Bekir Coşkun

Vebal...

23 Nisan 2008
TÜRKİYE’nin böyle çağın dışına sürüklenmesinde ve kimliğini yitirmesinde hepimizin vebali var.<br><br>Ama en çok CHP’nin... Çünkü ülkemizi cumhuriyet düşmanlarının elinden kurtarmak isteyenler, oyları ile bu görevi CHP’ye verdiler.

Oysa CHP ortada yoktu.

Genel Başkan’ın parlak grup konuşmaları dışında ana muhalefet partisini gören olmadı.

Ne kahvehanelerde, ne gecekondu mahallelerinde...

Ne meydanlarda...

Ne sokaklarda..

Ne halkın içinde...

Ne bir proje üretirken, ne bir yeni ufuk açarken...

*

Bizler iktidar kadar muhalefetten de şikáyetçiyiz.

Türkiye’nin tarihinde toplumun bir kesimi hiçbir zaman bu kadar tepkili, bu kadar sesli, bu kadar çığlık çığlığa olmamıştı.

Ama bu kadar da umutsuz.

Niçin?..

Çünkü o kitlelerin önüne düşecek, heyecanlarına heyecan katacak, dalga dalga iktidara yürüyecek bir muhalefet yoktu.

Sokaktaki insan açısından; bu iktidarın yerine koyacak bir şey...

Aydınlık yüzlü yürekli insanlar ise, asfalt meydanlara sarıldılar da, sarılacak bir muhalefet bulamadılar.

*

Şimdi CHP’nin kurultayı var.

Bu kurultay CHP’den çok Türkiye’yi ilgilendiriyor.

Bizler partili değiliz, kalkıp "O gelsin, bu gitsin" diyemeyiz. Ama yeter artık; biraz gayret...

Biraz sorumluluk...

Biraz çaba...

Biraz kıpırtı...

Biraz basiret...

Böyle mi olur "Atatürk’ün partisi" size göre?..

Gericiler cumhuriyeti ayaklar altına almış ezerken, o cumhuriyeti kuran parti böyle mi olmalı?..

*

Bu ağır vebal hepimizin sırtındadır.

Ama en çok CHP’nin...

Büyük bir vebaldir bu.

Vebal...
Yazının Devamını Oku

Meydanlar...

22 Nisan 2008
1950’den bu yana meydanları hiçbir zaman sevmediler. Onlar için meydanlar tıpkı trenler gibi komünist işiydi. Çünkü meydanlara insanlar toplanıyordu.

"Meydan" demek dayanışma demek, ses demek, itiraz demekti.

Meydanların orasına-burasına kulübeler, geçitler, binalar koydular. Ki insanlar içine giremesinler.

(Bakınız; başta Kızılay, Taksim, Tandoğan, Kadıköy, Sıhhiye ve diğer meydanlar...)

Meydanların ortasına birer de havuz yaptılar, içini su doldurdular.

Bu iyi bir fikirdi.

*

Ama insanlar yine de toplandılar meydanlara.

Bu sefer meydan toplantılarının "adlarını" ortadan kaldırmaya karar verdiler.

Diyelim ki "1 Mayıs" yeryüzündeki 185 ülkeden 165’inde "İşçi Bayramı" olarak kutlanmaz mı?

Bunlar adını yıllarca "Bahar Bayramı" koydular.

Son yıllarda Nevruz Bayramı’nın da adı "Bahar Bayramı" konulunca, etti mi iki tane "Bahar Bayramı"mız?..

Olsun...

Bu iyi bir fikirdi...

*

Ancak meydan dar da olsa, toplanmanın adı da olmasa, insanlar meydanlarda toplanmaya devam ettiler.

Bu sefer "insanı" kaldırmaya karar verdiler. Meydan olsa da içinde insan olmayacaktı.

Kitle örgütleri, demokratik kuruluşlar, sendikalar, üniversiteler için için ele geçirilerek yok edildiler.

İşte; başta YÖK, üniversitelerin hali... İşte; sesi çıkmayan binlerce sivil toplum örgütü... İşte; AKP’ye teslim edilmiş ve meydanlara katılmayan en büyük emekçi kuruluşu Türk-İş...

Böylece meydan olsa da insan yoktu.

Bu iyi bir fikirdi...

*

Ancak...

Bu sefer örgütsüz, isimsiz, sıradan... Ama bilinçli, yurtsever, korkusuz, yürekli kadınlar çıkıyorlar meydanlara. Dar gelen meydanların büyük yürekli insanları oralardalar.

Meydanları, kalabalıkları sevmeyenler ise düşünüyorlar:

Başka "iyi bir fikir" var mı?..
Yazının Devamını Oku

Cennetten cehennem yaratmak...

20 Nisan 2008
TARIM alanlarına mahalleler, fabrikalar, sanayi siteleri kurdular ve şimdi soruyorlar: "Pirinç niye bulunmuyor?.."

"Bulgur niye pahalı?.."

"Mercimek niye yok?.."

Bursa
’nın şeftali bahçelerine bakar mısınız geçerken, kirli dumanlar salan atölyelerle dolu, kamyon lastiğini eritip lastik ayakkabı yapıyorlar.

Adapazarı, Konya Ovası, Eskişehir’in bereketli tarlaları...

Adana’nın pamuk tarlalarında paslı dingil atölyeleri var.

Antalya’nın muz bahçelerinin yerinde yeller esiyor, zevksiz kooperatif evleri yaptılar.

Saymaya gazete sayfaları mı yeter?

*

Bu cennetin cehenneme dönüşmesinin hazin hikáyesidir.

Ve eskiye dayanır; patates tarlasında otomobil üretmekten mutlu olduğunu söylediği zaman Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, o patates tarlasında üretilecek arabanın markasını ben bulmuştum:

Patamobil...

Sonra...

Sonra cenneti cehenneme çevirme devam etti.

Bakın; bu arkadaşlar tarım alanlarının başka amaçla kullanılmasından yakınmıyorlar mı?

Bu yalan...

Çünkü bir ABD firmasının (Cargill) Bursa’nın en verimli tarım alanlarına yaptığı fabrikanın yıkım kararının durdurulması için TBMM’den özel kanun çıkartan kendileri. Muhalefet, "Kişiye özel kanun olmaz" diyerek Anayasa Mahkemesi’ne gitti, şu sıralarda Cargill Yasası görüşülüyor, göreceksiniz elbette o fabrika orada kalacak.

*

Kısacası tarlalara kirli atölyeler yaptılar, fabrikalar kurdular, mahalleler kondurdular, şimdi şimdi o ahmakça soruyu soruyorlar:

"Pirinç niye bulunmuyor?.."

"Bulgur niye pahalı?.."

"Mercimek niye yok?.."

Nasıl anlatmalı tarla kalmayınca ürün gelmeyeceğini...

O tarlalardan lastik ayakkabı gelir, teneke kutular gelir, naylon leğenler gelir, dingil-mingil gelir, tencere-tava gelir, çocuk bezi gelir, ama pirinç, bulgur, mercimek gelmez...

Dahası; yakında aç kalacaktır Türkiye.

Cenneti cehenneme çevirmenin ağır faturasıdır bu.

Kaçınılmaz...
Yazının Devamını Oku

Adam dövücü...

19 Nisan 2008
YILLARCA parlamento muhabirliği yapmış birisi olarak adam dövücüleri yakından tanımışımdır. Meclis’in adam dövücülerinin en büyük özellikleri, hiçbir zaman kürsüye çıkmamış ve konuşmamış olmalarıdır, bu nedenle adam döverler.

Bu, düğünlerde şarkı ya da şiir patlatamayan Türk erkeklerinin tabanca patlatması gibi bir şeydir.

Gerektiğinde konuşmaları gerektiğini bilirler, ağızları ile konuşamadıkları için yumruklarını konuştururlar adam dövücüler.

Ben onları tanırım.

*

(Bu yazıyı dün TBMM’de iktidarın adam dövücüleri tarafından dövülen Kamer Genç için yazıyorum.
O tek başına muhalefet boşluğunu dolduran ve muhalefet partilerinden de daha iyi muhalefet yapan birisidir. İktidarı eleştirip sonra onlarla birlikte oy kullanan, resepsiyonlarına-sofralarına koşup oturan, kaypak ve ikiyüzlü birisi değildir. Bu yüzden canını zor kurtarmıştır adam dövücülerin elinden.)

*

Dönüyorum adam dövücülere:

Adam dövücülerin
adam dövme işleri, memleketin durumuyla ters orantılıdır. Memleketin durumu bozuldukça adam dövücülerin durumu düzelir.

Çünkü laf bitmiştir.

Başbakanlar, bakanlar, iktidardakiler laf bulamadıklarında, işte o zaman adam dövücü yerinden kalkar.

İki elini yumruk yapıp, sancak ipi çekme pozisyonunda hızlandırarak ilerler.

Önünde oluşan barikatı aşmak için ise, sağ ayağını kaldırıp en yakın üyenin boynuna koyduktan sonra, sol ayağını da diğer en yakın üyenin boynuna yerleştirir. Ki bu parti grubu nereye giderse sırtlarında oraya gitme olanağı sağlar onlara.

Bir diğer pozisyon:

Adam dövücü ters dönerek domalır.

Sağ-sol kalça darbeleri ile barikatı aşıp dövülecek kişinin önüne kadar ilerler.

Burada yanlış yön tayini ile divan kátibinin önüne gidip durma yanlış anlaşılacağından, alttan bakarak hedef kontrolü önemli bir noktadır.

(.......)

Ne bileyim ben?..

Son tespit; bir iktidarın milletvekilleri Meclis’te adam dövmeye başladıklarında...

O iktidar bitmiştir.

Bu kadar...
Yazının Devamını Oku

Kafa çalışıyor akıl yok...

18 Nisan 2008
KAFALARI çalışıyor:<br><br>İktidarın adamları, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin (AKPM) kapatma davası konusunda "Türkiye’yi eleştiren bir bildiri yayınlamasını" istediler. Gizli tezgáhlarıydı bu, kafaları çalıştı.

Dönüp "Bakın, AKP’ye yapılanın çok ayıp olduğunu AB de söylüyor" diyeceklerdi.

Kafaları çalıştı; ama akılları yoktu.

Çünkü bu türlü pis tezgáhların gizli kalmadığı bilinen AKPM’nin Başkanı Luiz Maria De Puig, medyaya yaptığı açıklamada "Bildiriyi yayınlamamızı Türk heyeti istedi" deyince kepazelik ortaya çıktı.

*

Eli kulağında, bildiri bugün-yarın yayınlanacak.

Böyle bir bildiri yayınlanmasının -içeriği ne olursa olsun- elbette kimi sonuçlara ve etkileri olacak.

İlk etkisi; duyan bir Batılının gözünde, Türkiye’nin yeterince adam gibi bir devlet olmadığıdır.

Yeterince demokrat...

Yeterince medeni...

Ve AB’ye girmeyi yeterince hak etmeyen, işte böyle hukukun olmadığı bir uyduruk ülke...

Bunun böyle olmasını isteyen kim?..

Türkiye’yi yöneten iktidar...

*

Türban için ülkesini Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne veren kişinin Cumhurbaşkanı yapılmasında, ya da Başbakan’ın Batılılara cumhuriyetimizi şikáyet etmesine "O eskiden olmuş" deyip geçiştirenler, şimdi ne diyecekler?..

Ama bu daha önceki gün oldu:

Türkiye’yi yönetenler, AB’nin Türkiye aleyhine bildiri yayınlamasını istediler...

O hálá görmeyen, anlamayan, idrak edemeyen, farkına varamayan, akılsız kafa ne der bilemem. Ama siz söyleyin; ele-áleme "aleyhimize bildiri yayınlayın" diyen bir başka iktidar var mıdır yeryüzünde?..

Rezalet bu...

Kepazelik...

Türkiye’ye bu kötülüğü kim yapabilirdi?..

Akıllarınca Türkiye aşağılanırken, kendileri güçleneceklerdi ve kazanacaklardı.

Kafaları çalışıyor, akıl yok...

Bir de biraz olsun utanmak...
Yazının Devamını Oku

Gaziler...

17 Nisan 2008
MİLLETVEKİLLERİNİN kendilerini de "gazi" sayarak, gazilerin sağlık haklarından yararlandıklarını medyadan izlemişsinizdir. (.......)

Ve o gün başkan oturumu, "Sayın gaziler" diye açtı. "Milletimiz size minnettardır" dedi.

"Gaziler" bir ağızdan "Vatan sağolsun" dediler.

Başkan:

"Efendim şarapnel parçası ile yaralandık diyerek öyle topal topal yürümeniz gerekmiyor sayın üyeler... Yasa geçmiştir, gazi olmanın gereklerini yerine getirme hassasiyetinizi anlıyorum ama bu koltuk değnekleri ne oluyor?.."

"......."

Başkan:

"Arkadaşlar, iç tüzük bakımından hatırlatmam zarureti doğmuştur, ikide bir de bir ağızdan ’Burası Muş’tur, yolu yokuştur’u okumanız da başkanlık divanı tarafından uygun görülmemektedir..."

"......."

Başkan:

"Sayın gaziler, sayın gaziler... Efendim her tokmağı vurduğumda ’Düşmanın havan topu taarruzu başladı’ diyerek aşağıya yatmanız usule aykırı. İşte bakın vuruyorum, neresi havan topu?.. Ayrıca genel kurul salonunda görevli odacı arkadaşlara ’parola’ sormanızın da bir manası bulunmamaktadır..."

"......."

Başkan:

"Rica ederim sayın gazi, sayın gazi... Efendim 276 kilo top mermisini kaldırıp topa sokmayı temsilen Maliye Bakanımız Sayın Unakıtan’ı ikide bir de sırtınıza alıp salonda gezdirmeniz uygun düşmemektedir efendim..."

"......."

Başkan:

"Sayın gaziler, bilhassa rica ediyorum efendim; Cemil Çiçek Bey’e ’Teğmen Korkmaz’ deyip durmayın...Şurada hepimiz gaziyiz... Burda mayın ne arasın arkadaşlar... Öyle her adım atışta ’mayına bastım’ diyerek bağırmanızı da anlamış değilim..."

"......."

Başkan:

"Rica ederim acele etmeyiniz, çocuklara mama yardımından siz sayın üyelerin yararlanması için ise Çocuk Esirgeme Kurumu Yasası’nın gelmesini bekleyeceğiz arkadaşlar... Lütfen o zaman da altınıza bez bağlayıp gelmeyiniz... Geriye kalıyor diş protezi yardımından yararlanmanız ki, onu da Karpuzculuğun Islahı Yasası içine koyduk mu....."
Yazının Devamını Oku

Niye manyak çok...

16 Nisan 2008
NE kadar çok manyak var.<br><br>Ben turistlere tecavüz mevsiminin açıldığını düşünüyorum. Ya da o yanımda duran arabadaki gencin tek başına durup dururken niye torpidoyu yumrukladığını... İyi ki ona teselli bakımından "Yapma kardeş..." demedim.

Birisi dünkü gazetelerde, boğazlarını kesmeden önce ağızlarına havlu tıkadığını anlatıyordu.

Dünkü internet sitemizde ise bir adam, sırtında sapı dışarda kalmış koca bıçakla çıkmıştı sokağa.

İyi ki yandakine "Yapma kardeş..." dememişim.

*

İtalyan gelinin ailesi Türk halkını öve öve bitiremiyor.

Medyaya göre ablası Antonietta, "Türkiye’ye geleceğim" demekte. İtalyan gelinin annesi de "Türklere müteşekkiriz" demiştir bence ve Adalet Bakanı’nın cevap vermesi gerekir:

"Bir şey değil..."

Öldürme tarifeleri vardı geçen gün bir gazetede; sanatçı öldürmek 5 bin dolar, yazar öldürmek 2 bin dolar.

Hizmete göre artık.

23 Nisan provalarında çocuklar birbirlerini bıçakladılar daha dün. Yine dün Uşak’ta, başı ezilmiş kadın cesetlerini topladılar.

Kendisini büyüten anneannesini boğan 26 yaşındaki gencin kemik testi yapılacakmış, bakalım kaç yaşında...

*

Ne kadar çok manyak var, vahşet haberleri gökten yağıyor.

Neden?..

"Doğur doğur sokağa sal" ya da "doğurabildiğin kadar doğur" kültürünün ta kendisidir bu.

"En az üç çocuk" diyor...

Sevgisiz, bakımsız, ilgi görmeden... İşsiz, umutsuz, harçlıksız, içlerindeki canavarların farkına dahi varılamayacak kadar gözden-gönülden uzak, kendi başlarına büyüyen çocuklardır bunlar.

Birisi baksa keşke; bu manyaklar genelde kaç çocuklu ailelerin çocuklarıdır?..

Beş, altı, yedi, sekiz, on...

Sokaklar bunlarla dolu.

Hiç olmadı, torpidoyu yumrukluyor, iyi ki havaya bakmışım. Ne kadar çok manyak var ve milyonlarcası geliyor alttan.

"En az üç çocuk" zihniyetinin kurbanlarıdır onlar.

Onlar kurban...

Biz kurban...
Yazının Devamını Oku

Başbakan ve göbeğini kaşıyan adam...

15 Nisan 2008
"BU memleketin evlatlarını şehirli, kenar mahalleli veya göbeğini kaşıyanlar-kaşımayanlar diye ayırıyorlar... (Yuh sesleri) Ama biz hiçbir zaman ayırmadık..." Başbakan bu sözleri Bağcılar’da tesis açarken söylediğinde ve şakşakçıları bizi yuhaladığında, doğrusunu isterseniz öyle çok da üzerinde durmadım.

Söyler söyler...

Ama başta Sabah olmak üzere iktidar yanlısı gazeteler "Göbeğini kaşıyan adamı" birinci sayfalarından gösterince ve o an küfürbazım "Ulan senin..." diye harekete geçince...

Zorunlu oldu, yanıtlıyorum:

Ben hiçbir zaman insanları kenar mahalleli, köylü, şehirli diye ayırmadım.

Üstelik köylülüğüm köşemin çatısında yazılıdır.

Ayıran Tayyip Erdoğan’dı.

Kaç kez medyaya açık toplantılarda, milletin gözünün içine baka baka "İstanbul’a gelenlere vize uygulanmalı" diyenin o olduğunu hatırlamayan var mıdır?

Dahası "Gelene paran pulun var mı bakalım diye sormalı" diyen de Başbakan’dı.

*

Ben hiçbir zaman insanları "parası pulu olanlar-olmayanlar" diye ayırmadım, ayıramam...

"İstanbul’a gelenlere vize uygulama" fikrine ise, AB’den vizeyi kaldırmasını isterken "Ne hakla?" diye karşı çıkmıştım, dönüp arşivlere bakar mısınız?..

Yineliyorum:

Göbeğini kaşıyan adam; köylü, kenar mahalleli, parası olan, parası olmayan değildir.

Göbeğini kaşıyan adam; okumayan, dinlemeyen, duymayan, görmeyen, olupbitenleri anlamayan... Kendi haline bakıp da niçin süründüğünü sorgulamayan... Teslimiyetçi, kaderci... Çağdaşlık ve uygarlık gibi bir derdi olmayan...Beleş ve avanta ile iradesini satan adamdır.

*

Başbakan
öylelerine bayılır.

Çünkü onlar, "İstanbul’a gelenlere vize uygulamalı... Paran pulun var mı diye sormalı" diyenleri alkışlayıp peşinden koşarlar da... İnsanlara kendi ülkelerinde vize düşünen, paralı-parasız diye ayıranlara "Ne hakla?" diye karşı çıkanlara küfrederler.

Başbakan aslında "göbeğini kaşıyan adamı" sever.

O olmazsa, yapamaz...
Yazının Devamını Oku