DÜNKÜ "Rüşvetçileri toplarsanız kamuda açık daire kalmaz" şeklindeki yazıma kimi memur okurlarım, "Biz rüşvet almıyoruz" diye haklı olarak tepki gösterip kızdılar.
Birincisi; o mizah yazısıydı, karikatürlerdeki büyük burunlar gibi biraz abartılı. İkincisi; elbette namuslu-dürüst memurlarımız vardır. Onları tenzih ederim.
Ve "...açık yer kalmaz" iddiamı düzeltiyorum:
"Bazı yerler açık kalır..."
*
Ben yine de sorarım kendi kendime:
"Neden cumhuriyetimiz bu halde?.. Neden yoksullarımız, açlarımız var?.. Neden hálá üçüncü sınıf ülkeler arasındayız bu cennet kadar güzel ülkede?.. Neden bir sömürge gibi bağımlı, bir eyalet gibi güdülen, bir aşiret gibi kanunsuzuz?.."
Ve son kurşunu kendine sıkan adam gibi, son öldürücü soruyu yöneltirim beynime:
Düzgün-namuslu insanları da elbette ayrı tutmalıyım. Ama gerçek ortadadır.
Elli yıldır avanta-suiistimal-rüşvet-yağma üzerine kurulu siyasi yapıların seçicileri başkaları mıydı? Yağma-hırsızlık haberleriyle dolu gazete arşivleri ve peşinden açılan seçim sandıkları tanıktır, dönüp bakmaz mısınız?
Dört senede 150 milyar dolar çalındığında, bıçak kemiğe dayandığında ve 2000’lere gelindiğinde bu sefer güya alternatif "AK" dönemde kimdir kömür ve nohut karşılığı oy veren?..
"Çalsın, ama iş yapsın" kimin sloganıdır?..
Bu son seçimlerde dahi; ortaya çıkan gemicikler, likit yumurtalar, sünnet altınları, kayıp trilyonlar, ilkokuldaki oğlanın mısır ticareti, Ali Dibolar, arsa kapatmalar, gurbetçilerin başına yıkılan yeşil sermayeler, ihalesiz televizyon-gazete satışları, İstanbul’un parsel parsel pazarlanması mıdır yüzde 47’ye fırlayan oy’un nedeni?..
Böyle midir hırsızlık-yağma-rüşvet istemeyen millet?..