17 Eylül 2004
Bir hafta önce Çarşı, Boyner oldu. Üzgünüm, benim için en azından bir süre daha Çarşı olarak kalacak. Kolay değil, yıllardır ağzımız alışmış bir kere. Sizlerin de birdenbire, pat diye ‘Daha dün Boyner’e gittim, yeni sezon ürünleri şahane valla’ cümleleri kurduğunuzu sanmıyorum. Zaman lazım, bana biraz daha fazla lazım. Ben hálá Vatan Caddesi’nin Adnan Menderes Bulvarı olmasına alışamadım, oysa adı değişeli 10 yıldan fazla zaman oldu.
Yeni logoyu sevdim ama... Renkleri, yuvarlak hatları çok hoş. Çarşı’nın eski logosu sanki müşteriye biraz mesafeli, biraz sert hatlı, daha erkek gibiydi.
Kaç zamandır bu değişim meselesiyle ilgili bilgi almak için Boyner ekibinin peşinde koşuyordum fakat suskunluk dönemine girmişlerdi, ağızlarından kerpetenle bile laf sökülemiyordu. Nihayet iki gün önce Genel Müdür Aslı Karadeniz’den detayları öğrenebildim.
Değişim sadece logo ve isim ile sınırlı değil. Ürün yapısı, mağaza dekorasyonu, servis ve reklam anlayışı da değişecek. Çarşı isminden vazgeçmelerinin bir nedeni de yurtdışında kolay telaffuz edilemeyişiymiş.
Satış danışmanlarının hepsi özel eğitimden geçmiş. Artık gittiğinizde size stil danışmanlığı da yapabilecekler. Çarşı Anahtar Kart uygulaması Boyner adı altında devam edecek. Çarşı Tatil ismi de değişecek ama yeni adının ne olacağı henüz belli değil. Coton Bar, Pi, Asymmetry, Belle De Jour, Casa Club, Altimod Basics ve Mammaramma aynı isimlerle satılmaya devam ediyor. 20 Eylül’den itibaren Advantage Kart’la birlikte diğer taksitli kartlar da kabul edilecek.
İKEA İLK MAĞAZASINI ÜMRANİYE’DE AÇIYOR
İkea 2005’te Türkiye’de ilk mağazasını açacakmış. Yıllardır dedikodusu çıkar durur, bu sefer gerçek. Aslında geç bile kaldılar, çünkü yıllardır pek çok ürünlerini Türkiye’de ürettiriyorlardı. İkea, İsveçli Ignvar Kamprad’ın kurduğu bir mobilya ve ev aksesuvarları üreticisi. Dünyanın 31 ülkesinde 186 mağazaları var. Özelliği çok uygun fiyatlarla, son derece orijinal ve tasarımcı elinden çıkma ürünler satması. Önce İstanbul’da, sonra Ankara ve İzmir’de mağaza açacaklarmış. İlki Ümraniye’de açılacak. Bakalım fiyatları nasıl olacak? Biliyorsunuz, yurtdışında uygun fiyatları yüzünden popüler olan markalar bize gelince el değmeyecek kadar pahalı satılır. Ah, keşke yeni bir gardırop almak için acele etmeseydim...
Islak mendile itiraz var
Geçen hafta ıslak mendille evin her yerini nasıl pırıl pırıl temizlediğimi yazmıştım. Mutfak, banyo, mobilyalar, halılar, elbiseler... Sağolasınız, elektronik posta gönderen elleriniz dert görmesin, pek çok mucizevi temizleyiciden de sayenizde haberdar oldum. Örneğin, plastik bahçe mobilyası temizleyicisi, sebze lekelerini çıkaran sıvı, iki seramik arasında kalıp kirlenen yerleri (derz deniyormuş) temizleme suyu, çimento temizleyicisi...
Herkes temizlik mendillerinin çok pratik olduğunda hemfikir. Ancak çevre için zararlı olduklarından itiraz edenler de var. Örneğin Ergem Şenyuva:
‘Islak mendil senin de dediğin gibi biraz pahalı ama son derece pratik. Ancak çevre için de çok zararlı. Kullanılan diğer deterjanlar zararsız mı? Ancak kimyasal maddelere ilave olarak, bir de o kimyasal maddeleri ihtiva eden havlu kağıtlar da eklenince iyice zararlı oluyor. Islak mendil öğüdün son derece yararlı. Ancak bunun az kullanılmasını tavsiye etmeni de arzu ederdim. ’
Hülya Bilir de mendilleri ilk keşfettiğinde mutlu olup, herkese tavsiye etmiş: ‘Ben üniversite öğrencisiyim, evliyim ve çalışıyorum. Anlayacağınız vakit nakitten başka da her şey demek benim için. Ben de bu mendilleri keşfettim, bir süre sonra baktım, iyi güzel hoş ama mendillerin hesabı bayağı ağır oldu. Çünkü SIK SIK kullanıyorum. Hesaptan daha kötüsü, çöp mendillerle doldu. Düşündüm, herkes benim gibi mendili keşfettiyse, herkesin çöpü böyle oluyorsa... Anladım ki, aşırı derecede dünyayı kirletiyorum. Artık öyle hemen her şeyde mendile sarılmak yok. Yemekte masaya salçalı bir şey mi damladı, tamam, ona mendil gerek, el bezinde çok çirkin bir leke bırakır. Ama toz almak, mutfak temizlemek için yine annem usulü el bezi kullanıyorum.’
Haklılar, ben de kullanırken artık daha dikkatli olacağım.
Şipşak resim ustası Bob Ross’a Kadıköy’de rastladım
Kim bu Bob Ross demeyin sakın. Hatırlayamadınız mı? Peki size, ‘Eveeettt, şimdi van dyke kahvesine biraz titanyum beyazı katalım. Çok az da Kızılderili sarısı ekleyelim’ desem? Ya da ‘Şuraya küçük, yalnız bir çalı topluluğu koymaya ne dersiniz, belki de içinde sevimli kuşlar yaşıyordur’ cümlesi size bir şey hatırlatıyor mu?
Hatırladınız değil mi, yıllardır TRT 2’de ‘Resim Sevinci’ adlı programda yarım saatte şip şak resim yapmayı öğreten Bob Ross’u. Hani kıvırcık saçlı, spatulası ile yelpaze fırçası olmadan resim yapamayan Bob Ross. İşte ona Kadıköy’de rastladım.
Aslında gerçekten sokak ortasında kendisine rastlasaydım, ufak yollu bir kalp krizi geçirirdim çünkü bu mümtaz şahsiyet öleli çok zaman oldu. Biz televizyonda izlemeye devam ediyoruz ayrı.
Memleketimizde bir Bob Ross fırtınası esmekteymiş de benim yeni haberim oldu. Onun adıyla satılan yağlıboya resim takımları hatta resim kursları var. Ben Kadıköy Çarşı içindeki Güven Kırtasiye’de gördüm. Basbayağı stand koymuşlar. Üzerinde Bob Ross’un resmi ve adı var. Yıllardır televizyonda gördüğümüz bütün o renkleri ve malzemeleri bulmak mümkün. Diğer markalardan farkı boyaların daha hızlı kuruması ve birbirine daha kolay karışması. Yani bu boyaları almazsanız onun kadar hızlı resim yapamıyorsunuz.
Güven Kırtasiye kurs da veriyor. Toplam dokuz ay süren kurslara üçüncü aydan sonra devam eden pek olmuyormuş. Aylık ücreti 150 milyon lira. Boya ve diğer malzemelerin bulunduğu setlerin fiyatı ise 400-450 milyon arasında değişiyor. İçinde bir video kaset bile var. Kurs öğretmenlerini Amerika’dan gelen Bob Ross ekibi yetiştirmiş. Şimdi onlar da İstanbul, Bursa, Ankara, Konya, Antalya ve Çorlu’da çöp adam bile çizemeyenlere yarım saatte resim yapmayı öğretiyorlar.
Sadece İstanbul’da altı tane kurs varmış. Kursiyerler başlarda bir resmi 3.5 saatte yaparken, öğrendikçe bir saatte bitiriveriyorlarmış. Güven Kırtasiye’nin sahibi Mustafa Önal, ‘Bundan iyi terapi bulamazsınız’ diyor. Öğle tatilinde çalışanlarına Bob Ross kursu vermeyi planlayan şirketler varmış. Bob Ross malzemelerini İstanbul’da Güven, Nezih ve Bakırköy Beyaz Adam kırtasiyelerinde bulabilirsiniz.
Yazının Devamını Oku 10 Eylül 2004
Annemlerdeyim, kapı çaldı. Yan komşu Hicran Teyze oflaya puflaya, söylene söylene içeri girdi. Hicran Teyze, geçen hafta şehir dışında yaşayan oğlunun yanına gitti, birkaç gün kalmaya. Döndüğünden beri hiç mutlu değil, oğlu için üzülüp duruyor. Gelini, biricik oğlunun alın teriyle, didinip uğraşıp kazandığı paranın kıymetini bilmiyormuş. ‘Düşünebiliyor musun komşucuğum, kız yerleri bile ıslak mendille siliyor’ deyip, bir yandan da dizlerini dövüyordu.
‘Ne var bunda, ben de evi ıslak mendille temizliyorum’ deyince annemle birlikte ikisi birden fal taşı gibi açılmış gözlerle dönüp, bana baktılar. O zaman anladım ki, onlar ıslak mendille hálá sadece bebek poposu temizlendiğini sanıyorlar. Daha doğrusu ıslak mendillerin sadece bebek poposu silinsin diye üretildiğini...
Vallahi ben çıktığından beri banyo ve mutfak temizliğinde ıslak mendil kullanıyorum. Aslında deterjanlı mendil demek lazım. Artık neredeyse tüm marketlerde bulunuyor. Ambalajları tıpkı silindir şeklindeki ıslak mendil kutularına benziyor. Şimdiye kadar Scotch-brite ve Mr. Muscle marka olanlarını gördüm. Scotch-brite’ın mutfak ve banyo için ayrı iki çeşidi var. Biri kireci, diğeri yağları söküyor. Ama Mr. Muscle’dan daha pahalı. Kutuların içinden 30-35 tane mendil çıkıyor. Kullanımı çok pratik. Aylardır banyo lavabosunu ovduğum yok. Bir mendil, lavaboyu temizlemeye yetiyor. Fırının üzeri de genelde iki mendille halloluyor. Yalnız küvet için bayağı mendil harcamak gerekiyor.
Tabii bu mendille temizlik meselesi, klasik yöntemlerden biraz daha pahalıya patlıyor. 30 tane mendile verdiğiniz parayla yer silmek için 1 kiloluk sıvı deterjan alabiliyorsunuz. Mendilin fiyatına göre (dedim ya Scotch-brite daha pahalı) yanına bir de aynı miktarda krem deterjan ekleyebilirsiniz. Buna karşılık mendil kullanınca da insan zamandan kazanıyor. Vakit nakittir diye düşünenler için. Keşke cam silmek için olanları çıksa, onu da alsam.
BİR DE LEKE MENDİLLERİ VAR Kİ CANKURTARAN
Dr. Clean marka mendillerin leke ve hijyen için iki ayrı çeşidi var. Halıya, üzerime, kanepeye bir şey mi döküldü, hemen çıkarıyorum bir tane leke mendili, hiçbir iz kalmıyor. Yağ, makyaj, ruj, ketçap, çikolata, şarap, hepsinin lekesini çıkarıyor. Ama dikkat, eski lekelerde işe yaramıyor. Hijyen mendilini ise seyahatlerde kullanıyorum. Klozet kapağı silmek için bire bir...
Zücaciye fuarını kaçırmayın
13. Uluslararası Zücaciye, Hediyelik Eşya ve Elektrikli Ev Gereçleri Fuarı 10-14 Eylül tarihlerinde Beylikdüzü Tüyap’ta. Özellikle son günü gitmeye çalışın çünkü, kimse sergilediği ürünleri toplayıp geri götürmek istemediğinden çok ucuza satışlar yapılıyor. Bana da orada stand açacak olan bir firmanın görevlisi söyledi. Taksim AKM, Esenler Otogar ve havaalanından servis de var.
Van Gogh’un defteri bende
Geçen gün Alman ekmekleri ve pastaları satan Alev Pastanesi’ne gitmek üzere İstiklal Caddesi’nde yürüyüşe çıktım. UFO Müzesi’nin bulunduğu Büyükparmakkapı Sokağın önünden geçerken, müzenin teşrifatçısı olan yeşil uzaylı yine elimi öptü. Ne zaman yanından geçsem elimi öpüyor. Elimi öpen tek erkek bu uzaylı, var bir alacakaranlık durumu ama çözemedim.
Alev Pastanesi Galatasaray’da. Lisenin yanındaki Yeni Çarşı Caddesi’nden aşağı inerken sağdaki ilk sokağa giriyorsunuz. Kocaman bir Alman köy ekmeği aldım. Kahvaltıda zeytinyağı ile çok lezzetli oluyor. Avusturya usulü turtaları da çok güzel.
İstiklal Caddesi’ne geri dönüp, yoluma Tünel’e doğru devam ettim. 389 numaradaki Robinson Kitabevi’ne uğradım. Aslında bir şiir kitabı arıyordum, buldum da. Kasada parayı öderken gözüme bankonun yanındaki siyah küçük defterler ilişti. Üzerindeki etikette Van Gogh, Matisse ve Hemingway’in kullandığı defter yazıyordu. Hemen attım elimi tabii. Hepsi siyah deri kapaklı, cep defterleri. Kimi not almak için, kimi kara kalem karalamalar için yapılmış. Günlük tutmak için, ajanda veya telefon rehberi olarak kullanılmak için tasarlanmış olanları da var. Moleskine marka.
Kasadaki görevliye ‘Gerçekten bu kadar eski mi bu defter markası?’ diye sordum. Emin olamadı, bir tanesinin ambalajını açıp, içindeki bilgilere baktık. Gerçekten de o kadar eskiymiş. 200 yıllık geçmişe sahip. Bir ara aile dükkanı kapanmış, şimdi yeniden üretmeye başlamışlar. Yazar-seyyah Bruce Chatwin bu defterler için ‘Pasaportumu kaybetmek umurumda olmaz ama bu not defterini kaybetmek benim için tam bir felaket olurdu’ demiş. Chatwin defterin ilk sayfasına adını, adresini ve eğer defteri kaybederse bulacak kişiye ödenecek ödülün miktarını yazarmış. Bu sonra bir gelenek olmuş, şimdi defterler bu gibi bilgilerin yazıldığı bir ilk sayfa ile üretiliyor.
Hemen bir tane aldım kendime. 19 milyon lira. Evet biraz pahalı ama neticede Van Gogh’un kullandığı defter bu. Şimdi ben de bekliyorum ilham ne zaman gelecek diye.
Yazının Devamını Oku 3 Eylül 2004
Alışveriş yaparken yalnızca biraz düşünmek ve fiyatlara bakmak istiyorsanız, bütün tezgahtarlar başınıza üşüşürler. Ancak bir şey satın almaya karar verdiğinizde bir tane bile tezgahtar bulamazsınız. <B>Murphy Kanunu</B> Para idare etmeyi iyi bilirim. Her zaman eldeki para ile olabileceğin en iyisini yapmaya çalışmışımdır. Ev döşerken de, mutfak alışverişi yaparken de, giysi alırken de... Şimdi durup geriye baktığımda bunu aileme borçlu olduğumu düşünüyorum. İlkokula başladığım günden harçlık almayı bıraktığım güne kadar, her yıl başında (öğrenci iseniz bu okulların açıldığı eylül ayı demektir) babamla ‘harçlık görüşmeleri’ne başlardık. İki taraf da sıkı pazarlık eder, sonunda ortak karar verilen bir miktarda anlaşılırdı. Sonra anlaşılan miktar kağıt üzerine dökülür, ciddi ciddi sözleşme yapılırdı. Annem de bizim şahidimiz olurdu ve hepimiz anlaşmaya imza atardık.
SON DAKİKAYA BIRAKMAYIN
Sonra semt pazarından alışveriş yapmak da kardeşimle benim görevlerimizden biriydi. Annem işe giderken alışveriş listesini ve gereken parayı bırakır, eğer becerip de para arttırabilirsek, bunu kendimize saklayabileceğimizi söylerdi. Pazarcılarla sıkı pazarlık etmeye o zamanlar başladım. İlk paramı da babamın arabasını yıkayarak kazanmıştım.
Diyeceğim o ki, çocuklara paranın ne olduğunu, nasıl harcanması, idare edilmesi gerektiği küçük yaşlardan itibaren öğretilmeli. Okul alışverişi de bunun için iyi bir fırsat olabilir.
Hálá kırtasiye dükkanlarından içeri adım atılabiliyorken son dakikaya bırakmayın, alışverişe çıkın derim.
Öğrencileri yeni ders yılına ve okula hazırlayan, heyecanlandıran en önemli faktörlerden biri okul alışverişi. Yeni defter ve kitapların kokusu, cicili bicili kalemler, çantalar sanırım her öğrenciyi heyecanlandırır (öyle, değil mi? Yoksa ben okulda inek miydim?). Bu yüzden okul alışverişine çıkarken çocuğunuzu mutlaka yanınıza alın, onun isteklerini ve seçimlerini göz önünde bulundurun. Bu onun alışveriş yapmak, bütçe idare etmek hakkında da pek çok şey öğrenmesini sağlar. Hem böylece bu alışveriş meselesi sizin için de eğlenceli bir hal alabilir.
Alışverişe çıkmadan önce mutlaka plan yapın. Yoksa eve döndüğünüzde poşetlerden çocuğunuzun ihtiyacı olmayan pek çok şey çıkabilir ve siz de paranızı sokağa atmış olursunuz. En iyisi çocuğunuzla birlikte bir liste yapın. Okulların önlük, forma ve spor malzemeleri için hazırladığı liste çoktan hazırdır. Kırtasiye malzemeleri de dahil olmak üzere, çanta, ayakkabı gibi tüm ihtiyaçları listeye ekleyin. Tekrar ediyorum, liste çocuğunuzun ‘istedikleri’ değil, ‘ihtiyaçları’ listesi olsun. Harcayacağınız ortalama para belli olunca bunun üzerine küçük bir miktar daha ekleyin ki, bu da çocuğun şımarma payıdır.
Alışverişe çıkmadan önce kafanızda alacağınız her şey için tek tek fiyat biçmeyin. Evdeki hesap asla çarşıya uymaz. Ama toplamda en fazla ne kadar harcayacağınıza karar verin. Bu miktarın ne kadar olduğunu çocuğunuza da söyleyin. Hatta düşündüğünüz kadar para harcamazsanız, artan miktarın bir kısmını çocuğunuza ödül olarak verebilirsiniz. Bunu o da bilirse, alışveriş sırasında pahalı ürünleri satın almanız için tutturmayacaktır. Onun yerine artan parayla çok daha fazla istediği bir şeyi satın almayı tercih edecektir. Ama sizin de mutlaka sözünüzü tutmanız ve ona artan paranın en azından bir kısmını vermeniz gerekir.
KENDİ POŞETİNİ KENDİ TAŞISIN
Tüketici Vakfı’nın çıkardığı Akıllı Alışveriş Ansiklopedisi’nden daha önce bahsetmiştim. İçinde çocukların alışveriş eğitimi ile ilgili bir bölüm de var. Bakalım ansiklopedi bu konuda neler diyor?
Çocuğunuza yaptığı bazı ekstra işler için para verin ve aylık bütçe belirlenirken onun da katılmasını sağlayın.
Büyümeye başlayınca adına bankada hesap açtırıp, harçlığını bankaya yatırın ve dengeli harcama yapıp yapmadığını kortrol edin.
İstediği şeyleri satın alabilmesi için para biriktirmeye teşvik edin.
Alışverişin amacını anlatarak, amaç dışındaki şeylere para ve zamanın olmadığını gösterin.
Satın alacağınız birkaç şeyi çocuğunuza söyleyin ve görünce hatırlatmasını isteyin.
Kendisinin tükettiği ürünlerin takibini ona bırakın ve izleyin.
Eğer bir şey için tutturursa, alışveriş listesini göstererek, onun istediği şeye ihtiyaç olmadığını anlatın.
Kendi kullandığı ürünleri taşımasını isteyin.
Kasa işlemleri sırasında yanınızdan ayırmayın, satın aldıklarınızı poşete koymaya yardım etmesini sağlayın.
Yazının Devamını Oku 27 Ağustos 2004
Son zamanlarda etrafımda o kadar çok insanın başı kopyalanan kredi kartlarıyla derde girdi ki, meselenin tamamını oturup, bir kez daha yazayım dedim. İnanın bu kopyalama işi kredi kartını çaldırmaktan daha tehlikeli. Bir kredi kartını kopyalamak aslında çok basit. Kartın manyetik şeridini okuyan, ‘card reader’ denen cihazlar var. Bu cihazları piyasada bulmak da, almak da çok kolay. Siz satın aldığınız mal veya hizmet karşılığında kartınızı kasadaki kişiye uzattığınızda, önce POS makinesinden, sonra size çaktırmadan bir de bu ‘reader’dan geçiriyor (elbette tüm kasa görevlileri değil, kötü niyetli olanları). Cihaz, kartın manyetik şeridindeki bilgileri okuyup, hafızasına kaydediyor. Sonra kötü niyetli kişi cihazı bir bilgisayara bağlayıp, bilgileri bilgisayara yüklüyor. Neticede ya tamamen sahte plastik bir kart yaratılıyor, ya da başka bir gerçek banka kartına bu bilgiler yükleniyor.
Bu tür dolandırıcılık insanların daha çok yurtdışı seyahatleri sırasında başına geliyormuş. Çünkü kopyalanan kartla yapılan alışverişlerin fark edilmesi daha uzun bir zaman alıyor. Sahtekarlık genellikle kopya kartın sahibi ile gerçek kartın sahibi aynı anda, farklı yerlerde alışveriş yapınca ortaya çıkıyor. Aynı kartla 10 dakika içinde hem İstanbul’da, hem de Kazablanka’da alışveriş yapılınca banka görevlileri duruma uyanıyorlar bir zahmet. Ha bir de, o güne kadar benzin bile almayan Ankaralı Leyla Hanım, Malatya’da bir benzinciden dört tane lastik alınca da anlıyorlarmış.
Kopyalama işinin kartı POS makinesinden geçiren kişinin haberi olmadan yapılmasına imkan yok. Bu gibi durumlarda genellikle kasada çalışan kişi, dolandırıcı çeteler ile işbirliği yapıyor. Cihaz küçük olduğundan tezgah altında saklamak hiç de zor değil.
Aynı durum ATM makineleri için de geçerli. Kartı yerleştirirken normal görünüp görünmediğini, kartı giriş bölümünde başka bir aparat olup olmadığını kontrol etmek gerekiyor.
Uzun lafın kısası, kredi kartınızı gözünüzün önünden sakın ayırmayın, restoran gibi yerlerde peşinden gidemeyeceğiniz için tanımadığınız, ilk defa gittiğiniz mekanlarda kullanmamaya çalışın.
Bush karşıtlarından donlu eylem
Amerika Birleşik Devletleri’nde bir grup ‘pişkin’ kadın (onlar kendilerine böyle demeyi tercih etmişler), Axis of Eve (Havva’nın Ekseni) adlı bir koalisyon kurdu. Görevleri ABD Başkanı George W. Bush’u ve sahtekar yönetimini önce ifşa edip, sonra yok etmek. Tepkilerini dile getirmenin ve politik tavırlarını ortaya koymanın en iyi yolunun harekete geçmek, bir eylem planı hazırlamak olduğuna inandıklarından enteresan bir kampanya hazırlamışlar. Böylece ortaya Protesto Donları çıkmış. Kampanyaları 1 Eylül’de New York şehrinde düzenlenecek olan Ulusal Cumhuriyetçiler Kongresi’nde zirve noktasına erişmiş olacak. O gün yaklaşık 100 kadar Havva ve Adem, donlarıyla toplu eylem yapacak. Böylece medyanın da ilgisini çekmeyi ve Bush yönetiminin utanç verici taktiklerini bir kez daha dile getirmeyi planlıyorlar.
Efendim donlara dönecek olursak. Erkek ve kadınlar için farklı bedenlerde tasarlanan iç çamaşırlarının üzerinde İngilizce sloganlar bulunuyor. İşte birkaçı (içlerinden en edepli olanları seçtiğimi ifade etmek isterim): ‘Bush’u ateşe verin’, ‘Bush dışarı’, ‘Vergilere değil, Bush’a çeki düzen verin’, ‘Bana bu kadar Bush yeter’, ‘Bush’la bir daha asla’...
Şu noktadan sonra Bush karşıtlarına sesleniyorum. Belki 1 Eylül’deki eyleme katılamayabilirsiniz ama üzülmeyin, bu donlardan bir tane siz de edinebilirsiniz. www.axisofeve.org internet sitesinden uluslararası sipariş verebiliyorsunuz. İç çamaşırlarının fiyatı 9 ile 19 dolar arasında değişiyor. Postalama için de 6 dolar alıyorlar. Evet, biraz pahalıya patlıyor ama belli olmaz giydikçe rahatlayabilirsiniz.
Siber alışveriş
Yemeksepeti.com’a rakip çıktı
İnternet üzerinden sonsuz çeşitlilikte yemek siparişi verme olanağı tanıyan yemeksepeti.com’a önümüzdeki ay bir rakip geliyor: www.aloyemek.com. İlk önce İstanbul’da 250 civarında restoran ile hizmet verecekler, daha sonra tüm Türkiye’ye yayılmayı planlıyorlar. Siteye ücretsiz olarak üye oluyor, adres ve telefon bilgilerinizi giriyorsunuz. Sistem yemeksepeti ile aynı işliyor. Semte veya yemek istediğiniz mönüye göre önünüze restoran listesi geliyor, siz tercihinizi yapıyorsunuz. Dilerseniz lezzetiyle ilgili kişisel değişiklikler talep edebiliyorsunuz. Ödeme kapıda yapılıyor. Sitenin farklı bir de uygulaması var. Her siparişinizde puan kazanıyorsunuz ve yeteri kadar puan biriktiğinde, ücretsiz yemek ısmarlayabiliyorsunuz.
"Artık ucuz elbise ve ayakkabı almıyorum. Pahalı ayakkabılar neredeyse hiç eskimiyor. Ayrıca giyimimiz kim olduğumuzu anlatan en önemli faktördür."
Yazının Devamını Oku 20 Ağustos 2004
Paranın mutluluğu satın alamayacağını iddia edenler, iyi bir alışveriş merkezinin yolunu bilmeyenlerdir.<br><B>Bo Derek</B> Evlilik sezonu tüm hızıyla devam ederken, benim kuyumcu maceralarımın da sonu gelmiyor. Bir hafta kırmızı kurdeleli, bir hafta mavi kurdeleli altın almaya devam ediyorum. Gelinler için kırmızı, damatlar için mavi. Gerçi son sefer şüphelendim mavi sakın erkek bebekler için olmasın diye ama artık çok geç, damadın yakasına taktım gitti. Bu arada İstanbul kuyumcularının da bana pek emeği geçti, her sefer yeni bir şey öğreniyorum. Örneğin iki hafta önce kredi kartı ile altın (çeyrek, yarım ve tam olarak tabir edilenler sadece) satın alınamadığını acı bir şekilde idrak etmiştim. Geçen hafta da, altın isterken ‘eski tarihli mi, yeni tarihli mi’ diye sormamak gerektiğini öğrendim. Mısır Çarşı’ndaki kuyumcuya girdim, ‘Çeyrek altın var mı?’ diye sordum. ‘Var, kurdelesi ne renk olsun’ dedi satıcı. Sonra ben daha önceki deneyimlerime dayanarak, ‘Altının tarihi eski mi yeni mi?’ diye sordum. Biliyorsunuz bu altınlar üretildiği yılın tarihini taşıyorlar. Yeni tarihli olanlar için kuyumcular bir milyon fark alıyor. Almışken en yenisi olsun dedim ben de. Fakat satıcı ‘Yeni tarihli kalmadı zaten’ dedi ve en babacan haliyle ‘Bir daha aklınızda olsun, sakın yeni tarihli mi diye sormayın. Sorunca bir milyon fark alıyorlar. Sormazsanız hepsini aynı fiyata satıyorlar’ diye nasihat etti. Sizin de aklınızda bulunsun, sakın tarihini sormayın.
Ne kadar harcadığınızı kocanızdan saklamayın
Yine Amerika’da ‘bir araştırma’ yapılmış. Kim yaptı, nerede yaptı belli olmadığından mesafeli yaklaşmakta fayda var. Aslına bakarsanız pek de bilmediğimiz bir şeyi söylemiyor araştırmanın sonuçları: Kadınlar alışverişte ne kadar para harcadıklarını kocalarından saklıyorlarmış. Özellikle de ev veya mutfak için yaptıkları harcamaları değil, giyim veya kozmetik gibi kişisel olanları... Üstelik de kendi kazandıkları parayı harcıyor olsalar bile. Aldıklarını gösterirken, ‘Kaça aldın’ diye sorulduğunda ‘indirimden’ diyorlarmış.
Ne kadar tanıdık bir hikaye. Nasıl bir suçluluk duygusudur o. Alışverişten dönünce aldıklarını göstermek... Sanki tüyü bitmemiş yetimin hakkını yemişsin, evin ekmek parasını gidip kumarda harcamışsın, elektrik faturası için ayrılan parayı inceltici kreme yatırmışsın gibi. İnsan aldıklarını gösterirken önce ev için, çocuk için olanlardan başlar. O sırada ‘Hiç değilse bir parça da onun için alsaydım keşke’ diye pişmanlık duyulur. Birden poşetten çıkan her şey gereksiz harcama gibi görünür. Vicdanı biraz olsun rahatlatmak için de, sorulunca harcananın neredeyse yarısı kadar bir para söylenir. Belki de ‘Avuç içi kadar şeye bu kadar para verilir mi, kazıklanmışsın valla’ dendiğini duymamak için. Sonra çarşı pazarla arası olmayan o kocalar, hayat gerçekten bu kadar ucuz sanıp, paranın nereye gittiğine bir türlü anlam veremezler.
Rica ediyorum yapmayınız, kendinizi harap etmeyiniz. Şuursuzca ve limit tanımadan alışveriş yapıyor olmadıktan sonra kendiniz için bir şeyler satın almakta kötü bir taraf yok. İnsana az para harcıyor diye kimse madalya takmıyor hem.
Atina’da alışveriş yaparken siesta saatlerine dikkat
2004 Atina Yaz Olimpiyatları 29 Ağustos Pazar gününe kadar sürüyor. Türkiye’den de karşılaşmaları izlemek üzere bilet alan pek çok kişi var. Olimpiyat Oyunları’nın resmi sponsoru Visa, Atina yolcuları için ipuçları hazırlamış. İçinde pek çok başlık var, ben elbette alışveriş ile ilgili olan bölümü sizlere aynen aktarıyorum. İşte Atina’ya gidecekler için alışveriş rehberi:
Atina’da alışverişe çıkarken yanınıza 100 Euro veya 500 Euro’luk banknotlar yerine, 20 ve 50’lik olanları alın.
Mağazalar pazartesi, çarşamba ve cumartesi günleri genellikle 09.30-15.30 arası açık. Salı, perşembe ve cuma günleri ise 09.30-15.00 ve 17.00-20.30 arasında hizmet veriyorlar. 15.00-17.00 saatleri arası siesta zamanı, açık bir yer bulmak mümkün değil.
Hipermarketler pazartesi, çarşamba ve cumartesi günleri 09.30-17.00 arası, salı, perşembe ve cuma günleri ise 09.30-21.00 arası açık. Ancak Olimpiyat Oyunları sırasında ufak tefek değişiklikler olabilir.
Giyim alışverişi yapacaksanız, tüm yaş gruplarına ve giyim tarzına uygun bir şeyler bulmak mümkün. Kolonaki, Kifissia ve Glyfada adlı mağazalar tavsiye edilir.
Alışveriş sonrasında bir yerlerde oturup dinlenmek, bir fincan kahve içmek isterseniz en ‘trendy’ yerler; Da Capo, Music Cafe, Big Deals, Klik Cafe, Chocolat, EgoMio, CafeCafe, Cosi ve Barmachy.
Yazının Devamını Oku 13 Ağustos 2004
O benim kahramanım. Ah nasıl isterdim onun gibi gamsız olayım, bütün gün televizyon karşısında yayılayım, hayat karşısındaki benzersiz duruşumdan bir gıdım olsun taviz vermeyeyim. Ha, bir de bütün nankörlüğüme rağmen beni hep sadakatle sevecek bir Jon sahibi olabileyim. Belki baka baka bünyede bir hareket meydana gelir, bir ümit kıvılcımı çakar diye yıllarca takip ettim televizyondaki çizgi dizilerini, gazetelerdeki bantlarını. Heyhat! Genetik mirastan benim payıma işgüzarlık derecesinde vazifeperverlik ve lüzumsuz telaş yaratma yeteneği düşmüş sadece. Üstelik bu kişilikli kedi (Garfield 26) benden (Banu Tuna?) birkaç yaş küçük. Buna rağmen böyle görmüş geçirmiş bir ifade, böyle bir vakar, yıllarca edinilemeyecek bir vurdumduymazlık... Pes doğrusu.
Efendim başlıkta da söylediğim gibi, Garfield’ın ilk çizgi sinema filmi gösterime bugün girdi, ama Garfield temalı ürünler raflarda yerini çok daha önce aldı. Garfield’ın Türkiye’deki marka ve telif hakları Gamma adlı bir şirketin. Gamma, Garfield markalı ürünler geliştirsin diye 12 firmaya lisans vermiş. Bu firmalar, filmin gösterime gireceği 75 sinema salonunda dağıtılmak üzere 10 bin hediye çantası hazırlamış. Filmi görmeyi planlıyorsanız bir parça acele edin, çantanız da olsun.
Bu bahsettiğim, Garfield sektörünün sadece bir bölümü. Bir de mağazalarda bulabileceğiniz ürünler var. Örneğin Kominik, aylık bir Garfield dergisi çıkarmaya başladı. Elit çanta, tam da mevsimi gelmişken Garfield baskılı okul çantalarını piyasaya sürüyor, Evita battaniye, Kediler adlı şirket ise kırtasiye ürünleri yapmış. Gündemde yer tutan hiçbir olayı veya filmi atlamayan Goldaş ise, Garfield temalı altın ve gümüşleri ile listede yerini almış. Havlu üreticisi Özdilek, nevresim takımları yapan Taç Linen, oyuncak üreticileri Magic Toys, Neco Toys ve Konsensus ile koleksiyon bibloları üreticisi Similo, Garfield ürünlerini piyasaya süren diğer firmalar.
Tembel kedinin sevenlerine duyurulur...
Siber alışveriş
Starbucks Ankara’da iki şube açıyor
Geçen yıl pek bir heyecanlanmıştık İstanbul’a geleceğini duyduğumuzda. İlk açılan şubelerin önünde günlerce izdiham yaşanmış, boş bir yer bulmak için uzun beklemeler yapılmıştı. Ankaralılar genel serin duruşlarını, Starbucks karşısında da sergiliyor olabilirler, duruma vakıf değilim. Belki haberleri yoktur, haber vereyim: Starbucks, Ankara’ya iki şube ile geliyor. Bu ayın sonunda biri Arjantin Caddesi üzerinde, diğeri ise Armada Alışveriş Merkezi’nde açılacak. Üzerinde ayçekirdekleri olan ekmekle yapılan jambonlu sandvici, metal kutuda satılan tarçınlı şekerleri, chai tea latte ve karamel machiato’su tavsiye edilir.
Bundan böyle arada bir, internet üzerinden alışveriş yapabileceğiniz bazı adreslerden de bahsedeceğim. İlk adresimiz www.nizamiye.com. Yakında askere gideceklere ilaç gibi gelecek. Hem bilmeniz gerekenlerden, hem de almanız gerekenlerden bahsediyorlar. Kısa dönem, uzun dönem veya bedelli fark etmez. Örneğin armyXL diye bir paketleri var, içinden çıkanlarla en uzun döneminden askerlik yapılır, eve yine de temiz birkaç parça eşyayla dönülür. Tişört, bere, don, çorap, eldiven, boyunluk, bot keçesi, tıraş kutusu, dikiş seti, havlu, kar maskesi, çamaşır torbası, dolap kilidi, ne arasanız var. Üstelik hepsi Türk Silahlı Kuvvetleri’nin standartlarına uygun. Fiyatı 99 milyon 500 bin lira. Army28 paketi ise bedelli askerlik yapanlar için. Onun fiyatı ise 127 milyon 500 bin lira. Şimdi alışveriş yapanlardan kargo ücreti de alınmıyor.
Yazının Devamını Oku 6 Ağustos 2004
Evet sevgili okurlar, yanlış okumadınız! Artık yeryüzünde alışveriş yaparken kaç kalori yaktığınızı ölçen arabalar var. Fakat maalesef yine gavurlar icat ettiğinden, biz belirsiz bir süre beklemede kalacağız. İyi haber geçtiğimiz günlerde İngiltere’den geldi. Yeni icadın adı, ‘form arabası’ manasına gelen Trim Trolley. Spor merkezlerindeki aletlerde bulunan birkaç fonksiyonun eklenmesiyle yaratılmış. Mucizevi alet, Alman firması Wanzl tarafından geliştirilmiş. Alışveriş arabasını itmek için kullandığımız kolun üzerine algılayıcılar yerleştirip, alışveriş yapan kişinin kalp atışlarını takip edebiliyorlar. Böylece kaç kalori yaktığınız da hesaplanıyor.
Tepeleme yüklenmiş bir alışveriş arabasını itmek enerji gerektiren, insanı hayattan bezdiren bir iş. Fakat ‘form arabası’ sayesinde itmek için harcadığınız enerjiyi ölçebiliyor, kaloriler gittikçe gaza geliyor ve arabayı biraz daha itmek için kendinizde güç bulabiliyorsunuz.
Cebinizde para yok arabayı dolduramadınız, fazlasına ihtiyaç yok bir iki parça alıp çıkacaksınız ya da hayli gaza geldiniz, ittiğiniz ağırlık sizi kesmedi... Aman efendim çaresi var. Arabanın arka tekerlekleri arasına üçüncü bir tekerlek yerleştirilmiş. Bu tekerlek siz arabayı ittikçe direnç gösteriyor ve sizi zorluyor. Böylece daha da fazla enerji harcamış oluyorsunuz. Direnç seviyesi birden 10’a kadar ayarlanabiliyor.
YÜZMEK YERİNE 20 DAKİKA ALIŞVERİŞ
Yapılan araştırmalar sonucunda, insanların süpermarketlerde ortalama olarak 40 dakika geçirdikleri düşünülüyor. Standart bir araba itiyorsanız bu 40 dakikada 160 kalori harcadığınız anlamına geliyor. ‘Form arabası’nı aynı süre boyunca itmek ise (eğer direnç seviyesini yediye ayarlarsanız) ortalama bir insan için 280 kalori demek. Kıyaslama yapmanıza yardımcı olayım; 20 dakika serbest yüzmek de 280 kalori yaktırıyor.
Prototipin test sürüşleri Batı Londra’nın Kensington bölgesindeki Tesco adlı markette başlamış. Böyle bir alışveriş arabasının maliyeti 500 sterlin. Oysa standart bir alışveriş arabası 70 sterline maloluyor. Biraz pahalı bir yatırım. Ancak uzun vadede, market saatlerce dışarı çıkmayan ve aldıkça alan insanlarla dolacağından kára geçeceklerini umuyorum.
Market yetkilileri arabaların çalınmasını önlemek için güvenlik çareleri aramakla meşgulmüş. Tesco’dan bir yetkili, ‘Müşterilerimizin artan sağlık ve incelme hassasiyetini dikkate aldığımızı göstermek istedik’ demiş.
Tasarım ekibi ise, bu yeni alışveriş arabası sayesinde insanların ‘Bunca kalori yaktık, aman boşa gitmesin’ anlayışıyla çikolata gibi bol kalorili yiyecekler yerine, meyve-sebze reyonlarına rağbet edeceklerini umuyorlarmış.
Yazının Devamını Oku 30 Temmuz 2004
Bu aralar kime rastlasam (restoranda servis yapan garsonlar dahildir) ‘Sayın Alışveriş Cadısı siz bilirsiniz, bu aralar ucuza nereden alışveriş yapalım?’ diye soruyor. Ben de değişmez biçimde ‘Nereden isterseniz yapın, her yer indirimde’ diyorum. Sonra onlar da yine değişmez biçimde ‘İyi de bu indirim dedikleri gerçek indirim değil ki, fiyatlara önce bindirip, sonra indiriyorlar, değişen bir şey olmuyor’ diye karşılık veriyor. Sevgili okurlar işte burada açıklıyorum: Bindirimli indirim bir tür şehir efsanesidir. Evet, bir vakitler bu yöntemi kullanarak müşteriyi kandırmaya çalışanlar, hatta kandırmayı başarıp kár sağlayanlar olmuştur. Ancak bugün tekstil firmaları belli başlı odalar veya birlikler etrafında toplanıyorlar. Artık herkes bir diğerinin ne yaptığından haberdar ve bu da bir tür denetleme mekanizması oluşturuyor.
Gözden kaçırmak mümkün değil, neredeyse tüm firmalar indirime girdi. İndirim oranları yüzde 50 civarında seyrediyor. İşi yüzde 70’e kadar vardıranlar var. Alışveriş yapmanın tam zamanı. Evet, önümüzdeki ay indirim oranları bir parça daha artacaktır, ancak o vakit de dilediğiniz ürünü bulma şansınız hayli azalacaktır.
İndirim dönemlerinde markaların uyguladığı politikalar ikiye ayrılıyor. Bir bölümü sezon başında bir kez ürettiği malını indirimle eritmeye çalışıyor. Diğer bir bölümü ise sezonda çok satan malları tespit edip, indirim için ikinci bir üretim yapıyor, ancak bu malların indirimini diğerlerinden daha düşük tutuyor. İşte tüketicinin ‘Bu ne biçim indirim’ dediği ürünler de bunlar oluyor.
Ben size iki konuda dikkatli olmanızı tavsiye ediyorum. Birincisi vitrinde yazan ‘Yüzde 70’e varan indirim’ duyuruları. Çünkü içeri girdiğinizde ancak bir iki parça ürünün yüzde 70’e vardığını görüyorsunuz. İkincisi de sezonda gözünüze çarpan, almak istediğiniz ürünlerin fiyatını takip etmeniz. Böylece indirim zamanı fiyat bindirilmediğinden emin olur, gönül rahatlığıyla alışveriş yaparsınız. Ne olur ne olmaz, belki hálá müşterisini kandırmaya çalışan bir iki firma vardır.
En alınası ürün
İşte mucizevi bir icat. İddia ediyorum tüm bir kadın neslini (sinir bozucu bir iki istisna hariç) derin depresyonlardan kurtaracaktır. Sahillerde utana sıkıla dolaşmaya, havlulara pareolara dolanmaya son. Şu köşede görmüş olduğunuz ürün çatlakmış, yara iziymiş, miadı dolmuş dövmelermiş, varismiş her nevi problemi problem olmaktan çıkarıyor. Adı Coverderm Perfect Legs. Kozmetik kamuflaj malzemesi. Vücudun herhangi bir bölümündeki istenmeyen her türlü cilt problemini mükemmel biçimde kapatıyor. Üstelik yüzde yüz suya dayanıklı. Denize veya havuza girdiğinizde, terlediğinizde çıkmıyor. Ancak kurulanırken dikkatli olmanız, havluyu sürtmeden, tamponlayarak kurulanmanız gerekiyor. Cildin gözeneklerini kapatmıyor, SPF 16 özelliği sayesinde güneşten korunmanızı da sağlıyor. Yüzdeki leke ve akneler için Coverderm Classic ve Perfeck Face, göz çevresindeki halkalar için Coverderm Consealer çeşitleri de var. Fiyatları 23 ile 48 milyon arasında değişiyor. Eczanelerde bulmak mümkün. Henüz deneyemedim ama bir tüpün en az bir sezon gittiğini söylüyorlar. İlle de tüm vücudunuza sürmeniz gerekmiyor. Dokuz farklı renk seçeneği sayesinde küçük bir bölüme, renk farkı yaratmayacak biçimde sürebiliyorsunuz.
Sağda Solda Duyduklarım
Fransız kozmetik markası L’Occitane’nın İstanbul’da iki şubesi var. Biri Nişantaşı Abdi İpekçi Caddesi üzerinde, diğeri de Beyoğlu Markiz Pasajı’nda. Yakın bir zaman içinde anti-aging ürünlerini de Türkiye’ye getirmeyi planlıyorlar ve ürünlerin yaşlanmayı önlediği konusunda da hayli iddialılar.
Artık Gima’da da OGS (Otomatik Geçiş Sistemi) satışı yapılıyor. Köprü ve otobanları sıkça kullananlar için büyük konfor. Ruhsat ve kimliğinizin aslı ve fotokopisi ile Gima mağazalarındaki müşteri hizmetleri servisine başvuruyorsunuz, OGS cihazını anında alıyorsunuz. Uygulama şimdilik İstanbul Anadoluhisarı, Florya, G-Mall, İdealtepe, Kemerburgaz, Mecidiyeköy, Selamiçeşme, Şişli ve Zeytinburnu şubelerinde geçerli.
Yazının Devamını Oku