◊ “Crazy Rich Asians”, “Ocean’s 8”, “The Farewell” ve şimdi de “Jumanji”... Bu son filme nasıl dahil oldunuz?
- “Crazy Rich Asians” ve “Ocean’s 8” ikonik yapımlardı. Gişede çok iyiydiler. Sektöre girişimi o iki yapımla gerçekleştirmek şansına sahip olmak harikaydı. “The Farewell”, “Ocean’s 8”ten sonra geldi. Ne yapacağımı bilmediğim anda gelen bir teklifti. Oynadığım karakteri çok sevdim ve yaptım. Sonrasında yönetmenimiz Jake Kasdan, “Jumanji”de yer almam için aradı.
◊ Neler hissettiniz? Dwayne Johnson, Kevin Hart, Jack Black... Filmin ekibi oldukça sağlam...
- DJ çok sıcakkanlı bir insan. Jack Black harika dost. Kevin Hart ise komik. Onun yanında eğlenmemek mümkün değil.
DİŞİMİ KAYBETMEM GEREKSE BİLE HAYIR DEMEM
◊ Önümüzdeki yıl vizyona girecek birçok işiniz var. Sektöre çok iyi projelerle hızlı bir giriş yaptınız. Rol için fiziksel değişim yaşamanız gereken projelere hazır mısınız?
- Eğer hikaye iyiyse, karakteri seversem ve role inanırsam, seve seve yaparım. Dişimi kaybetmem gerekse bile hayır demem. Hiç önemli değil! Yeter ki hikayeye inanayım...
◊ Sinema stilinizden yola çıkarak sormak istiyorum; “The Irishman”i çekerken farklı bir yol izlediniz mi? Çünkü film sinema değil, Netflix için yapıldı ve ağırlıklı olarak televizyondan izlenecek...
- İyi nokta! Öncelikle Netflix konusuna açıklık getireceğim. Yıllardır Robert De Niro ile film yapmak istiyoruz. “Casino”dan sonra birlikte film yapmadık. Yıllar içinde zaman zaman bir araya gelip onun neler yaptığını, benim neler yaptığımı, beraber çalışma durumumuzu, eğer olursa hangi projede çalışabileceğimizi konuştuk. “Casino”yu 1995 yılında yapmıştım. Uzun yıllar önce. Sonrasında ikimizin de hayatında çok şey oldu.
“The Irishman”i Bob (Robert De Niro) bana ilk söylediğinde, Eric Roth “The Good Shepherd”i yazıyordu. Bu arada Bob’a Charles Brandt’ın “I Heard You Paint Houses” kitabını veren kişi Eric Roth. Bob kendi karakterini ve kitabı ilk defa bana anlattığında, onun anlatımında güçlü bir etki gördüm. Çok gerçekti. Hikayede bir şey vardı. Söze dökülemeyen bir şey... Steve Zaillian’ı senaryo için aramıza aldık. Yıl 2009... O dönemde ikimizin de farklı sorumlulukları vardı, farklı işleri yapıyorduk. Eğer filmi 2010-2011 yıllarında çekebilseydik, farklı bir çekim metoduyla çalışacaktım. Bob, Joe (Pesci) ve Al’ı (Pacino) sadece makyajla gençleştirme şansımız vardı. Yıllar geçtikçe o şansımızı da kaybettik...
◊ Sonra...
- Sonra Tayvan’a “Silence” filmini çekmeye gittim. Görsel efekt sorumlusu Pablo Helman sete geldi, dijital gençleştirmeden bahsetti. Ona ilk tepkim “Joe Pesci’ye maske takamazsın! Daha zeki, daha usta bir fikirle gel” oldu. 10 hafta sonra geri geldi. “Sanırım başka bir yol buldum” dedi. Bu yeni yolu denemekten ve test çekimleri yapmaktan başka şansım yoktu. Denedik. ILM’nin bu yeni teknolojiyi sunumu ve elde ettiğimiz sonuçlar gözüme kötü gelmedi. Zamanla da teknoloji daha iyi bir hâl aldı. Bütün bu sorunları aştıktan sonra sıra finansmana geldi. Parayı nereden bulacaktık?
NETFLIX BANA HİÇBİR MÜDAHALEDE BULUNMADI
◊
◊ Ödül sezonuna girdiğimiz şu günlerde, iki yeni filminiz de güzel tepkiler alıyor. Kariyerinizin şu döneminde yaptığınız tercihleri neler etkiliyor?
- 25 yıldır bu işi yapıyorum. İş hayatımda birçok şey yaşadım. Hayal kırıklıklarım da oldu, sürpriz mutluluklar da yaşadım. Bazı projelerim çok sevildi, çok emek verdiğim bazı işlerim ise beklenen sonucu vermedi. İyi zamanlar kötü zamanlar yaşadım. Uzun yıllardır bu mesleğin büyük dalgalarıyla boğuşuyorum. Önceden karşıma çıkacak dalgaların büyüklüğünden korkardım. Beni yutacak mı diye düşünürdüm.
◊ Şimdi...
- Şimdi o korktuğum dalgaların eninde sonunda yatıştığını anladım. Gerçi bazı dalgalar yatışırken yenileri oluşmaya başlıyor. Erkek arkadaşım sörf tutkunu, sörf yaparken kendini nasıl dalgaya bırakıyorsan hayatta da öyle yapmak gerektiğini söylüyor. Ben de öyle yapıyorum. Dalgaların korkusunu bir kenara bıraktım, kariyerimi özgürlüğe kavuşturdum.
◊ Bunun etkileri nasıl oldu peki?
- Etkilerini belli örneklerle anlatamam. Çünkü çok fazla heyecan veren, aynı zamanda umutsuzluğa düşüren anlar yaşadım. Çok uzun yıllar kariyerimde dönüşüm yaşadığımı düşündüm. Şimdi o dönüşümün sonucunu yaşıyorum gibi.
“Marriage Story”yi izledikten sonra annem aradı. “Yaptın işte, oldu. Artık çocuk değil kadınsın” dedi. Teşekkürler anne! Kariyerimin bu döneminde annemin de aynı şeyi hissetmesi ya da bu işlerin kariyerimin bu döneminde gelmesi çok güzel...
◊ Filmi izlerken çok güldüm, fakat bazı sahneler oldukça duygusaldı. Mesela Rudy’nin kendi gibi olduğunda değil de sadece başka kişiliğe büründüğünde ilgi görmesi gibi...
- Evet! Televizyonda ya da sinemada gördüğün hiç kimse aslında izlediğin kişiler değil. Herkes, parlamak için başka kişiliğe bürünüyor.
◊ Neden Rudy Ray Moore’u oynamak istediniz?
- Daha oyunculuğa başlamadan önce filmlerini izleyip albümlerini dinlemeye başlamıştım. İlk izlenimim, komik olduğuydu. Zamanla filmlerinin ne kadar üstünkörü ve acemice yapıldığını anlamaya başladım. Albümleri de öyleydi. Ama bu, ona bir çekicilik katıyordu. Sonra onun filmlerini hatalarını bulmak için izlemeye başladım. Bazı sahnelerde mikrofon görünüyordu mesela. Kendim sektöre girip film yapmaya başlayınca, Rudy’nin hikayesini öğrendim. Bütün filmlerini ve albümlerini kendi parasıyla yapmış. Etkilendim... Bu sektördeki en özel insanlar hayalperest olanlardır. Onları hayalleri besler. Rudy en komik değildi, en iyi görünümlü de değildi, film yıldızı olacak nitelikleri de yoktu. Ama çok önemli bir şeye sahipti, kendine inanıyordu.
RUDY’NİN YETENEĞİ
◊ Al Pacino ve Robert De Niro isimleri, sinemada bir jenerasyonu temsil ediyor. De Niro sizinle konuştuğu bazı konuları başka kimseyle konuşamadığını söyledi. Sizden de biraz aranızdaki arkadaşlığı anlatmanızı rica ediyorum...
- Genç birer delikanlıyken tanıştık Bob (Robert De Niro) ile. 20’li yaşlarımızda. Nerede tanıştığımızı bile hatırlıyorum; New York’ta 14’üncü Cadde’de. Sokakta tanıştırıldık aslında. Ortak arkadaşlarımız tanıştırmıştı. Tuhaf bir adam olduğunu düşünmüştüm. Dışarı verdiği hissi kavrayamıyorsun ama hissediyorsun. Hiç unutmuyorum, bizi tanıştıran arkadaşıma “Ne garip bir adam” demiştim Bob için.
Sonra kariyerlerimiz paralel olarak başladı. “Pacino & De Niro dönemi” olarak nitelendirildi. Karşılaştırıldık, eşleştirildik... Bizim zamanımızda ünlü olmak başkaydı. Hazırlıksız yakalanmıştık. Alışmamız zaman aldı. Bob daha o dönemden itibaren güvendiğim bir kardeş gibi. Onunla buluşup bize olanları konuşurduk. Bağımız bugünlere kadar devam etti. “The Irishman” için de Bob’a teşekkür etmeliyim, çünkü Hoffa rolünü benim oynamam onun fikriydi.
◊ Aynı soruyu Robert De Niro’ya da sordum; bu işi yapmaya ne zaman karar verdiniz? Aktör olmak istediğinizi ilk ne zaman hissettiniz?
- Çocukken... Yapabildiğimi fark ettiğimde âşık oldum bu işe. Aslında bu iş benim için dikkat çekmenin en kolay yoluydu. Okul tiyatrosu, diğer derslerden kaçmak için en kolay yoldu. Bir taraftan da “Bu nasıl bir iştir ki, okulda bile yapınca insanlar böyle güzel tepkiler veriyor” diye düşünüyordum. Bir gün oyun sonunda izleyicilerden biri yanıma geldi. 12-13 yaşındayım daha. Adam bana “Sen yeni Marlon Brando olacaksın” dedi. Marlon! Düşünebiliyor musun, Marlon Brando!
Başlangıç böyleydi... Sonra performans sanatları okumaya başladım. Akademide sıkıcı dersler yoktu. İngilizce dışında. Bitiremedim, okuldan ayrılmak zorunda kaldım. Çünkü çalışmak zorundaydım. Annem hastaydı, ona bakmalıydım. Bir sürü iş yaptım ama tiyatrodan hiç kopmadım. Berghof Stüdyo’da ustam Charlie Love ile tanıştım. Charlie beni çok farklı bir dünyaya soktu.
OYUN OYNADIĞIM SAHNEDE UYURDUM
◊ “The Irishman” 3.5 saatlik bir film. Fakat izlerken bana 3 dakika gibi geldi, zaman hemen geçti. Bana kısa geldi ama eminim sizin çekerken uzun set günleriniz olmuştur...
- Çok fazla sahne vardı. Çekerken bir sürü değişiklik yaptık. Farklı zaman dilimini çekmek zor bir iş zaten. Yine de Netflix’in desteğiyle mümkün olabilecek en rahat şekilde çektik.
◊ Netflix demişken, sinema deneyimini artık sinema salonlarının dışında dijital platformlarda da yaşar olduk. Neler düşünüyorsunuz teknolojinin getirdiği bu değişim hakkında?
- Değişim kaçınılmaz bir şey. Ya değişimi kabul edip hikayeyi hangi formda olursa olsun, nereden izlenirse izlensin en iyi şekilde anlatmanın yolunu bulacaksın ya da zamanın gerisinde kalıp yok olacaksın. “The Irishman” sinemada da gösteriliyor. Ben de teatral olarak sinemada izlemeyi tercih ediyorum. Ama değişim kaçınılmaz. Zamanın getirdiklerine karşı koymak imkansız.
KENDİMİ MERDİVENLERDEN AŞAĞI BIRAKTIM SONRA MARTYO SAHNEYİ KESTİ!
◊ “The Irishman”de sinemanın rüya takımı bir aradaydı; siz, Al Pacino, Joe Pesci, Harvey Keitel, Martin Scorsese... Nasıl bir ortam vardı sette?
- Set deneyimi de sonuç kadar önemliydi. Sürecin başından itibaren yaptığımız işin özel, insanlara etki edecek ve saygı görecek bir iş olduğunu biliyorduk. Set nasıldı sorusuna dönersem; güvenliydi! Güvendeydik, rahattık. Yönetmen Scorsese’ydi çünkü.
Peter Jackson, 2012 yapımı “The Hobbit: An Unexpected Journey”i (Hobbit: Beklenmedik Yolculuk) saniyede 48 kareyle çektiğinde hepimiz bir “vay” demiştik. Şimdi bir de Ang Lee’nin “İkizler Projesi”ni izleyin... Görüntüler ultra, 3D ve tertemiz ...
Filmde Will Smith iki karaktere hayat veriyor.
Birincisi hiçbir avını kaçırmayan suikastçı Henry Brogan, diğeri ise Smith’in 23 yaşındaki düşmanı Junior yani Smith’in dijital genç klonu...
Ang Lee, Smith’in genç klonunu yaratırken oyuncunun eski fotoğraflarını ve kariyerinin ilk yıllarındaki görüntülerini kullanmış.
Yönetmene, “Neden gençleştirme yöntemi kullanmadınız” diye sordum.
“Artık dijital dönemdeyiz. Will Smith’e benzeyen birini oynatmak ya da onu makyajla gençleştirip, filtrelediğimiz halini kullanmak istemedim” yanıtını verdi.
◊ Günün birinde bu mesleği yapma hayali kuran milyonlarca genç var... Okul yıllarınız ile başlayalım... New York’taki Lee Strasberg Tiyatro ve Film Okulu’na gittiniz. Sizin hayalleriniz neydi o yıllarda?
- Strasberg çok katı bir oyunculuk okuluydu. Los Angeles’a taşınmaya karar verdiğimde, herkes beni vazgeçirmek için elinden geleni yaptı. “Orada yok olacaksın, Los Angeles seni parçalayacak” gibi bir sürü laf söylediler. Ama ben vazgeçmedim. O yıllarda tiyatro yapıyordum. Kendimi oyuncu olarak koyman gereken yeri kestiremiyordum. Hele o dönemin en büyük aksiyon yıldızlarından biri olacağımı hayal bile etmemiştim.
◊ Geçmişe dönüp bakınca kariyerinizdeki işler sizi mutlu ediyor mu?
- Kariyerim bu şekilde oluştuğu için mutsuz değilim. Aksine yıllar geçtikçe aksiyon filmlerini daha da çok sevmeye başladım.
Çünkü bu filmlere hem fiziksel hem mental hazırlanmak zorundasın. Komedi de öyle mesela. Hızlı düşüneceksin, hazır olacaksın... Aksiyon kolay iş değil... Zorluyor! Ben de, beni zorlayan işleri seviyorum.
DÜNYA KADIN EGEMENLİĞİNE GEÇECEK