Filmi izlerken Judy için üzülmeyen yoktur herhalde... Filmden yola çıkarak soruyorum, Judy’nin nasıl göründüğü kontrol edilmek isteniyor. Şimdi farklı bir zaman diliminde yaşıyoruz ama işverenlerin sizin fiziksel özelliklerinize karıştığı oldu mu?
- Evet, bir dereceye kadar karışanlar oldu. Hollywood’da yaşayan ve çalışan bir kadınım. Maalesef görünümümüz halka açık tartışma konusu.
Dünya genelinde...
- Evet, dünya genelinde herkes görünümümüzle ilgili fikir beyan etme hakkına sahip! “Müdahale etmek” deyince aklıma ilk gelen örnek, Marilyn Monroe. Marilyn evinden çıktığı andan itibaren kendinden beklenen şekilde hareket etmek zorunda kaldı ya da beklentilere tahammül etmek zorundaydı. Onu tanımlayan, ondan beklenen şey zarafetinin, güzelliğinin zirvesinde olmasıydı. Aynı şey Judy’nin performansı için geçerliydi. Judy’nin sahnede bocalama şansı yoktu. Çocuk yaşta stüdyo sisteminin içine girmiş ve stüdyo patronlarının “Acaba nasıl pazarlanabilir, acaba nasıl izleyiciye satılabilir” tartışmalarının parçası olmuş bir yıldız...
Onun zamanındaki diğer genç yıldızlar daha uzun, daha güzel. Hollywood’un görmek istediği kalıba uygun yıldızlar. Ve Judy’ye sürekli onlardan biri olmadığı, ne kadar şanslı olduğu hatırlatılıyor. Korku içinde...
Biraz önce de dediğim gibi, Judy kendisi için en iyi sunumu yapmak isteyen bir planın parçası olmuştu. Ben o derecede bir deneyim ve baskı yaşamadım. Belki Judy kadar özel bir yetenek değildim, kim bilir...
BENİM İÇİN EN ÖNEMLİ ŞEY İŞİM
◊ Efsane dizi “House” ile başlayalım sohbetimize. “House”dan sonra “Veep” geldi. Tabii “The Night Manager” ve diğer işleriniz de var ama “House”un yeri ve etkisi başka...
- “House”u hep büyük bir gurur ve sevgiyle hatırlayacağım. Çünkü şimdiye kadar üstlendiğim en heyecan verici mücadeleydi. Bu arada şimdi olsaydı yapamayacağım gerçeğini de biliyorum. Çünkü o proje için gerekli enerji ve kuvvete şimdi sahip değilim.
“House” öylesine yoğun bir işti ki, bittikten sonra oyunculuğa ara verdim ve müziğe geçtim. Tamamen farklı bir dünyaya geçip bir müzik grubuyla müzik yapmaya başladım. Hayata yeni başlayan bir çocuk gibi. Daha önce hiç bilmediğim bir alanda yetenekli müzisyenlerle dolu farklı bir dünyaya geçtim. Muhtemelen bu geçiş, hayatımda verdiğim en doğru karardı.
Ondan sonra kendimi “Veep”i ve diğer işleri yaparken buldum ki o işlerin bir parçası olmak da harikaydı. Ama benim üzerimde hiçbirinin etkisi “House” kadar yoğun olmadı. “House” çok fazla önem verdiğim bir işti. Her detayına takıntılıydım. Sette de set dışında da insanları deli ederdim. “House” bittiğinden beri biraz daha aklı başında bir insan oldum. İyi mi, kötü mü bilmiyorum. Sonuçta işle ilgili akıl sağlığı hedefim değildi. Ama her şeyi bir kenara bırakıp sadece o işe takıntılı olmak ağır bir yüktü...
◊ Diziniz “House” Türkiye’de “Hekimoğlu” adıyla uyarlandı. Bir mesajınız var mı?
- Var! Hekimoğlu benim gibi kendini çok kaptırmasın. Kendini ve etrafındakileri deli etmesin. Tüm ekibe ve Türk izleyicilere selamlar...
◊ Önce “Veep”, şimdi de yeni diziniz “Avenue 5”... Komedi, daha çok eğlendiğiniz bir alan mı?
- Sanırım öyle. Aslında sadece komedide değil, yaptığım tüm işlerden artık daha fazla keyif alıyorum ama içimde daha az hissediyorum. Yeni bir oyuncakla oynamak gibi, bir şeyleri keşfediyorum. Yapabildiğimin en iyisini yapıyorum ama hayatımın merkezi ya da ölüm kalım meselesi yapmıyorum işlerimi artık. “House”a ölüm kalım meselesi gibi muamele ediyordum. En başından itibaren öyleydi. Şimdi yeni şeyleri keşfetmekten keyif almayı öğrendim.
Twitter’da takipçi sayısı 13.5 milyondan 14.1 milyona çıktı...
NEDEN RICKY GERVAIS?
İçeriden bir bilgi:
Ta geçen sene 76’ncı Altın Küre Ödülleri töreninde Sandra Oh ve Andy Samberg sahneye henüz çıkmış açılış konuşmasını yaparken...
Hollywood Yabancı Basın Birliği’nin bazı üyeleri “Seneye töreni Ricky Gervais sunmalı” diye lobi çalışmalarını başlatmıştı bile. Çünkü ödül verenler, Ricky’yi ve onun ustaca yazılmış şakalarını seviyor.
Törenden iki gün önce kırmızı halı seremonisinde Ricky’nin basına özellikle vurguladığı bir şeyi hatırlatmak istiyorum:
“Unutmayın, söylediğim her şey şaka.”
◊ Oyunculuğa dünyanın en büyük iki serisinde; “Harry Potter” ve “Alacakaranlık”ta (Twilight) oynayarak başladınız. “Batman” öncesinde ise bağımsız işler yapmayı tercih ediyordunuz. Bu geçişi sormak istiyorum size...
- İlk yaptıklarım, 200 milyon dolar bütçeli stüdyo filmleriydi. Seyirci kaygım yoktu. Ama risk içeren filmler yapmayı da seviyorum. Filmi sadece başkalarının beğeneceğini düşünerek yaptıysanız ya da “İzleyici mutlaka beğenecek ama benim hoşuma gitmemişti” diyorsanız yanlış hikayeyi seçmişsiniz demektir. Yaptığım filmler bana hitap eden filmlerdi. Aynı şey şimdi de geçerli. Filmin seri, bağımsız ya da büyük bütçeli olması fark etmiyor.
◊ Son filminiz “The Lighthouse” (Deniz Feneri) sanat filmi. Senaryo ağır, çekim şartları zorlayıcı, hikaye tuhaf, karakteriniz zor... Bu hikayeler size neden ilginç geliyor?
- Gerçekten sadece bir karaktere bağlandığım ya da filmi seçerken sadece tek bir şeyin ilgimi çektiği çok nadirdir. Sanırım bazı yönlerden bilinçaltımda kendi kendime meydan okuma isteği var. Senaryoyu ilk okuduğunda hikayeye ya da karaktere nasıl yaklaşacağımı bilemiyorsam, orada beni çeken bir şey oluyor. Meydan okumak...
Ayrıca filmi seçerken asla nihai ürünü düşünmüyorum. Filmin nasıl vücut bulacağını değil, sadece süreci düşünüyorum. Süreçte imkansız görünen bir şey varsa, çekimlerin 3-5 ay boyunca eğlenceli geçeceğini biliyorum. Ne kadar zor, ne kadar zorlayıcı olursa tatmin edici olma şansı o kadar yüksek oluyor.
ROBERT EGGER’IN KAFASINDA BİR ŞEYLER EKSİK
◊ “The Lighthouse”daki yönetmeniniz Robert Eggers ile çalışabilmek için 6-7 yıl uğraştığınızı duydum. Neden onunla çalışmayı bu kadar çok istediniz?
- “The Witch” filmi yüzünden... Robert’ın ilk uzun metrajı o. Hani uzun zamandır aradığınız bir şey bir anda karşınıza çıkar ve “İşte bu!” dersiniz ya... O filmi izlediğimde de öyle bir şey oldu. Filmdeki set tasarımı, sinematografi, kullanılan dil; her şey beni Robert ile çalışma fikrine çekti. “The Witch”in korku filmi olduğunu düşününce, onunla çalışmak için ortak noktayı nasıl bulacağımıza dair hiçbir fikrim yoktu. Ama bir şey olacaktı. İlk filmini bu kadar ustaca yapan bir yönetmenin potansiyelinin çok daha fazla olduğunu tahmin edebiliyordum. Birkaç proje için bir araya geldik ama olmadı. Sonunda bu artistik sanat filmi “The Lighthouse”u yaptık.
◊ Kanunlar herkes için aynı olmalı. Ama filmde bunun tersini görüyoruz...
- Evet... Kağıt üzerinde harika bir adalet sistemimiz var. Ama bazı insanlar bu sistemi idare eden pozisyonlara gelince, kağıt üzerindeki sistem anlamını yitiriyor. Gerçi herkesi kötü olarak sınıflandırmamak lazım. Az da olsa zirveye tırmanan iyiler de var...Dünyanın her yerinde yanlışlıklar, yolsuzluklar var. Ama bizler rahatken, keyfimiz yerindeyken, her şey yolundayken elimizdeki akıllı telefonlarla ya da televizyondaki reality show’larla meşgulüz. Dünyada her şeyin yolunda olduğunu düşünüyoruz.Oysa filmde gösterdiğimiz gibi aslında kapalı kapıların ardında çürümüşlük var ama bu durumu senin görmeni istemiyorlar.Bizim toplumumuzda eğer siyah vatandaşsan, kolay hedefsin. Bu durum şimdilerde daha küstah, daha bariz bir hâl aldı. Yıl 2020, ırk ayrımı konu bile olmamalı diye düşünürken aslında bu ayrımcılığı en üst kademede görüyoruz...Soruya dönersem; kağıt üzerinde yazılanları kim uygulayacak? Eğer kağıtta “hepimiz eşitiz” yazıyorsa, öyle olmasını kim sağlayacak? Ne pahasına olursa olsun para kazanmak isteyen, insanları yok etmek için komplo kurmaktan çekinmeyen zihniyet ne zaman o pozisyonlara gelmezse, o zaman adalet gerçekleşir...
HAPİSTEN ÇIKTIĞINDA BABAMI YANIMA ALDIM
◊ Filmde haksız yere hapse atılıp ölüm cezasına çarptırılan bir mahkumu canlandırdınız. Role nasıl hazırlandınız?
- Tanıdığım herkesin mutlaka siyahi bir arkadaşı ya da akrabası hapse girmiştir veya polisle sorun yaşamıştır. O yüzden uzak olduğum bir konu değil.
◊ Sizin var mı hapse giren yakınınız?
- Babam hapse girdi. Üvey babam da... İşin komik tarafı babam, kimsenin eğitime önem vermediği yıllarda 25 yıl eğitmenlik yapmış, cumartesi pazar günleri çocukları sokaktan uzak tutmak için spor aktiviteleri düzenlemiş bir insan.Ama bir gün hiç hesapta yokken üzerinde 25 dolarlık yasa dışı madde ile yakalanmış ve 7 yıl hapse mahkum olmuş. Aslında eğitimli ve zararsız bir adam. Binlerce hikaye var böyle.
◊ Disney +’ın ilk ve oldukça ses getiren dizisi “The Mandalorian”da yer almanın sizin için anlamı nedir?
- Bilmiyorum, inanamıyorum... Bana sen söyleyebilir misin? Hikaye anlatımı, izleyiciler ve kameranın her iki tarafında çalışan insanlar için gerçekten heyecan verici. Şimdi hikayelerin anlatımı ve erişim şeklimizle yeni topraklara açılıyoruz gibi hissediyorum.
Yazarlar, iki saatlik uzun metrajlı film yazmak yerine birkaç sezonluk karakter yayı oluşturma fırsatı buluyorlar. Ve Disney’in bu kadar akıllı bir şekilde kafasını o yöne döndürdüğünü görmek büyüleyici. Ne yaptıklarını biliyorlar, ne demek istediğimi anlıyor musunuz? Çok etkileyici.
Tamamen farklı bir eğlence sistemi yaratmak için aldıkları riski çok etkileyici buluyorum. Onlar da tamamen yeni toprakları keşfediyorlar ve yeni bir hikaye anlatım modeli oluşturuyorlar.
◊ “Star Wars” kültürü olmayanlar için “The Mandalorian” hakkında neler söylersiniz? Nedir, ne değildir? Ne tür insanlardır dizidekiler, hatta insanlar mı?
- Aslında bir inanç.
◊ İnanç... Biraz daha açar mısınız?
- Dizi, “Star Wars” evrenine ait. “Star Wars”a fazla aşina olmayan insanlar için söylüyorum. “The Mandalorian”ın başlangıç noktası, “Episode 6-Star Wars: Return of The Jedi”dan sonrası ve “Episode 7”den önceki dönem. Savaş sonrası dünya.
‘Sir’ unvanlı Oscar’lı yıldız Anthony Hopkins’in son filmi “The Two Popes”, Netflix’te yayına girdi. Barbaros Tapan usta oyuncuyla Los Angeles’ta buluştu, hem yeni filmini hem de özel hayatını konuştu.
◊ “The Two Popes”un en sevdiğim yanı, konuşma sanatını hatırlatması. Teknoloji yüzünden karşılıklı oturup sohbet etmeyi neredeyse unuttuk. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz bu durumu?
- Bilmiyorum. Sosyolog değilim. Bahsettiğin şey cep telefonlarının verdiği zarardan dolayı olabilir... Bugünlerde herkes çok kızgın. Zehir gibiler. Kimse konuşmuyor. Sanki herkes ızdırap içinde, öfke dolu. Bense bir dakikamı bile mutsuz geçirerek boşa harcamak istemiyorum. Hayatı çok ciddiye almak, yaşarken ölmek demek. Hayattan mizah ve kahkahayı eksik tutmak da yaşarken ölmek demek.
◊ Filmde karşılıklı uzun diyaloglar var. Seviyor musunuz o tarz sahnelerde oynamayı?
- Evet, tabii ki! Papa için Roma’ya gitmeden önce “King Lear”ı (Kral Lear) yapıyordum. Senaryodaki satırlarımı bir türlü ezberleyemedim. Beynim tek bir kelimeyi bile almıyordu. Tıka basa doluydu... Bitkin, tükenmiş bir beyin ile Jonathan’la (Pryce) buluştum. O buluşmadan sonra kafamda bazı şeyler oluştu.
◊ Jonathan Pryce müthiş bir aktör. Çalışma tarzınız benzer mi?
- Farklı... Ben tüm diyaloğumu ezberlerim. Jon biraz daha rahat. Ama sette müthiş vakit geçirdik, çok eğlendik. Gerçi Roma’dayken çok fazla rol yapmaya gerek yok. Şehir senin yerine rol yapıyor zaten.
◊ “Bombshell” filminin setini konuşarak başlayalım sohbetimize...
- Konumuz çok güçlüydü ve güzel yapılandırılmıştı, o yüzden şanslıydık. Filmi çekim şeklimiz de farklıydı. Kameralar her yerdeydi, o yüzden her birimiz sete tamamen hazır gelip hep birlikte oynuyorduk.
◊ Kadro da çok güçlü; Charlize Theron, Margot Robbie ve siz...
- Evet! Margot’yu çok uzun zamandır tanıyor ve onunla birlikte oynama fırsatını kolluyordum. Charlize ile yıllar önce telefonda konuşmuştuk birlikte bir şeyler yapmak için. Hatta şimdi adını veremeyeceğim bir projede birlikte yer alacaktık ama olmadı. “Bombshell” geldiğinde ben “Big Little Lies” dizisini çekiyordum. Sette ilk Meryl’e (Streep) bahsettim. “Yapmalı mıyım?” diye ona sordum. Meryl “Kesinlikle yer almalısın bu işte” deyince kabul ettim. İyi ki de etmişim.
RUSSELL CROWE MUHTEŞEM BİR OYUNCULUK SERGİLEMİŞ
◊ Russell Crowe’un yeni dizisi “The Loudest Voice” da Roger Ailes’in hayatını konu ediniyor. Ailes ile ilgili birçok yazı ve belgesel de var. Bugünlerde her yerde bu konu anlatılırken, siz nasıl karar verdiniz hangi yolu izleyeceğinize?