4 Nisan 2008
DİNGİL; genelde kamyonlara bir cingözlük eseri olarak sonradan monte edilen, fren gücünü azaltan ama avantadan fazla mal taşınmasını sağlayan, iki tekerlek arasındaki demire denir. Bir anlamı daha; sirklerde tel cambazlarının telin üzerinde dengede durmasını sağlayan uzun sırık, dingil.
(.....)
Neyse, bizim konumuz; Sayın Dingil...
Partinin sözcüsü olarak ekranlara çıkmaya bayılıyor ve durup dururken diyor ki:
"Bu halkı ’göbeğini kaşıyan adamlar’ olarak (.....) nitelendirenler var. Her toplumda sapık var, deli var. (.....) Onlara sadece acırım. Bunlar sağlıklı insanlar değiller. Onlar akıl sağlıklarına kavuşsunlar diye dua edelim..."
*
Halkımızı sevmediğimiz doğru değil.
Ama bizler kendi sessizliği-umursamazlığı-duyarsızlığı ve en önemlisi teslimiyetçiliği yüzünden halkımızın sürüm sürüm sürünmesine tahammül edemeyen insanlarız.
Halkımızı avutmak yerine, kabahatini dürüstçe söyleriz.
Bir çocuğun annesine kızması, babasını eleştirmesi, kardeşlerini uyarması gibidir bu.
Acıdır ama mertçedir.
Ve halkın uyku halinden çıkarı olan ikiyüzlüler bize kızarlar.
*
İşte:
Sayın Dingil’in siyasetçiliği yanında bir de şirketi var. İhracat yaptığı Ukrayna’dan gelen uyarı üzerine gümrük müfettişlerimiz baktılar, sahte mühür ve evrak düzenlenerek "hayali ihracat" yapılmış, devlete verilen zarar milyonlarca dolar.
Verilen teşvik primleri geri alındı.
Dava sürüyor.
*
Bizler böyle işler yapamayız.
Ama ne yapacaksınız, bizler "edepsiz", "akıl sağlığı olmayan", "sapık" insanlarız, Sayın Dingil "halkı seven" birisi...
Öyle mi?..
Bu millet ne zaman kendisine karşı açık sözlü, dürüst olanlar ile kendisine karşı ikiyüzlü-sahtekár olanları ayıracak bilemem. Kendi kirlerine-paslarına bakmadan, bizleri devamlı "suçlu" gösterenlerin elinden ne zaman kurtaracak bu halk bizi...
Ne zaman?..
Yazının Devamını Oku 3 Nisan 2008
ÇARPIŞMIŞ arabaların çevresinde koşuşturup kalem arayan iki Türk görürseniz, demek ki "tutanak" tutacaklar. Bu kaza yerinde "tutanak tutma" uygulaması, demokrasimiz ile yakından ilgilidir. Halkımızın bugünlerde çok konuşulan demokrasiden ne anladığını ve uzlaşı becerisini ölçmek açısından...
Üniformalılara gerek kalmadan, sivil çözüm ile anlaşma sağlanmasının en mikro deneyimi bu.
İki Türk anlaşırsa, Türkiye anlaşır.
(.....)
Ve kalem bulunur.
Trafiği tıkamış yolun ortasındaki otomobilin kaputuna eğilmiş on beş kişi görürseniz, en alttaki tutanağı yazan, öbürleri de "Sonra başka bir şey yazmasın" diye bakanlardır.
Bu uygulama "trafik tıkanmasın" diye düşünülmüştür.
Kaputun üzerine abanmışlar, arada bir açılıp yarım saat kadar tartıştıktan sonra yeniden kapanırlar tutanağın üzerine.
Misal; uzlaşarak yapılması gereken şu tespit:
"Kim vurdu?.."
Bunun yanıtı her iki taraf için de "Durduğum yerde geldi vurdu, insan biraz önüne bakar..." şeklindedir, ikinci görüş ise şöyledir:
"Kör değiliz, insan arkasına bakar..."
İkinci uzlaşma konusu:
"Geçiş hakkı kimindi?.."
Bunun en makul yanıtı, "Geçerken sana mı soracaktım?.." ile "Yol babanın malı değil yani..."dir.
Sıra gelir iki sürücünün kaza yeri krokisi çizmesine; ki babaların çocuklarına çizdikleri otomobil resimleri hep deprem geçirmiş apartmana benzediği için, geriye kalır krokiye bakan sigortacıların, o çizimde gözüken balina balığının orada ne aradığını bulmaları...
Bir diğeri; kaza yerinin fotoğrafla tespiti...
Hanım sürücülerin, fotoğraf çekileceğini duymaları ile birlikte kuaföre koşmaları yanında... Beylerin fotoğraf makinesine pil almaya gitmeleri "trafiğin tıkanmaması için" bulunan bu yöntemin kaçınılmazıdır.
Ya durup dururken direğe çarpanların durumu?
O zaman bir başka yerde, bir başka direğe çarpan bulmaya kalıyor iş... Ki otomobiller yan yana getirilip "tutanak" tutulsun.
Burada da "Peki, birbirinizin tavanına nasıl çarptınız?" sorusuna yanıt bulmak sigortacılara kalıyor.
(.........)
Bence iyi bakın; aslında halkımızın "demokrasi tutanağıdır" bu...
Yazının Devamını Oku 2 Nisan 2008
EĞER 27 Mayıs’ta, 12 Mart’ta, 12 Eylül’de "hukuk" işleseydi darbeler olmayacaktı. Tüm darbeler öncesi "hukuk" yoktu. Açın bakın yakın tarihe; darbelerin gerekçeleri, işlemeyen hukukun toplamıdır.
Görevini yapmamış hukuk yüzünden, iktidarların kirli çıkınlarında biriken tortuları getirip darbe gerekçesi yaptılar.
Şimdi?..
Şimdi bırakın hukuk işlesin...
*
Sevgili Yılmaz Özdil, dünkü köşesinde çok önemli bir şeyi hatırlattı hepimize:
19 Temmuz 2001’de Anayasa Mahkemesi siyasi yasağını kaldırdığında, Tayyip Erdoğan şöyle demişti:
"Anayasa Mahkemesi’nin verdiği karar, şahsım ve demokrasi adına hayırlı bir karardır..."
Aynı Anayasa Mahkemesi, siyasi yasağını kaldırdığı Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarını bu sefer "laik sistemi yıkmak" iddiasıyla yargılama kararı aldı.
Bir zamanlar Tayyip Erdoğan’ı koruyan hukuk, şimdi hesap soruyor...
Çünkü hukuk taraf değildir.
Bırakın işlesin...
*
AKP aklanırsa sorun yok; kurtulur...
Yok eğer aklanmaz da mahkûm olursa yine de kurtulur; ülkesini ateşe atmanın ayıbından...
Çünkü hukuk işlemediği zaman boşluğu kimin dolduracağı hiç de belli olmuyor.
AKP çıkıp aklansın.
Kendini acındırmaya, halkı kışkırtmaya, suçu yargıya atmaya, anayasayı değiştirip hukuktan kaçma yolları aramaya...
Duygu istismarına...
Mazlumu oynamaya...
Yine cinlik yapmaya gerek yok.
Tayyip Erdoğan mert ve yiğitse, kendisinin siyasi yasağını kaldıran o hukuka hesap vermekten kaçmaz.
Dürüst lider böyle yapar.
Ülkesini seven devlet adamı, ülkesinin hukukunu-yargısını tekmelemez, ona güvenir ve sığınır...
*
Hukuk işlemediği zaman...
Borular ötmeye başlıyor kışlalarda.
Yazının Devamını Oku 1 Nisan 2008
KRİZİ çözecek olan Cumhurbaşkanı diyorlar.<br><br>Bu iyi bir şey. Bir tek sorun var:
Cumhurbaşkanı’nın kendisi, bu krizin ilk parçası.
O günlerde ilgili-ilgisiz herkes bir ulusal uzlaşı beklerken, türbanını alarak Çankaya’ya çıkıp oturan Abdullah Gül, tüm bu bunalım sürecinin başlama noktasıdır.
Hatırlamalısınız.
*
Oysa bir tarafsız cumhurbaşkanı, işte böyle zor günler için hepimize lazımdı.
Herkesin güvendiği, her kesimin tarafsızlığına inandığı, rejimden yana olduğundan kuşku duyulmayan...
Çağdaş devletin bekçisi olduğu kabul edilen.
Tarafsız...
Ama hepimiz biliyoruz ki bu Abdullah Gül değil.
Diyelim ki en görkemlisini yanında taşıdığı türban sorununda, tarafsız olması olası mıdır?..
Ya da laikliğin tanımında olsun, mezhep sorununda olsun, içinde sanık olarak yer aldığı parti kapatma meselesinde olsun...
Misal; yaşam biçiminde Arap kültüründen yana olmadığını kim söyleyebilir?..
(Nitekim önceki gün gördüğünüz gibi; Arap krallar-emirler geldiğinde, devlet düzenini delip doğru havaalanına koşması bu yüzden.)
Saymakla bitmez...
*
İşin ilginç yanı; tarafsız, güven veren, otoritesi herkes tarafından kabul edilen bir cumhurbaşkanı, bugünlerde herkesten çok krizin sürüklediği AKP’ye lazım.
Ki krizi çözsün.
Ama yok...
AKP burda da kendi şımarıklığının kurbanıdır; kriz derinleşiyor, iktidarı sallanıyor ve herkesin saygıyla dinleyeceği bir uzlaştırıcı "cumhurbaşkanı" orada değil...
*
"O benim cumhurbaşkanım değil"in haklılığı bugünlerde daha berrak.
Görüyorsunuz; hepimizin olan bir cumhurbaşkanı benden çok Tayyip Erdoğan’a gerekiyor.
Ve o günlerde beni azarlayan; aydınlara, yazarlara, iş çevrelerine de...
Yoksa Türkiye’nin başına yıkılıyor o ahmaklık...
Yazının Devamını Oku 30 Mart 2008
ANLADIĞIM kadarıyla şöyle oluyor: Devletin adamları kimi insanları "sen örgüt kuruyorsun" diye, daha düşünce (!) aşamasındayken yakalıyorlar... Ama gözlerinin önünde kurulan kaçak binaları (Albayraklar’ın Esenler’de yaptığı gibi) görmüyorlar.
Ya da:
Kimi insanları "Sen toplumu dolduruşa getiriyorsun" diye alıp içeri atıyorlar... Ama koca denizi dolduranı (MNG’nin Güllük Körfezi’nde yaptığı gibi) fark etmiyorlar.
Ya da, ya da:
Kimi düşünce insanlarını "rejimi yok etmeyi düşünmekten" alıp götürüyorlar... Ama ormanı yok edenleri (altın şirketlerinin Kazdağları’nda yaptığı gibi) bir türlü göremiyorlar.
*
Valiler, kaymakamlar, müdürler...
Kısacası devletin adamları bu cennet yurdun denizi, koyu, ormanı, dağı, taşı, toprağı çalındığında hiçbir zaman görmediler.
Ama bir de bakıyorsunuz ki birisini yakalamış götürüyorlar; vatanı satma fikrinden...
Niçin böyle oluyor?
Çünkü düşünce insanlarının oldum olası paraları-pulları yoktu, yakalanıyorlar.
Oysa holdinglerin, şirketlerin, açıkgöz işadamlarının parası çok, yakalanmıyorlar.
*
Yine gazeteler kaç gündür "yağma-talan" haberleriyle dolu.
Devletin adamları görmemişler.
Bu suçtur...
Suç...
Dünyaya karşı suç, topluma karşı suç, insanlığa karşı suç, gelecek nesillere karşı suç, çocuklara karşı suç...
Bölgesinde doğa-çevre yağması görülen her vali, her kaymakam ya da her müdür suçludur.
Onlar; kendilerine emanet edilen millet malını, yağmacılara "talan ettirme" suçu işliyorlar.
*
Önce o "devlet adamlarının" yakasına yapışmalısınız çevreci dostlar.
Kapılarına dayanıp direnmelisiniz.
Hesap sormalısınız.
Onları tüm insanlara göstermelisiniz:
"İşte devletin adamları..."
Yazının Devamını Oku 29 Mart 2008
BENCE bu "Herkes bir adım geri..." girişimi, daha çok AKP’yi kurtarma operasyonu. AKP’nin hiddetinden çekindikleri için ve iktidara "Her şeyi berbat ettiniz, geri adım atın" diyemedikleri için... Yerinden kıpırdamamış olanları da içine katıp "Herkes bir adım geri" diyorlar.
Başka kim bir adım geri atacak?..
Bir adım olsun yerinden kıpırdatılamayan CHP mi?
AKP’nin adımlarını kolaylaştıran MHP mi?
Kayıp parti DSP mi?
Yaşar Paşam mı?..
Yüzde 60’ı zaten AKP’nin emrindeki medya mı?..
Böyle bir YÖK Başkanı ile üniversiteler mi?..
Senede bir-iki gün belki meydanlara dökülen, ama dizine vurmaktan başka bir şey yapamayan o yiğit aydınlık yüzlü kadınlarımızdan başka kim ileri adım atmış da, şimdi geri adım atsın...
*
Tango mu bu:
"Şimdi karşılıklı olarak birer adım geri..."
AKP’nin adım adım tüm devleti ele geçirdiğini ve laik cumhuriyet değerlerini ayakları altına alarak palas pandıras ölçüsüz adımlar attığını bilmeyen var mı?
Mustafa Kemal’in çizgisinde zar zor durmaya çalışan neredeyse bir azınlık ise düşmemeye çalışıyor, 85 yıl önceki yerinde...
Nasıl geri adım?..
Niçin?..
*
"Herkes bir adım geri" diyenler yine bir büyük hatanın adımını atıyorlar aslında:
Her şeye rağmen AKP’yi kurtarma adımı.
AKP; laik cumhuriyete, hukuka, rejime, çağdaşlığa karşı suç işlemişse "Herkes bir adım geri" diyerek onu kurtarmaya çalışmak... İktidar binbir türlü suç işlerken sessiz kalıp ama yargı yakasına yapıştığında onu kurtarmaya kalkmak...
Neyin nesi?..
Tuzu kuru olanlar; göz göre göre AKP’nin iktidarını sürdürmesini istiyorlarsa ve onunla dansı sürdürmekse niyetleri...
Çok sürmez...
Çünkü AKP sona geldi.
Bu bir tango ise...
Sondan bir önceki tangodur...
Yazının Devamını Oku 28 Mart 2008
BU hırsız yaman hırsız. Sabah kalktığımda yatağımdan, daha gözlerimin bir tekini açmıştım ki farkına vardım:
Dün gecemi çalmıştı hırsız.
Evdeki hani o çay sohbetlerimi, genelde son yarısını seyrettiğim sinema filmini, marangozhanede tahtaları mutlulukla doğrayışımı, kedi-köpeklerle oynaşmamı, keman çalışımı...
Hiçbiri yoktu yerinde.
Almıştı hepsini.
Dün gece gülüşümü de çalmıştı hırsız.
*
Bu hırsız yaman hırsız.
Biliyorum bizim evden değil sadece, mahallede kim varsa, semtte, kentte, başka şehirlerdeki evlerde, köylerde, beldelerde...
Kapı kapı, hane hane, her eve girip soyuyor neyimiz var, neyimiz yok bu arsız.
Çalınmıştır eminim yine dün gece; babaların gülüşü...
Annelerin uykusu...
Gençlerin umudu...
Hayallerimiz...
Her şeyimizi çalıyor bu hırsız.
*
85 yıllık alın teri ve çaba ile varmak istediğimiz yeri nasıl çaldı bir bakar mısınız?
Marşlarımız...
Şarkılarımız...
Çağdaşlık-uygarlık sevdalarımız...
Yarınlarımız...
Kimi zaman sağa-sola koşuşup "Bakın bakalım başka neyimizi çalmış hırsız" diyoruz birbirimize.
Ve bir çığlıktır kopuyor:
"Işığımız..."
Bir de bakıyoruz ki çalınmış:
İnancımız...
Dualarımız...
Selamlaşmamız...
Duygularımız...
Barışımız...
Aydınlığımız...
Bu hırsız yaman hırsız...
Yazının Devamını Oku 27 Mart 2008
"BU devirde parti kapatmak utanılacak bir şey" diyorlar. Ki ben onları gazete köşelerinde olsun, televizyonlarda olsun, orada-burada olsun görüyorum, bir gözleri küçülmüş:
"Neyi var arkadaşın?.."
"Utandı..."
"Neden?..
"Bu devirde parti kapatılmasından..."
*
Ama bu devirde laik cumhuriyete karşı suçlar işlenirken; suç işleyen partiye yalakalık yapmaktan utanmadılar.
Suçun işlenmesinden değil de, suça ceza verilmesinden utanıyorlar.
Siz hiç duydunuz mu; diyelim ki mahkemenin huzurunda hırsız utanmıyor. Ama hákim utanmış masanın altında, mübaşir çıkartamıyor...
Şimdi de cezadan kurtulmak için ilgili ceza maddesini çıkartmaya çalışıyorlar Anayasa’dan.
Dünyada görülmüş şey değil.
Suç duruyor da ceza kalkıyor.
Bundan da utanan yok.
*
Belki arkadaşlar hukuktan utanmıyorlar da demokrasiye karşı hassasiyetleri mi var desem...
Değil...
Çünkü demokrasimizin yüz karasıdır; genel seçimlerde kömür-nohut ile oy toplamak.
Ama utanmamışlardı.
Pekiiii...
Demokrasinin "dokunulmazlık" zımbırtısının altına; zimmet, suiistimal, evrakta sahtecilik, kayıp trilyonlar, rüşvet, hile ile çıkar sağlama gibi suçları doldurup... "Dokunulmazlık" adı altında yüz kızartıcı suçlardan kaytarmak utandırmaz mı insanı?..
Utanan yoktu...
*
Bakın; herkes AB’ye kavuşacağımızı beklerken, Arabistan’a döndü Türkiye...
Tepeden tırnağa gericilere teslim olmuş, yarından endişeleri ve korkuları olan bir ülkenin fertleriyiz artık.
Bunda gericilerin eteğine tutunmuş ahmak Türk demokratlarının payı yok mu?
Ama ne yapacaksınız, bu ülkenin ufkunu karartmaktan utanmadılar da, suç işleyen varsa hesap sorulmasından utanıyorlar...
Utanmanın utanılmazlığıdır bu...
Yazının Devamını Oku