii turnuvanın ekonomik getirisini de unutmamak gerekir..
Sadece bir an için düşünemeden edemedim. Acaba Atina’da bir Türk takımı kupasını bu kadar rahat kaldırabilir miydi? Bu sonuç Türk halkı ve Türk basketbol kamuoyu için hakikaten medeni bir gösterge oldu.
Diğer yanda iki Türk takımı, İstanbul’da uzun bir maratonun son maçını final havasında oynadı. Şükrü Saraçoğlu Stadı’ndaki mücadelede galip çıkmadı ama; Galatasaray 2011-2012 Süper lig şampiyonluğunu kazandı. Ve tabii daha sonra yaşanan spor adına utanç duyulacak sahneleri hepimiz hatırlıyoruz. Ben her iki takımın başkan ve yöneticilerinin bu maç sonrasında yaşananlar için spor camiasından daha sonra tüm Türk halkından özür dilemesi gerektiğini düşünüyorum. Mücadele finale yakıştı fakat daha sonra gelişen olaylar centilmenliğe ve spor ahlakına gölge düşürdü. Bu olayların tekrarlanmaması için her iki takımın yöneticilerinin de taraftarlarını sağduyuya çağırması gerekirdi.
İzmir’de iş dünyasına hitaben bir konuşma yapan Kent, İzmir’in geleceği ile ilgili düşüncelerinin arasında, İstanbul’un yükünü paylaşması gerektiğini söyledi. Kent, rekabetten ya da yarıştan bahsetmedi; paylaşmaktan ve işbirliğinden bahsetti. Diğer bir deyimle neredeyse yaşanmaz ve hareket edilemez bir yapıya sahip olan İstanbul ile birlikte hareket edilmesi gerektiğini vurguladı. Bu birlikteliğin İstanbul’un yükünü azaltacağından ve daha verimli bir şehir haline gelmesini sağlayacağından bahsetti.
İstanbul ile dayanışmanın en güzel örneklerinden birini havayolu ulaşımında yapabiliriz. Bilindiği üzere İstanbul Atatürk Havalimanı artan trafiği ile birlikte kapasitesinin üzerinde faaliyet gösterir hale geldi. Aynı anda kalkış için 5-10 uçak sıra beklerken, havada da 5-10 uçak iniş sırasını bekliyor. Artık uçaklar için, esen rüzgarların yönüne göre; Silivri, Belgrat Ormanları, Riva veya Marmara üzerinde iki tur atmadan inmek bazı saatlerde imkansız hale geldi. Üstüne üstlük yer hizmetlerinde de başta uçak parkyeri olmak üzere ciddi sıkışıklıklar yaşanıyor. Alternatif paylaşım bu konuda yavaş yavaş yapılandırılabilinir.
Öncelikle Türk Hava Yolları (THY), Avrupa’nın bazı şehirlerine ve New York’a uyguladığı günlük birden fazla seferin bir tanesini İzmir çıkışlı olarak düzenleyebilir. Anadolu’nun heryeri artık özel havayolları ile İzmir’e neredeyse günde bir veya iki seferle bağlanmış durumda. Bu seferlere uygun olarak Paris, Londra, Milano, Frankfurt, Amsterdam, New York gibi merkezlere İzmir çıkışlı sefere başlatılabilinir. Burada amaç sadece İzmir yolcusu değil, aynı zamanda Anadolu’yu da bu merkezlere daha kolay bağlamak olmalıdır. Alternatif yaratarak İstanbul’daki yükün bir kısmını almaktır.
İstanbul’un uluslararası seviyede büyük bir transit merkezi olduğunu biliyorum. Fakat önümüzde bu uygulamanın örnekleri var. Almanya bu konuda en büyük başarıyı yakalamış ülke.
Frankfurt Havalimanı 1970 ve 80’li yıllarda Avrupa’nın transit merkezi konumundaydı. Kapasitesinin üstünde çalışan meydan, 90’lı yıllara gelindiğinde artık yükü kaldıramaz durumdaydı. Dev limanda bitmeyen inşaatların ve büyümenin sonunun olmadığını gören Alman havacılık uzmanları, bir alternatif havalimanı düşündüler ve bu amaçla yeni Münih Havalimanı’nı terminalini inşaa ettiler. Bugün Almanya’nın iki transit merkezi var. Biri Münih, biri Frankfurt.
Transit taşımacılık konusunda artık neredeyse uzman olan THY, bu konuda da rantable çizgiler içinde kalarak bazı seferleri kaydırabilir. İzmir yeni iç hatlar terminalinin iki sene içinde hizmete girmesi ile çok daha büyük bir kapasiteye ulaşacaktır. Kaldı ki, planlara göre önümüzdeki 5 yıl içinde Uşak, Aydın, Denizli ve Balıkesir illeri İzmir’e otoyol ve hızlı trenlerle de bağlanmış olacak.
İstanbul’un yükünü paylaşmak hızlı bir gelişme göstererek hedefini dünyanın lider havayollarından biri olarak belirleyen THY için de önemli bir rahatlama ve yeni kapasite yaratma imkanı getirecektir. İkinci bir alternatif yaratmak tabii ki, bir günde gerçekleştirilemez. Ama birkaç yıla yayılan uygulamalarla tuğla tuğla örülen bir değişim, geleceği bugünden şekillendirme imkanı yaratır.
Çınarlı semti izole edildi
Eylül 2011’de başlayan çalışmalar hala devam ediyor. Bu çalışmalar süresince bazı noktalarda maalesef mevcut güzellikler de yok olup gitti. Bazıları ise, burada yaşayanlar tarafından kurtarıldı. 1377 Sokak’taki yenileme çalışmaları sırasında; plana göre daha önce buraya bu sokakta oturan vatandaşlar tarafından dikilen 5 özel palmiyenin kaldırılıp, iki araçlık parkyeri yapılması gündeme gelmiş. Palmiyelerin buraya dikilmesini sağlayan İzmirli işadamları Korkut Kut ve Uğur Ergener, kaldırımları parçalayan kepçenin önüne çıkarak, yapılanın yanlış olduğunu belirtip, beş ağacın korunmasını talep etmişler. Neredeyse kendilerini ağaçlara zincirlemeye kadar giden direniş, sonunda insafa gelen yol yapım yetkilileri tarafından kabul edilerek, bu bölüm otopark yerine çiçeklerle bezenmiş bir bahçe görünümünde düzenlenmiş.
Geçtiğimiz hafta Konak Belediyesi’nin şehrimizi güzelleştiriyoruz tanıtımı için verdiği reklamlarda bu beş palmiye ağacının bulunduğu resim, örnek düzenleme olarak gösterilen yerlerden biri oldu. Neredeyse yok edilmek üzere olan bir yer; biraz hoşgörü, biraz işbirliği ve biraz da anlayış ile ne kadar güzel kullanılabiliniyor.
Altyapı ve yol yenileme projelerini hazırlayan, çizen belediyenin şehir plancısı-peyzaj mimarı dostlarımız, çizdikleri projelerin nerede uygulanacağını önceden görüyorlar mı bilmiyorum. Ama standart uygulamalar ve birbirinin benzeri çizimler yerine, mekana ve ihtiyaca uygun düzenlemelerin biraz daha hassasiyet gösterilerek yapılması, çalışmaların sonuçlarını da olumlu etkiliyor. Şehrimizin güzelleşmesine katkıda bulunuyor. Bu arada, ağaçlarını korumak adına uykusuz geceler geçiren Kut ve Ergener’e de bir ‘İzmir Sevdalısı’ olarak teşekkür ederim.
Çürüyen elektrik fabrikası
İzmir’in en eski ve en önemli yapılarından biri de eski elektrik fabrikası. Üretimin durdurulmasının ardından kaderine terkedilen muhteşem yapı, her geçen gün yıkılmaya bir adım daha yaklaşıyor. Neredeyse restore edilemez noktaya gelmek üzere olan binaya bir an önce sahip çıkılmalı. Bu binanın her önünden geçişimde içimi büyük bir hüzün kaplıyor.
Türkiye’nin sanayi tarihinde önemli bir yeri olan bu bina, İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde bulunan “Santral İstanbul” gibi onarılarak cazibe merkezi konumuna getirilebilinir. 19. yüzyılın sonlarına doğru yapılan bu orijinal mimari eser, maalesef zamana karşı yaşam savaşını kaybetmek üzere. Bu konuda Enerji Bakanlığı, Büyükşehir Belediyesi, hatta Ege Bölgesi Sanayi Odası başta olmak üzere birçok kesim işbirliği yapabilir. Ya da bu nadide eser herkesin gözü önünde kendi kendine yıkılarak büyük bir moloz yığınına dönüşecek.
Sayın yetkililer tercih sizlere kalmış. İster yıkın, ister yapın...