HEP aklıma takılır; matematikçi öldüğünde, kafasının içindeki o denklemler, o çözümler, o formüller nereye gider?..
Şair öldüğünde; dilinin ucuna birikmiş kafiyelerine ne olur?..
Tarihçi öldüğünde; ömür boyu topladığı bilgilerin, birikimin, ezberlerin, beynindeki arşivlerin başına ne gelir?...
Kemancı öldüğünde?.. Nereye gidiyor parmaklarındaki o maharet?.. Duyguları tellere taşıyan o titreşim ne oluyor?..
Ya da áşık öldüğünde; ne olur sevdası?..
*
Cunda’daki bahçede onu masanın öbür ucundan izlemiştim. Mavi gözleri vardı.
Sarı saçları, kusursuz bedeni, insana güven veren sesi, aydınlık-tutarlı-kararlı-cesur sözleri, yüzünden hiç eksik olmayan gülümsemesi...
Onunla dans etmek istemiştim...
Kollarımın arasına alıp sarılmak, yanaklarından öpmek, belki kulağına "seni çok sevdim" diye fısıldamak gelmişti içimden. Yapamadım...
Yapmaya kalkarsam ağlarım diye korktum...
Andree onu anlatmıştı:
"O profesör..."
Ben hiç öyle profesör görmemiştim.
(.........)
Kimi zaman onunla ülkemizi, toplumumuzu, demokrasimizi, büyüdüklerinde çocukların nasıl bir dünya bulacaklarını konuşmuştuk...
Yüzünde her zaman o acı gülümseme vardı... O konuştukça içimden hep aynı şey geçiyordu:
"İşte; aydınlık, yürekli, çağdaş kadının gülümsemesi..."
Ona "Sen hep yanımızda ol...Sen her zaman buralarda olmalısın..." demek gelmişti içimden. Söyleyememiştim...
*
Dün, onu çok çok seven Andree ağlayarak haber verdi:
"Türkel öldü..."
Cunda’nın yaz gecelerinde, gülücüklerle yaşama tutunmaya çalışırken, bizler onun amansız hasta olduğunu, muhtemelen birkaç ay sonra bile herhangi bir yerde olamayacağını çoktan biliyorduk.
Sizler bu sabah gazetelerdeki "Çağdaş kadınların öncülerinden Prof. Türkel Minibaş öldü" haberlerini okuyacaksınız.
Ben ise sadece soracağım:
"Bir kadın öldüğünde... O gülümseme nereye gider?.."