Banu Tuna

Meydan’ı boş buldum attım tuttum

22 Aralık 2006
İstanbul Ümraniye’deki IKEA, aslında koca bir alışveriş merkezinin parçası. Biliyorum bunu daha önce yazdım. Sabrederseniz, daha önce yazmadığım bölümlere geleceğim. Efendim, IKEA’nın da dahil olduğu 128 bin 122 metrekarelik alan önümüzdeki yaz Meydan adında bir alışveriş merkezine dönüşmüş olacak. Metro Group’un en iddialı projelerinden biri. Özellikle çevrede sayıları hızla artan sitelerde yaşayan yeni nesil Ümraniyelileri hedefliyorlar.

Yola çıkmadan önce bazı araştırmalar yaptırmışlar. Bakın insanların alışveriş merkezleriyle ilgili şikayetleri neler: Tavanlar alçak, cazibesi yok, her yer beton, kutu gibi, koridorlarda kayboluyorum, çok kalabalık, huzursuzluk verici.

Taleplerini şöyle sıralamışlar: Gün ışığı alsın, geniş ve ferah olsun, gidince rahatlayalım gevşeyelim, sadece alışverişin değil hayatın merkezi olsun, gittiğimde ailemle zaman geçirebileyim.

Şikayetlere tamamıyla katılıyorum. Bugün alışveriş merkezlerinin büyük bölümü bu durumda. Daracık koridorlara özellikle özel günler öncesinde bir de küçük hediye stand’ları, çekilişle verilen otomobiller filan sıkıştırıyorlar insan delirecek gibi oluyor. Ancak taleplerinin karşılığını başka adreslerde aramalarını da şiddetle tavsiye ediyorum. Evet, alışveriş merkezleri gün ışığı alsa iyi olur ama bunun için bir AVM’ye gitmek yerine insan kendini çayıra çimene vursa daha iyi olmaz mı. Bir de, rahatlama ve gevşeme arayanlara Uzakdoğu reçetelerini öneriyorum. İnsan diğer 3-4 bin kişiyle alışveriş yaparken rahatlık ve gevşeme beklememeli.

Ana fikre dönecek olursak... Çıkan sonuçlara bakan Metro ekibi, Meydan’ı bir açık alışveriş merkezi olarak inşa etmeye karar vermiş. Merkez adını, bölgedeki bir ihtiyaçtan alıyor. Çevredeki sitelerde yaşayan insanların-ki sayıları 3 yıl sonra 110 bin kişiyi bulacak- toplanacak, buluşacak bir meydanları yok. Meydan’ın iddiası bu ihtiyacı karşılamak.

Görünüşe bakılırsa açık alışveriş merkezi konsepti iyi tuttu. Meydan, son zamanlarda inşa edilen üçüncü açık AVM olacak. İlk tepkileri hep Kanyon göğüslemek zorunda kalmıştı. Ardından Forum Bornova açıldı. Şimdi de Meydan geliyor. Tabii bu işin öncüsü Bodrum’daki Oasis.

Projenin mimari özellikleri, içinde hangi mağazaların olacağı belli. Çizimlerini gördüm, Real Hipermarket olacak dev yapının çatısı üçgen yaparak yere kadar iniyor ve üzeri tamamen çimlendirilmiş. İnsana bir vadide yürüyor hissi veriyor.

Meydan’ın işleyişine dair birtakım yeni fikirler duymak, diğer AVM’ler arasından sıyrılmanın yollarını bulmak üzere bu hafta başında bir arama toplantısı yaptı Metro Group yetkilileri. Gazeteciler, Metro Group çalışanları ve Meydan’da mağaza açacak olan markaların temsilcileri katıldı toplantıya.

Hepimizden uçmamızı istediler. Ne kadar saçma veya imkansız gibi görünürse görünsün tüm fikirlerinizi söyleyin dediler. Ben şahsen hunharca uçtum, fikirlerimin ne kadarı işe yarar bilmiyorum. Ayaklarımın yere bastığı bir an "her alışveriş merkezine kilitli emanet dolapları konsun" fikrimi burada da gündeme getirdim, umarım dikkate alırlar.

Bir alışveriş merkezinin böyle bir toplantı yapması, insanların fikrini alması ve en önemlisi bunların bir bölümünü hakikaten uygulayacak olması hoş. Eğer söylediklerimizin hepsini yapmaya kalkarlarsa Meydan türünün tek örneği olur orası kesin. Ama dışarıdan bakıldığında bir alışveriş merkezi olduğu anlaşılır mı orasını kestiremiyorum.

İş görüşmesine giderken hangi parfümü süreceksiniz

Ortada bu konuda yapılmış bir araştırma falan yok, ama çarşıda pazarda alışveriş yapanları doğal halde gözlem metoduyla inceledim, edindiğim verilere göre yılbaşı öncesi en çok satan şeylerden biri parfüm. Bu dönemde reklamlar ve ilanlarla en çok pompalanan şey de parfüm. Hangi kanalı açsam karşıma bir parfüm reklamı çıkıyor.

Şimdi, yılbaşı arifesinde olduğumuza ve herkes birilerine hediye aradığına göre, bunca parfümü insanlar kendilerine alıyor olamazlar. Alıp, birilerine hediye edecekler. Çok tehlikeli!

Nasıl kokacağımız çok kişisel bir şey. Elbette bizi çok iyi tanıyan insanlar da bu seçimi isabetli yapabilir. Onun dışında iş tamamen şansa kalıyor. Yanlış seçilmiş bir parfümü kullanmaya çalışmak da epey ıstırap verici bir süreç, migrene bile yol açabilir.

Eğer bu aralar ısrarla birisine parfüm almayı düşünüyorsanız, halihazırda kullandığınız parfümden sıkıldıysanız, parfüm konusunda kendiniz için bile seçemeyecek kadar beceriksizseniz, ilk parfümünüzü almaya hazırlanıyorsanız elimde tam size göre bir şey var. Dilerseniz bizzat kendisini bile hediye olarak satın alabilirsiniz.

Henüz çok yeni olan Alef Yayınları, yeni yıl münasebetiyle yeni bir kitap çıkarıyor. Adı; Parfüm Hakkında Bilmek İstediğiniz Herşey. Yazarı John Oakes. Gerçekten de parfümle ilgili bilmek isteyeceğiniz her şey var içinde. Bakın hangi soruların cevabını bulacaksınız:

Parfüme çok para vermek şart mıdır, ucuzundan açığından alsak olmaz mı? İş görüşmesine giderken nasıl bir koku sürmek gerekir? Düğünde gelinsem hangi parfümü, davetliysem hangi parfümü kullanayım? Tipik bir yay burcuyum, hangi kokular bana gider? Hangi parfümü sıkarsam erkekler etrafımda pervane olur? Tek parfümle idare etsem olmaz mı, mutlaka birkaç tane mi almak gerekir? Ben odaya girince herkes başka bir tarafa kaçtı, neden acaba?

Kitabın yazarı uzun yıllar reklamcılık ve köşe yazarlığı yapmış biri. Parfüm kendisinin saplantı alanıymış.

Kitabı şu anda ideefixe, Pandora, Kitapyurdu gibi internet üzerinden kitap satışı yapan sitelerde bulabilirsiniz. Önümüzdeki hafta ise mağaza raflarına çıkacak. 18 liraya satılıyor.
Yazının Devamını Oku

Deloitte araştırmasının ortaya çıkardığı gerçek Türk erkekleri kadınlara hediye almayı bilmiyor

15 Aralık 2006
Türkler’in hediye alışverişi davranışlarını incelemeye bu hafta da devam ediyoruz. Geçen hafta Visa’nın elde ettiği araştırma sonuçlarından bahsetmiştim. Bu hafta elimizde Deloitte’in 14 ülkede, 10 bin kişiyle yaptığı araştırmanın sonuçları var.

Deloitte, denetim, vergi, yönetim danışmanlığı ve kurumsal finansman hizmetleri veren bir kuruluş. Hizmet alanını listelerken bile aklım karıştı, içim sıkıldı. Hemen alışverişle ilgili bölüme geri dönüyorum.

Araştırma aralarında Belçika, Fransa, Almanya, İngiltere, İtalya, Portekiz, İspanya, Yunanistan, Rusya, Güney Afrika ve Türkiye’nin bulunduğu ülkelerde yapılmış. Türkiye’de ağırlıkla batı bölgelerinden, çoğunlukla eğitim ve gelir düzeyi orta veya üst seviyedeki 821 kişiyle görüşülmüş.

İşte elde edilen sonuçlardan ilki: Türk erkekleri kadınlara hediye almayı bilmiyor! Pek şaşırtıcı bulmadım açıkçası. Hepimizin bildiği, en azından hayatın öğrettiği bir gerçek. Fakat araştırmaya katılan kadınlardan bazıları, kocalarının veya sevgililerinin yiyecek içecek hediye etmesinden rahatsız olduklarını söylemiş. Ne yani, bu adamlar kasayla portakal, bir bidon şalgam suyu filan mı hediye ediyor acaba? Kimse şampanya ve çikolatadan rahatsız olmaz sanırım.

En fazla hediyeyi arkadaşlara, ardından çocuklara alıyormuşuz. Bu yılbaşında hediye alma alışkanlığı olan Türk tüketicilerinin ortalama 11 hediye alması, bunların üçünü çocuklara, sekizini ise yetişkinlere vermesi bekleniyor.

Avrupa’da 12 yaşın altındaki çocuklar hediyelik olarak en fazla video oyun istiyormuş. Türkiye’de ise kitap! Şimdi bu sonuç pek bir ideal görünüyor ama bana biraz kuyruklu yalan gibi geldi. Çocuklara soru sorulurken yanlarında öğretmenleri filan vardı belki de. "Hayır anneciğim hayır, video oyunları gelişimim açısından hiç sağlıklı değil. Onun yerine hayal dünyamı geliştirecek kitaplar almanı tercih ederim" mi diyor yani bizim veletler.

Son bir veri: Türkler yılbaşı alışverişine her milletten daha geç başlıyormuş. Sonra da, son dakika hücumu sırasında ortalığın kalabalık olmasından şikayet ediyorlarmış. Araştırma sonuçlarına göre tüketicilerin yüzde 42’si ortamın kalabalık olmasından, yüzde 42’si uzun kuyruklardan, yüzde 33’ü personel eksikliğinden, yüzde 30’u ise aradığı ürünü bulamamaktan şikayet ediyor.

Enteresan bir milletiz biz, çok enteresan.

İyi tarafından bak gününüz kutlu olsun

Deliye her gün bayram sözünü şiar edindiyseniz sorun yok. Ama değilse, Amerikan icadı özel günlerden faydalanabilirsiniz. Örneğin önümüzdeki perşembe (21 Aralık) Dünyaya İyi Tarafından Bak Günü. Bir gün olsun hayata olumlu bakabilmek için kutlanıyor. Güzel bir girişim, desteklemek lazım.

Hatta Bilstore desteklemeye başlamış bile. O gün için sloganları Pembe Gözlüğünüzü Takın. 21 Aralık’ta Bilstore mağazalarını ziyaret edenler, çeşitli sürprizlerle karşılaşacaklarmış. Sürprizlerin ne olduğunu merak ettiyseniz Nişantaşı ve Kanyon mağazalarına uğramanız gerekiyor.

Bu arada haberiniz olsun, dünya üzerinde Kırmızı Bir Elma Ye, Kahverengi Ayakkabı Giy, Küvet Partisi Ver, Mektup Yaz, Pamuk Şeker Ye, Ölü Balinaların Ruhu Şadolsun günlerini kutlayan insanlar var.

Uzmanından markette alışveriş dersleri

Dilara Koçak bir beslenme uzmanı. Sağlıklı beslenmenin market alışverişi sırasında başladığını, dondurulmuş gıdaların eve nasıl taşındığının bile önemli olduğunu söylüyor. Geçenlerde Migros müşterileri için bir eğitim semineri verdi. Öğrendiklerimi kısaca listeledim:

Markete giderken alışveriş listesi yapın, taze meyve ve sebzeleri almaya özen gösterin, etiketleri okuma alışkanlığı edinin, ekonomik boy veya aile paketlerini inceleyin, farklı markaları birim fiyatlara göre karşılaştırın, ekmekleri dilim alıp buzdolabında bekleterek kullanmayı tercih edin, sebze meyvelerin çürük, ezik ve topraklı olmayanlarını seçin, patates ve soğanın nemsiz ve kuru ortamda bekliyor olmasına dikkat edin ve filizlenmemiş olmasına önem verin, temizlik ürünleri ile gıda ürünlerini ayrı ayrı poşetlere koyun ve birbiri ile temas etmesine müsaade etmeyin, dondurulmuş ürünleri market arabasına en son alın ve mümkünse soğuk muhafazalı poşet içinde eve kadar taşıyın. Tüm soğuk besinleri aynı pakete koymaya çalışın, dondurulmuş ürün satın alıyorsanız 30 dakika içine buzdolabına yerleştirin.

ETİKETLERİ NASIL OKUYACAĞIZ

Bir markette alışveriş arabasıyla dolaştığınızı düşünün. Bazı meyve sularının kutularının üzerinde "şekersiz" yazıyor. Bazı kahvaltılık tahıl ürünlerinin üzerinde "yüksek posalı", bazılarının üzerinde "zenginleştirilmiş". Süt kutularının üzerindeki "yüksek kalsiyumlu" yazısı gözünüze takılıyor. Bisküvi kutularının üzerinde ise "düşük kalorili" uyarısı var. Tüm bu yazılanlardan ne anlamamız gerekiyor? İşte birkaç örnek:

Düşük yağlı yoğurt almak için 100 gramında 3 gramdan daha az yağ olanları tercih edin. Düşük kalorili bisküvi almak istiyorsanız bu defa etiketinde 100 gr için 40 kaloriden daha az olan bisküvileri bulmanız gerekiyor. Aynı zamanda yağa da bakın, bu ürün sadece düşük kalorili olup yüksek yağlı olabilir.

MEYVE SEBZEYİ NASIL SEÇECEĞİZ

Muzu hevenkle alacaksanız hepsinin aynı büyüklükte olmasına ve kabuklarının lekesiz olmasına dikkat edin. Greyfurtu sert, ince kabuklu, renkli ve ağır olanlardan seçin. Brokoli ve karnabaharın sert, sıkı, parlak olanları makbul. Salatalığın da sert, koyu yeşil kabuklu, ince ve düzgün şekilli olması gerekiyor. Lahana sert ve ağır, dış yaprakların rengi güzel ve lekesiz olsun. Mevsimi geçti ama karpuzun da sapı kuru ve kahve olanlarını arayın.
Yazının Devamını Oku

Beğenmediğimiz hediye verilince rol yapıyor hediye çeklerine bayılıyoruz

8 Aralık 2006
Önümüz yılbaşı, Kurban Bayramı. Ay sonuna kadar herkes küçük büyük hediyelik bir şeyler arıyor olacak. Hediye verdiğiniz kişilerde koşulsuz mutluluk ifadesi arıyorsanız bu yazıyı dikkatle okumanızı tavsiye ederim.

Visa, kredi kartı kullanıcıları arasında düzenli olarak araştırmalar yapıyor. Bunların en yenisinin sonuçları iki gün önce açıklandı.

Avrupa çapındaki araştırma iki bölümden oluşuyor. İlk bölümde insanları mutlu eden şeyleri listelemişler. İkinci bölüm ise hediye kriterleriyle ilgili.

Araştırmaya İspanya, İtalya, Almanya, İngiltere, Yunanistan ve Türkiye’den yaklaşık 12 bin kişi katılmış.

Ben bu tip anketlerde Türkiye’den çıkan sonuçlara bayılıyorum. Her türlü çelişki ve ideal görünme çabası, çıkan sonuçlara bakılınca şıp diye anlaşılıyor.

Bir arkadaşım anlatmıştı; zeytinyağı tüketimi ile ilgili bir anket çalışması yapıyorlarmış. Kapı kapı dolaşıp, kadınlara mutfakta hangi tür yağ kullandıkları sorulmuş. Büyük çoğunluk "elbette" zeytinyağı kullandığını, margarini "sağlıksız" olduğu için asla eve sokmadığını söylemiş. Aynı kadınlara "Peki buzdolabınıza bakabilir miyiz" diye sorduklarında, dolaplardan kalıp kalıp margarin çıkmış. Pek çok evde zeytinyağından eser yokmuş.

Nedir; çalışkan öğrenci sendromu. Ödümüz kopuyor birileri hakkımızda "yanlış" fikirlere kapılacak, bizi ayıplayacak diye. Visa’nın sonuçları da biraz böyle.

Araştırmaya katılanların yüzde 96’sı üzerine düşünülmüş, çaba gösterilmiş bir hediye almayı tercih ederim demiş. Bu konuda herkesi geride bırakmışız. Fakat aynı Türklerin yüzde 73’ü nakit para veya hediye çeki almaktan mutlu olduğunu söylemiş.

Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu!

Kafamız hayli karışık olacak, bu iki beyanatın ardından, beklenmeyen hediyelerle mutlu olma oranı yüzde 86 çıkmış.

Yüzde 13’ümüz hediyenin fiyatı önemli değil diyor. Ama sonra yüzde 9’umuz verdiğim hediyeden daha ucuz bir hediye alırsam tadım kaçar diyor. Hediye olsun da çam sakızı çoban armağanı olsun diyen Türklerin yüzde 22’si marka meraklısı. Markalı olmayan hediyenin yüzüne bakmıyor.

Hediye paketinden nefret ettiği bir şey çıkan Türklerin yüzde 68’i yüz kaslarını zorlayarak gülümsemeye çalışıyor, beğenmiş gibi yapıyor. Bu pişmiş kelle ifadesine kadınlarda daha sık rastlanıyor. Erkekler beğenmedikleri bir hediye aldıklarında daha samimi davranıyormuş. Gazianteplilerin 59’u, Samsunluların yüzde 85’i rol yapmayı tercih ediyor.

Beğenilmeyen hediyelerin yüzde 6’sı eve gidince çöpe atılıyor, yüzde 44’ü göz önünden kaldırılıyor, yüzde 16’sı başkasına hediye ediliyor, yüzde 3’ü ise internette satışa çıkarılıyor.

Şimdi elimizdekilere bir bakalım:

Bir arkadaşınıza hediye alacaksınız. Nakit veya hediye çeki olursa daha iyi. Güzel, hemen bir hediye çeki yazdıralım. Ama şöyle havalı bir markadan olsun. Fakat miktarı nasıl belirleyeceğiz? Aslında fiyatı önemli değil tabii ama siz yine de tedbiri elden bırakmayın. Size aldığı son hediye neydi? O hediyenin bugünkü koşullarda piyasa değeri nedir? Tamam, şimdi onun birkaç lira üzerine çıkın.

Çeki yazdırdık ama çok büyük ihtimalle üzerine düşünülmüş, çaba harcanmış bir şey istiyor olacak. Hediye çekinin böyle bir imajı olmadığını kabul edelim. O zaman mağazadan size özel bir çek yaratmasını isteyebilirsiniz. Alın size üzerine düşünülmüş hediye çeki. Ya da siz elinizde bir hediye çeki yapın, mağazadan elinde bu çekle gelen kişiyi manyak mısın kardeşim diye kovalamamasını rica edin.

İşte size memnuniyet garantili bir yılbaşı hediyesi.
Yazının Devamını Oku

007’nin mal varlığını açıklıyorum

1 Aralık 2006
Casino Royale’e ancak geçen hafta gidebildim. Bu sefer Daniel Craig’in canlandırdığı Bond, hayatımda gördüğüm en yaya (güzelim Aston Martin dururken kötü adamların peşinden sürekli koşmaktaydı), en beceriksiz (kimi gizlice takip ettiyse yakalandı ve pokerde birkaç el kaybetti), en sakar (Venedik’teki kültür mirasını yerle bir etti), postu en çok deldiren (bir kez tıbben öldü, iki kez yaralandı, işkence edildi), en duygusal (aşık olup işi gücü bırakmaya kalktı) 007 idi.  Bir de bundan 20 yıl önce olsa Daniel Craig’e Bond’u değil, Bond’un peşindeki Rus ajanını oynatırlardı diye düşünüyorum. Demek istediğim hayatımda gördüğüm en sarışın Bond’u kendileri aynı zamanda.

Ama tabii sarışınlık meselesi dışında tüm bu saydıklarım normal, çünkü film Bond’un 007 olarak aldığı ilk görevini anlatıyor. Bu filmde başına gelenlerden sonra Bond bizim bildiğimiz Bond oluyor.

James Bond bir marka olduğundan, her Bond filminin gösterime girmesiyle birlikte markaların reklam savaşı da başlıyor biliyorsunuz. Bond’un smokinini biz diktik, otomobilin döşemelerini biz yaptık, Bond kızı bizim bikiniyi giydi diye. Ben de araştırdım, Casino Royale’de kullandığı markalara bakarak Bond’un mal varlığını çıkardım.

Listelemeye poker masasındayken taktığı kol düğmeleri ile başlayalım. Dupond marka kol düğmeleri, filme özel üretilmiş. Paladium kaplama ve fiyatı 230 Euro.

Filmin başında taktığı metal çerçeveli güneş gözlüğünün markası Persol. Modeli 2244. Filmin ikinci yarısında, bu kez kemik çerçeveli 2720 model bir Persol güneş gözlüğü kullanıyor. İkisinin de fiyatı 240 YTL.

Karadağ’a giden trende Bond’un Vesper ile yaptığı sohbeti hatırlayanlar, saatinin Omega marka olduğunu da hatırlayacaklardır. Seamaster Proffessional 300m marka saat, gerçekte macera tutkunları ve dalgıçlar için üretilmiş. Paslanmaz çelik kasası var. Mavi kadranında dalga etkisi yaratan bir baskı bulunuyor. Fiyatı 3500 YTL.

Elinden hiç düşürmediği laptop’un Sony Vaio olduğunu söylememe bilmem gerek var mı? Çekimler sırasında SZ3’ün değişik modelleri kullanılmış. VGN-SZ3HTP/B’nin fiyatı 2145 Euro.

Bond kızı Vesper’ın çantasındaki parfüm, Melograno by Santa Maria Novella. Firma 1221’de kurulmuş, dünyanın en eski eczanelerinden biri aynı zamanda. Sınırlı sayıda üretim yapıyorlar. Fiyatı 84 dolar.

Bond ile Vesper’ın Karadağ’a giden trende içtikleri kırmızı şarabın markası Chateau Angelus Premier Grand Cru Classe Saint Emilion. İnternetten baktım, şu anda fiyatı 176 Euro.

Aston Martin DBS 2007 model otomobilin fiyatı henüz belirlenmedi. Ancak bir alt modeli şu anda 180 bin dolara satılıyor. Demek ki 200 bin doların altında bir fiyat biçmeyecekler.

Şimdi toplama bakalım.

Tüm Euro ve Dolar’ları YTL’ye çevirdim. Çıkan sonuçların hepsini alt alta yazdım. Elde ettiğimiz rakam şu: 305 bin 677 YTL. Eski parayla söyleyecek olursak 305 milyar 677 milyon ediyor. Toplarken küsuratları sıfıra doğru yuvarladığımı, Aston Martin’in fiyatını 200 bin dolar kabul ettiğimi belirtmek isterim.
Yazının Devamını Oku

İnternette alışveriş piyangosu, 12 bine Mini Cooper, 60 bine ev satın alabilirsiniz

24 Kasım 2006
İnternet alışverişçilerine süper bir haberim var. Gerçi zamanının büyük bölümünü nette sörf yaparak geçirenler çoktan öğrenmiş olabilir. Bir iki internet sitesinde banner’ları da çıkmaya başladı. Fakat bahsedeceğim şey o kadar ayartıcı ki, internet yeni kullanıcılar kazanabilir. İki hafta önce altivi.com diye bir alışveriş sitesi hizmete girdi. İsminden de anlaşılacağı gibi projenin asıl hedefi, televizyonda alışveriş kanalı açmak.

Altivi sayesinde sıfır kilometre bir Range Rover cipi 60 bine, normalde 11 bine satılan bir televizyonu 3 bine satın alabiliyorsunuz. Merak etmeyin, sitenin sahipleri IQ’dan yana sıkıntılı değil. Zaten her gelene "Buyur kardeşim evin anahtarı, arabanın ruhsatı" demiyorlar.

Onlar Türkiye’de yeni olan sistemlerine ihale yöntemi diyor ama bana daha çok altın günü ya da piyango gibi geldi. Beş kategoride (motorlu araçlar, beyaz eşya, elektronik, emlak ve cep telefonu) alışveriş yapabiliyorsunuz. Aslında ihaleye katılabiliyorsunuz demek daha doğru olur. Diyelim ki, satılan BMW’lerden birini gözünüze kestirdiniz. Önce siteye ücretsiz üye olup, teklif kayıt bedeli yatırmanız gerekiyor. Bu bedel üründen ürüne değişiyor. Her alışverişiniz için yeniden kayıt bedeli ödüyorsunuz. Otomobiller için 20-100 lira arasında. Elektronikte 5-20, emlakta 50-100, beyaz eşyada 5, cep telefonunda 5-20 lira olarak belirlenmiş. Ürün ne kadar pahalıysa kayıt bedeli de o kadar fazla oluyor. Zaten bu sayede 200 bin liralık otomobili 60 bine satın alabiliyorsunuz.

Sitede her ürünün bir piyasa bedeli, bir de Altivi tavan satış fiyatı var. Size düşen en yüksek teklifi vermek. Ama bu fiyat öyle bir fiyat olmalı ki, hem sitedeki tavan fiyatının altında kalmalı, hem de sizden başka kimse bu fiyatı vermemiş olmalı. Bilmem söylememe gerek var mı, diğerlerinin hangi tekliflerini verdiğini göremiyorsunuz. Zaten şans burada devreye giriyor, ya da girmiyor. Tavan fiyatının 1 lira altını vermek de dünyanın en uyanık davranışı sayılmaz.

Bittiğinde, eğer teklifiniz kimsenin vermediği en yüksek tek teklifse, talip olduğunuz ürün sizin oluyor. Sitede şöyle bir dolaştım, ihalesi devam eden her bir otomobil için 2 bin -3 bin civarında teklif gelmiş. En fazla teklif alan araç bir BMW Sedan. Piyasa değeri 119 bin 721 lira. Altivi tavan fiyatı 35 bin 916 lira.

Beyaz eşyada rekabet daha az, 300-600 kişinin arasından sıyrılmanız gerekiyor. Cep telefonunda işiniz daha da kolay. Mavi Kent’te ihalesi devam eden bir daire için şu ana kadar 5 bin kişi teklif vermiş. Sırası gelmişken söyleyeyim, gerçek fiyatla Altivi fiyatı arasındaki farkı kapatacak kadar teklif kayıt bedeli birikmedikçe ihaleler sona ermiyor. Yani katılan herkes bir miktar para koyup, el birliğiyle aralarından bir kişiye araba, ev, telefon filan alıyor.

Garanti Bankası’nın Bonus, Shop & Miles ve Flexi kredi kartları ile işbirliği yapmışlar. Bu kartlara sahip olanlara ayrıcalıklar sunuluyor. Katılanların güvenliği için GlobalSign güvenlik sertifikası ile hizmet veriyorlar.

Teklifler tamamlandıktan sonra noter tasdikinden geçiyor. Kazanan kişinin ürünü, tüm vergileri ödenmiş ve işlemleri yapılmış şekilde teslim ediliyor. Şeffaflık politikası gereği, verilen diğer teklifler de açıklanıyor. Araba ve konutlarda kazananlar için, banka kredisine gerek kalmadan 24 aya kadar vade imkanı sağlanıyor falan filan...

Şimdi ben bu sistemi altın gününe benzettim ama, altın gününde sıra bir gün mutlaka size de gelir. Altivi’de bunu kimse garanti etmiyor. Yine de çıkmaz demeyin, şansınızı deneyin.

Dizi film setlerinin popüler eşya markası

IKEA sırf evlerde değil, dizi film setlerinde de çok popüler. Televizyonda hangi diziye baksam, IKEA’dan alınmış parçalar görüyorum. Bazıları öyle bir iki parça seçmekle yetinmemiş, koca seti buradan donatmış. Her hafta düzenli olarak IKEA kataloğu karıştırdığımdan, ben tabii bir görüşte anlıyorum kahve fincanının, yerdeki paspasın, kanepedeki yastığın IKEA’dan olduğunu.

IKEA, bu durumu bir kampanyaya dönüştürmüş. Bence çok akıllıca. IKEA Sobe adı verilen yeni kampanya ile televizyon ekranında sıklıkla rastlanan IKEA ürünlerini tespit edenler, 3161’e kısa mesaj gönderebilecek. Ürün adı, program adı, yayınlandığı TV kanalı adı, yayın saati, katılımcı adı, soyadı, oturduğu semt bilgilerini veren kişiler kampanyaya katılma hakkı kazanacak. İlk 30 bin kişi arasından her 50. kişiye 25 YTL’lik hediye çeki, her 5. kişiye kahve ve kek kuponu verilecek.
Yazının Devamını Oku

Market arabalarının tuvaletlerden daha çok mikrop barındırdığından haberiniz var mı?

17 Kasım 2006
Daha önce de yazmıştım, araştırmalara göre alışveriş arabaları, dünyanın en pis şeyleri arasında bir numara. Herhangi bir süpermarket arabası üzerinde 1 milyon mikrop barındırabiliyor. Bu rakam, umumi tuvaletlerdekinden daha fazla! En iyisi, süpermarkete gittiğinizde alışveriş arabası almadan evvel, en azından tutacak yerini bir güzel temizlemek. Alışveriş sırasında da, sepete attığınız her şeyin poşet içinde veya ambalajlı olmasına dikkat etmek. Temizlik derken, hijyen sağlamaktan bahsediyorum. Kolonyalı mendilin ötesine geçmek lazım yani. Ataman Kimya’nın markası Uni, ıslak mendiller konusunda son derece zengin. Bebeğinizin altını, yüzünüzdeki makyajı, banyodaki küveti, klozetin kapağını, mutfaktaki evyeyi, ahşap mobilyaları her biri için ayrı üretilmiş ıslak mendiller ile temizleyebiliyorsunuz. Uni’nin hijyen mendilleri de var. Normal ıslak mendil boyutlarında olduğundan, rahatlıkla yanınızda taşıyabilirsiniz.

ABD’de ise bizde olduğu gibi önlemi siz almıyorsunuz, market alıyor. Pek çoğu arabaların bulunduğu yerde hijyen mendilleri dağıtıyor. Bir de PureCart denen bir temizleme sistemi çıkmış. Bu sistemde önlemi siz değil, market alıyor. Mikropların yüzde 99’unu öldürdüğü kanıtlanmış. Hani işi biten arabalar, belirli bir yerde art arda sıraya dizilir ya, işte bu sistem hepsini oradayken bir temiz spreyliyor. Yıkama gerektirmeyen bir sıvı kullanıyorlar. Sepete attığınız yiyeceklerle temas etmesi sıkıntı yaratmıyor. Mis gibi de limon kokuyormuş. Darısı bizim başımıza.

HAFTANIN ÜRÜNÜ

Ayaklara yoga kelepçesi

Fotoğraftaki ayakların pek çok kişide ürküntü yaratacağını tahmin ediyorum. Fakat son derece rahatlatıcı ve faydalı olduğunu söyleyeyim. Aslında bu hareketi yoga sırasında, herhangi bir cihaza gerek duymadan yapabilmek gerekiyor. Ancak ayağı dinlendirmekte çok işe yaradığı için bu aleti yaratmışlar. Televizyon seyrederken bile kullanabilirsiniz. Pembe ve yeşil iki rengi, kadın ve erkek iki bedeni var. YogaPro.com internet sitesinde satılıyor. Fiyatı 49.95 dolar.

Alışveriş hayattır!

Üçge, Bursa’nın önemli şirketlerinden biri. Mağaza ve market ekipmanları ile depolama sistemleri üretiyorlar. Türkiye’nin dört bir yanındaki alışveriş merkezlerinde onların ürünleri kullanılıyor. Alışveriş alanında çalışan şirket, aynı alanda kültürel faaliyetler de düzenliyor. Bunlardan biri Alışveriş Hayattır başlıklı uluslararası karikatür yarışmasıydı. Ekim’de sona eren yarışmaya 38 ülkeden 508 eser katıldı. Kazananlar kısa bir süre evvel belli oldu. Birincilik, ikincilik ve üçüncülük ödüllerinin yanı sıra, 10 karikatür de mansiyon aldı. Ödül töreni bile yapılmadan, derece alan karikatürleri ele geçirdim. Ödül töreni 12 Aralık’ta Bursa, Tayyare Kültür Merkezi’nde yapılacak. Eserler bir hafta burada sergilendikten sonra, başka şehirlerdeki alışveriş merkezlerinde sergilenmek üzere yola çıkacak. Ama tabii siz en azından ilk üç karikatürü görmek için beklemek zorunda değilsiniz.
Yazının Devamını Oku

Power Center diye bir konsept

10 Kasım 2006
İstanbul iki gün önce en yeni alışveriş merkezine kavuştu: Doğuş Power Center. Açılış davetiyesinde buranın bir alışveriş merkezi olduğu yazmadığından, ben önce teknolojik zamazingolar bulunan bir yer sandım, daha da ötesi gözümün önüne dev bir trafo geldi ve dolayısıyla hiç ilgimi çekmedi. Meğer Power Center denen şey bir alışveriş konseptiymiş.

Power Center terimi; büyük mağazaların, geniş alanlarda ve çok fazla ürün çeşitliliğiyle yer aldığı alışveriş merkezlerini tanımlamak için kullanılıyor. Özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde yaygın olan bu merkezler, müşterilere rahat alışveriş yapabilme, bir üründe her markadan çeşit bulabilme ve uygun fiyat avantajları sunuyor. Faydalı bir şey yani.

Türkiye’nin ilk Power Center’ını yapmak da Garanti Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı’na nasip olmuş. Maslak’taki Doğuş Power Center için 61.5 milyon dolar harcamışlar. İçinde sadece sekiz mağaza (Doğuş Otomotiv, Tepe Home, Tansaş, Finspor, Bimeks, Yeşil Kundura, Garanti Bankası ve D&R) var ve bu sekiz mağaza 22 bin metrekarelik dev bir alanı kullanıyor.

Alışveriş merkezi, 42 bin metrekarenin üzerinde kiralanabilir alana sahip. Bu alanın 22 bin metrekaresi mağaza, 9 bin 250 metrekaresi otomotiv servis bölümü. 2 alışveriş, 2 otopark ve 1 restoran katı var. Otoparkın kapasitesi 800 araç. Giriş katı, 1700 metrekarelik bir "Atrium"dan oluşuyor.

Açılışın bir parçası olarak alışveriş merkezinin 300 metrekarelik iç duvarları, Okan Bayülgen’in yaşam gücünü fotoğrafladığı çalışmalarıyla kaplanmış. Fotoğraflar 3 ay boyunca burada kalacak.

RAKAMLARLA İNŞAAT

19 Boeing 747 ağırlığında 7 bin ton demir kullanıldı.

Çin Seddi’nin 1 km’sine eşit 260 bin tuğla kullanıldı.

Beşiktaş’tan Bakırköy’e ulaşmaya yetecek kadar (17 km) boru döşendi.

66 olimpik havuzu dolduracak kadar (167 bin) metreküp kazı çalışması yapıldı.

Kadıköy-Beşiktaş arasını 8 kere kat eden 65 km kablo kullanıldı.

9 futbol sahası büyüklüğünde 58 bin metrekare yalıtım malzemesi kullanıldı.

61 bin metreküp beton, 10 bin 88 kamyonla taşındı. Bu araçlar arka arkaya dizildiğinde DPC’den İzmit’e kadar uzanan bir konvoy oluşuyordu.
Yazının Devamını Oku

O piti piti satış elemanı hangisi

3 Kasım 2006
Umarım "O piti piti karamela sepeti..." şeklinde uzayıp giden ve grup oyunlarında adam seçmeye yarayan tekerleme hálá kullanılıyordur, yoksa başlık pek bir manasız kalacak. Nereden çıktı şimdi tekerlemeden bozma başlığı atmak diyeceksiniz. Kalabalık mağazalara girdiğimde satış görevlisinin kim olduğunu tespit edebilmek için kullanmadığım bir bu yöntem kaldı da ondan. Diğer yöntemlerim ise şunlar:

Pazar yerini andıran mağazanın içinde en hareketsiz duran kişiye yönelmek. (Rakiplerinden önce aradığı şeyi kapma telaşı olmayan insan ancak bir satış danışmanı olabilir.)

Raflardan sarkan kazak ve gömlekleri ümitsizce katlamaya çalışan kişiyi bulmak. (Her zaman başarılı sonuç vermiyor. Özellikle benim gibi satış danışmanları için merhamet besleyen şahıslar ortada dolaşırken. Katlı duran bir şeyi açıp baktığımda, her zaman katlayıp geri koyarım. Bu nedenle "Bakar mısınız, bu pantolonun siyahı var mı" türünden sorularla karşılaştığım çok olmuştur.)

Birbirinin aynı giyinmiş insanların hangileri olduğunu bulmaya çalışmak.

Takip edildiğimi hissettiğimde aniden arkama dönmek.

Kasten ve abartılı biçimde rafları dağıtmak. (Dehşete düşen ve sizi durdurmak isteyen bir satış danışmanı mutlaka çıkacaktır.)

Kucak dolusu giysiyle soyunma kabinine yönelmek. (Kabinde deneyecek bir şeyler bulacak kadar gelişme kaydettiyseniz aslında satış görevlisine ihtiyacınız kalmamış demektir. O yüzden pek verimli bir yöntem olmadığını kabul ediyorum.)

Önünüze çıkan herkese "Görevli siz misiniz" diye sormak. (Meselenin varabileceği en uç nokta budur. Sabır ve zamanı olanlara kolay gelsin.)

Benim bugüne kadar tespit edebildiğim başka bir yöntem yok. Önerisi olanlar lütfen iletsin, kamuoyu ile paylaşalım.

*

Ankara’nın geçtiğimiz haftalarda hizmete giren yeni havalimanına, yolcular alışana kadar yardımcı olmak üzere görevliler yerleştirilmişti. Üzerlerinde kocaman harflerle Ask Me/Bana Sor yazan, turuncu bir tişört giyiyorlardı.

Keşke büyük ve her zaman kalabalık olan mağazalar da bu yönteme başvursa, ama sanırım yeterince estetik bulunmaz. Oysa müşterilerin çok işine yarardı.

Perakende eğitimcisi ve uzmanı Suat Soysal’a sordum; satış danışmanları nasıl giyinmeli diye. "Bu konuda değişik görüşler var. Ama ayırt edilebilen, firma kimliğine uygun, satış danışmanın seveceği ve fonksiyonel bir giysi olmalı" dedi. Çalışan giydiğini sevmeyince gömleğini sarkıtıyor, fularını bağlamıyor, kısacası kuralları deliyormuş.

"Peki" dedim, "Mağazada satılan ürünlerden giymeleri iyi bir şey midir". "Özel bir şey yaptırmakta çok büyük fayda var" dedi. "Pantolon olabilir ama üste giydikleri giysi raftakilerden olmasa daha iyi. Ayırt edilemiyor."

Ayırt edilememesinden başka sakıncaları da var bence. Ben şahsen, günde yüzlerce kişinin girip çıktığı bir mağazada çalışan kişinin üzerindeki bluzu almak istemem. Tamam çoğunlukla dünyanın en orijinal şeylerini satın almıyoruz ama tutup mağazanın en "tüketilmiş" ürününe para vermenin de alemi yok.

Buna karşılık, çalışanlarına kendi koleksiyonundan giysiler giydiren Mango, uygulamasından gayet memnun. Yetkililerin söylediğine göre, müşteriler satış danışmanın üzerinde beğenip alışveriş yapabiliyormuş. Şimdiye kadar olumsuz bir görüşle karşılamamışlar. Onlarla konuşurken öğrendim; kadın satış görevlisini ayırt edilir kılmanın bir yolu da makyajmış.

Benetton da kendi ürünlerinden, rahat hareket etmeye elverişli, teri çeken, naylon ve sentetik olmayanlardan seçim yapıyormuş. Ütülenebilen, kolay kırışmayan ve özellikle koton ürünler tercih ediliyor. Kıyafetlerin günün modasına uygun renkte, modelde ve dikkat çekici olmasına özen gösteriliyor. Logo ve yazı olmasına önem veriliyor.

Harvey Nichols’ın personel kıyafetlerinde siyah renk tercih ediliyor. Çalışanların giysilerinde kendi stil ve tercihlerini yansıtması arzu ediliyormuş. Erkekler takım elbise giyiyor. Ancak denim ürünlerin satıldığı bölümde çalışanlar, jean ve tişört giyiyor. Mağazanın dekorasyonunda kullanılan çiçek motifli eşarp ve kravatlar, çalışanlara sunulan aksesuvar alternatifleri arasındaymış.

Bana sorarsanız en dikkat çekici giysileri yapı marketlerde çalışanlar giyiyor. Şimdi pek çok satış danışmanı benden nefret etmiştir ama ne yapayım, ben meseleye bencil bir müşterinin gözünden bakıyorum. Görevlileri baktığım an görmek istiyorum. IKEA ve Bauhaus’ta yüze metreden seçebiliyorsunuz görevlileri, tabii bir tane varsa. Oralarda da alan büyük olduğundan, kimin görevli olduğunu değil görevliyi bulmak zor oluyor.

Bir de Paşabahçe çalışanlarının giydiği önlüklere bayılıyorum. İşinin ehli ve steril bir imaj veriyor.
Yazının Devamını Oku