Bekir Coşkun

Cep telefonum...

5 Haziran 2008
BİR ay öncesine kadar cep telefonum hiç olmadı. Çünkü cep telefonlarını hiçbir zaman sevmedim.

Kreşlerin önünde çocuklar, ellerindeki "ceplerle" annelerine çişlerinin geldiğini haber verirken, benim cep telefonum yoktu.

Çoğu yakınlarım "teknoloji özürlü" olduğumu düşündüler.

Ama ben hiçbir şey üretmeyen, ama yeterince geveze toplumun, cebindeki son parasını da cepçi şirketlere kaptırmasına kızıyordum.

*

Sonunda bir cep telefonu edindirildim.

Ama onu sevmiyorum.

Şarjı bitip de fişe taktığımda "kurtuldum" diye seviniyorum.

Bu yüzden şarj aleti cep telefonumdan daha anlamlı.

Olmadı "cebimi" bırakıp "şarjımı" cebime yerleştirip çıkıyorum.

Zorunlu hallerde bir yeri aramam gerektiğinde, önce iyice düşünürüm.

Peşinden sağ elimin işaret parmağını havada iki tur dolandırdıktan sonra, ilk numaraya dikkatlice basarım.

İçimden bir ses "En iyisi şarja tak" der.

(.........)

Şu "dinleme skandallarından" sonra cep telefonum ile ilişkimiz daha da soğudu.

Çaldığı zaman istem dışı ayağa kalkıyorum.

Üç adım ters yönde hızla ilerleyip dönüyorum.

Sonra çalan cebime bakıyorum; orada mı?..

Açmaya karar verdiysem "yes" tuşuna iyice bakıyorum.

Ve ne zaman telefonum çalsa gözümün önüne Önder Sav geliyor.

"No" tuşuna da tekrar göz atıp, onun aslında "yes" olmadığından emin olmaya çalışıyorum.

"No" sağda, "yes" solda...

"Yes"in yer tespitinden sonra işaret parmağımı, ağzı aşağıda "C" harfi biçimine getirip hızla basıp çekiyorum.

Genelde ses gelmiyor.

Telefonumu bırakıp, şarj aletimi alıyorum.

*

Nefret ediyorum şu cep telefonumdan.


O bana; 1 milyar dolar dahi üretim yapmayan kitlelerin, gevezelik için 10 milyar dolar harcadığını hatırlatıyor.

Zırt-pırt aralıksız görüşmelerle hasret ve özlemlerimizi elimizden alırken, özgürlüklerimizi de yok etti cep telefonları.

Birer bodur siyah hafiye gibi cebimizdeler...

Ve sahibinden çok kötü niyetlilere hizmet eden; kaypak, ikiyüzlü, ispiyoncu...
Yazının Devamını Oku

Yes, Ce Ha Pes...

4 Haziran 2008
ÖNDER Sav’ın dolanırken iki kelimeyi aralıksız tekrarladığını tahmin ediyorum: "Yes" ve "no"yu...

"No" yapsaydı iyi olurdu.

Ama "no" yerine "yes"e basması da fena değildi.

Ce Ha Pes’in bir genel sekreteri olduğunu duydu halk.

Onun bir telefonu olduğunu...

Telefonun çaldığını...

Parmağını uzattığını...

Ah işte tam orada "no" yerine "yes"e basmasaydı... Ama bunu da başaramayıp "yes" ile açtığı telefonu kulağına götürmesi gerekiyordu, başka yere koydu ya.

*

Genel Başkan’
ın söylemleri dışında ilk kez Ce Ha Pes’in bir eylemini konuşuyor millet; telefonun yanlış tuşuna basma eylemini.

Böyle mi olur bu zamanda "Anamuhalefet Partisi" sizce?..

Kurultay öncesi delegelerin ve yürekten sosyal demokratların sırtındaki "vebali" hatırlattık boşuna.

Ama durumdan memnun olmalı ki hem Baykal hem delegeler, aynı tasla aynı hamamı seçtiler.

İşte:

Sıradan insanlar dizlerine vururken, ortalıkta yok Atatürkün partisi:

Anadolu’da yok...

Kentlerde yok...

Sokakta yok...

Köyde yok...

Üniversitede yok..

Meydanlarda yok...

Gençliği yok...

Kadını yok...

Slogan yok, açılım yok, tasarı yok...

Eylemde
de yoktu ya...

Neyse ki telefonun "no" tuşu yerine "yes" tuşuna basma eylemi ile gündeme geliverdi.

*

AKP’
nin varlığı kadar sorundur, Ce Ha Pes’in yokluğu.

Çünkü demokrasilerde iktidarların kötü olması felaket değildir... Ama insanların iktidarın yerine koyacak bir şey bulamamaları felakettir.

İşte o yok...

Ce Ha Pes...

Ce Ha Pes...
Yazının Devamını Oku

’İslam’ın yeni yüzü...’

3 Haziran 2008
NEWSWEEK’te yayınlanan bir haber-analizin başlığı bu:<br><br>"İslam’ın yeni yüzü..." Usame Bin Ladin’in saldırısından sonra, radikal İslam’ın önünü kesmek için ABD’nin model aradığını hatırlatan Newsweek’e göre model:

Türkiye...

Bakınca; laik Türkiye Cumhuriyeti’nin tekmelenip, yerine getirilmek istenen modelin adına niye "Ilımlı İslam" denildiğini de daha iyi anlamak olası.

Newsweek, "Entelektüel ve teolojik olarak en önemli çalışmaların büyük bir kısmı merkezi Ankara’da olan bir grup bilgin tarafından yapılıyor" diyor.

AKP’nin projeyi desteklediği belirtilen haber-analizde müjde (!) cümlesi ise şöyle:

"İslam’ın yeni bir vizyonu şekilleniyor."

Nerede?..

Türkiye’de...

*

Şimdi ABD’nin AKP’ye niye bayıldığını daha iyi anlamalısınız. Ve bizler yazıp söylediğimizde inanmadıysanız, Newsweek’e bakmalısınız:

Cihat yöntemlerini uygulayan Müslümanlara karşı, yeni bir İslami model yaratıyor.

Kim?

ABD...

Tezgáhın kurulduğu yer:

Ankara...

Dergi "İslam’ın yeni yüzü"ne açıklık getirirken Tayyip Erdoğan’ın şu cümlesini veriyor:

"Dinin kuralları aynı, ancak insanın dine ilişkin tavırları değişiyor..."

O kadarını biliyoruz:

Başta türban, elde şampanya bardağı... Kılık tesettür, ama hanımefendi resepsiyonda... İçki yasak ama faiz serbest... Erkeklerin görüntüsü İngiliz gibi, kadınların Suudi... Dekolte afiş yasak, ama yandaşların, oğulların, damatların ahlaki olmayan ticaretleri serbest...

Dillerinde din-iman... Ama strateji ortakları, kutsal toprakları yerle bir eden ABD...

Demek ki "İslam’ın yeni yüzü" böyle bir şey.

*

Newsweek
’in sözünü ettiği modeli tamı tamına yaşama geçirmek için, elbette Mustafa Kemal Cumhuriyeti’nin silinmesi gerekiyor.

İşte; Amerikan Newsweek bunu görüyor, ama bizim davar sürüsü görmüyorsa, ne yapacaksınız?..

Ne?..
Yazının Devamını Oku

Antalya, Antalya...

1 Haziran 2008
NE yapabiliriz?..<br><br>Biz doğaya ve canlılara saygıyı insanlara anlattık, büyükler anladılar, çocuklar anladılar, köylüler anladılar... En acımasızlar anladılar...

Taş yürekliler anladılar...

Ama Antalya’nın Valisi, ilçe belediye başkanları, il-ilçe tarım müdürleri ve veterinerleri anlamadılarsa biz ne yapabiliriz?

*

Bu bir çağdaşlık-uygarlık sorunudur.

Dönün bakın Antalya’nın haline.

Türkiye’nin en güzel sahillerine sahip cennet Antalya artık bir beton yığınıdır, zevksiz, çarpık, görgüsüzce.

Ne ormanı var artık, ne o inci kıyılar.

En büyük orman yağması burada yaşandı, en büyük çevre vurgunları burada oldu, en büyük doğa katliamlarına Antalya bölgesinde tanık oldu insanlık.

Köpeklerin öldürülüp makinelerle ormana gömülmesi ise yok edişin sadece bir parçası.

*

Sahibi olan, kendi bahçesinde oynayan köpekleri, bir başka yerde görülen kuduz bahanesiyle bir gece alıp götürdüler.

(Ki yeni yasa evcil hayvanların kuduza karşı korunması, aşılarının yapılması, barınaklarda barındırılmaları ve asla imha edilmemeleri görevini kent yönetimlerine verir.)

Bir gece karanlığında kıyamet koptu Antalya sokaklarında.

Yavrusu olan anne köpekleri öldürdüler, yavruları annelerinin yanında diri diri toprağa gömdüler.

Hayvanseverler nasılsa kurtulmuş ve ormanın karanlığa kaçmış, korkusundan otların arasına saklanmış yavruları buldular.

Tümü öldü, çünkü annesiz yaşayamadılar.

Ve hálá Antalya meşeliklerinde ağlaya ağlaya yavrularını arayan anne köpekler var.

Yabancı medyada "Antalya katliamı" diye haberler vardı, baktıkça utandım doğrusu.

*

İşte sorun bu...

Kentleri yönetenlerde dahi eksik olan şeydir:

Uygar-çağdaş insan olmak...

Bu yoksa; uygar insanların merhametini, sorumluluğunu, bilincini, davranışını nasıl bekleriz onlardan?..

Yoksa vicdanları... Biz ne yapabiliriz?..
Yazının Devamını Oku

Karşı devrimin ayak sesleri...

31 Mayıs 2008
ANLAMIYORSUNUZ:<br><br>AKP kendi rejimini kuruyor.<br><br>Bu bir karşı devrimdir.

Bizim medyada yer alan ve uzun uzun tartışılan, eleştirilen, yakınılan, devlete yakışmadığı söylenen, bir sürü patırtı kopartılan her şey vardır bunun içinde.

Devlette türbandan en az üç çocuğa... İçki yasağından kadrolaşmalara... Yazarların-çizerlerin sabaha karşı yataklarından alınmalarından generallerin sindirilmesine kadar...

Tümü karşı devrimin parçalarıdır.

Bu bir çatışma...

Erbakan’ın o ünlü "Kanlı mı olacak, kansız mı olacak?" tespitinden "Kansız" olanını deniyorlar.

O kadar...

*

Her şey vardır bunun içinde:

Yargıyı sindirmek de, telefonları dinlemek de...

Tüm olupbitenler; Türkiye’nin boynuna dolandırılmak istenen zincirin halkalarıdır.

Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın, "Türkiye’de Müslüman çoğunluğun dini özgürlüğünü yaşayamadığını" söylemesi de asla bir gaf ya da sıradan bir laf değildir.

Hem özlemlerinin, hem niyetlerinin ifadesidir.

Hem de kararlılıklarının...

*

Söyler misiniz; Diyanet İşleri’ne dört bakanlık bütçesi kadar para ayıran, okuldan çok camisi, kütüphaneden çok Kuran kursu olan, her cumhuriyet okuluna karşılık iki tarikat kolejine sahip Türkiye’de "Müslüman çoğunluğun yaşayamadığı özgürlük" nedir?..

Nedir eksik olan?..

Dışişleri Bakanı sıkılmadan bakanı olduğu devleti yabancılara böyle ispiyonluyorsa...

Nedir eksik bulduğu?..

*

Çünkü henüz amaçladıkları ve yürüdükleri rejime tamı tamına varabilmiş değiller.

Eksiği var.

Bunun çatışmasıdır bu.

Bu karşı devrimdir, karşı devrim...

Niçin anlamıyorsunuz?..
Yazının Devamını Oku

Tekerlekli sandalyedeki vicdan...

30 Mayıs 2008
BİR tekerlekli sandalye.<br><br>Üzerinde Erbakan gidiyor. Nereye?...

Altınoluk’taki yazlığında hapis yatmaya...

(.........)

Doğrusunu isterseniz üzüldüm de.

Bir zamanlar o bizleri "Kanlı mı, yoksa kansız mı?" olacağını bilmediği bir hesaplaşmada "cehenneme" göndermeyi uygun görmüş olsa bile...

Onu böyle görmek canımı sıktı.

(.........)

Ama yine de bu din-iman diye tutturan ve ağızlarından "Allah" sözcüğünü asla eksik etmeyen, çoğu Erbakan’ın çırakları arkadaşların "adalet" anlayışı bir tuhaf.

Diyelim ki Erbakan yazlık villasında "hapis" yatacak.

Tamam da...

Ya aynı suçtan sanık olan Abdullah Gül nerede?

Cumhurbaşkanı...

*

Gül’ün 14 yaşında TED Koleji’nde okuyan oğlunun mısır işinde patron olması... Ya da "kendi halinde" dediği babasının İstanbul’da billboard ihalesine karışması onun şanslı olduğunu gösteriyor.

Bu iyi bir şey...

Ama aynı suçtan sanık Erbakan hapse mahkûm edilirken, Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı olması...

Biraz fazla.

*

Yasaya göre; milletvekilliği sıfatı bittiğinde "dokunulmazlığı" kalkmış olan cumhurbaşkanı, cumhurbaşkanlığından önce işlediği suçlardan dolayı sorgulanabiliyor.

Ama Cumhurbaşkanınızın kayıp trilyon dosyası kayboldu.

İyi mi?..

Yolsuzluk dosyası savcılığa gidecek yerde sekiz aydan beri bulunamıyor. Muhalefet milletvekilleri "Dosya bulundu mu?" diye soru önergesi veriyorlardı önceki gün.

*

İşte böyle bunların hukukları...

Adaletleri...

Vicdanları...

İnançları...
Yazının Devamını Oku

Muhtıra...

29 Mayıs 2008
"MUHTIRA" Arapça’dır. Sözlüklere göre anlamı: Bir işi hatırlatmak üzere ya da hatıra getirmek amacıyla sunulan yazı, ikaz, uyarı... Eskiler "muhtıra"nın çivi çakmak anlamına geldiğinden şüphelenip içine mıh (çivi) koyup "mıhtıra" demişlerse de, içinde çivi-mivi yoktur.

Muhtıra’nın ilk hecesi "Muh"tur.

"Muh" büyüklerin bize öğrettikleri ilk eylemin adıdır:

"Hadi, amcaya muh yap..."

Ki her "muh"tan sonra yorumlar başlar:

"Nasıl da muh yaptı..."

"Yani bu kadar güzel muh kimse yapamaz..."

"Şimdi yine muh yapacak yengesi..."

*

İkinci hece "tır"dır.

Kelimelerin sonuna geldiği zaman, ona daha derin anlamlar katan çok değerli bir hecedir tır:

"Kaptır..."

"Saptır..."

"Hastır..."

Kelimenin başına geldiğinde ise kazandığı anlam yanında, kişinin başına geldiğinde "tırlatmak" olur ki, "muhtıra"nın "tır"ını cümle içinde kullanacak olursak: "Beyefendi tırlattı" gibi...

*

"Muh" ve "tır"dan geriye "a" kalıyor. O her muhtıradan sonra en çok çıkartılan sesi oluşturur:

"Aaa..."

"A"
sayısının çokluğu, daha çok muhtıranın şiddetine ve verenin kimliğine bağlıdır.

Misal gece telefonla arayıp "Abdullah Bey, yargı muhtıra verdi" yerine "Abdullah Bey askerler muhtıra verdi" denilmesi "a"da artış sağlar: "Aaaaaaaaaaa..."

*

Her neyse...

Yüksek yargıçların, hukuk devletini savunan bildirisine "muhtıra" diyenlerin ciddiyetine uygun bir yazıdır bu.

Hukuk devleti çökertilirken, yüksek mahkemelerin endişelerini halk ile paylaşmalarını ve anayasayı savunmalarını "suç" sayanların zekalarına göredir...

"Muh"un peşine "tır" koyup arkasından "a.." diyeceksiniz.

O kadar...
Yazının Devamını Oku

Diyanet...

28 Mayıs 2008
DÜN gece bir film vardı; Batı ülkelerinden birisinde polislerin terfi töreninde İncil okundu ve ben düşündüm ki onlar açısından huzur verici olmalı. Bizde niçin olmuyor?

Çünkü oralarda din ile devlet barışık.

Dinin, devleti ele geçirme ya da ülkeyi yönetmeye kalkma iddiası yok.

Kimse dini siyasette ya da ticarette kullanmıyor.

Dahası din ile çağdaşlık uyumlu...

Din ile medeniyet çelişmiyor...

*

Bizler Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan hep bunu bekledik:

Dinin yüceliğini korumasını...

Dini kirli çıkarlarına alet edenlere tepki göstermesini...

Eğer inançlar, kirli siyasi ve ticari işlerin arasında yara alıyorsa, din çıkarlar yüzünden kirletiliyorsa, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın buna izin vermemesini umduk.

Boşuna...

*

Üstelik tersi oluyor.

Dünkü gazetelerde vardı; Diyanet İşleri Başkanlığı’nın internet sitesine göre flört zina...

Parfüm; edepsizlik...

Bir kadın erkekle tek başına kalırsa; günahkar...

Buna göre anlaşarak evlenenlerin hepsi zinacı...

Bizim çalışma arkadaşlarımızın hepsi asansörlerden dolayı cehennemlik...

Parfüm süren tüm kadınlarımız; edepsiz...

*

Çağa ve medeniyete karşı duran hiçbir şey varlığını sürdüremez.

Din bile...

İşte; dinin kirli ellerde malzeme olması yüzünden son zamanlarda ne kadar insan inancından uzaklaştı ve kitleler nasıl dilim dilim bölündü, gören var mı?..

Dört bakanlığın toplam bütçesi kadar bütçesi olan Diyanet İşleri Başkanlığı bunun için mi orada?..

Din tacirlerine çanak tutsun diye mi?..

Din gibi insanların en yüce duygularının emanet edildiği kurum böyle mi olmalı?..

Bizler tam tersine; Diyanet İşleri Başkanı’nın bir gün çıkıp dini siyasette ve ticarette kullananlara "İnançları kullanmayın" demesini beklerken...

Böyle olacaksa...

Ben helal etmem Dinayet’e giden vergimi...
Yazının Devamını Oku