17 Mayıs 2008
URFA’nın o beyaz lahit taştan yüksek duvarları olan sokağından aşağı doğru yürüdük yine. Kemerli kapıları, kapıların üzerinde el şeklinde kocaman tokmaklar olan sokaktan.
İniş aşağı...
Başında beyaz fötr şapkası, upuzun pardösüsü, çatık kaşlı yüzü ile yanımda o hayran olduğum adam.
Tekrar geçtik o taş sokaktan.
Elimi tutmuştu babam.
*
Şimdi daha iyi anlıyorum korkan tavşan yavrularının niye bir zıplayışta yuvalarına kaçtıklarını.
Ya da kuşların uçsuz bucaksız gökyüzünde dolanıp dolanıp, ama akşamları niye aynı ağaca döndüklerini.
Aidiyet duygusu çoğu zaman bir adres belirler bize.
Korktuğumuzda döneriz...
Uçup uçup döneriz.
Ve insanoğlunun en iyi bildiği adrestir o işte:
Baba ocakları...
*
Geçen hafta adresimi yitirdim.
Uçup uçup yorulduğumda, ürküp korktuğumda, sığınmak istediğimde, ait olduğum dizin dibine dönmek istesem...
(..........)
Aidiyet duygum, bir cenaze töreniyle birlikte, bir köy mezarlığında kaldı.
Ve kuşlar kadar özgür olup uçmanın, tavşan yavruları kadar mutlu oynamanın "garantisini" arkamda bıraktığımı, o mezarlıktan ayrılırken anladım.
*
O zaman hayallerle yetiniyor insan.
İşte o eski siyah-beyaz film makarasını yeni baştan takıyorum gözkapaklarıma.
O dar, taş sokaktayız.
İniş aşağı...
Elini tutuyorum babamın, arada bir eğilip yüzüne bakıyorum biraz temkinli ama hayran hayran...
Yanımda o sert yüzlü adam.
Ama bu sefer...
Bu sefer arkasından ağladım.
İlk kez elimi bıraktı babam.
Yazının Devamını Oku 10 Mayıs 2008
DOĞRUSUNU isterseniz Metin Akpınar’ı, Zeki Alasya’yı, Levent Kırca’yı, hatta Kemal Sunal’ı özledim.<br><br>En baskıcı günlerde iktidarları eleştirebildiler. Her ulusal sorunu sahnelerde, beyazperdede, televizyon ekranlarında çekinmeden dillendirebilen o yürekli sanatçılar nasıl olduysa birer birer kenara çekildiler.
Yerlerinde sadece sululuk ve densizlik var.
Ve ne çok korkaklık.
*
Oysa sanatçılar toplumların kutupyıldızlarıdır.
İnsanlar onlara bakıp yönlerini bulurlar.
O yıldızlara bakıp yollarını seçebilirler, onları izleyerek nereye-nasıl yöneleceklerini öğrenebilirler.
Kitleleri dalga dalga etkileyebilirler kutup yıldızları. Sahnede, ekranda, tiyatroda, sinemada... Şarkı söylerken ya da oynarken, fark etmez.
Asıl insanların her alkışları, onlar için biraz daha sorumluluk, biraz daha vebaldir.
Ve kötü bir şeydir:
Kutupyıldızı yerine, iktidarların stop lambası olmak...
*
Kadir İnanır ile Tarık Akan’ın, giderek ortaçağa kayan Türkiye karşısında, sanatçıları tepki göstermeye çağırmaları bana bunları düşündürdü.
Onlara daha çok saygı duydum.
"Teşekkür" fısıldadım, duysalar da, duymasalar da.
(........)
O her fırsatta siyasi iktidara yalakalık yapan, tepkisiz, sessiz, sinmiş soytarılıklar geldi gözümün önüne.
Sırf iktidarın denetimindeki reklamları paylaşabilmek, televizyonlarda program kapabilmek, belediyelerde danışmanlık-manışmanlıklara çöreklenebilmek... Ya da kim bilir, bilmediğimiz ilişkiler hatırına Türkiye’de tüm olup-bitenleri duymazlıktan gelmek...
Hiçbir vatandaşa yakışmazken, sanatçılara yakışabilir mi?
*
Yakışmaz...
Hepimizden çok cumhuriyetin amaçladığı çağdaş ve uygar yaşama minnet borçları olmalı o sanatçıların.
Ama ne yapacaksınız?..
Eğer toplumun "kutupyıldızları" olmak yerine, iktidarların ayaklarının altına endekslenmişlerse stop lambaları...
Yazının Devamını Oku 9 Mayıs 2008
NEDEN iktidardakilerin çocukları başarılı oluyorlar da, öbür çocuklar bir türlü başaramıyorlar hayata adım atmayı. Nedir bunun sırrı? Cumhurbaşkanı’nın oğlu; 14.5 yaşında işçi, 16.5 yaşında patron...
Başbakan’ın oğlu "gemicik" sahibi...
Damat; kamu bankalarının kasasına yanaşmış holdingin başında...
Maliye Bakanı’nın oğlu; ithalattan ihracata, likit yumurtadan mısır işine kadar her yerde para basıyor...
Hangi bakan ya da milletvekilinin çocuğuna baksanız, uçmuş...
Aptal mı öbür çocuklar?
*
Sosyal Güvenlik Yasası henüz Meclis’e sunulduğunda, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün oğlunun, o zamanlar ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan’ın şirketinden "işçi" gösterilmesi ve henüz hiç kimse uyanmadan yasanın emekçilere getirdiği ağır yükten peşinen kurtarılması, az bir şey mi sizce?
Medya, bu iktidarla ilgili rezaletleri tek-tük haberlerle geçiştirip görmezlikten gelse de, bu skandal...
Yapan Cumhurbaşkanı...
Kılıfına uydurulduğu için, yasalara göre açıkça "suç" sayılmasa bile, bu devlet adamlığı etiğine asla sığmayacak bir skandaldır...
Temiz vicdanlara zor sığar.
Hangi inançtır bu?..
Yoksa "dindar bir cumhurbaşkanı" bunun için mi gerekiyordu?
"Kuran’ın emridir" diye devletin tepesi Çankaya’ya tesettürü-türbanı oturtmak tamam da, kutsal kitapta "helal-haram" diye hiç mi hüküm yok?..
*
Ya öbür çocuklar?..
Sokaklarda dolanıyorlar.
Üniversite bitti, diplomalar alındı, yıllarca hayali kurulan o mutlu bir işe başlama gününe geldi sıra.
Ama iş yok...
Çalınan kapılar açılmıyor.
Daha önce de bu köşede paylaşmıştık; anneler-babalar gözlerinin içine bakıyorlar çocukların, bir şey değişmiş değil. Her akşam eve yine müjdesiz ve umutsuz dönmek bir ölüm.
Sofradakilerle göz göze gelmekten çekiniyorlar, lokmalar boğazlarında düğümleniyor, erkenden kapandıkları yataklarında gizli gizli ağlıyor öbür çocuklar.
Bu mudur vicdan?..
Böyle midir adaletiniz?..
Yazının Devamını Oku 8 Mayıs 2008
AYNI zamanda büyük bir düşünür ve sosyolog olan Başbakan, "Ortalama Türk’ün partisiyiz" deyince merak edildi: "Ortalama Türk kim?.."
*
Ben "Ortalama Türk"ü bilirim.
Ortadadır.
Ağzını açtığında solu anlatıp, sandığa gittiğinde sağa oy atıp, böylece her zaman "ortalamayı" bulur.
Keza bir yandan temiz toplum isterken, öte yandan "çalsın ama iş yapsın" derken, neyi baz almış olur:
"Ortalama"yı..
Ya da:
Asla sorgulamadığı yaşantısı fakir, ama hayalleri zengindir.
Alın ikisinin ortalamasını...
*
"Ortalama Türk" ortadadır.
Onu da alkışlar, bunu da.
Gelene ağam der, gidene paşam.
Dışarda sorulduğunda sözleri "ortalama"dır:
"Eh işte..."
"Şöyle böyle..."
"Kısmet neyse..."
Ama evde bağırır:
"Bunlarda utanmak nerde?.."
Alın ikisinin ortasını...
*
Matematikte ortalamalar, önce toplama sonra toplanana bölme ile sağlanırsa da, Türk’ün ortalaması çarpma ile ortaya çıkar.
Pis düzen kendisini çarptı mı...
Sesi çıkmayan Türk "Devlet nerde?" dedi mi...
İşte odur:
"Ortalama Türk..."
*
Doğrusunu isterseniz zararı kendinedir "Ortalama Türk"ün.
Yeryüzünün cennet kadar güzel ülkesine ve tarihin en şanlı-şerefli geçmişine sahipken yoksuldur.
Neyse ki bunu dert etmez...
Sorgulamaz...
Ne haldedir görmez...
Başına geleni bilmez "Ortalama Türk"...
Yazının Devamını Oku 7 Mayıs 2008
GELİP gelip bakıyorlar: Dimitrij Rupel...
Olli Rehn...
Javier Solana...
Bernard Kouchner, vs...
Kim bunlar?
AB tayfası, Türkiye’yi düzeltmeye çalışıyorlar.
Bizim demokrasiyi, reformları, 1 Mayıs’ı, ama elbette en başta AKP’nin kapatılmaması gerektiğini konuşuyorlar.
Eleştiriyorlar, kınıyorlar...
Kızıyorlar...
Onlar söylendikçe Dışişleri Bakanı Ali Babacan sanki babası basket topu almış gibi gülücükler dağıtıyor.
*
Türkiye’yi AB’ye almıyorlar, ama yönetebiliyorlar.
Dışişleri Bakanı’mız öyle, peki İçişleri Bakanı’mızın adı ne?..
Herkes konuştu da, 1 Mayıs ile ilgili bu ilk sorumlu kişinin hiç yüzünü-sesini duyan oldu mu düne kadar?
Ama Olli Rehn kızdı.
Bizim İçişleri Bakanı’nın adını bilen yok.
*
Yine de AKP’ye en müjdeli haber Kıble tarafından geldi:
Tam bu sırada Ankara’ya gelen Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Dışişleri Bakanı Şeyh Abdullah Bin Zayid El Nahayan, parti kapatma ile ilgili gömüldüğü koltuktan Ali Babacan’a açıkladı:
"Bizde kapatmak olmaz..."
Babacan’ın sanki iki topu olmuş gibi oldu.
El Abdullah devamla:
"Çünkü bizde parti yok..."
*
En ideali buymuş ama, ne yapacaksınız...
AKP henüz memleketi Arabistan’a tamı tamına çeviremediğine göre, AB’yi kullanarak kendini kurtarmaya çalışıyor.
Yargıyı ispiyonlayarak...
Türk hukuk adamlarını, savcıları, yargıçları, elin densizlerine azarlatarak...
Ve Türkiye’yi AB gözünde tüketerek...
İş bu noktaya vardığına göre, sormalısınız:
Peki, böylece kapıları kapandığında, AB’nin neresine gireceksiniz?..
Yazının Devamını Oku 6 Mayıs 2008
GERÇİ demokrasiyi kurtaracak birisi nasıl olsa çıkıyor: Paşalar, ordu, darbe, marbe...
Bu sefer:
Başsavcı, Anayasa Mahkemesi, yargı...
Siz berbat ediyorsunuz, birisi düzeltiyor.
Ama demokrasi olmadı, olmuyor.
*
Çünkü demokrasi; kralın değil, halkın akıllı olmasını ister.
Yüzde 47 ile gelişinin üzerinden bir yıl bile geçmeden tepetaklak giden ve kapatılma ile burun buruna gelen bir iktidar, o yüzde 47’nin "doğru seçim" olduğunu mu gösterir?
Ekonomide yalan balonlarının patlayışı... Tarımdan esnafa kadar büyük çöküşün gözükmesi... Damatların, oğulların, kamu bankalarının karıştığı Yüce Divan’lık yolsuzluklar... Sosyal Güvenlik Yasası’ndan 1 Mayıs’a kadar akıl almaz beceriksizlikler...
Yargılanan bir Cumhurbaşkanı...
Cumhuriyet’e karşı suç işlemekten sanık bir iktidar...
Ezici çoğunlukla seçimi kazanmasının birinci yılını bile bulmadan, partisinin yerine yeni bir parti arayışına karar vermiş bir sanık Başbakan...
Tüm bunlar yüzde 47’nin "doğru" olduğunu mu gösteriyor size?
*
Yanlış seçimdi o...
Yanlış...
Ama nasıl olsa birisi gelip düzeltiyor. Geçmişte; ordu, paşalar, asker, darbeler... Bu sefer; Başsavcı, Anayasa Mahkemesi, yargı...
Çünkü bu ülkenin aydınları; ikiyüzlülüklerinden... Zenginleri; çıkarlarından... Sıradan halkı; bilinçsizlikten... Yoksulu; bir poşet nohut yüzünden...
Bir de bakıyorsunuz ki satıveriyorlar vicdanlarını, yurtseverliklerini, bilinçlerini ve Türkiye’yi...
Bu yüzdendir işte:
Avantaların, çıkarların, ikiyüzlülüğün, ahmaklığın, bilinçsizliğin yığınları üzerinde demokrasi durmuyor. Kara vicdanlarla demokrasi olmadı.
Olmuyor...
Ve siz demokrasiyi her zaman berbat edeceksiniz.
Nasıl olsa birisi gelip düzeltiyor.
Yazının Devamını Oku 4 Mayıs 2008
BİR pitbull gördüğümde, önce onun sahibine bakarım.<br><br>Korktuğum pitbull değildir. Çünkü pitbull’lar insanın canavarlaştırdığı, kendi gücünün kurbanı olmuş zavallı hayvanlardır.
Onların suçu yoktur...
Ama sahibi...
Tehlikeli, sinsi ama korkaktır.
(Elbette nasıl olmuşsa bir pitbull sahibi olmuş, şimdi onu başından atmaya kıyamayanları tenzih ederim.)
*
İşte; Hürriyet’in önceki günkü internet sitesinde bir korkunç video görüntüsü vardı:
Samsun’un Çarşamba İlçesi’nde sahibinin gezdirdiği pitbull, bir sokak köpeğini parçalayarak öldürdü.
Sokak köpeği aç...
Kimsesiz...
Güçsüz...
Pitbull’u öldürmeye programlandığı belliydi, sahibi salak salak izledi.
Kamera hazırdı, anlaşılıyor ki bir vahşet sahnesi -belki de pazarlanmak üzere- önceden hazırlanmıştı.
Sokak köpeği çığlık çığlığa ağladı.
Ama pitbull onu parçalayarak öldürdü.
Sahibi pitbull’u alıp gitti.
*
Korkulacak olan insandır...
Parçalamaya ve öldürmeye alıştırılmış bir köpeğe sahip olmak ve onunla sokağa çıkmak hangi aşağılık duygusunun, hangi psikolojik sorunun, hangi manyaklığın sonucudur biz bilemeyiz.
Ama onları gördüğünüzde önce "insan" olanından korkmalısınız.
Günlük olaylara baktığınızda; güçlünün güçsüzü parçalamasına dayalı bir tür sistemin tam ortasındayız.
Sık sık gördüğünüz "pitbull vahşeti" haberleri, aslında toplumun bir yanını bize anlatır.
Asıl korkulacak olan insanlardır...
Bir masum köpekten yarattığı canavara, kendi yapamadığını yaptırır o insan... Kendi hesabına ısırtır, parçalatır, öldürtür...
Ve kendi canavarlığını bir bilinçsiz köpeğe ihale edecek kadar ezik, sinsi ve korkaktır...
Bir "pitbull vahşeti" duyduğunuzda...
Sahibine bakmalısınız...
Yazının Devamını Oku 3 Mayıs 2008
"İŞÇİLER geliyor" dediklerinde Vali, "Koş Cerrah..." dedi: "Koş geliyorlar..."
(.........)
Doğrusunu isterseniz ben işçilerin dayak yiyeceklerini kaç gün önceden bilmiştim.
Başbakan’ın, "İşçiler kardeşimizdir, 1 Mayıs’ı emek ve dayanışma günü yapmış bulunuyoruz" dediği an anladım.
İşçiler dayak yiyecekler.
(.........)
Vali, iktidarın emir kuludur. İktidarın istemi-bilgisi dışında yapamazdı bu işi.
Ve "Koş Cerrah..." dedi Vali:
"Koş geliyorlar..."
*
Ben "Vali istifa" tepkilerine katılmıyorum. Bence ondan daha çok yararlanılmalı.
Misal; PKK ile mücadele ona bırakılmalı.
Kandil Dağı’na paraşütle indirildiklerinde ikisi, PKK gözünü dahi açamayacaktır.
Yanlarına yeterince gaz bidonu...
"Koş geliyorlar Cerrah..." diyecektir Vali:
"Koş geliyorlar..."
Ve kısa zamanda Avustralya’ya kaçmış PKK teröristlerinin telsizlerinden "İki bi şey gelmiştir, bu ne iştir başımıza gelmiştir?.." konuşmalarını dinleyeceksiniz.
Başka?...
Başka, Türkiye’nin dış tanıtım ve enformasyon işi de verilebilir bu arkadaşlara.
Bakın; tam 135 ülkede işçiler 1 Mayıs’ı kutladılar. Hiçbirisi dünya medyasında yer almadı.
Ama İstanbul’daki 1 Mayıs’ı tüm dünya duydu.
Batı medyasında gaz bombaları altında kafası tekmelenen kadın işçilerin görüntüleri, biber gazı atılan hastaneler, dehşet verici İstanbul görüntüleri yayınlandı.
*
Olmadı, İstanbul’da kalsınlar.
Bu iktidara, bu döneme, bu gidişe yakışıyorlar.
Türkiye yuvarlanırken muhtemel yürekli tepkiler olduğunda... Namuslu, bilinçli insanlar seslerini yükselttiğinde...
"Koş Cerrah..." der Vali:
"Koş geliyorlar..."
Yazının Devamını Oku