"Yaban güvercinleri" bölük bölük dönmeye başladılar.
Saydım, saydım.
27 eksik çıktılar.
*
O yaz karnemdeki kırıklar alışılmışın dışında biraz az olduğundan babam izin vermişti, onu gömleğim ile vücudum arasına sokup eve getirmiştim.
Tülmen’deki bağ evimizin büyük boş odasına saldım.
Çok mutsuzdu.
Arada bir tavana yakın cama bakıyor, oradan çıkmak istiyor, cama çarpıyor, çıkamıyor, yeniden deniyordu.
Su tasına su koydum, ekmek kırıntıları, bulgur, buğday, maydanoz bile verdim ona.
Karşı köşeye sinip onu izliyor, korkmasın diye sanki ondan daha küçük olmak için büzülüyordum.
Razı olmadı teslimiyete.
Hastalandı.
O bir köşeye büzüldü, ben öbür köşeye.
O gün farkına vardım; önünde tas tas suyu, çeşit çeşit yiyeceği vardı, ama bir şeyi yoktu:
"Özgürlüğü..."
Sonunda yenik düşüp onu bahçede yere bıraktım, uçmak istedi uçamadı, gücünü yitirmişti ve özgürlüğü elinden alındığı için canından olmuştu yaban güvercini.
*
Bizim evin üzerinden sabah ve akşamları geçerler, başımı kaldırıp bir eski anının mahcubiyeti ile bakarım.
Doğanın en "istisna" canlılarındandır şu yaban güvercinleri.
Barışı severler, ama "teslimiyet" olmaz.
Yeryüzünün en güçlü ve yırtıcı canlıları kafeslere alışıp esarete razı olurken, yaban güvercini bağımlı yaşayamaz.
Ve...
Onların hem güçlerinin sebebi, hem ölümlerinin nedenidir masumiyet.