◊ “Bohemian Rhapsody” vizyon süresini doldurmasına rağmen ateşi henüz sönmedi. Neredeyse her uçakta gösteriliyor, DVD satışları iyi, televizyonda dönüyor... Çekimlere başladığınızda filmin hem özel hayatınızı hem de profesyonel hayatınızı bu derece değiştireceğini tahmin ediyor muydunuz?
- Film çekilirken geçen sene yaşadıklarımızı bana biri anlatsa gülerdim. Kesinlikle inanmazdım. “Hayal gücün çok geniş” filan derdim... Hiçbir beklentimiz yoktu. Sete gidip elimizden geleni yapıyorduk. Filmin özünü iyi anladık ve tüm oyuncular çok güçlü bir aile olduk.Hâlâ da dostluğumuz devam ediyor. Mayıs ayında tüm cast Rami’nin (Malek) doğum günü için New York’ta buluştuk.Ona doğum günü sürprizi hazırladım. Yapımcılarımız, yönetmenimiz, Brian May, Roger Taylor... Herkes oradaydı. Rami gözlerine inanamadı. Her sette arkadaşlıklar olur ama bizimki arkadaşlık ötesinde bir boyuttaydı.Seyirci de bunu hissetti ve filmi yapılan tüm eleştirilere rağmen sahiplendi...
◊ Peki ilk Hollywood filminiz “Sing Street”i çekerken bir sonraki projenizin de Hollywood’da olacağını düşünmüş müydünüz?
- Aklımdan hiç geçmemişti. Hayal gibi. Ama bir anda Hollywood’a girmiş hissi yaşamıyorum. Hollywood benim zihnime ve dünyama yavaş yavaş girdi. Yavaş girdiği için kendimi şanslı hissediyorum. “Sing Street”teki ekip, “Bohemian”daki ekip, dostlarım, yaptığım işler, çalıştığım projelerdeki liderler beni Hollywood’a hazırladı. Sektörün Hollywood kısmı benim için yabancı bir konseptti.İngiltere’de büyüyünce Hollywood algısı farklı oluyor. BBC’ye iş yapıyorsan, “Sing Street” gibi bir filmde yer alıyorsan yaşadığın ülkede gelebileceğin en iyi yere geldiğini düşünüyorsun.Ama Amerika’da doğup büyüdüysen Hollywood’un anlamı çok büyük.
FARKINDA OLMADAN YAPTIĞIM ŞEYLERDEN BİLE SONUÇ ÇIKARIYORLAR
◊ Filmin başarısı, filmle birlikte gelen uluslararası şöhret ve ilgiye karşı Rami Malek’in tavsiyeleri oldu mu?
- Tavsiye ile baş edilecek bir durum değil bence şöhret... Tanındıkça hakkında çok şey öngörülüyor. Fanların beni araştırıp inceleyecekleri, kendilerini benim hakkımda eğitecekleri aklımın ucundan geçmezdi. Öyle bir durum ki bu, hiç farkında olmadan yaptığım şeyler bile bizi takip eden insanlara kim olduğuma ya da nasıl biri olduğuma dair fikir veriyor. Farkında olmadan yaptığım şeylerden sonuç çıkarıp öyle olduğumu zannediyorlar. Açıkçası ilk başlarda kendi kişiliğimin bu kadar araştırılıp izlenmesi, başka insanların gözünde değerlendirilmek, canlarının istediği gibi yorumlamaları korkutucu gelmişti...
◊ Hollywood’daki feminist hareketin öncülerindensiniz. Size öncelikle son zamanlarda artan kadına ve çocuklara yönelik şiddet olayları hakkındaki düşüncelerinizi sormak istiyorum...
- Güç sahiplerinin, toplum üzerinde etki sahibi olan ayrıcalıklı kişilerin başka insanlar üstünde baskı kurmalarını kabul edemiyorum. Zaten şu anda yaşadığımız dünyada öfkeyi tetikleyen çok fazla şey var. Her gün kalbimizi burkan insan hikayeleri duyuyoruz. Özellikle kadın ve çocuklara yapılanlar o kadar canımı yakıyor ki. İçimde yaşadığım öfkeyi, acıyı açıklayacak kelime bile bulamıyorum. O insanlarla aynı ortamda olsam neler yaparım, düşünmek bile istemiyorum. O derece hiddetleniyorum.
◊ Gelelim Hollywood’a... Kadınlarla erkeklerin aldığı ücretlerin eşitlenmesi için yıllardır mücadele veriyorsunuz. Son dönemde yaşanan değişim sizi tatmin ediyor mu?
- Daha yeni bir şeyler değişmeye başladı. Önceden feminist olduğumuzu söylememiz bile mümkün değildi. “Feminist” kötü bir kelimeydi. Feminist olmak ayıp sayılırdı. İnsanlar “Bu kadının neyi var acaba da böyle konuşuyor?” diye düşünürdü. Şimdi genç oyunculara bakıyorum da hiç çekinmeden “Feministim” diyebiliyorlar. Utanmadan, kendilerini özgürce ifade edebiliyorlar. Ben 22-23 yaşındayken sektörümüz böyle değildi. Bu kadar açık konuşamazdık. Gençlerin bu hali bana gelecek için daha çok umut veriyor. Eşit ücret konusuna gelirsem...
Tabiat güzelliği, gastronomi, bol oksijen, doğa, tarih, kültür, mitoloji, manzara ile bezenmiş bu eşsiz güzellikte kendimi bir masal kentinde gibi hissettim.
Adatepe köyünde yer alan İda Blue Otel’in sahibi Engin bey, kendini bölgeye adamış gönüllü bir turizm elçisi...
Yılın her mevsiminde bölgeyi anlatan etkinlik ve aktiviteler düzenliyor.
Yaptığı programlar, bölgenin ne derece önemli bir tarihe ev sahipliği yaptığını daha iyi anlamamı sağladı.
Oteli de ince detaylarla bezenmiş. Her detayın bir hikayesi var.
◊ Hem sanatınız hem de politik yaşamınız nedeniyle uzun yıllardır göz önünde yaşıyorsunuz. Bu durumun zorlukları ve keyifli tarafları neler?
- Ben göz önünde olmanın, tanınmanın sakıncalı ve can sıkıcı bir tarafına şahit olmadım. Bazı insanlar özel hayatlarının, mahremiyetlerinin olmamasından şikayet ediyor. Benim de bazı ünlü arkadaşlarım dışarıdayken tüm insanların gözlerini onlara dikmesinden şikayetçi. O insanlara cevabım ortada; şikayet edilecek bir şey yok! Tartışmaya gerek bile duymuyorum.
◊ Neden peki?
- Kendimden örnek verirsem... Filmlerim vizyona girdiğinde, politikada vali olmak için yarışırken ya da vücut geliştirme şampiyonalarına katıldığımda insanlar beni izlesin, yaptıklarımı beğensin, desteklesin, alkışlasın istiyorum değil mi? Diğer taraftan restorandayken, plajdayken, toplum içerisinde herhangi bir yerdeyken “özel hayata saygı istiyorum” mu diyeceğim? Öyle bir şey yok! Ben sokaktayken kimseden rahatsız olmam.
Hayatım boyunca tanınmış olmanın, ilgi görmenin zevkini yaşadım. Unutma, insanların hayatta hasret kaldığı şeylerin başında başkalarından ilgi görmek geliyor. Bizim işimizde ise tüm dünyadan ilgi görüyoruz. Bundan daha güzel bir duygu olabilir mi? Şikayet edilecek bir şey mi bu?
TRUMP KENDİNİ HÂLÂ DALAVERECİ İŞADAMI ZANNEDİYOR
◊
◊ Hollywood’un en aykırı yönetmenisiniz. Her filmde marjinal olmak zor değil mi? İlk filminizden itibaren çok farklı olduğunuz için bu çizgiyi korumak mı istiyorsunuz? Nedir Tarantino’nun yaratırken aklından geçenler?
- Sanatçının içinde yaratmak için provokatör bir güç varsa, o güç yaşadığı kültür ona karşı çıkınca ortaya çıkar. Günümüz sanatında provokatör olmak kolay değil. Radikal zamanlarda radikal işler yapmak daha kolay. Bana gelirsek... Yaptığım işler, temsil ettiğim kültür, aklımdan geçenler sıradan değil.
Filmimi bir kutuya hapsedecek şeyleri kontrol ediyorum ama günün sonunda “toplum yapısıyla anlaşmaya varmak” terimi benim sanatımla uyuşmuyor. Benim sanatımda sosyal yapı ile uzlaşmaya yer yok. Canım ne isterse öyle yapmaya devam edeceğim. Filmim reddedilebilir, kabul edilebilir ya da şimdi beğenilmeyip ileride kıymeti anlaşılabilir. Fakat ben zamana ve insanların isteklerine göre değişmeyeceğim. Yapmak istediğimi yapacağım ve sonuçlarına katlanacağım...
◊ 27 yıllık kariyerinizde 9 film yaptınız. Artık “Marvel evreni” gibi bir de “Tarantino evreni” var. Filmlerinize tutkun bir kesim var ki, ben de o kesime dahilim. Merak ediyorum; kariyerinizde sizi en mutlu eden, en gurur duyduğunuz an hangisiydi?
- Gurur duyduğum çok fazla şey var. Yaptığım işler, filmlerim başta geliyor. Ama sorunun cevabına biraz daha ruh katmak için şunu söyleyebilirim; “Pulp Fiction” ile Cannes’da Altın Palmiye kazanmam, çok gurur duyduğum bir andı. Biliyorum sadece bir ödül ama oldukça iyi bir ödüldü...
◊ Oscar’dan daha mı çok gururlandırdı sizi Altın Palmiye ödülü?
- Bütün ödüller gurur verici. Ama Altın Palmiye ile ilgili bir şakam var; kazanan yönetmenler listesinden daha prestijli bir liste varsa, o da kazanamayan yönetmenler listesidir! (Gülüyor)
◊ 2020 projelerinize şöyle bir baktım da hem yapımcı hem de oyuncu olarak çok yoğun bir takviminiz var...
- Evet.
◊ Projeleriniz içinde en çok ilgimi çeken, “A Man Called Ove” oldu. Filmin orijinali İsveç yapımı. Siz şimdi adaptasyonunu yapıyorsunuz. Hangi aşamadasınız?
- Kitap tam bir başyapıt. Keza film de öyle. Kim ortaya çıkıp bu iki eserin altında bir iş yapmak ister? Ben değil... Bay Ove evrensel bir karakter. Çoğunluğu temsil ediyor. Japonya’da bir yapımcı “The Man Called Ove”un Japon versiyonunu yapıyorsa şaşırmam. O kadar evrensel bir hikaye.
Mesela filmde bir an var; Bay Ove kadına araba kullanmayı öğretirken, zor gelse de başarabileceğini şöyle açıklıyor: “Savaşın parçaladığı bir ülkeden kaçmayı başardın, bu ülkeye geldin, yeni bir dil öğrendin, çocuklarını doğduğun büyüdüğün yerden uzakta büyütüyorsun. Araba kullanmayı mı öğrenemeyeceksin?” Bu durum, günümüz Amerika’sına çevrilmeli. Ama nasıl?
Şimdi ben kitabı okuyup, orijinal filmi izleyip detaya inecek, senaryoyu temelini değiştirmeden Amerikan kültürüne uyarlayabilecek insanları arıyorum. Çünkü İsveç’teki ev sistemi, sağlık sistemi Amerika’da yok. İçimden bir ses, Ove’un mahallesinde yaşadıklarını filmin DNA’sını bozmadan başka bir ülkeye taşıyana kadar üzerinde çalışmamı söylüyor.
◊ Araştırınca gördüm, ne kadar çok hit şarkınız varmış! Bu başarının formülü nedir?
- Çok çalışmak! Bana “Ne kadar şanslısın” diyorlar. Komik geliyor bu “çok şanslısın” lafları. Ne kadar çok çalışırsan, o kadar şanslı olursun. Diğer sanatçılar kadınlarla gününü gün ederken, paralarını savururken, takipçi ve beğeni için endişelenirken, ben sırada hangi seslerin olduğunu, müziğin ne yönde değişeceğini, alacağı şekli takip ediyorum. İşte benim formülüm bu; çalışmak!
◊ Peki şarkı söylerken neler hissediyorsunuz?
- Şarkı söylerken başka bir dünyadayım; düşler diyarında... Şarkı söylemek benim en büyük ödülüm, terapim. Benim için şarkıların ve şarkı söylemenin gücü ütopik, orgazmın ötesinde bir duygu. Ben hislerimi sözlere döküyorum, dinleyiciler şarkılarıma hayat veriyor, ruh veriyor, can veriyor. Onlar şekillendiriyor şarkılarımı, onlar güçlendiriyor.
◊ Başarının aklınızı başınızdan aldığı zamanlar oldu mu?
- Yetiştirilme tarzım buna izin vermez. Kendini bir şey zannetmeye başladığın anda olay biter. Sabah yataktan kariyerimi düşünerek kalkmıyorum. Toprağın üstünde var olduğum her gün hediye ve bunun keyfini süreceğim diyerek kalkıyorum.
Başkalarına yardım edebilme kapasitesine sahibim. Bence kariyerinde belli bir seviyeye ulaşmış, maddi açıdan iyi pozisyondaki insanlar için yardım etmek zorunluluk olmalı. Birçok iyi durumdaki insan böyle düşünmüyor. Neden biliyor musun? Onlar aslında ihtiyaç duymadıkları şeyler için o kadar istekli ve endişeli ki, başkaları için yapabileceklerini düşünecek vakitleri bile yok...
Gabrielle Union: Erkekleri yeterince izledik, sıra kadınlarda
◊ Eşiniz Dwyane Wade’in büyük hayranıyım.
- Ben de!
◊ Wade, 16 yıllık NBA kariyerini geçen sezon noktaladı. Nasıl geçirdiniz son sezonu?
- Her maç veda maçı gibiydi. Bizi mutlu eden, neşelendiren ama kalbimizi de kıran bir süreç oldu.
Bu sporu sevenler olarak bir dönemin kapanmasına üzülsek de aile olarak bize daha çok vakit ayıracağı için mutlu olduk.
‘TAŞIYICI ANNE’ CESUR DEĞİL