Bekir Coşkun

Kendini asan lider...

26 Mart 2008
AKP işleri berbat edip bir çözüm aradığında, o çözüm nedense AKP’den önce MHP’nin aklına geliyor. Bu bizim evde de böyledir.

İçinden çıkamadığımız bir sorun olduğunda ben "Aklıma çok güzel bir fikir geldi" derim.

Ve susup muhterem karımın yüzüne öyle bakarım.

O "Şöyle olabilir..." diye başlar.

Ve benim aklıma gelen fikri söyler.

(.......)

AKP içinden çıkılmaz bir noktaya geldiğinde, MHP yetişiyor; 367 sorununda, Cumhurbaşkanlığı seçiminde, türbanda...

Ve şimdi de AKP’yi kapatılmaktan kurtarmada.

*

AKP kendini kurtarmak için elbette çözüm arıyor.

İktidar partisi işleri berbat etti ve kapatılma tehlikesiyle burun buruna geldi.

Ama aklına bir çözüm gelmiyordu.

İşte o çözüm MHP’nin aklına geliverdi:

"Cumhuriyet rejimini yıkma suçu silahlı eyleme ve teröre bulaşmadığı sürece, parti kapatılamaz..."

(Bir siyasi parti aynı suçu; devleti için için ele geçirerek, takiye ve hile yaparak, Erbakan’ın işaret buyurduğu gibi "kansız" işlerse ne olacak?..)

Neyse...

Böylece AKP kurtulur mu?

Belki kurtuluyor...

*

Bence Devlet Bahçeli hata etti.

Bu geçtiğimiz seçimlerde MHP’li olmayan birçok seçmen, Devlet Bahçeli’ye oy vermişti.

Bahçeli o güveni iyi kullanabilirdi.

Merkez sağdaki büyük boşluk orada dururken, seçmen AKP’den kaçacak yer ararken ve insanlar kendisine güven duyarken, MHP’yi sağın büyük partisi yapabilirdi.

Ama bunu yapamadı.

Büyük tepkiler içinde, AKP’yi yerden yere vurup Türkiye’yi felakete sürüklemekle suçlamak, peşinden onların bile aklına gelmeyen çözümler üretip her seferinde AKP’ye koltuk değneği olmak...

Nedir bu?..

Bu ise; Bahçeli’nin aklına gelmeyen, ama benim aklıma gelen bir tanımdır:

"Kendini asan lider..."
Yazının Devamını Oku

İktidar macunu...

25 Mart 2008
"EN az üç çocuk..." dedikten sonra, kimi vatandaşlarımızın "Yani bu ortamda yapacak halimiz mi var?" itirazına yanıt geldi ve Başbakan milletimize mesir macunu dağıttı.<br><br>Bunun dışında daha ne yapabilir?.. Gerisi millete düşüyor.

Üç, beş...

Yine de "Yapamayız" demeyin.

Başbakan hedefi gösteriyor, işareti veriyor, sayıyı belirliyor, "Hadi bakalım" diyor, macunu dağıtıyor...

Milletin iktidarı kuvvetli olsun maksat.

*

Milletin iktidarı
iyi de, memleketin durumu kötü:

Doğu ve Güneydoğu illeri birer savaş alanı gibi, her gün bir kentte isyan provası yapıyorlar.

Ekonomi çatırdıyor.

İşadamları her sabah kábuslar içinde uyanıyorlar. İşsizlik, yoksulluk arttı. Her gün iflas eden orta boy ve küçük esnaf sayısı ikiye katlandı.

AB umutları zayıfladı.

ABD’nin yine dayatmaları kapıda diyorlar.

"Hükümet yok mu?" derseniz...

Bizzat Türkiye’yi yöneten iktidarın "dinci devlet kurma girişimi" iddiasıyla kapatılması söz konusu.

İyi mi?..

O da kapatılma korkusu ile karşı tarafa saldırıyor, 1960 öncesi olduğu gibi evleri basıp, insanları alıp götürmeye başladılar.

Korku var...

Toplum bölündü.

Üniversitelerden kahvehanelere, demokratik örgütlerden hastanelere kadar, insanlar birbirlerine düştüler.

Bir anda kábusa döndü Türkiye.

*

Niçin?..

Çünkü "yüzde 47 oy"un şımarıklığıdır.

Cumhuriyetin kurum ve kavramlarını yok sayıp, sadece "Millet iktidarının işaret ettiği gibi" diyerek devleti tersyüz etmeye kalkmanın kaçınılmaz depremidir bu olanlar.

(.......)

Elbette milletimizin iktidarı için macun iyi bir fikirdi.

Ama macun yetmiyor.

Ve iktidar dik duramıyor.
Yazının Devamını Oku

Ulu çınar...

23 Mart 2008
BİR çınar vardı orada:<br><br>Ulu çınar... Onu kesmek istiyorlar.

Ellerinde baltalar.

(.....)

Doğrusunu isterseniz bu köşenin pazar geleneğidir, bugün ben Meclis’ten geçirmek istedikleri "Ormanların kesilip yerine turistik tesis yapılmasına ilişkin kanunu" yazacaktım.

Ama keyfim yok bu sabah.

Aklımda, bizim mesleğin ulu çınarı İlhan Selçuk var.

O ormanları yok edecek yasayı Anayasa Mahkemesi bundan üç sene önce iptal etmişti. Ama ne yapacaksınız, söz konusu avanta-yağma olunca hak-hukuk ne yazar?

Şimdi o orman yağması yasasını yeniden dayatıyorlar. Ağaçları kesip ormana kendi binalarını yapacaklar.

Bunların tıyneti böyle.

Lara’da mı, Ege kıyılarında mı, İstanbul ormanlarında mı, Anadolu’nun neresinde bilemem... Ama o ulu çınar kesilmeli ki, yerine kendi çıkar biralarını inşa etsinler.

*

Ulu çınar
, bizim ormanın ulu çınarı.

Görmüş geçirmiş, istila gemilerinin gidişinden, Mustafa Kemal’in askerlerinin gelişine kadar, yurtseverliklerin de, ihanetlerin de tanığı ulu çınar.

Saygın...

Bilge...


Yaralı gövdesinde Ziverbey işkencelerinin izleri de var, dinlerdim kimi zaman, belli ki her anlatışında canı yanar...

Ama o yaralarını daha çok bedenine çizilmiş sevdaların kalp ve ok işaretleri sayar.

Dimdik ulu çınar...

*

Ha ulu çınar, ha İlhan Selçuk’lar...

Ne fark eder?

Kendi dünyalarının çirkin binalarını kurmak için, ormanı kesip yok etmek istiyorlar.

"Bir ağaç kadar hür ve bir orman gibi kardeşçesine" çığlıkları asla susmasa da...

Gözleri dönmüş bir kere.

Ellerinde baltalar...
Yazının Devamını Oku

Sıra size gelecek...

22 Mart 2008
TÜM bu olanlara şaşırmayın.<br><br>Bunlar olacaktı. Çünkü karşı devrimdir bu...

Niçin anlamıyorsunuz?..

*

Türkiye’nin son yıllarda yaşadığı hiçbir zaman sıradan siyasi çekişmeler değildi.

Rejimdi ortada olan.

Laik cumhuriyeti yıkıp, ABD’nin BOP projesi kapsamında "Ilımlı İslam" modelini kurmak isteyenler, masum maskeleriyle gelip saf kitleleri arkalarına alarak, önce siyasi iktidarı, yerel yönetimleri, bürokrasiyi... Peşinden bağımlı-bağımsız örgütleri-kurumları-kuruluşları ellerine geçirdiler.

Sonra en dibinden tepesine kadar devleti...

Sizler her sabah uyandığınızda bir başka parçanın "elden gittiğini" gazetelerden okumadınız mı?

Ya da o "Kanlı mı olacak, kansız mı?" sinyalini nasıl anlamadınız?

Adım adım geliyordu karşı devrim.

*

Ve uyuyordu Türkiye.

Gaflet de vardı, ihanet de...

Kimisinde; Batı medeniyetinden nefret eden dincilerin, Türkiye’yi AB’ye taşıyacağını umacak kadar ahmaklık...

Kimisinde; kendi çıkarını Türkiye’nin geleceğinden daha önde görecek kadar alçaklık...

Ama en çok; küçük pis hesaplar, değmez çıkarlar, basit ikbal beklentileri içinde olan aydınlar yaktılar Türkiye’nin canını. Biz onlara "aydınların ihaneti" diyorduk bu köşelerde.

*

Olan oldu.

Bu gördükleriniz; direnen, cumhuriyet devrimine ihanet etmeyen, boyun eğmeyen, yürekli, yiğit insanların temizlenmesi aşamasıdır.

Daha çok şey göreceksiniz.

Daha sabahlar çok beter haberlere gebe...

Sinmeyen, pısmayan, çocuklara sözü ve yüreği olan, vatana sevdalı insanların başlarına örülen entrikaları ve kirin-pasın içine sürüklenişlerini daha çok duyacaksınız.

Hálá anlamayan-görmeyen varsa...

Uzun sürmez...

Sıra gelecek.
Yazının Devamını Oku

Bir model aklınıza gelirse...

21 Mart 2008
JAPON modeli diyorlar, Venedik modeli diyorlar, Brüksel modeli de olur diyorlar. Ne bunlar?..

AKP’yi kapanmaktan kurtaracak, başka ülkelerdeki anayasa modelleri.

Çünkü arkadaşlar işleri berbat ettiler, partileri kapatılacak, şimdi bundan kurtulmak için acele "model" lazım.

*

Bu model arayışı ilk değil.

Türbanı üniversitelere sokmak için daha ne kadar zaman önce kızların başı için model arıyordu sofular:

Çene altı modeli...

Çengelli iğne modeli...

Üstten bağlama modeli...

Yanda toplama modeli...

*

Türban modelinin başlama yeri dahi bir başka model meselesiydi; modeli nasıl olsundu Türkiye’nin?

İran modeli...

Ilımlı İslam modeli...

Dubai modeli...

İşte o zaman birisi "Malezya modeli" dedi ve bizim medya nasıl koşmuştu Malezya’ya.

Nasıl unutursunuz?

*

Şimdi başları dertte.

Tüm bu olanlar model aramanın günahıdır.

Dünyanın gıpta ettiği, hiç yoktan bir vatan, bir ulus, bir devlet yaratan Mustafa Kemal’in laik Cumhuriyet modelini tekmeleyip, karanlık niyetlerle model aramanın vebalidir bu.

Neyi uymadı size laik cumhuriyet modelinin?..

Çağdaş Türk kadını modeli niye battı size?..

Uygar yaşam modeli niçin rahatsız etti sizi?..

Neden?..

*

Partiyi kurtarmak için Japon modeli de var. Brüksel modeli de iyi gelir diyorlar.

Ama değiştirilemez anayasa maddeleri ile yobazlığa izin vermeyen "laik cumhuriyet modeli" olmuyor.

Başka model lazım...

Başka...

Yazının Devamını Oku

Aklımıza gelmeyen bir şey...

20 Mart 2008
FARKINDA mısınız; kimsenin aklına AKP’nin yargı önüne çıkıp da aklanacağı gelmiyor.<br><br>Bu aklımıza gelmeyen tek şeydir... Ben hiç "AKP, laikliğe ve cumhuriyet devrimlerine bağlılığını belki kanıtlar" diyeni duymadım.

Yargıtay Başsavcısı’nın soruşturması ve AKP ile ilgili belki bin senaryo yayınlandı medyada.

Bir tek "Mahkemede aklanır" senaryosu yok.

En akla gelmeyecek şey demek ki; AKP yüce mahkemenin önüne çıkıyor ve aklanıyor...

Her şey olası da, bu değil...

Hesapta bir tek bu yok...

Pekiiiii...

AKP niçin parti kapatmayı Anayasa’dan çıkartacak "Mini Anayasa değişikliği" hazırlıyor?

Herkes gibi kendisi de biliyor ki, akla gelmeyecek şeydir çıkıp aklanmak...

*

İşte bu noktada akıllarına başka türlü-çeşitli aklanma yöntemleri geliyor belli ki.

Misal; Çalışma Bakanı "kanı bozuklardan" söz edip Arınç tabutu gösterirken, sol uçtan sağ uca zıplayarak en uzun siyasi atlama rekoru kıran Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, soruşturmayı "Ergenekon" ile ilintiledi ve işte o an sağ yumruğunu havaya kaldırdı.

Bu sırada Başbakan, Çanakkale’de bir top gördü.

"Bu top patladığına göre mermisi de vardır" dedi ve aklına Seyit Onbaşı’nın 215 okkalık top mermisini kaldırdığı geldi.

Az sonraki konuşmasında dedi ki:

"Seyit Onbaşı’ya o mermiyi kaldırma gücü veren imandır. Herhalde buna da -laikliğe aykırı- demezler..."

Böylece soruşturma kapsamındaki "laikliğin" karşısına "imanı" koydu mu?..

Koydu...

*

Gördüğünüz gibi laf yetiştirmekte her şey akıllarına geliyor; kan bozukluğundan Ergenekon’a, oradan tabuttaki ölüye... Anayasa’yı değiştirmekten Seyit Onbaşı’nın top mermisine kadar.

Ama bir tek şey akıllarına gelmiyor:

Hukukun karşısına çıkıp, laik cumhuriyete zarar vermeyeceklerini kanıtlamak...

Bunu düşünmüyorlar bile...

Çünkü bu kimsenin aklına gelmeyen bir şeydir.
Yazının Devamını Oku

Din ve siz...

19 Mart 2008
BAŞSAVCININ "din istismarı" iddiasını sormak için, gazeteciler Başbakan’a koştular. Başbakan dedi ki:

"Onların kulakları vardır duymazlar, gözleri vardır görmezler, dilleri vardır hakikati söylemezler...."

(A’raf Suresi, 179’uncu ayet)

Gazeteciler bu sefer iddianameyi alıp çok mühim bir isim olan Bülent Arınç’a koştular.

Arınç onlara dedi ki:

"Ey inananlar, şunu biliniz ki ölüm bize şah damarımızdan daha da yakındır..."

(Káf Suresi, 16’ncı ayet)

*

Bir de bu arkadaşlara "dinci" diyorlar (!)

(Yukarıdaki konuşmalar ve ilgili ayetler, gazetelerin manşetlerinden alınmıştır.)

(.......)

Başbakan ve adamları konuştukları zaman, kaynak gerekiyorsa gazetecilerin anayasaya, yasalara bakmaları gerekmez mi?

Ama şimdi doğru koşuyorlar "Tefsir-i Kebir"e...

Olmadı doğru Hacı Bayram’a...

Eminim editör muhabire soruyordur:

"Başbakan ne dedi, ne dedi?..."

"Abi, Bakara Suresi, 15’inci Ayet’ten girdi, Maide Suresi 16’ıncı Ayet ile devam ederek, Nisa Suresi 35’inci Ayet ile....."

*

Aslında bizler din gibi kutsal bir duygunun, bu siyasetçilerin elinde malzeme olmaması gerektiğini anlatmak istiyoruz.

Ama nasıl anlatmalı?..

Diyelim ki en değerli eşyalarınızı nasıl özenle saklarsınız... Sevdiğiniz bir gömleği nasıl ortalıkta bırakmazsınız... Altınlarınıza nasıl özen gösterirsiniz... Anlamı olan bir çiniyi nasıl cam vitrinlerde gözünüz gibi korursunuz...

O zaman en değerli zenginliğiniz dininizin kirli-paslı siyaset meydanlarında kullanılmasına nasıl izin verirsiniz?

Bakın; kaç gündür din, siyasi bir kapatma davasının malzemesi oluverdi.

Bu sefer din gibi yüce duyguya sahip insanları, hukuk gibi bir başka yüce kavramla çatıştırmayı deniyorlar.

Buna izin vermeyin.

Böyle midir sizin dine saygınız?..
Yazının Devamını Oku

Hangi demokrasi?..

18 Mart 2008
GÖRDÜĞÜNÜZ gibi "demokrat" sayısı bilinenden fazla.<br><br>"Parti kapatma demokrasiye uymaz" diyorlar. Bilirsiniz, bizim toplumumuz dünyanın en demokrat(!) toplumu olduğu için, demokrasisiz yapamaz ve size saf saf sormak kalır:

"Demokrasimizin neresine uymuyor?.."

"Kapatma kısmına..."

Yazarlarımız yorumlarında "demokrasiden" söz etmeye başladılar. Aydınlar "ama demokrasinin şeyi ortadayken" diyorlar. Kızgın okurlarım mesajlarına, "Demokrasiye inanmayan senin gibi adama, aha şu bacağımı..." diye başlıyorlar...

O çenesi büyük yorumcuyu dinliyorum televizyonda, "Demokrasimiz bu ayıba layık değil" diyor.

*

Hangi demokrasi?..


Bu memlekette demokrasi oldu da mı zarar görsün?..

Seçmenlerin bir kişiye (liderlere) oy verip ama 550 kişiyi seçmiş olmaları ve kimi seçtiklerini seçtikten sonra gazetelerden öğrenmeleri miydi demokrasi?..

Halkımızın nohut ve kömür karşılığında oylarını satmaları mıydı demokrasi dediğiniz şey?..

Bir dönün bakın; demokrasinin icra edildiği yer Meclis’e; liderler daha ağızlarını açar açmaz alkışlayan kurşun askerler demokrasinin neresidir?

Ya da; demokrasilerde "dokunulmazlığın" arkasına saklanıp vurgun, soygun yapma, suç işleme özgürlüğü var mıdır siyasilerin?

Böyle midir demokrasi?..

*

İşte daha dün:

Başbakan, partisinin kapatılma kararını kendi milletvekillerine yorumlarken "Bu iş bizim oyumuzu artırır" dedi.

Ne iş?..

Söyler misiniz; suç işlemek oy mu artırır?..

Rejimi yıkmakla suçlanan bir siyasi partinin oylarının artması, dünyanın hangi adam gibi ülkesinde olabilir?..

Nasıl olur?..

*

Bu demokrasinin bu kadar kiri pası kimseyi rahatsız etmedi de, laik cumhuriyeti savunmak isteyen bir yürekli savcı sizi rahatsız etti.

İçine bu kadar rezalet sığan bir demokrasinin altına, bu sefer de cumhuriyeti yıkmak isteyenleri gizleyeceksiniz...

Peki, bu nasıl demokrasidir..
Yazının Devamını Oku