Meydanlar...

1950’den bu yana meydanları hiçbir zaman sevmediler. Onlar için meydanlar tıpkı trenler gibi komünist işiydi.

Çünkü meydanlara insanlar toplanıyordu.

"Meydan" demek dayanışma demek, ses demek, itiraz demekti.

Meydanların orasına-burasına kulübeler, geçitler, binalar koydular. Ki insanlar içine giremesinler.

(Bakınız; başta Kızılay, Taksim, Tandoğan, Kadıköy, Sıhhiye ve diğer meydanlar...)

Meydanların ortasına birer de havuz yaptılar, içini su doldurdular.

Bu iyi bir fikirdi.

*

Ama insanlar yine de toplandılar meydanlara.

Bu sefer meydan toplantılarının "adlarını" ortadan kaldırmaya karar verdiler.

Diyelim ki "1 Mayıs" yeryüzündeki 185 ülkeden 165’inde "İşçi Bayramı" olarak kutlanmaz mı?

Bunlar adını yıllarca "Bahar Bayramı" koydular.

Son yıllarda Nevruz Bayramı’nın da adı "Bahar Bayramı" konulunca, etti mi iki tane "Bahar Bayramı"mız?..

Olsun...

Bu iyi bir fikirdi...

*

Ancak meydan dar da olsa, toplanmanın adı da olmasa, insanlar meydanlarda toplanmaya devam ettiler.

Bu sefer "insanı" kaldırmaya karar verdiler. Meydan olsa da içinde insan olmayacaktı.

Kitle örgütleri, demokratik kuruluşlar, sendikalar, üniversiteler için için ele geçirilerek yok edildiler.

İşte; başta YÖK, üniversitelerin hali... İşte; sesi çıkmayan binlerce sivil toplum örgütü... İşte; AKP’ye teslim edilmiş ve meydanlara katılmayan en büyük emekçi kuruluşu Türk-İş...

Böylece meydan olsa da insan yoktu.

Bu iyi bir fikirdi...

*

Ancak...

Bu sefer örgütsüz, isimsiz, sıradan... Ama bilinçli, yurtsever, korkusuz, yürekli kadınlar çıkıyorlar meydanlara. Dar gelen meydanların büyük yürekli insanları oralardalar.

Meydanları, kalabalıkları sevmeyenler ise düşünüyorlar:

Başka "iyi bir fikir" var mı?..
Yazarın Tüm Yazıları