NE zaman bir şehit cenazesine baksam, ya bir kasketli yoksul baba, ya da yazmalı yoksul bir annenin ağladığını görürüm.
Bir politikacının ağladığına tanık olmadım.
Bir zenginin...
Bir bürokratın...
Bir bakanın, bir milletvekilinin...
Birünlü gazetecinin, ya da bir diplomatın ağladığını hiç mi hiç görmedim.
*
Bu yazı "insanların kafasını bulandırmak, vatandaşları yüce değerlerden soğutmak için" yazılan bir yazı değildir.
Bir çözümü getirecek tespittir bu:
Kimliksiz dış politikaları savunanların çocukları o dağlarda olsaydı, onurlu dış politika istemleri bu denli gecikir miydi?
Diyelim ki büyük patronlar, diplomatlar, bakanlar, milletvekilleri, paşalar, yüksek bürokratlar, ünlü gazeteciler, uykusuz gecelerde cep telefonlarıyla dağlardaki çocuklarını arayıp, onların bir kurşuna kurban gitmemeleri için dualar okusalardı...
Teslimiyetçi politikaları onaylarlar mıydı?..
Kuzey Irak’ta terör kamplarını barındıran ABD’nin oyunlarına... PKK’nın finans kaynaklarını barındıran ve kanlı yayınlarını destekleyen AB’nin ihanetine...
Dolarlar gelecek diye, fidanların ölmesine göz yumabilir, istikrar(!) bozulmasın diye iktidara çanak tutabilirler miydi?..
*
Ama ne yapacaksınız?..
Bir tekinin çocuğu o dağlarda değil.
Bu nasıl oluyor, nasıl beceriliyor, bilemem...
Çoktandır köylerde anneler ağlaya ağlaya "askerimiz fakirdendir" türküsünü söylerler.
O yaban güvercinleri, o şehitler-gaziler hiç kimsenin sahip olamayacağı bir şerefi, hiç kimsenin yükselemeyeceği bir yüceliği, hiçbirimizin erişemeyeceği bir gururu, önce kendi boyunlarına, sonra yoksul evlerinin duvarlarına asarlar.
Yine de benim sorum var; o karanfil karanfil tabutlar geldiğinde, arkalarından ağlayan bir bakan, bir milletvekili, bir diplomat, bir patron, bir gazeteci, ünlü görmedim otuz yıldır.