Annemin evlat edinmek zorunda kaldığı bir kedisi var. Geçen yaz, daha gözleri bile açılmamışken annesi tarafından kapıya bırakıldı.
Televizyonun uzaktan kumandası, bir kase süt ve hatta kendi kuyruğundan bile korktuğu için adını ‘Tırsık’ koyduk. Sevimli sarman kedi Tırsık, pek de oyuncu maşallah. Bütün gün evdeki meşgalesi de (uyuyarak geçirdiği 18 - 20 saat hariç) ayakkabı bağcıklarını kemirmek. Bağcıklara meydan okuyuşunu, kahramanca üzerlerine atılışını ve onları alt edişini izlemek, kabul etmem gerekir ki zevkli oluyor.
Son gidişimde, geçen sezon sonunda indirimden aldığım ve bu kış sadece birkaç kez giyebildiğim çizmelerimi dolaba kaldırmaya üşenip, dışarıda bıraktım. Çizmelerin bağcığı yok, dolayısıyla Tırsık’ın ilgi alanına girmiyorlar. Hayvan sürekli çevrelerinde dolanıp duruyor, ama ben aptalım ya, aldırmıyorum. Birkaç saat sonra kedimiz beyefendinin şevkate ihtiyacı oldu, kucağıma atladı. Ama hayvanda bir terslik var, her zamankinden daha tırsık sanki. Bıyıklarından ve ağzından sallanan kahverengi deri parçalarını farketmem o esnada oldu. Gerisini hatırlamıyorum, kendimi kaybetmişim.
Şimdi elimde tekinin burnu bir kedi tarafından yenmiş bir çift çizme var. Gözüm görmesin diye dolabın en dibine sakladım. İyi bir lostracı bulmadan oradan çıkarmayacağım. Gerçi artık o çizmeler için lostracı değil, plastik cerrah lazım. Sıfırdan burun kondurmak gerekiyor çünkü.
Eli ayağı düzgün tek çizmem kullanılmaz hale geldiğinden, hafta başında yeni bir tane almak için alışverişe çıktım. Bir yandan da ‘Allah’tan’ diyorum, ‘kedi çizmeyi indirim döneminde yedi’.
Ama meğer indirim fiilen bitmiş sevgili okurlar. Yani alışveriş takvimine bakarsak hálá indirimde olmamız lazım, ama vitrinlerde çizme filan kalmamış. Her yerde parmak arası terlikler var. Her biri de çizme fiyatına satılıyor. Mağazaların pek çoğu kışlıkları tamamen kaldırmış, bazıları bir köşede birkaç parça bir şey bırakmış ama ne beden var, ne de doğru düzgün modeller.
Sadece ayakkabı değil, her şeyde durum aynı. Dışarıda kar yağıyor, mağazalarda kazak yok. ‘Kazak kalmadı, yerine bikini verelim’. Bu soğukta kimsenin elini yazlıklara sürdüğü de yok, öööle duruyorlar. Zaten indirimde 20-30 liraya kazak gören bu gözler, 120 liraya avuç içi kadar askılı bluzları görünce dumura uğruyor.
GERÇEK İNDİRİM SAHTE İNDİRİM
Alışveriş merkezlerinde indirim bitmiş gibi görünüyor ama elime de her gün indirim bültenleri geçiyor. En son Sarar’dan bir tane geldi. Anlaşılan erkekler için indirim daha bitmemiş.
Aynen şöyle demişler: ‘İndirimin gerçeği olur mu demeyin. Olur. Üstelik sahtesi de olur. İndirim öncesi yükseltilen fiyatlar... Bu şişik fiyatlar üzerinden konan, gerçek olmayan yüksek indirim oranları ve indirim kisvesi altında indirimsiz sunulan fiyatlar. Oysa Sarar uyguladığı dürüst fiyat ve dürüst indirim politikasıyla gerçek bir indirim uyguluyor.’
Ne kadar da hamasi. Anladık, Sarar’da en hakiki öz indirim uygulanmakta. İyi de insan dahil olduğu bir sektörü, adres göstermeden, böyle ortadan ve genelleyerek karalar mı? Zaten müşterilerde güvensizlik var, zaten kimse bu tip söylentilerin doğruluk payından emin olamıyor. İnsanlar güvenlerini hepten yitirirse, gerçek, hakiki, öz indirim yaptığınız için bir tek siz mi tercih edileceksiniz.
Evet, bir vakitler bu yöntemi kullanarak müşteriyi kandırmaya çalışanlar, hatta kandırmayı başarıp kár sağlayanlar olmuştu. Ancak bugün tekstil firmaları belli başlı odalar veya birlikler etrafında toplanıyorlar. Artık herkes bir diğerinin ne yaptığından haberdar ve bu da bir tür denetleme mekanizması oluşturuyor.
Zaten indirim esnasında kaliteli ürünler satan herhangi bir markada hakiki deriden bir ayakkabı 40 liraya, gömlek 10-15 liraya düşmüşse indirim oranının ne önemi kalıyor. ‘Evet bu ayakkabı gerçekten çok ucuz ama acaba iddia ettikleri kadar indirim yapmışlar mı’ diye paranoyak mı olacağız?
HER ALIŞVERİŞ MERKEZİNE KİLİTLİ DOLAP
Bugün burada bir kampanya başlatmış bulunuyorum sevgili okurlar. Adını da ‘Her alışveriş merkezine kilitli dolap’ kampanyası koydum. Bıktım elim kolum dolu dolaşırken eziyet çekmekten.
Kış günü üzerinizde ağır palto, şemsiye, atkı, bere, çanta ile giriyorsunuz kapıdan. İçeride bir iki adım attıktan sonra terlemeye başlıyorsunuz. Soyunmak zorunda kalıp, zaten çanta ve şemsiye ile dolu olan elinize palto, atkı ve bereyi de alıyorsunuz. Sonrası mağazalarda çekilen eziyetten ibaret. Bir de alışveriş yaptığınızı düşünün.
Sonra bir de soyunma kabinleri var. Elinizdekileri kabine alsanız soyunacak yer kalmaz, dışarıda bırakamazsınız, çalınır.
Otomobili olanlar paltolarını bırakıp, giriyor alışveriş merkezlerine. Alışveriş yaptıktan sonra yemek yiyeceklerse veya sinemaya gireceklerse poşetleri de arabaya indiriyorlar. Peki bizim günahımız ne?
Oysa alışveriş merkezlerinde, yurtdışındaki garlarda olduğu gibi kilitli dolaplar olsa. Elimizde ağırlık yapmasını istemediğimiz eşyalarımızı bu dolaplara bıraksak, anahtarı da bizde olsa. Şöyle kuşlar kadar hafif vitrin baksak, alışveriş yapsak.