Bekir Coşkun

Çünkü o herkesin cumhurbaşkanı değil...

24 Aralık 2008
O benim cumhurbaşkanım değil. Olamayacak da...

Ama benim gibi çoğunuzun da cumhurbaşkanı değil, sadece siz bunun farkında değilsiniz.

O kadar...

(.........)

Cumhurbaşkanı, ailesinde Ermeni olduğunu iddia eden muhalefet milletvekiline (ki kim için söylenirse söylensin çirkin bir iddiaydı) önce "Benim soyum Müslüman ve Türk’tür" diye yanıt verdi, sonra da bir liralık tazminat davası açtı.

Sanki küfür edildi...

Ya da ağır hakaret...

Yoksa niye dava açsın?

*

Cumhurbaşkanı’nız, kökeni "Müslüman ve Türk" olmayan vatandaşları böylece itiverdi bir kenara.

Birisine "Ermeni" demeyi hakaret saydı...

Bu mahkeme gerektiriyor.

Suç...

Bizim kimi iyi niyetli arkadaşımız "Keşke Cumhurbaşkanı CHP’li Canan Arıtman’a ’Ailemde Ermeni olsa ne çıkar’ diye yanıt verseydi" şeklinde yazılar yazsalar da...

Diyemezdi...

Çünkü derse; o cumhuriyetimizin temel ilkesi "laiklik"tir işte... Laiklik ise; devletin tüm inançlara saygısı ve tüm inançlara eşit mesafesidir.

O da bu arkadaşlarda yok...

Bakın; arşivlerdeki belgelere göre, Abdullah Gül henüz iktidara oturmadan ne diyordu:

"Türkiye’nin bütünlüğünü tehdit eden ve en ziyade tahribatı vermiş olan sistemin ilkelerinden birisi de laiklik ilkesidir..."

*

Elbette birisi "Ailesinde Ermeni var" deyince kızacak.

O "Müslüman ve Türk" çünkü...

Ya başka bir şeyse?..

Bu hakaret oluyor...

Küfür sanki...

Hele hele "Ailesinde Ermeni var" diyeni verir mahkemeye, sürüm sürüm süründürür...

Çünkü onun dilindeki; hoşgörü, demokrasi, insanların eşitliği, tüm inançlara saygı gerçek değildir...

Böylesine "Herkesin Cumhurbaşkanı" nasıl denilir?..
Yazının Devamını Oku

Geç düşen jeton...

23 Aralık 2008
SİZİ anlıyorum;<br><br>Melih Gökçek’i yeni tanıdınız. Hatta yeni gördünüz...

Baktınız; bu adam Ankara’nın, Türkiye Cumhuriyeti’nin başkentinin belediye başkanı ve bir sürü kir-pas içinde...

Ve dediniz ki;

"Bu ne biçim Belediye Başkanı?.."

Şimdi...

Şimdi televizyonlarda, gazetelerde, köşelerde, kürsülerde, sohbetlerde ona kızıyorsunuz.

Çeyrek yüzyılın yarısı kadardır o oradaydı.

Yeni farkına vardınız...

*

Laik cumhuriyetin başkentinin amblemine iki minare, bir kubbe koyduğunda sesiniz çıkmadı.

Vali tırstı...

İçişleri Bakanı sustu...

Başbakan ve Cumhurbaşkanı bu işe bayılıp onu aday üstüne aday göstererek başlarına taç ettiler.

Bir tek gazete ya da televizyonda tepki yoktu...

Hepiniz sindiniz...

*

15 senedir görmediniz...

Körolası o çıkarlarınız için...

Sanatın içine tükürmekten, sahtekár ortaklarının adını caddelere-bulvarlara vermeye... Cumhuriyetin anılarını silmekten deve yükü suiistimal dosyalarına kadar tarumar etti Ankara’yı...

Dönüp bakmadınız.

Tam tersine başınıza taç yaptınız Melih Gökçek’i...

Şimdi tanıdınız...

Öyle mi?..

*

Pekiiii; çarçur edilen yoksul hakkını, üçkáğıtçılara kaptırılan paraları, geçen 15 yılı...

Ama en önemlisi izleri silinen, yok edilen, çirkinleştirilen, zevksizleştirilen, cumhuriyetimizin o eski Ankara’sını kim geri getirebilecek?..

Sizin körlüğünüz bu denli pahalı mıdır?..

Siz hep böyle 15 yıl sonra mı hukuku, ahlakı, fazileti, namusu hatırlarsınız...

Hep 15 yıl sonra mı çıkar sesiniz?..
Yazının Devamını Oku

Çevreyi, çevre bakanlarından korumalıyız...

21 Aralık 2008
GAZETE sayfasında ne zaman bir devlet yetkilisini oynarken görsem, bir halt karıştırdığını anlarım.<br><br>Baktım; Tansu Çiller’in eski çevre bakanı oynuyor... O gün "Bu ne yaptı?" diye sormuştum, anlatmışlardı.

Sen kalk Çevre Bakanı olarak bir orman arazisine daha çok yapılaşma izni ver. Onlar da sana bunun karşılığında villa versinler.

Tam 17 villa...

Sonra da elbette oynuyor.

(.........)

Bu sefer AKP’nin bir önceki Çevre Bakanı...

Akşam Gazetesi’nin haberine göre; eski Çevre Bakanı Osman Pepe, Kocaeli bölgesinin en güzel tarım arazilerinin olduğu Altınova’ya tersane yapılması için büyük çaba harcadı.

Çevreciler karşı çıktılar.

Yeryüzünde ilk kez bir Çevre Bakanı, tarım alanına tersane yapılmasını istiyordu.

Şaşırmıştı herkes...

Şimdi anlaşılıyor nedeni:

Meğer Bakan’ın iki oğlu, o bölgede bir tersane ediniyorlarmış!.. Ve şimdi o yemyeşil tarım alanları üzerinde kurulan kirli sanayi bölgesinde tersaneleri var...

(.........)

Şimdiki Çevre Bakanı Veysel Eroğlu ise; kamuoyunu onca meşgul eden, orman kesilerek kurulan ve sonunda birçok yargı kararı ile durdurulan Acarkent gibi doğa katliamlarının önünü açıyor...

O kötü yapılaşmaların yargı kararı ile tam yıkılması beklenirken, gelen haberlere göre yeniden izin verildi...

*

Peki biz ne yapacağız?..


Eğer doğamız-çevremiz, onları korusunlar diye emanet ettiklerimiz tarafından böyle yağmalanırsa... Yasalara ve mahkeme kararlarına rağmen bir yolu bulunup böyle elimizden alınırsa...

Kime koşacağız...

Hele hele gözlerimizin içine baka baka çevrenin canına okuyanlar çevre bakanlarıysa...

Daha da açıkçası; çevre bakanları çıkarları karşısında çevreyi peşkeş çekiyorlarsa...

Ve çevreyi çevre bakanlarından korumamız gerekiyorsa...

Başımızı hangi taşa vuracağız?..

Bu kadar aciz, çaresiz miyiz?..

Ve zavallı...
Yazının Devamını Oku

Yerli malı Osman...

20 Aralık 2008
KÜRESEL kriz karşısında, arkadaşların aklına "yerli malı haftası kutlamak" gelirken, sevgili Harun Yiğit’in, bizim köşenin demirbaşı "Osman"a göndermesidir: "Casio marka saat sesiyle

Gözlerini açtı Osman

Puffy yorganını fırlattı yana

Gülücükler saçtı Osman.
..

*

Adidas terlikle gitti çişine

Colgate macununu sürdü dişine

Clear şampuan döktü başına

Banyosuna geçti Osman.
..

*

Proteks sabunla yıkandı

Hugo Boss’la kurulanıp bakındı

Bill’s gömleğe Joop kravat yakıştı

Lipton çayı içti Osman

*

Citizen kol saatini takındı

Gitmek için artık vakit yakındı

Karısına "çav" deyip yekindi

Hyundai’siyle kaçtı Osman.
..

*

Mega Center’daki ofisine yöneldi

Ağzına attı bir Polo şekeri

Blaupunkt radyoda rock müziği

Hafif bir dansla coştu Osman.
..

*

Sony PC’sini eğilip açtı

Microsoft Excel’e hızlıca geçti

Daving’den Nescafe’sini içti

Tadına hep şaştı Osman.
..

*

Arada koştu karısının siparişini

almaya

Sprite gazoz ile Johnson kolonya

Raflarda Persil ile Ace bulmaya

Market market koştu Osman.
..

*

Palmolive sabunu bulunca

Gala WC káğıdı alınca

Alışveriş arabası dolunca

Bonus kartla şişti Osman..."
Yazının Devamını Oku

Şehirler, bizi bırakıp gittiler...

19 Aralık 2008
BİZ hep insanların bırakıp gittikleri şehirlerin öykülerini-şiirlerini biliriz. Kent kalır, insan gider oralarda:

"Gidiyorum İstanbul

Hoşçakal

Martılar senin olsun..."


Ama artık öyle değil; kentler bizi terk ettiler.

Ben burdayım, ama sevdiğim şehir gitti. Kavaklıdere yok, Bahçelievler yok, Ulus yok, Maltepe yok... Bir koşu gidip bakıyorum; Çıkrıkçılar Yokuşu orada değil...

Samanpazarı’nda bir "han" odasında, köşeye dayalı sazını alıp, henüz 20’lerindeki bizlere o türküyü çalıp söyleyen Neşet Ertaş’a koşuyorum:

"Zahidem kurbanım sallama beşik..."

Yok yerinde o han... Bir çirkin belediye binası yapmışlar, görgüsüz...

Áşık olduğum o gece oturup ağladığım kaldırım...

Kumrular Sokak’taki meyhanemiz...

Yok...

Yok...

*

Bir umuttur; İstanbul’a her gittiğimde, o eski dostlara koşarım, yeller esiyor yerlerinde.

Tıfıl müzisyen olarak ilk kez orada çalmıştım; Salacak Gazinosu’nda:

"Gönlümde açmadan solan bir gülsün

Her zaman gamlıyım, her zaman üzgün..."


Hiç dilimden düşmedi o şarkı yıllardır:

"Senede bir gün..."

Hepsi gitmiş mekánların, Beyoğlu’nu yerinde bulanınız var mı?.. Sulukule’den Moda bostanlarına... Kumkapı’dan Pendik konaklarına kadar...

Hiçbiri orada değil...

Bizi terk etti şehirler...

*

Televizyon tartışmalarına bakıp, nelerini öğrenmek istiyorsunuz bu adamların?..

Sözlerine, káğıtlarına, belgelerine bakıp nelerini göreceksiniz?..

Bu görgüsüz, zevksiz, yağmacı, talancı adamlar, şehirlerimizi aldılar elimizden...

Yetmiyor mu?..

Bu adamların yüzünden sevdiğimiz kentler yerlerinde değiller...

Bu adamların yüzündendir...

Şehirler, bizi bırakıp gittiler...
Yazının Devamını Oku

’Teğet’imiz nasıl?..

18 Aralık 2008
EKONOMİDE "teğet" konusu: Sol elimizin işaret parmağı ile başparmağımızı birleştirip bir delik daire yapıyoruz... Bu sefer sağ elimizin işaret parmağını kulak hizasına kadar havaya kaldırıp hazırlıyoruz ve usulca oluşturduğumuz delik dairenin üzerine, bir noktadan temas edecek şekilde koyuyoruz.

Bu ne?..

Teğet...

Başbakan’ın önceki gün TBMM’de, küresel krizin Türk ekonomisine teğet geçtiğini söylediği şey...

Ya teğet değilse?..

Anlamak için yine sol elin işaret ve başparmağından bir delik oluşturuluyor. Bu delik daire göz hizasına kadar kaldırılır. Tek göz açık tutularak iyice bakılır; içi boş...

Sağ elin işaret parmağı otuz santim uzaktan alınarak özenle deliğin içine sokulur...

Öbür taraftan ucu çıktı mı?..

Emin olmak için kafayı biraz uzatarak öbür taraftan bakıp, deliğin öbür tarafına geçmiş işaret parmağının ucu oynatılır...

Bu ise:

Karşı "Ne teğeti, deldi geçti" durumu.

*

Başbakan
’ın lisedeyken geometri okumuş ve "teğet"i nasılsa unutmamış olması, bu küresel kriz karşısında ne kadar işe yarıyor görüyorsunuz.

Ekonomik krizi geometri ile çözüyor...

Dünya ekonomistleri aciz, ekonomi teorileri işe yaramıyor, trilyonlarca rakamdan oluşan formüller çöktü, bilim adamları çaresiz... Ama Türkiye’nin Başbakan’ı liseden öğrendiği "teğet" ile küresel krizi çözüyor...

TBMM’deki tarihi konuşmasında, "Teğet geçer dedim. Burada geometrik ders almanız lazım. Teğet de dokundurmadır..." dediği bu...

Bir tek şunu yanıtlamıyor:

Türkiye’de herkes yoksullaşırken, muhtaç sayısı artarken, işsizlik patlarken, her gün yüzlerce şirket iflas ederken... Nasıl oluyor da gemiciklerle, medya gruplarıyla, akıl almaz ortaklık ve yatırımlarla kendi şürekası, oğlu-damadı zenginleşiyor?..

Buna yanıtı yok...

*

Dönüyorum "teğet"e:

Sol elin işaret parmağı ile başparmağından bir delik oluşturulur... Sağ elin parmağı deliğe sokulur...

Bu ne?..

"Teğet"in son hali...
Yazının Devamını Oku

Türkiye’nin şıpıdık terlikleri...

17 Aralık 2008
İŞTE o gördüğünüz yeni Türkiye’dir... THY’nin Genel Müdürü, hac dönüşü VIP salonunda, tesettürlü karısı üç adım arkasında, ayağında siyah çorapların üzerine şıpıdık naylon terlikler...

O fotoğrafı unutmayın.

İçin için Türkiye’ye egemen olan, en küçük ilçedeki AKP dönemi adamlardan, devletin tepesi Çankaya’ya kadar, Türkiye’nin fotoğrafıdır o...

Arkada yürüyen örtülü kadınlar...

Naylon şıpıdık terlikler...

Türkiye’nin yeni görüntüsüdür bu...

İyi bakın...

*

Yazmakla-çizmekle olmuyordu.

Anlata anlata, anlatmayı başaramadık... Bir fotoğraf Hürrriyet’in göbeğinde yayınlandı ve artık anlamış olmanız gerek:

O biziz...

Yeni Türkiye...

Çağdaşlık-uygarlık yolunu tepip, gericilere oy vererek bu milletin tercih ettiği yer...

Devletin tümüne yerleşmiş on binlercesi gibi; VIP salonunda şıpıdık terlikle bir genel müdür...

Sizler öbürlerini nereden göreceksiniz?..

Ama bunu gördünüz...

*

AKP ile birlikte işte siz bunu tercih ettiniz.

Çağdaş Türkiye’nin hedeflediği modern-Batılı yaşam biçimini tekmeleyip bunu seçtiniz.

Patronlar altı sene buna çanak tuttular...

Medyanın toplumundan gizleyip üzerini örttüğü buydu...

Çoğu aydın, bunu bile bile kendi çıkarları için yalakalık yaptı şıpıdık terliklere...

O kuaförden çıkıp ekrana koşan koca ağızlı sahte cumhuriyet kadını, bunu görmezlikten geldi...

Muhalefet partisinin dahi rozet taktığı buydu...

Sizin tercihinizdir bu...

Siz istediniz...

*

İyi bakın; o fotoğraftaki yeni Türkiye’dir...

Arkada ezik kadınlarla, çağdışı, ilkel, zevksiz, görgüsüz, şıpıdık naylon terlikle Türkiye...

Sizin eseriniz...
Yazının Devamını Oku

Havadaki pabuç...

16 Aralık 2008
BİR; Arap muhabir başarılıydı.<br><br>Attığı iki pabuç da tam hedefe, yani Bush’un kafasının bulunması gereken yere isabet etti. Bir tek Bush’un kafası orada değildi.

Bakınca; meslektaşımızın evde uzun uzun pabuç atma çalışması yaptığını anlıyoruz. Yoksa hemen Bush’un yanında duran Maliki’nin hiç olmazsa pabuçlardan birisini yeme olasılığı vardı.

Ama Maliki sağlam çıktı.

İki:

Bush
da çalışmıştı...

Muhtemelen ona, yumurta-domates-havuç gibi maddeler atıldığında ne yapması gerektiğini antrenmanlarla öğretmişlerdi. Dikkat ettiyseniz saniyenin onda biri sürede eğilip toz olurken, tek gözünü açık tutarak istihbarati bakış attı.

Baktı; başka ne geliyor?

İkinci terlik geliyordu.

Tekrar saniyenin bilmem kaçta kaçı zamanda yok oldu.

Ve Arap gazetecinin iki pabucu vardı.

Eğer Arap gazeteci genelde Müslümanların iç içe giydikleri dört pabuçtan oluşan mest sahibi olsaydı, pabuçlar peş peşe gelecekti ki bu yaylım ateşi sayılırdı...

Üç; atılan Irak pabucuydu.

Muhtemelen pörsümüş, yarısı gitmiş, hafiflemişti. Burnu havaya doğru kalkmış olduğu için hedef sapması sorunu vardı.

Tam isabet halinde ancak bebe patiği etkisi yapabilirdi.

Oysa bizim Yozgat köylüsünün postalı olsaydı... Değmese dahi düştüğü yerde yaratacağı patlamanın etkisi ile maazallah Maliki’ye dahi hasar verebilirdi...

*

Dört:

Bu Irak pabucunu hatırlamanız lazım.

Amerikan ordusu Bağdat’a girip de Saddam’ın heykelini yıktıklarında, o pabuç Saddam’ın kafasına inip kalkıyordu.

Bu iş böyledir işte...

Akılsız toplumlarda genelde her zaman işin sonunda bir pabuç vardır.

Bir zamanlar Saddam’a katlanıp tapanlar, bir diktatörlüğün altında ezilmekten kurtuldukları gün Saddam’ın kafasına kafasına pabuç indirmeye başladılar.

ABD askerlerinin önünde oynaya oynaya...

Saddam’ın yerini ABD aldığında.... Sorgulaması olmayan, teslimiyetçi ve akılsız başın çözümü yine pabuçtu...

İşte siz o pabucu gördünüz havada...
Yazının Devamını Oku