Bekir Coşkun

Bay tersine...

27 Mayıs 2008
NE derse tersine...<br><br>Diyelim ki Başbakan, "İşçi kardeşlerimizin 1 Mayıs’ı emek ve dayanışma günü kutlamaları için karar almış bulunuyoruz" dediği an, işçilerin 1 Mayıs’ta dayak yiyeceklerini anlamışımdır. Nitekim "Çiftçimizin artık yüzü gülecek" dedikten sonradır ki ana tarım ürünlerimizin ithali açıldı ve çiftçiler traktörlerini galericilerin önüne götürüp sattılar.

"Şimdi sıra üniversitelerin iyi çalışmasında" dediğinde üniversiteler, "Şimdi de Merkez Bankamızın yerini düzeltiyoruz" dediği zaman Merkez Bankası karıştı.

"Genel Sağlık Sigortası ile iş hayatında reform yapıyoruz" dediği an, insanlar 1.5 yaşındaki çocuklarının elinden tutup onu "frezeci ustası" yapmaya gittiler.

"En az üç çocuk doğurun" demesi, Anadolu’dan İstanbul’a gelenlere, "Bu kadar çok kalabalık olmaz, vize uygulayalım" önerisinden hemen sonraya denk gelir.

"Şimdi hep birlikte doğayı koruyacağız" dedikten hemen sonradır; ormanların kesilip yerine otel yapılmasına ilişkin yasanın yürürlüğe girmesi...

*

Ne derse tersine...

"Şimdi bilin bakalım yapmamız gereken hakikaten önemli neye sıra gelmiştir..."

"....?"

"Hortumları kesmeye..."


İşte; torbayla altın toplama düğünlerinin, 14.5 yaşında şirket sahibi olmanın, likit yumurta ve mısır gevreği işinin, gemiciliğin, damada ihalesiz ve kamu bankalarının parası ile gazete-TV kapatma sürecinin başlama tarihidir bu "hortumları kesme" sözü.

*

"Yargının bağımsızlığı için reform yapmaya sıra geldi"
dedikten sonra ne çıktı?..

Yargı krizi...

Çünkü yargıçlar; yargı bağımsızlığının, yargının AKP’lileştirilmesi olduğunu anladılar.

Tıpkı, "Laik Cumhuriyet ilkeleri doğrultusunda Anayasa’yı düzeltiyoruz" dedikten hemen sonra "Türban serbestisi getiren Anayasa düzeltmesi" yapıldığı... Ya da "Bu noktada düşünce özgürlüğünde sıra..." dedikten sonra yazarların sabaha karşı evlerinden toplatıldığı gibi...

Ben bakarım:

Ne dedi?..

Ne dediyse tersine...
Yazının Devamını Oku

Kene...

25 Mayıs 2008
SİZİ kene ısırdığında kaçmayın.<br><br>Çünkü o da sizinle birlikte gelmektedir. (.......)

Kene akıllıdır.

Kışı toprağın altındaki sıcaklıkta geçirdikten sonra, havalar ısınırken genelde en yakın bitkinin üzerine tırmanır ve altından bir canlının geçmesini bekler.

Ve oradan geçen ilk canlının üzerine bırakır kendini, en uygun yeri özenle seçer.

Yani yukarıdaki keneler, aşağıdaki kenelerden daha tehlikelidir.

En çok kafaya yerleşmeyi sever.

Kafaya yerleşmiş kene, sair yerlere yapışmıştan beterdir. Kaçmanın yararı olmadığı gibi durmanın da artık yararı yoktur.

Çünkü her pozisyonda kafanız sizinledir.

*

Kene parazittir.


Başkalarının kanını emerek yaşar. Bunu yaparken asla hissetmezsiniz. Ve kene kendini yormaz, çabalamaz, çalışmaz.

Yükseğe çıkar ve bekler.

Yapışkandır.

Diyelim ki keneyi gördünüz.

Burada iki şey önemlidir; sizin kafanız ve kenenin kafası.

Diyelim ki sizin kafanız çalıştı; etrafınıza baktınız, haberleri dinlediniz, gazeteleri okudunuz, aylık gelirinizi düşündünüz. Aklınızdan çocukların işsizliği, bir depo benzinin fiyatı, gökdelenler yükseldikçe, siyasetçiler ve çocukları zenginleştikçe yoksullaşmanız geçti. Kanınızın emilmekte olduğunu anladınız ve "Bu kene galiba benim kanımı emiyor" hükmüne vardınız.

Öyle hemen kurtulamazsınız.

Kenenin kafasına sıra gelir.

O kafa içinize işlemişse, bünyenize girmişse, kafasını bir kez sokmuşsa içeri...

Çekip atamazsınız.

Doktorlar "Kafa içeride kalmamalı" diyorlar.

*

Diyeceksiniz ki; "Peki kenenin hiç mi faydası yok?.."

Var...

Kene; belli etmeden başkalarının kanını emerek yaşayan bir paraziti tanıtır size.

Her doğa olayı gibi derstir aslında...

Öğrenirseniz...
Yazının Devamını Oku

Hangi cumhurbaşkanı?..

24 Mayıs 2008
YİNE bir kriz karşısında Cumhurbaşkanı’nın inisiyatif alarak tarafları çağırıp bir "uzlaşma zemini" bulmasını istiyorlar. Hangi Cumhurbaşkanı?..

Tayyip Erdoğan’ın AKP grubunda alkışlar altında "Cumhurbaşkanımız kardeşim Abdullah Gül’dür" diyerek uzlaşı-mutabakat aramaya gerek görmeden açıkladığı Cumhurbaşkanı mı?..

Cumhuriyet karşıtı simgeleri birlikte alıp devletin tepesine taşıyan Cumhurbaşkanı mı?...

AKP’nin Çankaya’daki temsilcisi mi?..

Hangisi?..

*

İşte; tarafsız, herkesin ve her kesimin güveneceği bir Cumhurbaşkanı bu günler için lazımdı.

Bizler "Bu benim Cumhurbaşkanım değil" derken, huysuzluğumuzdan ya da saplantılarımızdan değildi itirazımız.

Böyle bir Cumhurbaşkanı nasıl "tarafsız arabulucu" olacak şimdi, söyler misiniz?..

O taraftır.

Kendisinin kapatılma dosyasında adının olması bir yana... Bir tek kişi çıkıp "Bu Cumhurbaşkanı tarafsızdır" diyebilir mi?..

Sorun ona, buna...

*

Cumhurbaşkanı’nın arabulucu olması MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin aklına gelen bir fikir.

Onu Cumhurbaşkanı seçmek için Meclis’e koşarken, bir gün "tarafsız, yansız, herkese güven veren" bir Cumhurbaşkanı’na gerek olacağını ve kendisinin Cumhurbaşkanı’nı "uzlaştırıcı hakem olmaya" çağıracağını düşünmedi besbelli.

Elbette o günlerde Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı olmasına yapmacık sevinç gösteren patronlar da, aydınlar da, medya da, hatta kimi AKP’liler de şimdi bir "tarafsız, sözü dinlenen, saygın, uzlaştırıcı cumhurbaşkanımız" olsun isterlerdi.

Ama yok...

Ve gittikçe batıyor Türkiye...

*

Kör gözüm, kör...

Bu körlüğün sonucu değil midir ki, koca çukurları görmüyor vatan ve yuvarlanıyor tepetaklak...

Bu kadar mı olur körlük?..

Çıkarlar, yalakalıklar, ikiyüzlülükler, ahmaklıklar, bu kadar mı kör eder insanı?..
Yazının Devamını Oku

Dam üstünde saksağan ve kazma sapı...

23 Mayıs 2008
YARGITAY Başkanlar Kurulu’nun muhtırasına en iyi yanıtı AKP’nin Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin verdi bence:<br><br>"Bildiri bir dam üstünde saksağan olmuştur..." Çok değerli bir hukuksal yorum, öyle kolay hukuk adamı olunmuyor demek ki.

Bizler hukukçu olmadığımız için bu tür bildirilerin ne anlama geldiğini bilemeyiz.

Ama kendi adında da bir kuş yer alan Şahin bakınca tanıdı:

"Bu saksağan..."

Sözün devamını getirmek ise vatandaşlar olarak size düşer, lafın arkasını bilirsiniz:

"Dam üstünde saksağan, vur beline kazmayı..."

*

Nitekim yargı bildirisinden hemen sonra, hukuk devleti endişesi olan yüksek yargıçlarımızı azarlayan karşı bildiri geldiğinde, anladık ki yargının beline kazma vurma operasyonu başlamıştır.

(.........)

Çünkü kendi "ılımlı İslam" rejimini kurmak isteyen AKP’nin önündeki tek engel yargıdır.

Misal; YÖK ile üniversitelerin, Türk-İş ile sendikaların, hileli ihalelerle medyanın ele geçirilmesinden, Ordu’nun sessizleşmesinden, Cumhurbaşkanı engelinin ortadan kalkmasından sonra AKP’nin önündeki tek engeldir:

Yargı...

Ve yürekli yargıçlar...

AKP kendi amaçladığı düzeni kurmak istiyor. Ama her seferinde yargıya takılıyor.

İşte; yargı ile sorun çıkması bu yüzdendir.

Ve hedef gösterilen, dinlenen, izlenen, sindirilmek istenen, altı-üstü oyulan yargı tepki gösterince... Görevi yargının bağımsızlığını ve devamını sağlamak olan Adalet Bakanı’nın aklına dam üstündeki saksağanın gelmesi...

Fırsat bu fırsattır; vur beline kazmayı...

*

Kazmanın bir de sapı vardır.

Öyle her kalas kazmaya sap olamaz.

Hayatında bir işe yaramamış, yeteneksiz, kimliksizler bir yere yamandıklarında bu yüzden seviniriz.

"Bir kazmaya sap oldu" diye...

Ama ben böyle kazma görmedim...

Ne de böyle kazma sapı...
Yazının Devamını Oku

Nasıl mutlu oldum...

22 Mayıs 2008
NASIL sevindim...<br><br>Hayrünnisa Hanım ile Emine Hanım buluştular. Akşamları boynumu büker, iç çekerken "Bugün de bir araya gelmediler" derdim.

Eş-dost, "Bak kendine ediyorsun, üzül üzül sonra sana bir şey olacak. Bugün olmaz yarın buluşurlar" dedilerdi.

Ben burnumu çekerken:

"Biliyorum, biliyorum ama yine de insanın elinde değil... Bu kadar da olmaz yani..."

(.......)

Sevindirici haberi önce televizyonlar verdi:

"Buluştular..."

"Küskün ikili çayda bir araya geldi..."

"İşte buluşma anı..."

Demek ki o an fırlamışım...

*

Türban takıntımız mı var?..

O okurumun dediği gibi "Türban diye tutturduk" mu?.. Ya da niçin türbanı dilimize doluyoruz?

Çünkü; erkek ikiyüzlü. İtalyan kravatı takıp, İngiliz sitili ceketi giydi mi, gizliyor kendini de, zihniyetini de, niyetini de...

Ama kadın burada dahi daha mert.

Türbanı ile işaret bayrağı gibi. Ait olduğu erkeğin zihniyetini, niyetini, kimliğini bize anlatıyor.

*

Bu bakımdan devletin tepesindeki "türban hareketleri" bir bakıma rejime ilişkin.

İşte:

Karşı devrimde aksama var mı?..

Yok...

"Dinci" işgale devam mı?..

Devam...

"Ilımlı İslam devleti" projesinde aksama oldu mu?..

Olmadı...

Atatürk’ün kemikleri daha çok sızlayacak mı?..

Çoook...

*

Ve ben; uygarlık ve çağdaşlık umutları olan ülkenin tepesine oturmuş iki tesettürlü-türbanlı hanımın fotoğraflarına bakıp "Neyse ki buluştular" diye bayram edecek miyim utanmadan?..

Edeceğim...
Yazının Devamını Oku

Suçlar ülkesi...

21 Mayıs 2008
MECLİS Başkanı Toptan, AKP ile ilgili karardan sonra milletin nasıl bir ses çıkartması gerektiğini belirledi:<br><br>"Oh..." TBMM Başkanı, "Oh" sesi çıkartacak bir karar gerektiğini biliyor da, sadece nasıl bir karar, onu bilmiyor.

Bildiği; "Oh" sesi çıkartacak bir karar.

Yani çoğu aydınların, sermayenin, köşe yazarlarının, işi tıkırında olanların, çağdaşlık ve laiklik gibi bir derdi olmayanların savundukları gibi; suçlu bulunsa da AKP’nin yola devamı...

Kısacası:

"Oh..."

*

Türkiye,
suçlarıyla yaşamaya alıştığı için, bunun da birçok formülü nasıl olsa bulunur.

Gecekondu afları ile şehirler mezbeleliğe döndüğüne, mali aflarla vergi kaçakçılığı yol olduğuna, her sekiz-on yılda bir çıkan aflarla sokaklar cezaevine benzediğine göre...

Nasıl unutursunuz "Rahşan affı"nı?..

(.......)

Bu sefer ise; bir siyasi parti daha cezalandırılmadan Türkiye "af" yollarını arıyor.

Daha açıkçası affın, cezanın içinde yer almasını istiyorlar.

Anlamıyor musunuz?

Bu sağlanırsa nasıl bir ses çıkacak:

"Oh..."

*

Bu ülke suçlar ülkesidir.


Rüşvet ile yürüyen kamu hizmetlerinden, haksız kazanca dayalı ekonomisine... Gasp ve işgalle büyüyen kentlerinden, kömür ve nohutla işleyen demokrasisine kadar...

Ya da; dokunulamayan Cumhurbaşkanı’nın kayıp trilyon davasından, Başbakan’ın "evrakta sahtecilik", bakanların-milletvekillerinin yüzlerce suiistimal ve yolsuzluk iddialarına kadar...

Suçlar ülkesidir burası...

İşte o zaman cumhuriyeti yöneten siyasi iktidarın, cumhuriyete karşı işlediği suçların lafı mı olur?..

Ne önemi var?..

Laik cumhuriyeti yıkmaya kalkışmışsa, iktidarın kendisi...

Ne yazar?..

Anayasa Mahkemesi kararı açıklanınca nasıl bir ses lazım:

"Oh..."
Yazının Devamını Oku

Tanrı, Kraliçe’yi korudu...

20 Mayıs 2008
GEÇTİĞİMİZ günlerden aklımda kalan; İngiltere Kraliçesi’nin huzurunda topa vuran Başbakan’ın, Kraliçe açısından yarattığı tehlikenin ucuz atlatılmasıdır. Ki ben Başbakan’ın at, tren, Mercedes, top gibi hareket eden cisimlerden uzak durması gerektiğini her zaman söylemişimdir.

O gün elçiliğin bahçesinde Başbakan önüne gelen topa tekmeyi vurduğunda, Kraliçe yakın tehlikenin farkında değildi.

Topa şut çekiyorum derken, arkasına yediği bir darbe ile Kraliçe’nin uçması an meselesiydi.

Neyse ki tehlike atlatıldı.

Tanrı, Kraliçe’yi korudu.

*

Kraliçe’
nin atlattığı ikinci tehlike; Çankaya’da "Şövalye" Abdullah Gül ve eşi Hayrünnisa Gül ile "şerefe" bardak kaldırma töreni sırasında ortaya çıktı. Bu haramdı.

Cayır cayır cehennem ateşinde yanacaktı Kraliçe ve hesap verme günü mutlak gelecekti.

Neyse ki günahları hafifletici şey oradaydı:

Hayrünnisa Gül, türbanı ve tesettürü ile gülücükler dağıtarak şampanya bardağını "şerefe" kaldırdı. Bu iyi bir şeydi.

Türban ve tesettür bir kez daha "haramı" örtüverdi.

Tanrı, Kraliçe’yi korudu.

*

Üçüncü tehlike:

Tayyip Erdoğan
’ın, Kraliçe’nin yanına oturup kulağına ve İngilizce (!) olarak "AB sürecinde Türkiye’nin yaptığı reformları" anlatması sırasında yaşandı.

Onu dinlerken Kraliçe’nin salata tabağına bakışından, kısmi bunalım geçirmekte olduğu anlaşıldı.

Özellikle Başbakan, "Şunu da size ifade etmeliyim ki TOKİ ve duble otoyol konusuna fevkalade ileri bir noktaya kararlılıkla gelmiş bulunuyoruz..." şeklinde başlayan bölüme geldiğinde...

Kraliçe’nin uçağına binip İngiltere yerine Kuzey Asya’ya uçup, orada kendini "Tibet çadırı" sanma ihtimali ortaya çıktı.

Neyse ki tüm bunlara rağmen Kraliçe sağlam döndü.

Tanrı, Kraliçe’yi korudu.
Yazının Devamını Oku

Su savaşlarında ilk kurşunlar...

18 Mayıs 2008
SU yok. Köylüler dip sularının metrelerce aşağıya çekildiğini, artık suyu çok derinlerde bulabildiklerini ya da çoğu kuyunun tümden kuruduğunu anlattılar.

Birçok bölgede ekinler büyümedi, davar sürülerini saldılar tarlalara.

Ağaçlar dahi kurumaya başladı.

Göllerin yerinde çatlak topraklar var, nehirler cılız akarsulara dönüştü, çaylar kurudu.

Kentlerde yaşayanlar farkında değil.

Bu bir felaket.

*

"Su savaşları" teorisi doğru çıkıyor.

Bu savaşta sadece milletler, ulusal cepheler, ordular yok. Su için savaşanlar, kendi içlerinde de savaşacaklar.

Suyu olan köy ile komşu köy...

Kuyusunun dibinde iki kova suyu olanla, suyu olmayan...

Kaynağa doğru koşan iki insan...

Kentlerde belediye tankerlerinin hortumu başında birbirini döven kalabalıklar...

Güneydoğu’da geçenlerde su yüzünden birbirlerini öldüren çiftçilerin haberini okuyunca, kendi kendime söylenmiştim:

"Su savaşlarında ilk kurşunlar..."

Ve böyle giderse; elbette halklarına su bulmak için orduları ile harekete geçmek zorunda kalacak devletler, su savaşlarını görecek dünya.

*

Bu kötü bir yazı.

Ama geçen sene Türkiye’nin başkenti Ankara’da, ağaca su vermenin "suç" sayıldığı... Belediye zabıtalarının "çiçeklere su verme suçu işleyenleri" aradığı gözümün önüne geliyor.

Koyun üzerine; dünyanın üç ayrı yerinde bilim adamlarının "dünyanın kurumaya başladığını" açıklamalarını...

*

Peki ne yapacak insan?..

Betonun içilmediğini, demirin yenilmediğini görecek. Fabrikaların, otomobillerin, bilgisayarların, borsaların, mutfak robotlarının, cep telefonlarının, boyalı kentlerin, gökdelenlerin bir bardak su kadar bile değerli olmadığını anlayacak. Ormana, ırmağa, göllere, denize, ovalara sataşmamayı öğrenecek.

Su savaşlarında ilk kurşunlar sıkılırken, doğaya karşı nasıl bir suç işlediğini ve bu ahmaklığının bedelini çok çok ağır ödemek zorunda kaldığını görecek insan.

Ya artık çok geç olursa?..
Yazının Devamını Oku