Bekir Coşkun

Bir şey yapmayacak bir belediye başkanı bulmalı...

8 Şubat 2009
YENİ belediye başkanları seçilecek. <br><br>Bu adamlar gelip, akıl almaz yetki ve olanaklarla bizim çevremizi düzenleyecekler. Onları dinliyorum, tümü "ne yapacağını" anlatıyor; tesisler, binalar, yapılar, hafriyatlar, konutlar, bloklar, betonlar, demirler... Doğa-çevre böyle tükendi, bitti...

"Hizmet yarışı" adı altında, kaza kaza, yıka yıka, yapa yapa...

*

Ben "hiçbir şey yapmayacak bir belediye başkanı" isterim:

"Beyefendi kentimiz için ne yapacaksınız?.."

"Hiçbir şey..."

"Tesis-mesis?.."

"Asla..."

"Spor salonu, kapalı alan, üstgeçit, altgeçit, toptancı hali, perakendeci çarşı, kültür merkezi, oyun sahası, piknik yeri, toplu konut, çağdaş mahalle?.."

"Bir teki yok..."

"Eğlence merkezi, çevre yolu, vatandaşın huzur içinde hafta sonunu geçireceği mangal yerleri..."

"Aha elimi şuradan şuraya sürersem..."

"Sayın halkımız için oto pazarı, aziz milletimiz için mesirelik, şu-bu?.."

"Yapan puşttur..."

"Peki ne yapacaksınız?.."

"Hiçbir şey..."

"Niye seçileceksiniz?.."

"Bir şey yapmamak için..."

"Ya yaparsanız?.."

"Adam değilim....."

*

Böyle "hiçbir şey yapmayacak" bir belediye başkan adayı bulmalı. Ki o ne değerli bir insandır...

Bakın çevrenize; koruluklardan ormana, kıyılardan denize, kuşlardan ağaçlara, sudan havaya kadar her şeyimizi, o "hizmet yarışları" aldı elimizden.

Betonlar ve demirler içindeyiz...

"Hiçbir şey yapmayacak" belediye başkan adayını bulmalısınız ve sormalısınız:

"Ya bir şey yaparsan sonra?.."

"Yapanın....."
Yazının Devamını Oku

Bir gülümseme...

7 Şubat 2009
HEP aklıma takılır; matematikçi öldüğünde, kafasının içindeki o denklemler, o çözümler, o formüller nereye gider?..<br><br>Şair öldüğünde; dilinin ucuna birikmiş kafiyelerine ne olur?.. Tarihçi öldüğünde; ömür boyu topladığı bilgilerin, birikimin, ezberlerin, beynindeki arşivlerin başına ne gelir?...

Kemancı öldüğünde?.. Nereye gidiyor parmaklarındaki o maharet?.. Duyguları tellere taşıyan o titreşim ne oluyor?..

Ya da áşık öldüğünde; ne olur sevdası?..

*

Cunda
’daki bahçede onu masanın öbür ucundan izlemiştim. Mavi gözleri vardı.

Sarı saçları, kusursuz bedeni, insana güven veren sesi, aydınlık-tutarlı-kararlı-cesur sözleri, yüzünden hiç eksik olmayan gülümsemesi...

Onunla dans etmek istemiştim...

Kollarımın arasına alıp sarılmak, yanaklarından öpmek, belki kulağına "seni çok sevdim" diye fısıldamak gelmişti içimden. Yapamadım...

Yapmaya kalkarsam ağlarım diye korktum...

Andree onu anlatmıştı:

"O profesör..."

Ben hiç öyle profesör görmemiştim.

(.........)

Kimi zaman onunla ülkemizi, toplumumuzu, demokrasimizi, büyüdüklerinde çocukların nasıl bir dünya bulacaklarını konuşmuştuk...

Yüzünde her zaman o acı gülümseme vardı... O konuştukça içimden hep aynı şey geçiyordu:

"İşte; aydınlık, yürekli, çağdaş kadının gülümsemesi..."

Ona "Sen hep yanımızda ol... Sen her zaman buralarda olmalısın..." demek gelmişti içimden. Söyleyememiştim...

*

Dün, onu çok çok seven Andree ağlayarak haber verdi:

"Türkel öldü..."

Cunda’nın yaz gecelerinde, gülücüklerle yaşama tutunmaya çalışırken, bizler onun amansız hasta olduğunu, muhtemelen birkaç ay sonra bile herhangi bir yerde olamayacağını çoktan biliyorduk.

Sizler bu sabah gazetelerdeki "Çağdaş kadınların öncülerinden Prof. Türkel Minibaş öldü" haberlerini okuyacaksınız.

Ben ise sadece soracağım:

"Bir kadın öldüğünde... O gülümseme nereye gider?.."
Yazının Devamını Oku

Ce Ha Pes açılımları...

6 Şubat 2009
DEMOKRASİLERDE iktidar kötü olabilir ve siz ondan kurtulmaya çalışabilirsiniz, bu olağandır. Ama onu yerine koyacak bir şey bulamadığınız zaman...

Bu normal değildir.

Ve her şey tehlikededir; demokrasi, sistem, rejim, ülke, devlet, toplum, siz...

*

Ce Ha Pes’in "kara çarşaf açılımından" sonra, bu sefer de "her mahalleye Kuran kursu açılımı" artık bu partinin en az AKP kadar rejim sorunu yarattığını gösteriyor.

"Atatürk’ün partisi..."

"Cumhuriyeti kuran parti..."

"Laikliğin savunucusu..."

Söyler misiniz; hangimiz şu yukarıdaki sloganlarına "aynen doğrudur" diyebiliriz?..

Bu mudur laiklik?...

Böyle midir çağdaşlığı savunmak?..

Böyle mi olur cumhuriyeti sahiplenmek?..

*

Hálá sıkılmadan televizyonlara çıkıp "kara çarşaf açılımını" ya da "her mahalleye Kuran kursu açılımını" savunan Ce Ha Pes önde gelenlerine sadece bir tek şey sormalı:

O zaman AKP laiklik için tehdit değil, çünkü sen onun gibi olmak istiyorsun... Ve AKP’li belediye başkanları yarın her mahalleye birer Kuran kursu açabilirler...

Öyle mi?..

*

Yok eğer Ce Ha Pes doğru yaptığına inanıyorsa:

O zaman; Tayyip Erdoğan ikinci parti olursa istifa edeceğini açıklamıştı, Deniz Baykal da oy oranı düşerse istifa edeceğini açıklamalı.

Bunu Türkiye için yapmalı...

Çünkü; Ce Ha Pes’in bu hali sadece onu ilgilendirmiyor, bireyinden devletine kadar Türkiye’yi ilgilendiriyor.

Şu halimize bakın...

Rejim sorunu iktidar ile onun gibi olmaya kalkan muhalefet arasında şaşkınız...

Deprem anı insanları gibiyiz.

Bir yerden kaçarken, sığınacak başka bir yer yok...

Ce Ha Pes...

Ce Ha Pes...
Yazının Devamını Oku

Halifeye...

5 Şubat 2009
SANIRIM siz altı yıldan beri oturmuş Türkiye’nin AB’ye girmesini bekliyordunuz. Neye niyet, neye kısmet...

Bu son olanlarla Türkiye, Arap Birliği’ne (AB) girdi sayılır hayırlısıyla...

Bir yere girelim de...

*

Olanları en açık seçik Lübnan medyası dile getirdi. Manşetlerde "Tayyip Erdoğan halife olsun" diyorlar.

Sağolsunlar.

Halife Hazretleri hazır...

Ona bir deve bulunur.

Arkadaki deveye de Egemen Bağış, Ali Babacan, Cüneyd Zapsu bindiklerinde ve Arabistan’a yöneldiklerinde Araplar sorarlar:

"Şu öndeki kim?.."

"Halife..."

"Niye ters oturmuş?.."

"Sanki batıya gidiyormuş gibi olsun diye..."

*

Herkes hak ettiği yeri er geç buluyor.

Nasıl ki doğada ağaçlar, bitkiler, canlılar kendilerine en uygun iklimlerde yaşayabilir ve gelişebilirlerse... Siyasetin ve sosyolojinin de asla yanılmaz yasasıdır bu.

Deve çöle yönelir...

Nitekim bakmalısınız; Türkiye’nin son bir haftada bile görülmemiş ölçüde Araplarla bütünleştiğini, Batı’dan bir anda uzaklaştığını nasıl görmezsiniz?..

Batı ile trafik neredeyse dururken, Araplarla sırnaşma-koklaşma artarak sürüyor...

Batılılar arkadaşların ne olduğunu yeni yeni anlarken, Araplardan "halifelik" teklifi boşuna değil...

*

Benim ise aklıma takılır:

Tüm Araplar sinmiş-pısmışken, Tayyip Erdoğan’a o çıkışı yapma gücünü veren bu laik cumhuriyettir...

Yani; laik sistemi benimsemiş, halifeliği kaldırmış Mustafa Kemal’in cumhuriyeti sayesinde, Tayyip Erdoğan’a "halifelik" teklifi geliyor...

İyi mi?..

Ama ne yapmalı?..

Hemen bir deve bulmalı...
Yazının Devamını Oku

Küfürbazıma mektup...

4 Şubat 2009
NEDENSE bana en azından iki satır bir mesaj atacağını ben bir gün önceden bilirim.<br><br>Hani "içime doğdu" derler... Yazımı yazarken, daha ilk satırda "yarın arar" derim.

Sağol, hiç de yanıltmazsın beni.

İşte dünkü mesajın "Bizim başbakanımıza laf söyleyen Yahudi çocuğu senin taaa..." şeklinde başlıyor.

*

Birincisi:

Yahudiler bana "üstün hizmet madalyası" vermediler, senin Başbakan’ına verdiler.

İkincisi:

"Başbakan’ımızın samimiyetine inanmayıp da onu eleştiren seni gidi o çoooo..."
diyorsun.

Samimiyet?...

Bak şimdi; Başbakan’ın Davos’ta söylediklerini (parantez içine olanlar), Başbakan’ın sözcüsü Cemil Çiçek’in dünkü açıklamasının içine geçiriyorum, bak bakalım nasıl oluyor:

"...tekrar ifade etmek istiyorum ki biz (plajlarda çocuk öldüren) İsrail ile ilişkilerimize önem veriyoruz. Ve (öldürmeyi bilen) bu ülke ile ilişkilerimizi korumak istiyoruz..."

İyi mi?..

*

Üçüncüsü küfürbazım:

Yirmi beş yıldan bu yana, çocuklarımız ilaçsız-mamasız kaldığında, köy yolları kapandığında ve anneler ölü bebeklerini kar içinde doğurduğunda, büyüyebilenlerin camsız sınıflarda ayak parmakları donduğunda, ikimizin de canı yandı...

Senin ve benim...

İşçilerimizi Taksim’de vurduklarında... Askerlerimiz kırmızı tabutlar içinde annelerine dönmeye başladığında... Bankalarımızı soyduğunda... Gençlerimiz işsiz-aylak dolandığında... Açlıkta, sefalette, yoksullukta...

Dizimize vurduk; seninle ikimiz...

O zamanlar da ben böyle aldatmacalara, bu ikiyüzlülüklere, bu düzenbazlıklara kızıyordum...

Ama sen alkışlıyordun...

Şimdi ben yine kızıyorum, sen yine alkışlıyorsun...

Sen benim parçamsın aslında...

Ama sorgulamıyorsun, duymuyorsun, anlamıyorsun, görmüyorsun sevgili küfürbazım...

Ve kara yazgı sürüyor...
Yazının Devamını Oku

Başbakan nasıl uçtu?..

3 Şubat 2009
İŞTE böyle 70 milyonluk ülkenin Başbakan’ı, 7 milyonluk ülkenin liderini oturduğu yerde azarladığında, onu "yüzyılın kahramanı" yaparsan, Bolu’da düşen helikopterinin yerini Fransa’ya sorarsın... Ve Fransızlar söyler sana; helikopterinin nereye düştüğünü...

(.........)

Bin yıldır bu topraklarda devletler kuran ulusun Başbakan’ı (55), neredeyse kendi yaşındaki İsrail’in (61) Cumhurbaşkanı’na panelde bağırınca, kartona "Davos fatihi" yazıp sokakta zıplarsan, düşen helikopterinin yerini bilemezsin...

O zaman Fransa’yı ararsın:

"Helikopterimiz neremize düştü?.."

(.........)

İsrail’in yüzölçümü 27 bin kilometrekaredir... Konya’nın yüzölçümü 38 bin kilometrekare...

Konya’dan küçük İsrail’in çocukları-kadınları bombalayan liderini tersleyen Başbakan’ı, o bombaları Konya’da yetişen pilotların attığını unutup "Dünya kahramanı" yaparsan...

Bu kadar gelişir insan...

Ankara ile İstanbul arasına düşen helikopterin yerini sana Fransızlar söylerler...

*

Genelde böyle olur.

Efsanelerle, hurafelerle, hikáyelerle, palavralarla yaşamaya alışmış toplumlar, kahramanlarını da kendilerine göre seçerler.

Nitekim "AKP’nin oyları arttı" diyorlar...

Niçin?..

Konya büyüklüğünde, Başbakan yaşında, 7 milyonluk bir devletin, tüm dünyanın kabul ettiği savaş suçunu, ayak ayak üzerine atarak panelde söylediği (Sanki paneller tıraş olmak içindir) ve moderatör ittirince kalkıp gittiği için...

Uçurdu müritleri Başbakan’ı:

"Avrupa fatihi..."

"Dünya başbakanı..."

"Davos kahramanı..."

*

Ve AKP’nin oyları arttı mı?..

Artmıştır...

Ancak böyle memleketlerde olur; bir de bakarsınız ki Başbakan uçtu...

Ama helikopter düştüğünde, o ilkellik karşına dikilir de, açıp Fransa’ya sorarsın:

"Helikopterimiz aha şuracıkta nereye düştü?.."
Yazının Devamını Oku

Hormon...

1 Şubat 2009
BİLİM adamları başıma işler açan şeyi buldular:<br><br>Oksitoksin hormonu... Japon Abuza Üniversitesi’ne göre; çocuklarını sevip okşayan annelerde-babalarda görülen "oksitoksin hormonu" yükselmesi, hayvanlarını seven insanlarda da aynı biçimde yükseliyor.

Açıklamada; köpekleri-kedileri ile sadece 25 dakika oynayan, ilgilenen ya da "göz temasına" giren bireylerdeki "oksitoksin hormonu", aynı değerlere sahip diğer insanlara göre yüzde 25 artıyor.

Bilim adamları; hayvan sahibi insanlarda saptanan, depresyonla baş edebilmenin, sakinleşmenin, huzur duygusunun sebebinin "oksitoksin hormonundaki" bu artış olduğunu tıp dünyasına duyurdular.

*

Şimdi daha iyi anlıyorum:

Bizim "çocuklar" sehpanın ayağını yediklerinde onlara niye hiç kızamadığımı...

Oksitoksin hormonudur...

Aslında kızıp "Şimdi görürsünüz..." diyerek üzerlerine yürüdüğümde ve onlarla göz göze geldiğimde, demek ki oksitoksin hormonu yüzde 25’e fırlıyor... Ve ben "Neleri de yemişler neleri..." diyerek sanki üç ayaklı sehpaya sevinmişim gibi oluyorum...

Sebep?..

Oksitoksin hormonu...

*

Böylece anlıyoruz ki:

Kavgacı, asabi, marazi tipleri biraz normalleştirmek için demek ki sevip oynayacakları, ya da en azından "göz teması" sağlayacakları sevimli canlılara gerek var.

Ama hayvan sevmeyip, üstelik onu kanını görüp sürünmek kaydıyla kesiyorlarsa...

Oksitoksin hormonu, ne bilelim biz, belki eksi 30...

Artık ne sevgi, ne hoşgörü, ne saygı ara...

*

Doğu toplumlarındaki hoşgörüsüzlüğün-didişmenin-nefretin, her evde mutlaka kedi-köpek beslenen Batı toplumlarından daha fazla olmasını da açıklıyor Japon Abuza Üniversitesi’nin buluşu.

Ve ben, sehpanın üç ayaklı kalışına niye kızamadığımı...

Onları okşamanın verdiği inanılmaz ve doyulmaz huzurun-mutluluğun nedenini...

Evin "çocuklarını" niye çok sevdiğimi...

Onları kaybettiğimde niye ağladığımı...

Şimdi anladım...
Yazının Devamını Oku

Düğün kültürü...

31 Ocak 2009
BÖYLE kavgalar düğünde, daha çok fotoğraf çektirmeye sıra geldiğinde çıkar:<br><br>"İnsan gel sende şuracıkta dur der..." "Kenarda dursam sanki teli dökülür..."

"Aha ben de şuradan şuraya adımımı atarsam..."

*

Küresel sermayenin düğünü Davos’ta olanları izleyince düğünler geldi aklıma.

Bir el Başbakan’ı ittiriyor...

Başbakan bir şaplakla eli geri itiyor...

Ve "Aha şuradan şuraya bir daha adım atarsam" niyetine "Davos benim için bitmiştir, aha bir daha..." diyerek düğün salonunu terk ediyor...

Sesi kısan düğün salonunun ses tesisatçısı moderatör (buradaki "madaratör" idi) şaşkın...

Kemancı kaçıyor...

Büyük Ortadoğu Projesi’nden (BOP) dünürleri Peres, ayılıp "Ben ne yaptım?" diyor...

Düğün salonu sahibi Dünya Ekonomi Formu Başkanı Klaus araya giriyor.

Emine Hanım ağlayarak "Bu da insana yapılmaz yani..." diye gözyaşlarına boğuluyor...

Düğün tarumar...

*

Tüm bu olanlar size "Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın uluslararası Davos toplantıları" gibi mi geliyor?...

Yoksa düğün kavgası gibi mi?...

Elbette kimi aziz halkımızın hoşuna gitti olanlar. Ki onlar da şöyle pankartlarla düğüne katıldılar:

"Davos fatihi..."

"Dünya lideri Başbakan..."

"Avrupa’yı titreten kahramanlar kahramanı geliyor..."

Ama kimse; Türkiye gibi büyük bir ülkenin, eli kanlı İsrail yönetimi ile panel gibi çok da ciddi olmayan bir ortama (üstelik dil bilmeden) niye girdiğini...

Hadi girdiyse ince zeka, bilgi, etkili sözler yerine, niye itişip-kakışıp küserek orayı terk ettiğini...

Koca Türkiye’yi Batı’nın terör örgütü saydığı Hamas’ın müttefiki konumuna niye soktuğunu...

Ya da kimse; Türkiye’nin işte böyle, her gün biraz daha Batı kültüründen uzaklaşıp Araplaştığını sorgulamıyor...

Sevinip oynuyor herkes...

Düğündeler...
Yazının Devamını Oku