2 Ocak 2009
YILIN ilk saatleri... Başbakan televizyonlarda Ankara için uygun gördüğü belediye başkan adayının vasıflarını sayıyor:
"Dürüst, itibarlı, eğitimli, saygın, liyakat sahibi..."
Ve bunun kim olduğunu açıklıyor:
"Melih Bey kardeşimizdir..."
*
"Ne olacak, ne olacak?" demeyin.
Daha da iyi olacak...
Ben size 2009’un, geride bıraktığımız 2008’e göre çok daha iyi olacağını söylemiştim.
İşte yılın ilk müjdesi:
Melih Gökçek kalıyor.
*
Bence ayrılamadılar.
Tencere ile kapağının ilişkisidir bu... Başbakan kıvrandı, düşündü taşındı, nabız yokladı, inceledi, aradı, sordu, kafa yordu... Açıklamayı kaç kez erteledi, bir daha yokladı, tekrar düşündü, yeniden inceledi, baştan baktı...
Baktı; kendilerine en uygunu bu...
Ve açıkladı:
"Dürüst, itibarlı, liyakat sahibi, karizmatik..."
Kim?...
"Melih Bey kardeşimiz..."
*
Şimdi görev sırası aziz halkımızdadır.
Hep birlikte Melih Bey kardeşimize oy verip, onun tekrar Ankara’nın tepesine oturmasını sağlamalı...
Artık kapıya kadar ne hizmet gelirse:
Yiyecek yardımı kolisi...
Nohut...
Makarna...
Bisküvi...
Çay şekeri...
Deterjan...
Kömür...
(Bunların Ankara’da tam 100 bin aileye dağıtıldığını Başbakan’ın kendisi aynı konuşmasında açıkladı.)
*
Öyle, "Ne olacak, ne olacak" demeyin...
Daha da iyi olacak...
Yazının Devamını Oku 1 Ocak 2009
YOLUN ortasındaki beyaz çizgiler hızla akar... Yaşam yolculuğuna dair henüz mesajı çözülmemiş bir mors alfabesi gibidir, uzun-kısa, kesik-kesiksiz...
Zamanı, yolun iki yanına kilometre taşları gibi dizmişler...
Günleri, ayları, seneleri:
"2005..."
"2006..."
"2007..."
Yolcu geçip gider, ister mutlu, ister isteksiz...
İşte, bir tabela daha geçti önümüzden:
"2008..."
*
Doğrusunu isterseniz, bizler sadece bir yerden başka bir yere giderken yolculuk yaptığımızı sansak da aslında her an gideriz.
Belki de en komik laftır:
"Yerimden kıpırdamadım..."
Hiç kıpırdamadan, hiç kımıldamadan durduğumuzda bile nasıl yol alırız bilemezsiniz...
(.........)
Doğrusunu isterseniz yaşam bir küçük spermin, ana rahmindeki mini yolculuğu ile başlar.
Yola koyulmuştur yolcu.
Kimse onu tutamaz...
"Son durak" lafları da doğru değildir a dostlar... Mezarı açıldığında rahmetlinin kaval kemiğini bırakıp gitmiş olduğunu görürsünüz, onun artık kimyasal yolculuğu başlamıştır çünkü...
Yolcu durmaz...
Duramaz...
*
Henüz sır çözülmemiştir.
Nereden geldiğini, nereye gittiğini çözememiştir, kafası karışıktır yolcunun.
Olsun...
Bence tadını çıkartmalı...
Camdan dışarıya ağlayarak bakmak ile gülerek bakmak arasında fark yok yolun uzunluğu açısından...
Hakkını vermeli yolun...
Bizler bu yolun yolcusuyuz...
İşte bir tabela daha:
"2009..."
Yazının Devamını Oku 31 Aralık 2008
EKONOMİK krizin seks yaşamını etkilediğini işadamları açık açık söylediler.<br><br>Ben, altı senedir AKP’ye verdikleri destek ve gelinen nokta karşısında artık kafalarının etkilenmesini beklerken, demek ki başka yerleri etkilendi. Bu da iyi bir şey...
İşadamı, gericilerden AB’ye girmeyi umarken, anlaşılan bir de baktı ki o ne?..
Bir yere giremiyor...
O zaman açıkladılar:
"Ekonomik kriz seksi azalttı..."
*
Son günlerde işadamlarının keyfi yok... Ki ben bir işadamı gördüğümde sorarım:
"Beyefendi kalkınma var mı?.."
Yanıt:
"Azaldı..."
Ben devamla:
"Yatırım?..."
Boynunu büker:
"Kalkınma olmayınca dolayısıyla yatırım da olmuyor... Şimdi yatıracaksın, kalkınma gerçekleşmeyince ne fayda?..."
*
İşte tam bu noktada, ekonomik krizden çıkış umudu, yine kafadan uzak bir bölgede:
Dünkü Hürriyet’in ekonomi sayfasının manşetinde vardı:
"Krizden bunalan, umudu kırmızı don’a bağladı..."
Yılbaşı geleneğindeki kırmızı don satışlarında, kriz nedeniyle patlama görüldüğünü, kırmızı don satışlarının yüzde 10 ile yüzde 20 arasında arttığını bildiriyordu muhabirimiz.
Haberde görüş bildiren iç giyim firmaları da bunu "kriz dönemlerinde insanların şansa daha çok ihtiyaç duymalarına" bağlıyorlardı.
Doğrudur...
Kafa işe yaramıyorsa, tersini denemeli...
Eğer devlet adamlarımız ile ilgili bakanlar da, bu gece birer kırmızı don giyerlerse, bir umuttur işte...
*
Türklerin; ekonomik krizin geldiğini azalan seks ile anlayıp, çözüm olarak da kırmızı don giymeleri başarılı olursa eğer...
2009 güzel olacak...
Mutlu yıllar...
Yazının Devamını Oku 30 Aralık 2008
İSRAİL’e kızmış adamın elindeki megafon Çin malıydı.<br><br>Gözündeki dereceli gözlük İtalyan, saati muhtemelen İsveç, gömlek cebindeki kalem belki Alman, belki Tayvan... Öbür elinde tuttuğu silah Rus...
Ve üzerinde durduğu kamyonet Japon...
(.........)
Megafonla bağırdığına ben de katılıyorum:
"Katil İsrail..."
Ama benim sorumun yanıtı bu değil.
Sırası gelmişken yeniden sormalı:
"Neden tüm Müslüman ülkeler kan ve gözyaşı içinde?.. Neden Batı istilası altında Müslümanlar?.. Neden 200 milyonluk Arap álemi, 7 milyonluk İsrail karşısında aciz?.."
*
Bunun yanıtı lazım...
Ve dahası:
"Neden bir tek Müslüman ülke kalkınmış değil... Neden tümü -gizli ya da açık- Batı’nın sömürgesi?.. Neden Ortadoğu yeryüzünün en zengin doğal kaynaklarına sahip; ama Ortadoğu yeryüzünün en geri kalmış bölgesi?.. Neden Müslüman gençler bir geminin ambarında, bir TIR’ın kasasında, bir lastik botla Batı’ya kaçıyorlar, akın akın?.. Ve Müslüman ülkelerin neden bin yıldır bir tek buluşu yok?.. Neden insanların yaşamını kolaylaştıracak, acıları dindirecek, insanlığa hizmet edecek bir tek icadın, bir tek ilacın, bir tek aracın sahibi değil Müslümanlar?.."
*
Neden?..
Yobaz buna hemen bir bahane bulabilir.
Ama tek neden:
Arap kültürünün, insanlık tarihinin en son dinini uygarlığın önüne set yapmasıdır... Her ilkelliği dine bağlılık gören... Her medeni gelişmeyi dine karşı sayan o akıl dışılık...
Suçlu din değildir...
Dinleri dahi yücelten, huzur ve mutluluk kaynağı yapan o inancın insanıdır...
(.........)
Ve o İsrail’e kızan adam...
İtalyan gözlükle bakıp, Çin megafonu ile bağırıp, İsveç saatine göre, Japon kamyonetle gitti, Rus tüfeği ile düşmanı vurmaya...
Ama hiçbir zaman yenilgisini sorgulamadı:
"Neden?.."
Yazının Devamını Oku 28 Aralık 2008
DEMOKRASİ, havada uçan kuşu da ilgilendirir... Eğer demokrasi varsa, aşağıda onu savunanlar vardır... Ormandaki kayın ağacı, adam gibi demokrasilerde daha güvendedir... O göl, o ırmak, o kıyıdaki kumsal... Karacalar, geyikler, yaban koyunları, yunuslar, sincaplar...
(.........)
Bizim mahallenin köpekleri Muhtemel ile Fotokopi, bu sabah kırıta kırıta geçtiler bizim evin önünden.
Seçim olacağını bilmiyorlar... Oysa yakında yapılacak belediye seçimleri, onları ne kadar çok ilgilendiriyor, ne çok...
Ama oy hakları yok...
*
Bu yazı hayvanseverlere çağrıdır:
Bu yerel seçimlerde sevdiğiniz o canlılar adına oy kullanın...
Hayvanları seven, korumaya söz veren, onları doğanın birer emaneti gibi görenleri destekleyin...
O merhametsiz-acımasız-duygusuz adamlar gitsin...
İyi insanların peşine düşün...
Onlar için kapı kapı dolaşarak, sokak sokak gezerek, öbür iyi insanlardan oy isteyin...
Demokrasinin yüceliğidir; tüm varlıklara vereceği bir şeyi vardır demokrasinin...
Yaşamları sizin çabanıza bağlı canlıların oy hakları yok...
Siz varsınız...
*
Bu; oy hakkı olan seçmenler adına da, doğru insanı bulmanın yoludur...
Dili-savunması olmayanlara yaşama hakkı tanıyıp bu koca dünyada küçücük bir yer veren belediye başkanı, yetimin-yoksulun hakkını hayda hayda koruyacaktır.
Yakından bakın; en büyük hırsızlığın-yağmanın-talanın olduğu belediyeler, öbür canlılara yaşama hakkı tanımayanlardı...
Bir kedinin hukukuna saygılı birisi... Bir yavru köpeğin annesini elinden alamayan birisi... Merhametli ve sevgisi olan...
Elbette çocuklarımıza daha güzel bir dünyayı vermek ister...
Hayvanseverlerden ricamdır:
Kötü insanların kentlerimize, mahallelerimize, sokaklarımıza el koymalarına izin verip, sonra çığlık çığlığa ağlamak faydasız.
Bu seçimlerde o kötü adamların kazanmasına izin vermeyin...
İyi insanlar için yollara düşün...
Sevdiğiniz canlılar adına...
Onların sizden başka kimsesi yok...
Yazının Devamını Oku 27 Aralık 2008
ANAYASA Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, hukukçu değildir. Eskişehir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi mezunudur. Ama bunu Anayasa Mahkemesi Başkanı yapmışlar...
Peşinden "Hukuku bilmiyor" diyorlar.
(.........)
Hani işletmeci olabilir...
Turistik tesis olsun, müteahhitlik hizmetleri olsun, ticaret olsun, muhasebe defteri tutmak olsun...
Misal; lokanta işletmeciliği:
Bu durumda onun açısından Anayasa; mönüye tekabül ediyor...
Bu kararlar da diyelim ki; kebap...
Ki Haşim Kılıç’ın Anayasa Mahkemesi’nin bir kararını yeniden ısıtıp AKP’nin işine gelecek biçimde yeniden servis yapmasının... Anayasa Mahkemesi’nin mutfağındaki sekiz üyenin, "Bizim böyle bir sıcak servisten haberimiz yok" diyerek ayağa kalkmasının sebebi bu...
Oysa işletmecilikte bu olur...
Hani "şefin mönüsü" derler...
*
Ve bu Türklere özgü bir şeydir.
Anayasa Mahkemesi gibi en üst yargı organının başına bir iktisatçıyı getirip, sonra da "Hukuku bilmiyor" demek...
Daha da beteri:
O da kendini hukukçu sandığı için, sen kalk hukukçu üyelerin kararını "yani dediler ki" diye yeniden yorumla...
Ve ortalığı karıştır...
Normal bir ülkede olsa; herkes ayağa kalkar, barolar yollara dökülür, yargıçlar-savcılar direnir, toplum sesini yükseltir... Ve hukukçu olmayan birisi, koca Anayasa Mahkemesi’nin başında bir gün duramaz... Hele hele kendi mahkemesinin aldığı bir kararı, Başbakan o karara kızdığı gün, kendi başına değiştiren birisi...
*
Haşim Kılıç, AKP’nin istediği tüm kararlarda onayı olan, ama Tayyip Erdoğan’ın istemediği her şeye karşı çıkan, en yüce yargı Anayasa Mahkemesi’nin "iktisatçı" başkanıdır.
Hukukçu değildir...
Hani ticaret, marketing, al-ver, defter-mefter tutma, turistik işletme olsa olur...
Ama onu Anayasa Mahkemesi’nin başına getirirseniz ve ondan anayasa hukuku beklerseniz...
Böyle olur; şefin mönüsü...
Yazının Devamını Oku 26 Aralık 2008
FARKINDA olsanız da olmasanız da, için için sürüp giden bir büyük çatışma var. Vuruşma "selamünaleyküm" ile "merhaba" arasındadır.
"Cemaat" ile "cemiyet"in çatışmasıdır bu.
Bir yanda "vatandaş" öte yanda "ümmet" vardır.
"Hoşgörü" ile "cihat" karşı karşıyadır.
Bir yanda "sevgi", karşı tarafta "korku" yer alır.
*
Tüm bu olanlar iki tarafın çatışmasıdır.
"Türban" bir yanda, "toka" karşı yandadır...
"Şerbet" bir yandaysa, karşı tarafa yerleşen "rakı"dır...
Bir tarafta "sırma bıyık", öte tarafta "badem bıyık" vardır...
"Muska" ile "reçete"nin...
"Üfürük" ile "steteskop"un...
"Mest" ile "mokasen"in...
"Klozet" ile "ayaktaşı"nın...
"Cüppe" ile "ceket"in...
"Külah" ile "şapka"nın...
"Gülyağı" ile "losyon"un..
"Gazoz" ile "şerbet"in...
"Sürme" ile "rimel"in...
"Flört" ile "görücü"nün...
"Aşk" ile "muhabbet"in...
"Sevişmek" ile "halletme"nin...
"Gusül" ile "duş"un...
Bu; "prezarvatif" ile "en az üç çocuk"un karşılaşmasıdır...
*
Sizin için fark etmeyebilir...
"Doğu" ile "Batı"...
"Köylülük" ile "kentlilik"...
"Akıl" ile "ezber"...
"Bilim" ile "hurafe"...
"Mantık" ile "emir"...
"Okumak" ile "anlamak"...
"Görmek" ile "bakmak"...
"Fikir" ile "zikir" çatışmaktadır...
*
"Dün" ile "yarın"ın mücadelesidir bu...
"Geçmiş" ile "gelecek" arasındadır...
İyi bakın; bir kavganın tam ortasındayız, bu "aydınlık" ile "karanlığın" çatışmasıdır...
Yazının Devamını Oku 25 Aralık 2008
AYNI zamanda ekonomi doktoru olan Başbakan dün dedi ki:<br><br>"Ekonomi noktasında kriz var diyorlar..."
Dinleyen partililer "Aman Allah’ım bu ne iftira... Hangi kendini bilmez yaptı bu terbiyesizliği?" anlamında gözlerini açıp sağa-sola baktılar.
Doktor devamla:
"Bu psikolojiktir..."
Buyrun...
Doktor dediğine göre; demek ki bir dellenmek söz konusu... Ekonomide kriz yok, ama insanlara varmış gibi geliyor...
Tıp dilinde buna şey diyorlar:
Zırzopomani...
Tabii ki doktor doğrusunu biliyordur, dedi ki:
Yazının Devamını Oku