Banu Tuna

Otomobiliniz alışveriş merkezlerinde ne kadar güvende

12 Kasım 2004
Çevremdekilerden, eş dosttan sık sık dinliyorum, insanın başına alışveriş merkezi otoparklarında neler gelebileceğini. Alışveriş yapıp geri döndüğünüzde otomobilinizi çizilmiş veya soyulmuş, camı kırılmış, bagajı açılmış bulabiliyorsunuz. Bu konuda sık sık okuyucu mektupları da geliyor. İşte sonuncusu, Fatoş Hanım’dan:

‘30.09.2004 Cumartesi günü özel aracımızla Metrocity Alışveriş Merkezi’ne gittik. Amacımız önce alışveriş yapıp, akşam iftarını da burada yapmaktı. Saat 13.30 gibi arabayı Metrocity otoparkına park edip alışveriş yaptık. 17.30 civarında, aldığımız 288 milyonluk ürünleri güvenliği olduğu söylenen, Metrocity’nin kendisine ait otoparkta bulunan aracımızın bagajına koyduk. Tekrar yukarı iftar yapmaya çıktık. 20.30’da arabanın yanına gittiğimizde aracın şoför kapısı kırılmış ve bagajda bulunan poşetlerin hepsi çalınmıştı.

Güvenlik şefi hiçbir şey yapamayacaklarını, 19.00’dan sonra güvenlik personeli sayısını bire indirdiklerini ve bu kadar aracın olduğu yerde güvenliği sağlamanın çok zor olduğunu belirtti. Otoparkta güvenlik kamerası olmadığından en azından giriş çıkışlardaki kameraları izlemek istediğimizi belirttiğimizde ise ‘Bu binada 150 tane kamera var, hangi birini izleyeceğim’ cevabını aldık. Hatta bu kişiye ya araba çalınsaydı ne olacaktı diye sorduğumuzda ise ‘Yine bir şey yapamazdık, sorumluluk sizin’ dedi.

Bir haftadır o kadar uğraşmamıza rağmen henüz bir kişiden bile geçmiş olsun maksadında telefon gelmedi. Yardımcı olmak için herhangi bir girişimde bulunmadılar.’

Şahsen alışveriş merkezlerine giderken otomobil almamayı tercih ediyorum. Güvenliği filan bir tarafa bırakın, daha kapıdan girmeden, park yeri bulacağım diye uğraşıp, diğer müşteriler ile köşe kapmaca oynarken sinirleri iflas ediyor insanın. Alışverişi tamamlayıp çıkacağınız zaman otomobilin yerini bulma sorunu var bir de.

Ama otomobiliyle gidenleri de çok iyi anlıyorum. İnsan (özellikle de market alışverişi yapacaksa) otomobilini almayacak olduktan sonra tıklım tıklım bir alışveriş merkezine gitmeyi neden seçsin, çıkar mahallesine, en yakın yerlerde yapar alışverişini. Üstelik açık havada, taze oksijen soluma fırsatını da bulur. Toplu alışveriş yapacaksanız ve ağır poşetleri taşımak istemiyorsanız, hele bir de çocuğunuz varsa mecburen tutuyorsunuz alışveriş merkezinin yolunu. Hem kocaman otoparkı da var...

*

Yeni bir alışveriş merkezi açıldığında biz gazetecilere sayfa sayfa tanıtımları gelir. Diğerlerinden ne kadar farklı olduklarını anlatmak için sahip oldukları özellikleri sıralarlar. Bu özelliklerin başında da otopark kapasitesi gelir. Ne kadar fazla araç alıyorsa, o kadar makbuldür otoparklar. Güvenlik de çok önemlidir tanıtım yazılarında. Toplam kaç güvenlik görevlisi olduğunu, kaç kamera olduğunu, gerekirse arama yaptıklarını, eğitimli köpeklerle dolaştıklarını anlatırlar.

Peki müşteriye ait aracın güvenliğini sağlayamadıktan sonra bu sayılanların ne önemi kalıyor?

Tüm alışveriş merkezlerinin otopark duvarlarında ‘Değerli eşyalarınızı otomobilde bırakmayınız, müessesemiz çalınan eşyalardan sorumlu değildir’ benzeri levhalar asılıyor. Yöneticiler böylece sorumluluk almak zorunda olmadıklarını düşünüyorlar. Bu kadar kolay mı kenara çekilmek? Yapmayın o zaman otopark, herkes kendi başının çaresine baksın.

Bir de pek çok alışveriş merkezi otopark hizmeti için ücret alıyor. Neye karşılık alıyorlar o ücreti? Sorduğunuz zaman, tüm otomobillerin başına bir güvenlik görevlisi dikemeyiz ki, diyorlar.

Bugün hangi alışveriş merkezine giderseniz gidin güvenlik gerekçesiyle üzerinizi, çantanızı, otomobilinizi didik didik arıyorlar. Aynalarla otomobillerin altına, bagajına bakılıyor. Bu yazıyı yazmadan önce birkaç alışveriş merkezi ile görüştüm. Otomobilin içindeki yolcuları şüpheli bulursa, indirip üzerlerini arayan güvenlikçiler bile var.

Tüm bu uygulamalardan ne anlıyoruz? Alışveriş merkezi yönetimleri bizim güvenliğimizi düşünüyor. Peki biz yaya olarak veya otomobille merkezin kapısından bir kez girdikten sonra ne değişiyor? Neden güvenliğimiz garanti edilmiyor? Belki art niyetliğim ama benim değil mağazaların güvenliğini düşünüyorlar dersem bana kim itiraz edebilir?

Tavsiye edilen, otomobillerde kıymetli eşya bırakılmaması, alışverişi yarıda kesip, araca poşet bırakıp tekrar alışveriş yapmaya dönülmemesi. Her şeyi alıp, alışverişinizi tamamladıktan sonra döneceksiniz aracınıza.

Siz siz olun, alışveriş merkezinde otoparka bıraktım diye otomobilinizi güvende sanmayın.
Yazının Devamını Oku

Ayakkabı ve çizmeleriniz itinayla tanınmayacak hale getirilir

5 Kasım 2004
Bu hafta komple hizmet anlayışıyla hepten yanıp tutuştuğumuzdan, gördüğünüz iki sayfayı ‘üstte başta ne varsa fazla para harcamadan yeni sezona uyarlayalım’ konseptine ayırdık. Tuğçe Erdemli’nin yan taraftaki haberi giysilerle ilgili. Ben de iki gün önce bir lostra salonu buldum, mesele tamam oldu.

Levent Lostra Salonu 1975 yılında kurulmuş aslında. Neredeyse 30 yıllık. İstanbul’da tam dört tane şubesi var. 1. Levent, Atatürk Havalimanı, Maslak Migros ve Nişantaşı’nda. Ben Nişantaşı’ndakine gittim. Valikonağı Caddesi’nde iki yıl önce açılmış. Nişantaşı ışıklardan aşağı doğru devam ediyorsunuz, sağ kolda, 62 numarada.

Dikkatimi çeken vitrindeki topuklar oldu. Daha önce nasıl olup da fark etmediğime hayret ettim. Boy boy, renk renk, sıra sıra, pırıl pırıl (başka bir ikileme kalmadı sanıyorum) topuklar var vitrinde. ‘Lostracının vitrininde başka ne olacaktı sersem’ demeyiniz lütfen. Biliyorsunuz genelde keçe ayakkabı tabanı ve ayakkabı bağcığı koyarlar. Bu ise aydınlatmasıyla filan daha çok kuyumcu vitrinine benziyor.

Hemen içeri daldım. Tertemiz, lostra salonundan çok butiğe benzer bir yer. Başladım tezgahtaki adamcağızı sorgulamaya. Sabahın kör bir saatiydi, afalladı biraz.

Burada tam 350 farklı topuk varmış sevgili okurlar. Beş numaradan başlayıp, ikişer ikişer artan 7 farklı pontta topuk bulunuyor. En yükseği 17 pont. Pek çok renkte topuk bulmak mümkün. Yeşilli sarılı degrade olanları, metalleri bile var. Ayakkabı veya çizmenizi götürüyorsunuz, bakım ve montaj dahil bir çift topuğa 25 milyon lira ödüyorsunuz. Neticede kimbilir kaç yıllık ayakkabınız bambaşka bir şeye dönüşüyor. Hatırlatayım, topukların hepsi kadınlar için.

Yüksek topuklu ayakkabıyı alçaltmak mümkün. Ama alçak topuklular yükseltilemiyor. Daha çok gençliğinde yüksek topuklu ayakkabı almış, yaş kemale erince bu tip ayakkabıları kullanamayan kadınlar geliyormuş.

Levent Lostra Salonu’nda uygulanan estetik operasyonlar, topuk değişimi ve boya bakımla sınırlı değil. Ayakkabının şeklini de değiştiriyorlar. Diyelim ki, iki yıl önce sivri burunlu ayakkabılar çok modaydı, siz de paranıza kıyıp en sivrisinden, hatta sustalısından bir ayakkabı aldınız. Fakat devir değişti, ayakkabı modası da değişti, yuvarlak burunlu ayakkabılar geldi. Dünyanın parasını verdiğiniz ayakkabıyı kaldırıp atacak değilsiniz ya!

Hemen gidiyorsunuz Levent Lostra’ya ayakkabınızın sivri burnunu yuvarlağa çeviriveriyorlar. Gerçi yuvarlak burnu sivriltmek daha ucuz ve kolaymış ama isterseniz tersini de yapıyorlar. Deri ve taban eki yapıldığından fiyat biraz artıyor. Taban değişimi yaplmayacaksa 30-35 milyona çıkabilirsiniz. Aksi takdirde 75-100 milyon ödemek zorunda kalabilirsiniz. Yani bu yöntemi ayakkabı değecekse uygulamakta fayda var.

Televizyondan yemek siparişi

Memleketimizin internet üzerinden yemek siparişine olanak tanıyan ilk sitesi Yemeksepeti.com yine bir ilke imza atmış kıymetli okurlar ve televizyondan sipariş sistemine geçmiş. Bundan sonra tatlı-ekşi soslu Çin yemeğinizi veya Napoliten pizzanızı Digitürk’ün 525 numaraları kanalından sipariş edebilirsiniz. Tıpkı internet sayfasında olduğu gibi restoranların güncel mönülerine televizyondan ulaşmak mümkün. Yemeksepeti.com’da bulunan tüm restoran ve ürün bilgileri Yemeksepeti kanalında aynı şekilde yer alacak. Maç veya film seyrederken koltuğunuzdan bile kalkmadan uzaktan kumandayla sipariş vereceksiniz. İsim ve adres bilgileri Digiturk kutularında bulunan kartlarda mevcut olduğundan, sipariş vermek son derece basit ve zahmetsiz olacak. Bunun için hiçbir ekstra ücret de ödemeyeceksiniz.

İki bayramlık fuar birden

Bu hafta İstanbul’da aynı adı taşıyan iki fuar açıldı. İkisi de Üreticiden Tüketiciye Fuarı. Biri dün Yeşilköy CNR Expo’da, diğeri bugün Dolmabahçe Kültür Merkezi’nde açıldı. İkisinin de amacı Şeker Bayramı öncesi halka ucuza alışveriş yapma imkanı yaratmak.

CNR Uluslararası Fuarcılık tarafından bu yıl dördüncüsü gerçekleştirilen ve geçen yıl yaklaşık 1 milyon kişinin gittiği Üreticiden Tüketiciye Fuarı, 900 firmanın katılımıyla 13 Kasım’a kadar sürecek. Metro ve İETT otobüsleri ile ulaşmak mümkün. Taksim, Mecidiyeköy, Kadıköy ve Bakırköy’den saat başı otobüs kalkıyor. Ben geçen yıl da gitmiştim. Dünyanın en kaliteli ürünlerini bulamıyorsunuz elbette ama hakikaten ucuz. İftar öncesi gitmekte fayda var. Bayağı tenhalaşıyor. Gıdadan hazır giyime, ayakkabıdan ev gereçlerine, kozmetik ürünlerden ev tekstiline, banyo ve mutfak aksesuvarlarından çiçek ve dekoratif ürünlere, küçük ev aletlerinden kırtasiye malzemelerine kadar onbinlerce ürün bulabilirsiniz. 11.00-23.00 arası ziyaret edebilirsiniz.

Dolmabahçe’deki fuar da 13 Kasım’a kadar açık. 11.00-22.00 arası geziliyor. Satılan ürünlerin hepsi, fuara özel fiyatlarla, yani dışarıya göre yüzde 40-60 oranında indirimli ve taksitli olacak.
Yazının Devamını Oku

Alışverişte banka kartını kullanan YTL kazalarından korunur

29 Ekim 2004
Hiç dikkat ettiniz mi, son birkaç gündür televizyonda yeni bir kampanyanın tanıtım filmleri dönüyor. Hani bir bakkal dükkanında geçen ve herkesin Okan Bayülgen olduğu film. Kafasına kadın çorabı geçiren Okan Bayülgen, bakkal Okan Bayülgen amcayı soymaya kalkar. O esnada komşu Okan Bayülgen teyze bakkaldan alışveriş yapmaktadır, dehşete düşer. Bakkal amcanın oğlu Okan Bayülgen de tüm olup biteni mavi önlüğüyle kasa arkasından izlemektedir. Fakat herkes alışverişini banka kartıyla yaptığından kasada para yoktur, soyguncu Okan Bayülgen havayla birlikte birkaç alışveriş dersi alarak bakkal dükkanından ayrılır.

Film bir kampanyanın parçası. Amacı alışverişte banka kartlarının kullanımını, artırmak. Yalnış anlamayın kredi kartlarının değil, ATM makinesinden para çekmenizi de sağlayan banka kartlarının. Aslında kredi kartlarından bile önce kullanılmaya başlanan bu sistem ne yazık ki Türkiye’de pek bilinmiyor veya tercih edilmiyor. Proje, Bankalararası Kart Merkezi’ne ait. Merkezin Genel Müdürü Sertaç Özinal ile küçük bir sohbet yaptık. Özinal, hedeflerinin kredi kartı kullanan müşteri değil, nakit parayla alışveriş yapan müşteri olduğunu söylüyor.

YÜZDE 87 NAKİT

Şu anda Türkiye’de 32 milyon kişinin 41 milyon 500 bin tane banka kartı var. Kredi kartı sahiplerinin sayısı ise 24 milyon. Kartla yapılan alışverişlerin yüzde 99.5’i kredi kartıyla, sadece yüzde 0.5’i banka kartıyla gerçekleştiriliyor. Toplam alışverişe baktığımızda ise kartla ödeme yapanların oranı yüzde 13. Nüfusun yüzde 87’si hálá nakit para ile alışveriş yapmayı tercih ediyor.

Alışverişte banka kartı kullanmanın nakit kullanmaktan pek bir farkı yok aslında. Hem böylece yanınızda para taşımak zorunda kalmıyor, gaspçıların hedefi haline gelmiyorsunuz. Yapmanız gereken tek şey herhangi bir bankada hesap açtırmak ve bir kart sahibi olmak. Banka kartınızı, girişlerinde, vitrinlerinde ya da kasa kenarlarında Electron veya Maestro amblemi bulunan tüm işyerlerinde şifreniz aracılığı ile kullanabiliyorsunuz. Kredi kartı için kullanılan POS makinesine benzer bir cihaz var. Kasadaki kişi kartınızı cihazdan geçiriyor. Sonra cihazı size uzatıyor ve şifrenizi girmenizi istiyor. Alışveriş tutarı hesabınızdan işlem anında düşülüyor.

AMAN ŞİFRENİZE DİKKAT

Biliyorsunuz bu aralar kredi kartı kullanımında en büyük dert kopyalama. Alışveriş esnasında size fark ettirmeden kartınızı kopyalıyor ve kullanıyorlar. Banka kartıyla alışveriş bu soruna da çözüm getiriyor. Evet, banka kartınızı da kopyalayabilirler ancak şifrenizi bilmedikleri sürece hiçbir şey yapamazlar. Zaten üç kere yanlış şifre girildiğinde kart bloke oluyor. Bu nedenle şifrenizi kimseye söylemediğinizden, kimsenin görmediğinden emin olun. Cihazı oraya kadar uzatamıyorum, şifrenizi söyleyin, ben gireyim diyenlere de kanmayın.

Banka kartıyla alışverişin özellikle şimdi Türkiye’ye yönelik bir avantajı daha var. 1 Ocak itibarıyla Yeni Türk Lirası kullanmaya başlayacağız. Alışana kadar eski lirayı, yeniye çevirmek, bir malın YTL ile ne kadar tuttuğunu hesaplamak çok güç olacak. Mesela ben şimdiden bir miktar parayı gözden çıkardım, kesin yanlış hesap yapıp sağa sola para dağıtacağım. Banka kartıyla alışveriş yapanların böyle bir derdi kalmayacak. 1 Ocak’ta banka hesabındaki paranız otomatik olarak YTL’ye çevrilecek ve o tarihten sonra kartla yaptığınız alışverişler YTL olarak hesabınızdan düşecek.

Peki ama her yerde geçiyor mu bu banka kartları diye de dert etmeyin. Kasadaki görevliler bize böyle bir teklifte bulunmasalar da aslında Türkiye genelindeki pek çok mağazada banka kartı geçiyor. Tam rakam vermek gerekirse 536 bin üye işyeri var. Sertaç Özinal, kampanya sayesinde yeni işyerlerini de ikna etmeyi beklediklerini, banka kartı kullanımının hızla yayılacağını söylüyor.
Yazının Devamını Oku

Meğer bendeki motivasyon sıkıntısı kırmızı eksikliğinden kaynaklanmaktaymış

22 Ekim 2004
Kaç gündür üzerimde bir bıkkınlık, yorgunluk, kolumu kaldıracak halim yok. Vitamin alıyorum, antidepresana dayanıyorum, astroloğumuz Aycan Özenbaş’ın tavsiyesiyle açık havada spor yapıyorum, bana mısın demiyor. Yine böyle yorgun, bıkkın, kanadı kırık halde çalışmaktayken telefonum çaldı. Bıraksalar da rahat ölsem. Davetiyemizi aldınız mı diye soruyorlar. ‘Ne davetiymiş bu’ dedim, ‘Tiffany’nin Renk Günleri başladı da’ dediler. Renk Günleri de ne demek canım, izahat aldım haliyle.

Tiffany, her cuma bir mağazasında Renk Günleri düzenliyor. Mesela ben geçen cuma Levent Metrocity mağazasındaki uygulamaya katıldım. Size yakın bir Tiffany mağazasında kinezyoloji (kas testi) uzmanı Işık Kırgız’ın bulunduğu masaya gidiyor, ‘Işık Hanımcım, bir bakın bakalım, bende hangi renk eksik?’ diyorsunuz.

Bünyede iki türlü renk eksikliği meydana geliyor: Kısa vadeli (günlük) ve uzun vadeli (isimden gelen). Kısa vadeli renk ihtiyacı kas testi ile tespit ediliyor. Hayat boyu ihtiyaç duyacağınız renklerin sırrı ise isminizde saklı. İşte garip ama gerçek bir hikaye:

Efendim, gittim pozitif bilime olan tüm inancımla Işık Hanım’ın önüne dikildim. ‘Bakalım bugün hangi renge ihtiyacınız var, tespit edelim’ dedi. Yeşile olmadığı kesin, tepeden tırnağa yeşiller içinde, beyaz atlı prensin öpmesini bekleyen bir kurbağa prensesi andırıyorum zira.

Işık hanım elime yeşil bir kazak tutuşturdu ve konsantre olup sağ kolumu yana kaldırmamı istedi. O, sağ kolumu aşağıya itecek, ben de kolum inmesin diye direneceğim. Fakat ne mümkün, kolum aşağı iniverdi, tutamadım. Bu, yeşil renge bugünlük ihtiyacım yok demek.

‘Hadi canım, kimbilir nasıl asıldınız koluma, bir daha deneyelim’ dedim. Meğer kadıncağızın sağ kolu ameliyatlıymış ve sol kolunu kullanmış. Her seferinde de aynı şiddette basınç uyguluyormuş.

Bu kez elime mavi bir kazak verdi. Yine kaldırdım kolumu, yine aşağı doğru bastırdı ama bu sefer kolum inmedi. Mümkün değil, inanmam. Vardır mantıklı bir sebebi. ‘Var tabii, söylüyorum ya işte, maviye ihtiyacınız olduğu için kaslarınız direniyor’ diyor. İyi de bu yeterince mantıklı bir sebep mi?

En az on tane renk denedik. Kiminde kolum aşağı düşüverdi, kiminde kazık gibi kalıp direndi. Yorgunluk desem, son denediğimiz renk kırmızıydı ve kolum havada kaldı. Tuhaf... Sonuçta mavi, turuncu ve kırmızı renklere şiddetle ihtiyaç tespit edildi.

Sıra geldi isim testine. Adınızı bir kağıda yazıyorlar. Her harfin rakamsal bir karşılığı var. Her rakamın da renklerden bir karşılığı. Bir rengin rakamsal karşılığı isminizde varsa, yırttınız. O rengin temsil ettiği değerler sizde var demek. Diyelim isminizde B harfi var. B’nin rakamsal karşılığı 2. 2’nin renk karşılığı da turuncu. Bu yapıcı ve neşeli biri olduğunuz anlamına geliyor. İsim testi ile benim merhametsiz, kendine hakim olamayan, dürüstlük veya doğruluktan nasibini almamış bir mahlukat olduğum ortaya çıktı. Gerçi Işık Hanım, ‘Kuzum yanlış anladınız, hayatta bu duygulara ihtiyacınız var demek bu’ dese de, ben anlayacağımı anladım. Bu isim testi mantar sevgili okurlar.

‘Sayın Tuna, günlük hayatta ne işimize yarayacak bu renk mevzuu’ derseniz, cevap basit. Hayatınızda hangi duygular ve özellikler baskın olsun istiyorsanız, üzerinize bolca o renkten giyeceksiniz.

İŞTE RENKLERİN ETKİSİ

Mercan: Saflığın rengi. Merhamet, titizlik, temizlik duygularını pekiştiriyor.

Kırmızı: Canlandırıcı renk. Motivasyon, yaşama sevinci, sıcaklık ve aşk duygusu, kan basıncı ve vücut ısısını etkiliyor.

Turuncu: Neşe verici renk. Dışa dönüklük, canlılık ve heyecan, cinsellik duygularını harekete geçiriyor.

Sarı: Akıl ve zeka rengi. Umudu, ilhamı ve yöneticilik duygusunu hareket geçiriyor.

Yeşil: Güven rengi. Cömertlik, huzur, istikrar, zihinsel ve duygusal benlikte etkili.

Lacivert: Uyum ve başarı rengi. Sakin ve dingin olma duygularını pekiştiriyor.

Kahverengi: Ağırbaşlılık, önderlik rengi. Eğitim, kültür, sanat alanlarında etkili.

Pembe: Duygunun, saf sevginin rengi. Hayaller ve korunma duygusunun pekişmesinde etkin.

Mor: Ruhsal dünyanın rengi. Asiliği, dengeyi, kendine güveni simgeliyor. Sakinleştirici ve dinlendirici etkiye sahip.

Siyah: Güç ve bireysellik rengi. Tutku, hırs, inat, muhalefet duygularında etkin.

Mavi: Sezgilerin rengi. İç dinginliği, sevgi, huzur ve barış duygularını pekiştiriyor.

Opal: Mutluluk ve şeffaflık rengi. Rahatlık, huzur, içtenlik duygularında etkin.

Fotoğrafta beni kas testi sırasında aptallaşmışken görüyorsunuz.

22 Ekim Cuma Tepe Nautilus

29 Ekim Cuma Profilo

5 Kasım Cuma Migros Beylikdüzü

12 Kasım Cuma Bakırköy

19 Kasım Cuma Armada-Ankara

26 Kasım Cuma Alsancak-İzmir
Yazının Devamını Oku

Stilimi danıştım fitil oldum, bir sürü masraf çıktı

15 Ekim 2004
Birkaç gün önce Topshop’dan arayıp, ‘Banu Hanım elimizde çok iyi bir stil danışmanı var, danışmak ister misiniz?’ dediler. İçimden ‘Terbiyesizlik etmeyin, ben zaten şahane bir stile sahibim, ne danışacağım’ dedimse de, sırf denemek, bir stil danışmanı nasıl çalışır görmek maksadıyla kabul ettim.

Normalde Türkiye’deki Topshop mağazalarında stil danışmanlığı hizmeti verilmiyor. Sarah Mackinder, Londra’daki mağazalarda görev yapıyor. Randevu alıp gidiyorsunuz, yaklaşık 3 saat boyunca danışmanın size önerdiği giysileri deneyip, çayınızı ya da şarabınızı yudumluyor, moda trendlerinden haberdar oluyorsunuz. Hizmet karşılığında bir şey ödemediğiniz gibi alışveriş yapmak zorunda da değilsiniz.

Tabii bunu benim külahıma anlatın. Normal şartlarda bile bir satış görevlisi bana 15 dakika ayırsa mahcup olup, kendimi bir şey almak zorunda hissediyorum. Değil ki üç saat boyunca giysileri giyip giyip çıkaracağım.

Nişantaşı şubesinde böyle bir hizmet vermeyi planlıyorlarmış. Sarah da birkaç günlüğüne, tanıtım amacıyla İstanbul’a gelmiş. Gitmeden önce beden ölçülerim, genel giyim tarzım, alışveriş yaptığım diğer mağazalar ve beğendiğim modacılarla ilgili sorular sordular. Böylece hakkınızda genel bir fikir sahibi oluyorlar.

Ben Nişantaşı Topshop’a gittiğimde Sarah denememi istediği 20-30 kadar giysiyi çoktan ayırmıştı. Bunların arasından eleme yapıp, yaklaşık 15 tanesini seçtim. O da benim yerime üstleri, altları ve ayakkabıları eşleştirdi.

İlk önce tüvit pantolon ile mürdüm rengi kazağı denedim. Pantolon biraz kalın gösterdi, kazağın sırt dekoltesi çok güzeldi ama rengi olmadı. Kendimden çok anneme benzedim.

Bunun üzerine ‘Kazak kalsın, altına şu jean pantolonu dene, bu çizmeleri de al, pantolonun paçalarını içine sok’ dedi. Baktım sorun kazakta değil, tüvit pantolondaymış. Şimdi daha iyi görünüyorum. Ardından kazağı yeşil boğazlı bir başka kazakla değiştirdim, belime de çizme ile aynı renk bir kemer taktım.

Dar jean pantolon nasıl güzel duruyor anlatamam. Sarah yine kazağı değiştirmemi söyledi ve elime kolsuz siyah bir bluz ile saks mavisi yün dantel örgü bir hırka tutuşturdu. Ben ona söylemiştim, pastel renkler beni ölgün gösteriyor, canlı renkler seçelim diye. Nitekim saks mavisi de çok yakıştı.

Sonra pantolonu diz altı pembe kadife etekle değiştirdim, çizmeler kaldı. Hiç fena görünmüyorum. Eteği bir de yeşil boğazlı kazakla denedim. Derken kazak kaldı, yine diz altı jean bir etek giydim. Sarah olmasa dünyada aklıma uzun jean etek denemek gelmezdi. Fakat hiç de fena durmadı. Sonra etek kaldı, kazak kırçıllı oldu. En zon soluk tarçın rengi, kısa kollu bir kazak denedim ve yakışmadığına karar verdim. Her yeri o kadar dardı ki, kollarımın üst kısmı dolma dolma göründü.

Bütün giysileri denedikten sonra ‘Her şey harikaydı, sizi tanımak çok güzeldi’ deyip, olay yerinden ayrılamadım elbette. Denediklerimin yarısını alıp, eve götürmek istedim. Sonra sadece üç parça almaya karar verdim. Çizme olmaz, hem çok pahalı, hem de geçen kış sonunda indirimden bir çizme almıştım. Yeşil kazak güzel durmuştu ama boğazlı. Gazete binası kış aylarında hamam gibi oluyor, benim hayatım bu binada geçiyor. Saks mavisi hırka, giysiden çok aksesuvara benziyor, öncelik veremem. Geriye kadife ve jean etekler, kırçıllı kazak, siyah bluz ve dar jean pantolon kaldı. Bana kalsa pantolonu alacağım ama Sarah itiraz etti: ‘Bundan mağazada çok var, kolay kolay bitmez, önümüzdeki ay da alabilirsin’ dedi. Çaresiz eteklerden birini seçeceğim. Elimi kadife olana uzattım, yine itiraz: ‘Jean etek daha çok yakıştı, hem mevsimi daha uzun.’ Neticede kırçıllı kazak, jean etek ve siyah kolsuz bluzla mağazadan çıktım.

Stil danışmanın iyi tarafı sizi kararsızlıktan kurtarması ve denemeyi aklınızdan geçirmeyeceğiniz şeyleri üzerinizde görmenizi sağlaması. Kötü tarafı ise baştan sona katalog kızı gibi giydirildikten, aynada kendinizi gördükten sonra denediğiniz her şeyi alıp gidememeniz. Örneğin ben aldıklarımla eve gittikten sonra hayal kırıklığına uğradım. Çünkü kırçıllı kazak, jean eteğin üzerinde hiç güzel durmadı. Altına açık renk bir pantolon almam lazım. Eteğin üzerine giyecek kazak da bulamadım gardırobumda. Üstelik bendeki çizmenin rengi de fazla koyuymuş meğer. Neticede tek tek hiçbiri işe yaramadı, yeniden alışverişe çıkmam lazım.

En çok alışveriş baharda

Yaşam ve sağlık portalı ailem.com, internet üzerinden küçük bir araştırma yapmış. Daha doğrusu bir anket, 1228 kişi arasında... Katılanlara en çok hangi mevsimde alışveriş yaptıkları, ayda alışverişe ne kadar para ayırdıkları sorulmuş. Katılanların yüzde 72’si bahar aylarında alışveriş yaparım demiş.

Normal, ben hayatımda hiç gardıropta yazlık kışlık değişimi yaptıktan sonra ‘Ay bu sene hiçbir şey almama gerek yok, ihtiyacım olan her şeye sahibim’ diyen birini tanımadım. İstisnasız her bahar (duruma göre ilk veya son olabilir, fark etmez), mevsimi geçenler kalkar, yaklaşmakta olan mevsime ait giysiler indirilir ve her bahar aslında dolapta giyilecek hiçbir şey olmadığına karar verilir. Geçen yıl meğer çıplak geziyormuşuz da haberimiz yokmuş nidaları... Dürüst davranıp, şuna gözüm doymuyor desenize. Şahsen benimki doymuyor.
Yazının Devamını Oku

Mall walking diye başladık moon walking oldu

8 Ekim 2004
Merak böceği tarafından ısırılmış bulunan yazarınız, aşağıda bahsi geçecek olan etkinliği duyunca kendine hakim olamadı ve olayın içinde bizzat yer aldı. Başlıkta geçen İngilizce kelimelerden dolayı üzerime gelmeyiniz, biliyorum güzel Türkçemizde bunların karşılığı vardır, fakat katıldığım etkinliğin adı Mall Walking (Alışveriş merkezi yürüyüşü). Adını ben koymadım. Moon walking’in (ay yürüyüşü) ne olduğunu da ilerleyen satırlarda anlayacaksınız.

Geçen salı sabahı 6.30’da kalkıldı ki, bu benim açımdan güne başlamak için pek de uygun bir saat değil. Ama vazife aşkı kafein etkisi görüyor işte. Bünye alışık olmadığı halde kahvaltı bile edildi. Allah muhafaza tansiyon bir düşük çıkarsa, olaya dahil olamama ihtimali var.

Saat tam 8.00’de Etiler Akmerkez’in kapısındaydım. Biliyorum, alışveriş merkezi 10.00’da açılıyor. Ama ben buraya alışveriş yapmaya değil, sağlıklı yaşam için bir şeyler yapmaya geldim.

Geçen salı Akmerkez’in 2. ‘geleneksel’ Mall Walking’leri başladı sevgili okurlar. Sağlıklı yaşam yürüyüşleri yani. Salı ve perşembe sabahları, 8.00-10.00 arasında, alışveriş merkezinin koridorlarında yürüyorsunuz. Rica ederim dalga geçmeyiniz, bu sporu yapan pek çok insan var Etiler ve çevresinde. Düşünsenize ne kadar havalı. ‘Hanımefendi sağlığınız için spor yapıyor musunuz?’. ‘Elbette düzenli olarak mall walking yaparım.’

Duyurularda Dr. Muzaffer Kuşhan’ın kliniğiyle işbirliği yaptıkları yazıyordu. Ben de sandım ki tansiyon filan ölçecekler, ama kimse bir şey sormadı. 66 numaralı mall walker olarak yürüyüşe başladım. İlk gün olduğu için sadece 13 kişi katıldı. Geçen yıl 40 kişiye ulaştıkları olmuş.

İlk kez katılanlara bir parkur çizelgesi veriyorlar. Restoranların bulunduğu en üst kat dışında tüm katları kullanabiliyorsunuz. Bir kat toplam 320 metre uzunluğunda. Üç katı birer kez turlasanız zaten 1 km. ediyor. Belirli yerlere size yol gösteren bayraklar koymuşlar, üzerinde kaçıncı metrede olduğunuz yazıyor. Kat değiştirirken yürüyen merdivenleri kullanmanız tavsiye edilmiyor. Ama yürüyen merdivenin üzerinde siz de yürürseniz sorun yok.

Acemisi olduğum için önümde yürüyen orta yaşlı çifti takip etmeye başladım. Belli ki, alışkınlar mall walking sporuna. Bir süre güvenli bir mesafeden izledim ancak hep aynı katta turluyorlar. Fenalık bastı aynı vitrinleri görmekten. Üst kata çıktım. İki kız arkadaş, bir orta yaşlı bey ve tek başına yürüyen genç bir kadın vardı. Yahu kimse vitrinlere bakmıyor, en ciddi halleriyle hızlı hızlı yürüyorlar.

Bense vitrinlere bakmaktan kendimi alamıyorum. Bir daha nereden bulacağım bu kadar boş alışveriş merkezini? Fakat İpekyol’un vitrinindeki kadife eteğin fiyatını görebilmek için üç kez turlamam gerekti. Durup da bakamıyorsunuz çünkü. Bir kez durmuş Massimo Dutti’nin vitrinine bakıyordum, yürüyüşçülerden birine yakalandım da, fena fena baktı, çok utandım.

Hemen en alt kata indim. Burada ağırlıklı olarak ev eşyaları ve çocuk giyim mağazaları bulunuyor. Ortada kimsecikler yok. Ben indiğimde evcil hayvan dükkanının vitrinindeki köpekler daha uykudaydı. Deli miyim ben, ne işim var sabahın köründe Akmerkez’de.

Bu arada beş km. filan yürümüş olmam lazım. Kapalı alanda dolap beygiri gibi turlamaktan başım dönmeye başladı. Sarhoş gibiyim, ayaklarım yere basıyor mu ondan bile emin değilim. Mall walking değil, moon walking olmaya başladı bu iş.

Sanırım alt kattaki 4. turum filandı, evcil hayvan dükkanındaki köpekler artık beni tanıyıp, kuyruk sallamaya başladılar.

Saat 9.00’a geliyor, mağaza çalışanları yavaş yavaş dükkanlara girmeye başladı. Müstehzi müstehzi bakıp, gülüyorlar. Starbucks’tan taze kahve kokuları gelmeye başladı. Allahım dayanamayacağım daha fazla. Şurada oturup bir kahve içsem, bir dilim keki mideye indirsem, ardından bir de sigara yaksam.

Burnum kokuyu almasın diye tekrar üst kata çıktım. French Connection öğleden sonra yeni bir mağaza açacak Akmerkez’de, tadilat var. Aaa, Aysun çıkıyor içeriden. Aysun, French Connection’ın halkla ilişkilerini yapıyor. Allahım tanıdık bir yüz ne güzel. 66 numaralı mall walker önlüğümle ebeleniyorum ve hemen durumu izah ediyorum. ‘Deli misin, gel aşağıda sana bir fincan kahve ısmarlayayım’ diyor.

Saat 10.00’a doğru Aysun’la vedalaşıp, önlüğümü teslim etmek için üst kata çıkıyorum. ‘Vallahi bravo, ilk günden tam iki saat yürüdünüz’ diyorlar, bozmuyorum.

Ben demiştim size yeni bir kredi kartı çıkıyor diye

Geçen hafta İstanbul’un çeşitli yerlerinde görülen ve tepeden tırnağa beyaz giyen adamlardan bahsetmiş, bunun yeni çıkacak bir kredi kartının meraklandırma kampanyası olduğunu yazmıştım. Aldığım istihbarat doğruymuş. Bu hafta &club’ın Garanti Bankası’na ait yeni bir kredi kartı olduğu açıklandı. Yeni kart, Shop&miles kredi kartının tüm özelliklerine sahip, yanı sıra üyelerine bir yaşam tarzı öneriyor. &club’ta üyelik sistemi var. Üye olmak için yıllık 100 Euro ödüyorsunuz. Yemek rezervasyonundan, spor salonu üyeliğine kadar pek çok organizasyonu sizin yerinize çözüyor, tatil önerilerinde bulunuyor, şehirdeki en son yenilikleri ve trendleri size haber veriyor. Bir telefon açarsanız zor durumlarda yardımınıza da koşuyor. Üstelik kartınızı zevkinize göre siz seçiyorsunuz. İspanyol tasarımcılar altı farklı kart yaratmışlar. Hoşunuza gideni seçebiliyorsunuz.
Yazının Devamını Oku

Accessorize geliyor

1 Ekim 2004
Arka arkaya gelen bunca iyi haber karşısında insanın gözleri dolu dolu oluyor, hıçkırarak ağlamak istiyor sevgili okurlar. Starbucks, Body Shop, Mac, İkea derken bir güzel haber de Accessorize’dan geldi. 7 Ekim’de Levent Metrocity’de ilk mağazalarını açıyorlar. Bir hafta sonra da Akmerkez mağazası hizmete girecek. Sonra aynı hızla büyümeye devam edecekler ve önümüzdeki mart Türkiye’nin pek çok iline yayılmış olacaklar.

Accessorize dünyanın pek çok ülkesinde ürünleri satılan bir aksesuvar markası. Vitrine bir kez gözünüz takılınca ilgisiz kalmanın imkansız olduğu bir yer. İlk Accessorize mağazası, 1984 yılında Covent Garden Pizza Londra’da, ikincisi ise yine aynı şehirde Carnaby Caddesi’nde 1986’da açıldı. Bu sene marka 20. kuruluş yıldönümünü kutluyor. Şu anda tüm dünyada 152 mağazası var. Üç sene içinde ağırlıklı İstanbul olmak üzere Türkiye çapında 20 mağaza açmayı hedefliyorlar.

Hepimize hayırlı uğurlu olsun.

Kim bu beyaz giyen adamlar

Bu aralar alışverişe çıktıysanız veya alışveriş merkezlerinde dolaştıysanız rastlamışsınızdır. Ortalıkta baştan aşağı beyazlar giymiş birtakım kadınlar ve erkekler dolaşıyor. Hafta başında Nişantaşı, Akmerkez ve Bağdat Caddesi’nde görüldüler. Hayatlarından pek bir memnun, sinirsiz sıkıntısız halleriyle ortalıkta salınıp duruyor, Vespa’larıyla geziniyorlar. Yakalarında &club yazıyor ama nedir &club belli değil. 10 gün kadar sürecek bir meraklandırma kampanyası bu. Ürünün ne olduğu 5 Ekim’de açıklanacak. Fakat meraka lüzum yok, ben öğrendim ne olduğunu. Yeni bir kredi kartı. Doğuş grubuna ait olduğu söyleniyor. O zaman Garanti’nin Shop&Miles ve Bonus’tan sonra yeni bir kredi kartı çıkacak demektir.

Kredi kartlarından bahsetmişken aklıma geldi. Artık Çarşı, pardon Boyner’de Advantage’la birlikte diğer tüm taksit kartlar geçmeye başladı. Yılların kankası Advantage ile Çarşı ilişkilerini gözden geçiriyor sanırım.

Antepliler en çok jakuzi Konyalılar televizyon alıyor

Bu hafta Türkiye’de sekiz mağazasıyla hizmet veren yapı market Praktiker’in Türkiye Genel Müdürü Werner Müller ile küçük bir sohbet yaptık. O bana son birkaç ay içinde gerçekleştirdikleri yenilikleri anlattı, ben de merak ettiklerimi sordum. Bu aralar ciddi biçimde marangozluk öğrenmeyi düşünüyorum, kendimi yapı market gezmekten, matkapları incelemekten alamıyorum. Sırası gelmişken bir kehanette de bulunayım, marangozluk birkaç yıl içinde en popüler hobilerden biri haline gelecek. Duyduğuma göre cerrahından bilgisayar mühendisine, ev kadınından bankacısına kadar pek çok kişi marangozluk öğrenmek için atölye çalışmalarına katılıyormuş.

Praktiker’de kadınların da ilgisini çekebilmek için bazı yenilikler yapmışlar. Artık çok daha fazla marka ve ürün var. Aradıklarınızı daha kolay bulabiliyorsunuz. Evle ilgili ürün sayısı artınca kadınlar ve çocuklar da gelmeye başlamış.

Müller’den öğrendiğime göre bu aralar milletçe jakuzilere merak sarmışız. Eskiden lüks hayatın simgesi olan jakuziler artık rahatlıkla satın alınabilir. Çok uygun fiyatlı olanları var. Zaten tüm dünyada da eğilim bu yönde. Yani ‘wellness’ denilen, daha sağlıklı ve formda yaşamaya yönelik ürünler çok satıyor. Firmalar bu gruptaki ürün çeşitlerini artırıyor.

Jakuzilerin en popülerleri küvet değil kabin şeklinde olanlar. Bir tanesinin içine girdim, müzik yayını vardı, isterseniz televizyon da seyredebiliyorsunuz duş alırken. Ayaklarınıza masaj bile yapıyor alet, daha ne yapsın yani. Bu kabin jakuziler en çok Antep’te satıyormuş. Bir de yağlıboya... Bu yüzden artık Anteplilere özel yağlıboya indirimleri yapmaya başlamışlar.

Werner Müller en’lerden bahsetmeye başlayınca, kulaklarım dikildi tabii. Okumakta olduğunuz bu ilavenin editörü olmak sıfatıyla ‘en’ müessesine karşı özel bir ilgi ve alaka duymaktayım da...

Bakınız mesela en çok televizyon Konya’da satıyormuş. En az perde de Anadolu kentlerinde. Çünkü bir türlü hazır perde kullanmaya alışamamışlar, hálá el emeği göz nuru klasik perdeleri tercih ediyorlarmış.

İçinizde evini boyatacak olanlar varsa, bu bilgi de onlar için. Praktiker boya karıştırma hizmeti veriyor. Siz renk örneğini götürüp, bunun aynısı istiyorum diyorsunuz, onlar da aynı tonu elde ediyor. 15 bin renk üretebiliyorlar. Hayır ben evimi 10 yıldır lila rengine boyatmaya çalışıyorum, bugüne kadar doğru tonu bulan boyacı çıkmadı da... Ama duvarlar beş yıl sarı, üç yıl mor durdu. Son iki yıldır da uçuk mavi ile idare ediyorum.
Yazının Devamını Oku

Gelecekten bir alışveriş senaryosu

24 Eylül 2004
Çizgi film Jetgiller’i bilirsiniz. Hani gelecekte yaşayan, evlerinde robot hizmetçi çalıştıran, evden işe jetle gidip gelen, sıkışan hava trafiğinden yakınan, hapla beslenen aile. İşte çok yakın gelecekte alışveriş alışkanlıklarımız Jetgiller’e taş çıkartacak kadar yüksek teknoloji içermeye başlayacak. Nasıl mı? İşte size bir senaryo:

Mideniz kazınıyor, bir sandviç yapmaya karar verdiniz. Buzdolabını açtınız, peynir, domates ve kavanozun dibinde kalan son zeytin ezmesini kullandınız. Kavanozu çöpe atmadan önce birkaç saniye buzdolabının kapısında bulunan okuyucuya gösteriyorsunuz.

Birkaç gün sonra iki sokak ilerideki süpermarkete gittiniz ve alışveriş arabalarından birini aldınız. Arabadaki ekranda ihtiyacınız olan her şeyin yazılı olduğu bir liste karşınıza çıkıyor. Listedekilerin bazılarını gelmeden önce e-mail ile süpermarkete siz göndermiştiniz. Kalanları da alışveriş arabanız listeye ekliyor. Çünkü neye ihtiyacınız olduğunu biliyor.

ALIŞVERİŞ LİSTESİNİ MARKETE BUZDOLABI GÖNDERMİŞ BİLE

Son geldiğinizde (diyelim ki bir hafta önce) yoğurt almıştınız. Yoğurdun bitmiş olacağını, en azından son kullanma süresinin dolduğunu biliyor araba. İçine koyduğunuz her şeyin barkodunu okuyor ve bilgileri size özel dosyalarda saklı tutuyor.

Listede birkaç gün önce biten zeytin ezmesi de var. Buzdolabınız alışveriş arabasına haber verdi çünkü. Hani kavanozu kapıdaki okuyucuya göstermiştiniz ya!

Alışveriş arabanız sizi kredi kartınızdan tanıyor. Kredi kartı numaranızı üzerindeki mini bilgisayara tuşluyorsunuz.

Az önce alışveriş listesinin göründüğü ekranda şimdi listedeki ürünleri hangi reyonlarda bulacağınız yazıyor ve araba size yol gösteriyor.

Bu arada sıkça aldığınız ürünlerde bir indirim varsa sizi bunlardan haberdar ediyor, size özel indirimler de yapıyor.

DİYETİ BOZMAYA KALKARSANIZ BİPLEMEYE BAŞLIYOR

Listede deodoran da var. Kızınız ille de belirli bir markanın çiçek kokulu deodoranını istemiş. İlgili standın önüne geldiniz. Ama bir türlü çiçek kokulu olanı bulamıyorsunuz. Limon kokulu, okyanus kokulu var, çiçek kokulu yok. Arkalarda mı kaldı acaba? Yoksa bitti mi?

Alışveriş arabanız hemen raftaki tüm şişelerin barkodunu okuyor ve orada aradığınız üründen bulunup bulunmadığını söylüyor. Böylece siz de parmak ucunuzda şişeleri karıştırmak için dakikalarınızı harcamıyorsunuz.

Üstelik bu zeki alet sizin diyette olduğunuzu ve belirli bir miktar kalorinin üzerindeki yiyecekleri yememeniz gerektiğini biliyor. Şu çikolatalı gofreti sepete attığınızda ondan biplemeye başladı.

Bakın yine bipliyor, sakın oğlunuzun alerjisi olmasına rağmen aldığınız çilekten olmasın?

KASA ÖNÜNDE BEKLEMEYE SON ARABA SİZİN YERİNİZE ÖDER

Sıra ödemeye geldi... Kasa önünde sıraya girmenize gerek yok. Unuttunuz mu, kredi kartı numaranızı alışveriş arabasına söylemiştiniz. Üstelik sepete attığınız ilk üründen beri fiyat toplamını almaya başlamıştı. Alışveriş tutarını sizin yerinize kartınızdan çekiyor.

Senaryo çok mu ütopik? Hiç de değil. Bu saydıklarımın bir kısmı çoktan yurtdışındaki bazı pilot süpermarketlerde denenme aşamasında.

Birkaç hafta önce yazmıştım, İngiltere’de bir süper market, alışveriş sırasında yaktığınız kalori miktarını ölçen ve gösteren alışveriş arabaları kullanmaya başladı. Almanya’da da sepete attığınız ürünlerin barkodunu okuyan ve size toplam miktarı gösteren arabalar var. Türkiye’deki bazı mağaza ve marketler de bu kadar ileri olmasa bile benzer uygulamalar yapıyor. Kaldı ki, bahsettiğim her şey alışverişte değilse bile yaşamın farklı alanlarında, başka amaçlar için kullanılıyor. Yoktan var edilmeleri gerekmiyor yani.

Ne diyorsunuz, alışveriş böyle yapılsaydı hayat kolaylaşmaz mıydı?

Önüne otomobil park edilen mağazanın enerjisi bozuluyor

Türkiye’de mağazacılığın önemli isimlerinden Suat Soysal’ın çabalarıyla düzenlenen Perakende Günleri’nin dördüncüsü bu yıl 13-14 Ekim tarihlerinde yapılacak. Programa bakınca önceki yıllarda olduğu gibi yine çok eğlenceli geçeceği anlaşılıyor. Örneğin ilk kez düzenlenen bir açık artırma var. Elde edilen gelirle Anadolu’daki köy okullarına kitap bağışı yapılacak. Ata Demirer’in gösterisi de kaçırılmaz. İleriki günlerde Perakende Günleri’nden yine bahsedeceğim.

Ben asıl, Soysal yayınlarından çıkan Merhaba adlı sektör dergisinde okuduğum bir röportajdan bahsetmek istiyorum. Görsel mağazacılık, mağaza tasarımı ve ürün teşhiri konularında çalışmaları bulunan Linda Cahan ile yapılmış. Perakende Günleri’ne de katılacak olan Cahan, mağazacılığa uyarladığı Feng Shui yaklaşımından bahsediyor.

Vitrinden mağazanın girişine, kasanın durduğu yerden deponun girişine, aynaların konumuna kadar her şeyin mağazadaki enerjiyi etkilediğini, bunun da alışverişe gelen müşteriyi yönlendirdiğini savunuyor. Ona göre Feng Shui’ye uygun düzenlenmeyen mağazada müşteri mutsuz oluyor ve içeri girmek veya alışveriş yapmak istemiyor.

Hani aynı yerde yeni isimlerle sürekli başka mağazalar açılır ve hiçbiri tutunamaz, kısa sürede kapanır ya, işte bu da enerji akışının doğru olmaması yüzündenmiş.

‘Hatta’ diyor, ‘Mağaza kapısına park eden araç bile siz farkına varmadan enerjiyi bloke eder.’

Demek bizim esnaf Feng Shui’yi çözeli asırlar olmuş da haberimiz yok. Kapı önüne kimse park etmesin diye büyük zeytinyağı kutularına beton döküp, kaldırıma ondan dizip duruyorlar.
Yazının Devamını Oku