Barbaros Tapan

Hiçbir zaman araba tutkunu olmadım

20 Ekim 2019
Otomobil tasarımcısı Carroll Shelby ve efsane İngiliz yarışçı Ken Miles’ın liderlik ettiği grup, Ford Motor Company için dünyanın en hızlı otomobilini yaratmak üzere bir araya gelir. Ekibin amacı, 1966 Le Mans yarışlarında Ferrari’nin yıllar süren üstünlüğüne son vermektir. Bu gerçek hikayeden uyarlanan “Ford v Ferrari” filmi, Türkiye’de 15 Kasım’da “Asfaltın Kralları” adıyla vizyona girecek. Filmin setini ziyaret eden Barbaros Tapan, Carroll Shelby’yi canlandıran Matt Damon ile görüştü, ünlü yıldızla yapımın detaylarını ve canlandırdığı rolü konuştu.

◊ Sizi bu projeye çeken neydi? Ford, Ferrari, Le Mans yarışları... Bunlar oldukça heybetli isimler. Projenin merkezinde onların olması sizi ne ölçüde etkiledi?

- İşin aslını söylemem gerekirse hiçbir zaman araba tutkunu olmadım. Beni bu işe çeken, insanların bir araya gelip ortak bir amaç uğruna işbirliği yapmaları oldu. Egolarını, farklılıklarını bir kenara atıp ortak amacı her şeyin üstünde tutmak ve tüm enerjiyi o yönde harcamak beni etkiledi.

Çünkü ben de öyle bir insanım. Yarış arabaları, dönemin en hızlı arabasını yaratmak değildi yani beni etkileyen. İnsanların ortak bir tutkunun etrafında birleşip tüm egolarını ve farklılıklarını kontrol altında tutabilmeleriydi.

◊ Carroll Shelby, filmdeki ekibin yaratıcı beyni. Ford tarafından dünyanın en hızlı arabasını yapması için işe alınıyor. Filmde Shelby üzerindeki otorite sahipleri, çeşitli yollardan onu kontrol etmeye çalışıyor. Yaratıcı olarak sizin de içinde olduğunuz birçok proje var. Sizin de otorite sahiplerinin engelleriyle karşılaştığınız oldu mu?

- Filmde iki taraf da birbirlerinden beklentilerini iyi yönetmek zorundaydı. Ford, Shelby olmadan arabayı yapamıyordu, Shelby de Ford olmadan. Aynı filmlerdeki gibi. Tek başına bir sinema filmi yapman mümkün değil.

Otorite sahipleri yani stüdyolarla olan deneyimlerimde şanslıydım. İşlerimi etkileyecek büyüklükte anlaşmazlıklar yaşamadım. Sinema gibi işbirliği gerektiren işlerde birbirimizi anlamaya çalışmak ilk adım olmalı.

◊ Ford, kendi çıkarları için Shelby’yi karar verici mekanizmadan çıkarıyor. Siz de yapımcı ve aktör olarak birçok projeye emek veriyorsunuz. Siz bu filmi Fox’un çatısı altında yaparken Disney, 20th Century Fox’u satın aldı. Nasıl bir ortam vardı o dönem?

Yazının Devamını Oku

New Mexico’da korkunç şeylere tanık oldum

13 Ekim 2019
Yayınlandığı 5 yıl boyunca tüm dünyayı kasıp kavuran, hatta reytingleriyle Guinness Rekorlar Kitabı’na bile giren “Breaking Bad” dizisinin merakla beklenen film uyarlaması “El Camino”, 11 Ekim’de Netflix’te seyirciyle buluştu. İzlenme rekorları kıran diziden sonra “El Camino” filminde de başrolü üstlenen Aaron Paul, Los Angeles’ta Barbaros Tapan’ın sorularını yanıtladı.

Yıllar sonra yeniden ‘Jesse Pinkman’ olmak nasıl hissettirdi size?

- 6 yıl önce karaktere hoşçakal dediğimi düşünmüştüm. Vince (Gilligan) ve diğer yazarların diziyi bitirme şekli mükemmeldi. Hepimiz bu hikayenin bir parçası olduğumuz için çok şanslı hissediyorduk. Yıllar sonra Vince beni arayıp hikayeyi devam ettirmek için fikirleri olduğunu söylediğinde “Bana çekimlere ne zaman başlayacağımızı söylemen yeterli, orada olacağım” dedim. Vince eğer bir şey yapacağım diyorsa laf olsun diye yapmaz. Dizi bittiğinden beri Jesse aklından çıkmıyordu. Kafasında hep Jesse’ye ne olduğu vardı, o yüzden film ile devam etme fikrini sevdim.

6 yıl sonra Jesse Pinkman’de neler değişmiş?

- Senaryoyu okumadan önce endişeliydim aslında. Hikayenin nasıl olacağını merak ediyordum. Jesse’yi bıraktığım yerden alıp yeniden başlamak kolay olacak mıydı? Senaryoyu ilk defa Vince’in ofisinde okudum. Koltuğa uzanmış sayfaları çevirirken Jesse’yi nasıl portreleyeceğimi gözümde canlandırmıştım. Beni en çok şaşırtan da üzerinden yıllar geçtiği halde Jesse’nin vücuduna hiç ayrılmamışım gibi girebilmem oldu... Jesse’nin ekran hayatının her saniyesini yaşamış olmak, provaya fazla ihtiyaç duymadan çekimlere başlayabilmemi sağladı.

Başka roller de oynadınız ama sanki Jesse karakteri üzerinize yapıştı. İnsanlar sokakta hâlâ Jesse diye sesleniyordur sanırım...

- Evet. “Hey Jesse!” Beni dünyaya tanıtan bu karakter oldu. Herkes beni Jesse olarak tanıdı. Oyunculuğumun farklı yönlerini izleyiciye göstermem benim görevim. Ama insanların hâlâ sokakta Jesse diye bağırmaları beni rahatsız etmiyor.

Yazının Devamını Oku

Ben gençken televizyona çalışmak cool değildi

6 Ekim 2019
Kariyerine şarkıcı ve söz yazarı olarak başladı. Yazar, yönetmen ve oyuncu olarak devam etti. 1996 yılında bağımsız drama “Sling Blade” ile hem ‘en iyi senaryo’ dalında Oscar ödülünü kazandı hem de ilk ‘en iyi oyuncu’ adaylığını elde etti. Müzik tutkusu hiç bitmedi, 2007 yılında rock&roll grubu The Boxmasters’ı kurdu. Oyunculuğun yanı sıra albüm yapmaya ve turnelere çıkmaya devam etti. Şimdilerde Amazon’un sevilen dizisi “Goliath”ın üçüncü sezonu ile televizyonda boy gösteren Billy Bob Thornton, Los Angeles’ta Barbaros Tapan’ın sorularını yanıtladı.

◊ “Goliath”ın üçüncü sezonu 4 Ekim’de Amazon Prime’da yayınlanmaya başladı. Yeni sezonla ilgili neler söylemek istersiniz?

- Hep en son sezon önceki sezonlardan daha iyi denir ya, bizim dizide de öyle oldu. “Goliath”ın en iyi sezonu bu. Günümüzde yaşanan ve izledikçe merak uyandıracak bir hikayesi var.

◊ Büyük şirketlere karşı savaşıyorsunuz bu sezon.

- Evet, büyük şirketler karşısında kalan küçük insanların yaşadıklarını anlatıyoruz.

◊ Goliath yani dev; başka bir deve karşı... Sizin de karşınıza zaman zaman mücadele etmesi zor ‘dev’ler çıktı mı?

- Bazen karşımdaki dev sadece kendim oluyorum. (Gülüyor) Her neyse, o konuya girmeyeyim... Tabii ki çıktı. Eğlence dünyasının kendisi karşımızdaki dev. Los Angeles’a ilk geldiğimde tek bir kişiyi bile tanımıyordum. Sıfırdan başlayıp bu sektörde var olma çabası da karşımdaki bir başka devdi. Los Angeles, karşımdaki devdi... Hâlâ öyle aslında ve hep de öyle kalacak galiba.

EN ZORU DUYGULARI KONUŞMADAN İFADE ETMEK

Yazının Devamını Oku

Bu benim Joker’im

29 Eylül 2019
Ünlü aktör Joaquin Phoenix, Gotham City’nin acımasız katili Joker olarak beyazperdeye dönüyor. Venedik Film Festivali’nin büyük ödülü Altın Aslan’ı kazanan film, Türkiye’de 4 Ekim’de vizyona girecek. Barbaros Tapan, Joaquin Phoenix ile Los Angeles’ta bir araya geldi ve bu sonbaharın heyecanla beklenen filmi “Joker”in detaylarını konuştu.



“Joker”i iki kere izledim. Performansınızla ilgili konuşulacak çok şey var, fakat ben afişte de yer alan merdiven sahnesinden başlamak istiyorum...

- O sahnede kritik bir hata yaptım. Basamaklarda prova yapmadım. Çok dardı. Normal merdiven genişliğinde değillerdi. Maalesef bunu hesaba katmamışım. Sahneye dönersem... O sahnede ilginç olan şey, iki farklı şekilde görüntülenmiş olması. Birincisi gerçeklik. Gerçekliği gösterirken dans hareketleri tutarsız, istikrarsız ve ritim iyi değil. Diğeri ise düşsel... Joker’in kafasındakiler. Onun gözünden kameraya yansıyan hali. Yavaş çekimde izlediğiniz kısımlar. Zarif, estetik, akıcı olan hali...

Todd’un (Yönetmen Todd Phillips) bu sahneye yaklaşımını etkileyici bulduğumu da eklemeliyim. Çekimler süresince herkesin anladığı gerçeklik ile Joker’in anladığı gerçeklik, onun algılama şekli bizi çok uğraştırdı. Ama bahsettiğim sahnede bu iki farklı dünya oldukça iyi tasvir ediliyor.

Nasıl hazırlandınız bu sahneye?

- Michael Arnold isimli bir koreografla çalıştım. Fikirlerimi yönetmen dışında kimseyle paylaşmam. O yüzden koreograf ile çalışmaya pek istekli değildim. Ama iyi ki çalışmışım. Bana hareketleri ve ritmi öğretmekle kalmadı, dansın alfabesini de anlattı. Senaryoda Arthur’un kafasında sürekli müzik olduğu yazıyordu. Beyninde sürekli müzik çalıyormuş. Koreograf ile çalışana kadar müziğin karakteri ne kadar etkilediğini, Arthur ve Joker’i nasıl resmettiğini fark etmemiştim. Galiba müzik, karakterin iki farklı yönünü resmeden en iyi şeydi.

BANYO SAHNESİNİ 

Yazının Devamını Oku

Keşke mutsuz bir aileden gelseydim

22 Eylül 2019
Amerikalı yazar Donna Tartt’ın aynı adlı romanından uyarlanan “The Goldfinch” (Saka Kuşu) filmi, Türkiye’de 27 Eylül’de vizyona girecek. Metropolitan Müzesi’ne düzenlenen terör saldırısında annesini kaybeden 13 yaşındaki Theo’nun çarpıcı öyküsünü konu alan filmin başrolünde, Ansel Elgort seyirci karşısına çıkacak. Barbaros Tapan, genç yıldızla Toronto’da buluştu, hem filmi hem de oyunculuk ve müzik kariyerini konuştu.

Önümüzdeki yıl gösterime girecek “West Side Story” ile başlayalım mı? Muhteşem bir müzikal. Biliyorum çok fazla konuşamazsınız ama birkaç cümle istesem...

- “West Side Story” benim için çok özel.

Neden?

- Müzikalin müziklerini yapan Leonard Bernstein’in fotoğrafları, evimizin salonunda piyanonun üstünde asılı. Babamın çektiği fotoğraflar... Fotoğraflardan birinde Leonard piyano çalıyor. Nedense çocukluğum boyunca onu büyükbabam zannettim. Büyükbabamı hiç görmedim, tanıma şansım olmadı. Ne zaman ki Leonard’ın kim olduğunu idrak edebilecek yaşa geldim, babam onun Amerika’nın en iyi müzisyenlerinden biri olduğunu söyledi. Şimdi de büyükbabam zannettiğim kişi ile aynı projede çalışıyorum... (Gülüyor)

Leonard Bernstein’in yanı sıra bir başka büyük usta Steven Spielberg ile çalışıyorsunuz...

- Evet! Spielberg ile çalışma şansına ulaşmaktan daha iyi ne olabilir ki! İleriyi gören, hayal dünyası geniş, meraklı, vizyoner bir adam Steven... “West Side Story” de şimdiye kadar çalıştığım en huzurlu, en sakin set. Sahneler ağır da olsa Steven zevk almamızı sağlıyor. Ben de sırtımı onun vizyonuna dayadım. Ona teslim oldum. Sonuçta o Steven Spielberg...

Yazının Devamını Oku

Sonbahar filmleri ödül sezonu ve Toronto rehberi

18 Eylül 2019
Bu sene 44’üncüsü düzenlenen Toronto Film Festivali’nde 84 ülkeden 333 film gösterildi. Festivalin büyük ödülü Grolsch People’s Choice Award, Taika Waititi’nin filmi “JoJo Rabbit”e gitti.

Taika Waititi’nin mizah anlayışı herkese uymasa da, film karışık tepkiler alsa da ben “JoJo Rabbit”i çok beğenmiş, birinciliği hak ettiğini etrafımdaki herkesle paylaşmıştım.

İkinci film Noah Baumbach imzalı Netflix filmi “Marriage Story”, üçüncü ise Güney Kore’nin filmi “Parasite” oldu.

Adaptasyondan tarihi hikayelere, komediden biyografi filmlerine bu sene Toronto’da öne çıkan ve bu sonbaharda sinema salonlarını süsleyecek bazı filmleri sizlerle paylaşmak istiyorum.

Joker: “Comic” kitap kahramanlarının filmleri genellikle gişe filmi olarak algılanır ve görkemli bir Hollywood prömiyerinden sonra vizyona sokulur.

Warner Bros. “Joker”in açılışını prestijli festivallerde yaparak klasik çizgi roman filmlerinden farklı bir yol izledi, gözünün ödül sezonunda olduğunu gösterdi.

Venedik Film Festivali’ndeki başarısından sonra Kuzey Amerika prömiyerini Toronto’da yapan “Joker” festivalin en çok konuşulan filmiydi.

Yazının Devamını Oku

Striptizciyi oynayacak olmam ailemi şaşırtmadı

15 Eylül 2019
İlk çıkışını 2015’te başlayan ABC dizisi “Fresh Off the Boat” ile yapan Constance Wu, geçen sene “Crazy Rich Asians” ile adını tüm dünyaya duyurmayı başarmıştı. Böylelikle kariyerinde yeni bir sayfa açan oyuncu, 3 Eylül’de gösterime giren “Hustlers”la yükselişini sürdürüyor. Barbaros Tapan, Wu ile filmin Toronto Film Festivali’ndeki prömiyerinde bir araya geldi.

◊ “Crazy Rich Asians”ın başarısını düşünürsek, sonrasında yeni projeye karar vermek zor oldu mu?

- “Crazy Rich Asians”tan sonra çok fazla senaryo geldi. Hepsini okudum. İçime sinen “Hustlers” olduğu için bu filmi seçtim.

◊ İçinize sinmesini sağlayan ne oldu?

- Eğlence dünyasında çalışan, çoğu zaman da hor görülen striptizci kızların insani yönünü göstermesi... Hangi tür olursa olsun, duygusunu açıkça dışa vuran filmlere karşı zaafım var. Bu filmde de striptizci kızların kalbi yansıtılıyordu. O yüzden bu senaryoyu seçtim.

◊ Rolünüze nasıl hazırlandınız?

- Özel dans dersleri aldım. Evimin ortasına direk dansı için platform kurdurdum. Direk dansı yapabilmeniz için vücudun tüm kaslarının çalışması gerekiyor. Onun için de evde her an elimin altında olsun ki rahat rahat çalışayım diye düşündüm. Bir de ayakkabı konusu var biliyorsun, 20 cm. yüksekliğinde. Yüksek topuklara alışmak için tüm gün evde o ayakkabılarla gezdim. Bunlar hazırlığımın bir kısmı... Diğer kısmı da saha çalışması.

◊ Nasıl yani?

Yazının Devamını Oku

Hoşça kal İstanbul merhaba Toronto

11 Eylül 2019
Dünyanın en lezzetli mutfağına, eşe dosta, kalabalık sokaklara, güzel şehrime veda zamanı... Son gün, bana şehri en güzel anlatan bir yere gittim. Boğaz havası çekip İstanbul’u seyretmek için Shangri-La Bosphorus’a yani. Bakmaya doyamadığım bir manzara, yanı başımda Dolmabahçe Sarayı, Deniz Müzesi ve Saray Koleksiyonları Müzesi... İstanbul’u hissettiren her şeyin mevcut olduğu bir yerde kaldım... İstanbul’dan ayrılışımı genellikle Toronto Film Festivali öncesine denk getiriyorum. Belki filmlere dalınca memleket hasreti azalır diye. 

DC Comic’in sanal şehri Gotham

 İstanbul’daki harika bir son günden sonra Gotham City’nin acımasız suçlusu “Joker”i izlemeye geldim Toronto’ya. Şimdiden söyleyeyim bu film çok konuşulacak... Zaten Venedik’e damgayı vurdu.

Sonunda Batman’in en büyük düşmanı Joker’in de filmi oldu... Bence iyi ki olmuş.

Pop kültürün en popüler ‘kötü’lerinden Joker.

Venedik Film Festivali’nin açılışındaki gösteriminde
8 dakika ayakta alkışladı.

Festivalin kapanışında da en büyük ödülü kaptı, uzun ve meşakkatli bir yol olan ödül sezonu için kolları sıvadı.

Yazının Devamını Oku