Bekir Coşkun

İstemem...

12 Nisan 2007
BEN Tayyip Erdoğan’ı "cumhurbaşkanı" görmek istemem. Çünkü:

367 sayısı, her şarta uyan maddeler, kılıflar, kalıplar, uydurmalar benim umurumda değil.

Ben; bir siyasetçinin yüzde 30 küsur oy ile TBMM’nin yüzde 60’ına sahip olup ülkeyi beş yıl yönetmesi bile tartışılırken... Aynı kişinin beş yıl önceki aynı oy ile, bu kez artı 7 yıl cumhurbaşkanı olmasını demokrasinin hiçbir yerine sığdıramam.

Beş yıl önce AKP’ye oy veren birisine sorsalar:

"Bu seninki nasıl bir oy ki, arkadaşı beş yıl başbakan yapmaya yettiği gibi, şimdi de artı yedi yıl cumhurbaşkanı yapmaya yetiyor?.."

*

Ben Tayyip Erdoğan’ı "cumhurbaşkanı" görmek istemem.

Çünkü:

Ağızlarındaki "Atatürk" sözcükleri, dillerindeki "cumhuriyet" kelimeleri, söylemlerindeki "laiklik-maiklik" lafları umurumda değil.

Ben; Türkiye’nin türbanlı bir hanım tarafından temsil edilmesini, tüm dünyanın karşısına "Türkiye’nin first leydisi" olarak bir tesettürlü-türbanlı kadının çıkmasını istemem...

*

Ben Tayyip Erdoğan’ın "cumhurbaşkanı" olmasını istemem.

Çünkü:

Onun "yıldız ülke" müjdeleri benim umurumda değil.

Ben; daha geçtiğimiz cuma günü Kırıkkale’de "Bir çocuğum var" diyen kadına dönüp "Bir tane yetmez, yola devam" diyen... "Bakabildiğiniz kadar değil, doğurabildiğiniz kadar doğurun" diye düşünen bir zihniyetin ülkenin tepesine oturmasını istemem...

*

Bizim aydınlık umutlarımız, ışığa doğru bir yolumuz vardı.

Bizler her şeye rağmen çağdaş, uygar, Batılı bir toplum olmak için çırpınıp durduk.

Çocuklarımıza "Dağ başını duman almış" olsa bile, Mustafa Kemal’in tasarladığı parlak bir geleceğe doğru "yürümeyi" şarkılarla öğrettik.

Şimdi ise; tarikat okulları ile donatılmış bir Anadolu’yu, türbanlılara vaat edilmiş üniversiteleri, laikliği değiştirme olanağı sunulmuş devlet adamlarını, ulema özlemlerini, imamlar tarafından yönetilen bir Türkiye’yi istemem...

O "istikrar" denilen süreç umurumda değil.

Çünkü:

Benim için bir tek Türkiye var.

Onun başına Tayyip Erdoğan’ı "cumhurbaşkanı" istemem.
Yazının Devamını Oku

Kayıp duygular...

11 Nisan 2007
DÜNKÜ gazetelerdeki başlıklar aşağı-yukarı aynıydı:<br><br>"Babaya son bakış..." Cenaze töreni alanında, şehit babasının tabutun önündeki fotoğrafına öyle bakıyordu küçük Efe.

O fotoğrafın arkasındaki "sandığın" içine; babası ile birlikte tüm mutluluğunun, tüm çocukluk kahkahalarının, tüm güzel günlerinin konulup, sonra bir bayrağa sarılıp gömüldüğünün henüz farkında değildi.

Tıpkı bu ülkedeki milyonlarca yetişkinin; onurlu bir Türkiye’nin gömüldüğünün farkında olmayışları gibi.

*

Bu büyük bir oyundur.

1950’den sonra devamlı iktidarda olan "tek partinin", ABD’ye mahkûmiyetinin bedelidir bu:

Orada bir Kürt devleti....

Lami-cimi yok.

Tayyip Erdoğan’ın Celal Talabani’yi iki hafta önce kucaklaması, Özal’ın Celal Talabani’ye Çankaya’da sarılmasının devamıdır.

Bunlar ABD’nin lafından çıkamazlar.

*

Erdoğan’ın Kürtlere "nota" vermesi ne peki?

Tiyatro...

"Gücü, tepkisi, bağımsızlığı, kimliği, saygınlığı, itibarı olan başbakan"ı oynuyor.

O kadar...

İktidar olmak için önce ABD’ye koşan, iktidarında Amerikalılara danışmanını gönderip "Deliğe süpüreceğinize kullanın" diyen bir Başbakan ABD’nin istemi dışında kıpırdayamaz.

Bunu hepimiz biliriz.

Tam tersine; Kürt devletinin yollarını, kışlalarını, hükümet binalarını, okullarını, ordu lojmanlarını yapan kim?

İktidarın müteahhitleri...

"Nota" verilmişmiş...

*

"Babaya son bakış"a bakıp daldım.

Küçük Efe; en değerli, en muhtaç olduğu, en sevdiği, en çok özleyeceği şeyini verdi.

Ama bizler...

Bizler; tüm bu kirli oyunları bildiğimiz halde, çıkarlarımızdan, avantaları paylaşmaktan, kirli oyunları alkışlayıp yolunu bulmaktan ödün vermiyoruz.

Farkındayız, sadece utanma duygularımızı yitirdik.
Yazının Devamını Oku

Fareli köyün kavalcısı...

10 Nisan 2007
1950’den bu yana iktidar hiçbir zaman değişmedi.<br><br>Siz değişti zannettiniz. Bayraklar, sloganlar, isimler, amblemler, liderler, tarihler, zamanlar değişti, ama iktidar aynı iktidardı.

60 yılın başbakanlarına bakmalısınız:

Demirel, Menderes’in "su müdürü" idi. Özal, Demirel’in müsteşarı; Erbakan, Özal’ın genel başkanı; Mesut Yılmaz, Özal’ın; Tansu Çiller, Demirel’in bakanı; Tayyip Erdoğan, Erbakan’ın belediye başkanı...

"Tek parti"dir bunlar.

AKP kadrolarının Demirel’in açtığı imam hatiplerden yetişmiş olması... AKP Hükümeti’nde Özal’ın bakanlarının yer alması... Dincilik, sermaye, Amerikancılık gibi işin özünde aynılık...

*

Dünkü Hürriyet’te Şükrü Küçükşahin’in haberi vardı:

DYP ve ANAP ilk adımı attılar, iki kardeş parti merkez sağda birleşebilirler.

ANAVATAN Genel Başkanı Erkan Mumcu, AKP kurmayı ve bakanıydı.

Fark etmez.

Bu seçimlerden sonra "tek parti" iktidarının sürmesi içindir bu yazılan-çizilen ön adımlar.

Belki de AKP-DYP-ANAVATAN koalisyonunun ilk adımı.

Maksat "tek parti" iktidarı sürsün.

*

Tayyip Erdoğan
’ın "CHP 60 yıldır iktidar olamadı" sözleri tümüyle doğrudur.

60 yıldır "tek parti" iktidardadır.

Pekiiiiyyy, patronların AKP iktidarının eteğine yapışmasının sebebi nedir sizce?

Çünkü patronlar sadece o "tek parti"yi isterler.

Parti isimleri, bayrakları, liderleri değişse de, "tek parti"nin asla değişmeyen temel ilkeleri onlara göredir.

Menderes, Demirel, Özal, Yılmaz, Çiller, Tayyip...

Fark etmiyor.

*

Ve şimdi ne yapıp yapıp "tek parti"yi sürdürme sürecini izliyorsunuz aslında.

Erdoğan cumhurbaşkanı olabilir, AKP seçimde iktidarda kalır; kalamaz gibi olursa DYP ile ANAVATAN desteğe hazırlanır...

Çünkü:

Fareli köydür burası.

Yine kaval sesi geliyor.
Yazının Devamını Oku

Tanıdık...

8 Nisan 2007
KULAKLARINDA Çankaya Belediyesi’nin "sağlıklı" küpesi olan köpeklerden üçü-beşi hep o ağacın altında otururlar, onlara uzaktan baktım. Birisi aralarından kalktı, olanca hızla bize doğru koştu, öbür insanları geçip bana yanaştı, kuyruğunu sallayarak selam verdi, bir takla attı...

"Merhaba" dedim.

Arka ayaklarının üzerine oturup, partisiyle ayağıma bir şaplak vurarak o da "merhaba" dedi.

Sordum:

"Nereden tanışıyoruz?.."

Kara gözleriyle yüzüme baktı, anlamadı belli.

"Nereden tanışıyoruz?.. Gerçi fark etmez, biz tanışsak da tanışmasak da birbirimizi severiz... Ben yüzünü görmediğim, başını okşamadığım, hatta varlığından haberdar bile olmadığım, çok uzak bir şehirdeki anne köpek için ağlamıştım..."

Onu ilk kez gördüğümü anlattım oradakilere.

O sanki kırk yıllık arkadaşmışız gibi bir takla daha attı.

Duraktaki insanlar onu ilk gördüğüme belli ki inanmadılar, kimisinin aklından "O zaman senin hayvanlarla ilgili yazılarını okumuştur?" gibi espriler geçtiğini düşündüm.

İnsanlar gülüştüler.

O ise bir pati daha attı ayağıma.

Doğrusu ben de şaşkındım, alçak sesle üsteledim:

"Nereden tanışıyoruz?.."

*

O an hatırladım:

Her gece geç saatlerde Andree ekmekleri dörde bölüp içlerine yemekler koyarak sandviçler hazırlar. Ben onları alıp arkadaki ağaçlıklara götürüp bırakırım, kim yer, kim yemez bilemeyiz.

Bu köpek beni oradan tanıyor.

Ben onu karanlıkta göremiyorum, ama o beni görüyor. Her gece otların arasına sinip belki de yolumu bekliyor.

Bizde olmayan bir koku ile tanıma duyusu var üstelik.

"Tamam, sen geceleri oradasın" dedim.

Kuyruğunu salladı.

"O karanlıkta ben seni görmüyorum, ama sen beni görüyorsun, seni gidi seni..."

(.......)

Bu gece geç vakit elimde sandviçler yine gideceğim arka bahçeye.

Durakta görüp bana teşekkür eden dostuma sesleneceğim:

"Biliyorum buradasın..."

Karanlıkta belki yine bir takla atacak, görmeyeceğim.
Yazının Devamını Oku

Yazı yazdım havaya...

7 Nisan 2007
BİR anlatım sorunu var.<br><br>Bu yüzden televizyonda konuşanlar dahi, noktalama işaretlerini dilleri ile yapıyorlar: "Burada tırnak açıyorum..."

Ya da:

"Şuraya bir soru işareti koyuyorum, ünlem olarak diyorum ki..."

Yönetmen:

"Beyefendi noktayı koyar mısınız?.."

"Noktayı koymadan önce bir küçük parantez açtıktan sonra altını çiziyorum..."

(..........)

Ne bileyim ben.

Bizim yazılarımız bu bakımdan daha net ve anlaşılır sayılır. Çünkü harfler, kelimeler, cümleler, satırlar, noktalar, virgüller orada sabit durmaktadır.

Yine de anlaşılmaz.

Ben yazılarımı en anlaşılır biçimde kısa ve öz yazmaya çalışır, sonra anlamayanlara anlatmak üzere otururum telefonun başına.

Anlamayanlardan gelen tepkilere karşı, "Yani demek istedim ki..." diye başlarım.

*

"Darbeler her seferinde Türkiye’yi beterin beterine sürüklediler..." diyen bir yazı "darbe davetiyesi" sayılabilir mi?..

Ama kimileri (Hakaret-küfür etmeden yazımı eleştirenleri ve anlatım biçimime itiraz eden yürekli-samimi okurlarımı tenzih ederim) dünkü yazımı "Askerleri darbeye çağırma" saydılar.

Peki, ben ne yapmalıyım?..

Nasıl anlatmalıyım ki anlaşılsın?..

*

60 yıldır aldatıldığını, kandırıldığını, itilip-kakıldığını, kravatlı dolandırıcılar tarafından dolandırıldığı, sömürülüp çalındığını anlamayan bir toplum...

Yarım asırdan fazladır yaşadıklarından asla ders almayan, dönüp hatasına-günahına bakmayan bir ahali...

Nerde sahtekár varsa peşine takılan, nerede üçkáğıtçı varsa güvenen, nerede düzenbaz varsa onurlandıran, nerede suçlu varsa seçen bir zihniyet...

Şu anda dahi en yüce duygusu dininin, kendisini kandırmak için malzeme olarak kullanıldığının farkında olamayan... İtalyan giyimli erkeklerle, türbanlı kadınların oynadığı oyunun ne anlama geldiğini göremeyen bir saflık...

Yazılanı-söyleneni anlar mı?...

Anlamaz gülüm...
Yazının Devamını Oku

Ses...Ses...

6 Nisan 2007
TÜRKİYE’de bundan böyle darbe olmaması için şu üç şeyin mutlaka var olması gerekli: - Demokrasi.

- Hukuk.

- Bilinçli ve örgütlü toplum.

Bu üçü var mı?

Yok...

Darbe olması için ise şu üçünün olmaması gerekiyor:

- Devrim yasalarına hakaret.

- Rejime karşı hareket.

- Cumhuriyete ihanet.

Bu üçü var mı?

Var...

*

Bu "yok"lar ile "var"ların esrarengiz tel örgüleri arasındadır korktuğumuz darbeler.

Aslında bizler Erbakan’ın, "Kanlı mı olacak, kansız mı?" sorusunun yanıtını yaşıyoruz şu günlerde.

Erbakan’ın yetiştirdiği, ondan daha zeki ve kamuflajlı veletleri, onun başaramadığını başarıyorlar.

Evet...

Kansız oluyor...

Pekiiii; kendini Atatürk devrimlerinin ebedi bekçisi sayan ve elinde silahlı güç olanların, tüm bu olanlar karşısında sessiz ve seyirci kalmalarına ihtimal veriyor musunuz?..

Hayır...

*

Önümüzdeki günler büyük olaylara gebe.


Patron kuruluşlarının, esnaf ve işçi örgütlerinin, medyanın, üniversitelerin, aydınların pısırık, ikiyüzlü ve çıkarcı tavırları, demokratik olmayan müdahaleler olasılığını artırıyor.

Çünkü; bu karşı devrim durdurulmasına durdurulacak.

Burada Erbakan’ın, "Kanlı mı olacak, kansız mı?" sorusunun karşı versiyonu söz konusudur:

"Darbeli mi olacak, darbesiz mi?.."

Hangisi?..

Siviller her zaman gaflete düştükleri için, darbeler her seferinde Türkiye’yi beterin beterine sürükledi.

O zaman laik cumhuriyetin çocukları yükseltin sesinizi...

Ses...

Ses...
Yazının Devamını Oku

Başbakan’ın ilgisini çekmek istiyorsanız...

5 Nisan 2007
BİRÇOK sorunu Ti-Vi’lerde görüp arkasından o kanalları aradığına göre, demek Başbakan Ti-Vi izlemeyi seviyor. Diyelim ki sabahın köründe Seray Sever ile Metin Şentürk’ün "Sabahın Körü" adlı programını arıyor, Suna Hanım’ın kilo vermesi işiyle ilgileniyor.

Onu kapatıyor bakıyor ekranda gecekonducular kızgın, arıyor, belediyecilere kızıyor.

Onu kapatıyor; cenaze naklini görüyor haberlerde, arıyor...

Bu sefer bakıyor bir çocuk, çeviriyor...

(.......)

Ben kimi dizileri izlediğinden de eminim.

Belki "istikrarlı bir Türkiye" işlerinden geç kalıp da diziyi kaçırdığında, bir ayağını altına alıp divana yerleşirken evdekilere soruyordur:

"Sıla’da Boran Ağa, gerçeği Şehrazat’a söyledi mi?.."

(.......)

Sonra geçiyordur Popstar Alaturka’ya.

Ve arada bir "Detone oldu ama performansı iyi..." gibi fikir açıklamakla birlikte, cep telefonunun tuşlarına basıp yarışmacılara puan attığından da şüphelenmekteyim.

Mırıldanıyordur:

"Tamer yaz, 3113’e gönder..."

Elbette Başbakan’ımız dil bilmediği için biraz sonra Dışişleri Bakanı Abdullah Gül arıyordur:

"Sayın Başbakanım, İngiltere Başbakanı Tony Blair’e ’Tamer yaz 3113’e gönder’ gibi bir mesaj geçmişsiniz. Blair, ’Bu bir şifre olabilir mi?diye soruyor..."

".......!"

*

Bizimkisi sadece tahmin.

Ama Başbakan’ın Ti-Vi programlarına bayıldığı ve zaman zaman dayanamayıp oralara telefon açtığı ortada.

Bu durumda işsiz gençlerin, iflastaki çiftçi ve esnafın, kapkaç-hırsızlık kurbanlarının, kısacası canı yanan ama sesini duyuramayan vatandaşlarımızın ne yapıp yapıp bir Ti-Vi’de gözükmeleri gerekiyor.

Dizide mi oynarlar, yoksa popstar yarışmalarına mı katılırlar, bilemem.

Ki Başbakan’ın ilgisini çeksinler ve aransınlar.

Öbür türlü Başbakan’ın haberi olmuyor.

Hele hele haberlerde; böbrekleri çalışmayan, babasının evden attığı, üzerinden kamyon geçmiş, kafasına otel tabelası düşmüş, Hülya Avşar’ın son tenis fotoğrafını görmüş, doğuştan topal birisi olarak çıkarsanız...

Yaşadınız...
Yazının Devamını Oku

Bu medya ile demokrasi olmaz

4 Nisan 2007
Seçim sandığı kadar, oy pusulası kadar, demokrasinin vazgeçilmezidir medya. Medya olmadan demokrasi asla olmaz.

Medyasız seçmen "kör seçmen"dir.

Bilmeden, görmeden, anlamadan, öğrenmeden yapılan bir seçim, seçim sayılamaz.

Medya, medya...

Ama bu medya ile demokrasi olmaz.

*

Son beş yılda Türk medyasının başına gelenlere bakmalısınız..

Sanki kaçacakmış gibi kelepçelenip götürülen gazete sahipleri... Bir günde çöken büyük medya kuruluşları... Mezat salonlarında (alay konusu olacak kadar) yok pahasına satılan gazeteler, televizyonlar...

Bir de bakıyorsunuz ki gazetelerin-televizyonların künyesinde devlet memurlarının isimleri, gazeteci olmuşlar...

Bir de bakıyorsunuz ki; medyanın koridorlarında takım elbiseli eli telsizli kamu görevlisi, arkadaş editör...

Her seferinde medya biraz daha siniyor.

Her seferinde biraz daha pusuyor

*


Bizler şirket-mirket işlerini anlamayız.

Bizler ticareti bilmeyiz.

Bizim özgürlüğümüz bir duygudan ibarettir.

Islık çalmak gibi, türkü mırıldanmak gibi, yüreklerimizden gelen ve bizleri "özgür" kılan bir tılsımdır bu.

Odalarımızın havasına sinmiş, pencerelerimizin pervazlarına ilişmiş, kimi zaman çöp kutusuna basket yapmak gibi, kimi zaman masanın kenarında trampet tıkırdatmak gibi anlatımı zor, ama bizler için hava kadar yaşamsal bir duygudur özgürlüğümüz.

Biz bundan anlarız...

Aradığımız budur...

*

Ama koridorlarına, odalarına, perdelerine, pervazlarına, havasına korku sinmiş bir medyanın "özgür" olması olası mıdır?

Kendi özgürlüğünü savunamayan bir medyanın demokrasiye yararı nasıl olur?

Bu medya ile demokrasi olmaz

Olamaz...
Yazının Devamını Oku