18 Ağustos 2006
’Sevgili Banu Hanım, benim derdim bebekli anneleri ilgilendiriyor. Şu an 1 aylık bir oğlum var. ' Kendisiyle dışarıda gezmeyi çok seviyoruz, ama iki saatte bir meme emdiği için dışarıda geçirebildiğimiz süre çok kısıtlı. Evimize yakınlığı dolayısıyla Bağdat Caddesi gidebildiğimiz tek yer. Fakat bildiğim kadarıyla Şaşkınbakkal Mothercare mağazası dışında emzirme odası bulunan başka bir yer yok. Tabii ki, her mağaza bunu yapmak zorunda değil, ama bence her restoran ve kafe yapmalı. Alışveriş merkezlerinde böyle özel bir oda olup olmadığını -ki bence bu tür yerler için mecburi olmalı- merak ediyorum. Sonuçta yapılması çok zor bir şey değil. Bir koltuk yeter. Bu konuda bir bilginiz varsa lütfen beni ve benim gibileri aydınlatın, bu konuya dikkat çekin’.
İpek Akyüzlü’nün yukarıdaki mektubunu okuyunca, imdat çağrısı almış bir süperkahraman çevikliği ile meseleyi araştırmaya başladım sevgili okurlar. Tespitlerime göre bebekli annelerin hakikaten böyle bir sorunu var. İki saatte bir ufaklığı beslemek gerektiğinden evlerinden fazla uzaklaşamıyorlar. Halbuki evde bebekle kapalı kalmak, özellikle bu mevsimde bunaltıcı bir şeydir ve sinir buhranıyla sonuçlanan bir dizi olaya sebebiyet verebilir.
Bununla birlikte çaresiz olmadıklarını da belirtmek isterim. İpek Hanım’ın zaten yazdığı gibi anne ve bebek ürünleri satan Mothercare mağazalarında emzirme odası bulunuyor. Ama tek adres orası değil.
Evy Baby’nin emzirme odalarıyla ilgili bir projesi var. Bu kapsamda Türkiye’nin farklı illerindeki alışveriş merkezlerine bugüne kadar 16 tane emzirme odası yaptırmışlar. Belirli günlerde, bu odaları kullanan annelere ücretsiz bebek bezi de dağıtıyorlar.
Capitol ve Boyner İstanbul’un ise emzirme odası projeleri devam ediyor. Yeni sezonla birlikte hizmete girmiş olacak.
Emzirme odaları nerede
Carrefoursa Maltepe Park
Ümraniye Carrefour
Bayrampaşa Carrefour
Tepe Nautilus İstanbul
Metrocity İstanbul
İçerenköy Carrefour
Beylikdüzü Migros
Bilkent Ankara
Bilkent Real Center
Optimum Center Ankara
İzmir Özdilek
İzmit Carrefour
Antalya Migros AVM
Konya Kulesite
Adana Carrefour
Mersin Carrefour
Hipermarketçi amca, bir kalem bir pergel bir de otomobil alacağım
Yazının başlığını anlamak için, 80’li yıllarda en azından çocuk olmak gibi bir ön koşulumuz var maalesef. KDV’nin yeni çıktığı dönemdi ve TRT kısa eğitim filmleriyle halkı, alışveriş karşılığı fiş istemeye alıştırmaya çalışıyordu. Filmlerden birinde de ilkokul öğrencisi Erol, bakkal amcadan "Bir kalem, bir pergel, bir de çikolata" istiyor, arkadaşları seslenince telaşla fiş almayı unutuyordu. Hey gidi günler hey!
Erol artık "fiş almazsam ne kadar indirim yaparsın" derdinde ve memlekette pek fazla bakkal amca kalmadı. Şimdi her şeyi hipermarketlerden alıyoruz. Otomobili bile!
Evet evet yanlış okumadınız, 2007 itibarıyla otomobili de hipermarketten alacağız. Rekabet Kurumu, 1 Ocak itibarıyla hipermarketlerin galericilik de yapabileceğini açıkladı. Birden fazla markaya ait otomobili, yetkili bayi statüsünde satabilecekler.
Şimdi tabii ben gelecek günlere dair birtakım meraklar içindeyim. Kadınlar alışveriş listesine bir kutu süt, 10 yumurta bir de coupe yazıp kocalarını kandırabilecekler mi? Migros, Gima veya Metro kartı olanlar otomobilleri indirimli satın alabilecek mi? Otomobillerin üzerine barkod konacak mı? Kasadan o koca şey nasıl geçecek, kasalar genişleyecek mi? Otomobili market alışverişine başlamadan önce alsak, market arabası yerine otomobili kullansak, aldıklarımızı direkt bagaja yığsak olur mu? Sonra efendim ileriki tarihlerde otomobillerin de market markalı olanları çıkacak mı? Dia marka ucuz otomobilimle sokaklarda gezinebilecek miyim?
Özrü kabahatinden büyük
Amerikan perakende devi Wal-mart, Almanya’daki 85 mağazasını birden kapatarak, Almanya piyasasından tamamen çekilme kararı almıştı. En önemli sebeplerinden biri sürekli indirim yapan Alman zincirleriyle rekabet edememeleri olmuş. Fakat bakınız Wal-mart Almanya’nın CEO’su David Wild başarısızlıklarının nedeni konusunda nasıl bir açıklama yapmış: "Amerikan yastık kılıfları ile Alman yastık kılıflarının aynı ölçülerde olmadığını biliyor muydunuz?"
DÜZELTME:
Geçen hafta Türkiye’ye yeni gelecek kozmetik markası Bobbi Brown ile ilgili yazımda, "Eylül itibariyle Kanyon Harvey Nichols’da ve Nişantaşı Beymen’de bulabilirsiniz" demiştim. Meğer eylülde sadece Harvey Nichols’da satılmaya başlayacakmış. Beymen’de daha ileri bir tarihte bulabileceğiz. Üstelik Nişantaşı değil, Akmerkez Beymen’de. Düzeltir, özür dilerim.
Yazının Devamını Oku 11 Ağustos 2006
Eylül’de Harvey Nichols’la birlikte Türkiye’ye gelecek 200 markadan biri de Bobbi Brown. Kozmetik markası, kurucusunun adını taşıyor. Yanlış anlama olmasın, Bobbi bir kadın. Yarattığı ürünler kadınları bambaşka bir görünüme kavuşturmak için değil, kendileri gibi ama biraz daha taze ve sağlıklı göstermek için. Bobbi, 15 yılda son derece prestijli bir marka yaratmış. Mağaza yerine, makyaj stüdyosu demeyi tercih ediyor. Çünkü burada çalışan herkes birer makyaj uzmanı. Elinize size hiç yakışmayacak tonlarda
makyaj malzemeleri tutuşturup göndermiyorlar. Bobbi’nin "10 dakikada makyaj" sistemini öğretip, size uygun ürünleri gösteriyorlar. Eve döndüğünde herkes kendi kendinin makyaj uzmanı olabiliyor böylece. Eylül ile birlikte Türkiye’de, Nişantaşı Beymen ve Kanyon Harvey Nichols’ta satılıyor olacak. Markanın güzellik ve kozmetik ekibinden Raphael Delaportas ile alışveriş merkezli bir röportaj yaptık. Delaportas, ağır makyaj diye birşeyi ilk defa Türkiye’de duyduğunu söyledi.
Bobbi Brown markasını diğer kozmetik markalarından ayıran nedir?
- Bobbi, kadınların ayna karşısında saatlerini harcamadan, sadece 10 dakika içinde güzelleşebileceklerine inanır. Onlara taze, temiz ve modern bir görünüm vaadeder.
Ürünlerinizin diğerlerinden farkı var mı?
- Fondöten ve gözaltı kapatıcısında ilk defa sarı bazlı tonları kullananan Bobbi Brown olmuştur. O zamana kadar tüm kozmetik markaları pembe bazlı tonlarda üretim yapıyordu. Sarı bazlı fondöten ve kapatıcılar kadın teniyle daha iyi uyum sağlar. Yüzünüzle boynunuz arasında renk farkı olmaz. Fondöten cildinizin devamı gibi görünür.
En çok hangi ürününüz satıyor?
- Fondöten, gözaltı kapatıcısı ve pudra. Her ırktan, her ten renginden kadın için onlarca tonda fondötenimiz var.
KENDİNİZİ FARKLI SUNMAK ZORUNDA DEĞİLSİNİZ
Bobbi Brown trendleri mi takip eder, kendi stiline mi sadık kalır?
- Kadının kendisi gibi olması gerektiğine inanıyoruz. Kocasına ya da sevgilisine kendisini sürekli farklı şekillerde sunmak zorunda olmamalı. Yüzünüzü değiştirmeye çalışmıyoruz.
Gösterişli ve dramatik makyaj yapmaktan hoşlananlar için doğru marka değilsiniz sanırım.
- İlk defa Türkiye’de duyduğum bir terim var. Ağır makyaj diye bir tanım kullanıyorsunuz. Bu bana ağır sanayi gibi birşeyi çağrıştırıyor. Biz daha çok "smoky" (puslu) terimini kullanıyoruz. Yani gözlerde daha koyu tonların kullanıldığı makyaj stili. Bu tip bir makyajın ille de ağır ve güçlü olması gerekmez. Bizim ürünlerimiz ile de böyle bir makyaj yapabilirsiniz. Ama biz kadınların daha dişi görünmesini, hissetmesini istiyoruz. Daha tatlı ve yumuşak.
Makyaj malzemesi satın alacaklara işlerini kolaylaştıracak ipuçları verilebilir mi?
- Tüm ürünlerden ayrı ayrı satın almak zorunda değilsiniz. Neticede elinizde nasıl kullanacağınızı bilemediğiniz bir yığın ürün olur. Bunun yerine bizim yardımımızla kendi yaratacağınız setleri tercih edebilirsiniz. Böylece içine ihtiyacınız olan şeyleri koyar, ihtiyacınız olmayanları çıkarırsınız. Çok fazla para harcamak istemiyorsanız size şu temel malzemeleri önerebilirim: Temizleyici, bakım kremi, göz kremi, fondöten, gözaltı kapatıcısı, pudra, bir veya iki far ve bir ruj.
Bir kadının makyaj çantasında mutlaka olması gereken üç malzemeyi sıralar mısınız?
- En önemlisi gözaltı kapatıcısı. Siyah halkalar insanı yorgun ve sağlıksız gösterir. Bu olduktan sonra geri kalan malzemelerin hiçbirine ihtiyacınız olmayabilir. Ama ille de üç ürün sayacaksak, diğerleri iyi bir cilt bakım kremi ve allık olmalı. Allık da kadına sağlıklı bir görünüm kazandırıyor.
TÜRK KADINI MAKYAJDA DEMODE
Gözaltı kapatıcısının tonu nasıl seçilmeli? Bizde gözaltları bembeyaz dolaşan, ikiyüz metreden kapatıcı sürdüğü belli olan kadınlar var da...
- Maalesef dünyanın her yerinde durum böyle. Gözaltı kapatıcısı fondötenden iki ton açık olmalı.
Kadınların makyajda en sık yaptıkları hatalar neler?
- Yanlış renkte seçilen fondöten. Sokakta maske takmış gibi dolaşan kadınlar görüyoruz. Bir de yanlış renkte seçilen ve yanlış sürülen allıklar var. Buruna çok yakın bir yerden başlayıp kulaklara doğru gitmeli ve sonra biraz aşağı inmeli.
Diyelim ki önümüzdeki sezon için, cebimde üç ruj ve üç far alacak kadar para var. Hangi renkleri seçmeliyim?
- Ruju çok doğal bir renkte seçmekte fayda var. Böylece her renk kıyafetle giyebilirsiniz. Farlardan biri şampanya, ikincisi hafif pembe, üçüncüsü ise hafif kahve tonlarında olabilir. Bu üç rengi aynı anda sürebilirsiniz.
Makyaj malzemelerinin ömrü ne kadar oluyor?
- Bu konuda uzman değilim ama tecrübelerime dayanarak söylüyorum; farlar iki sene, ruj ise bir sene kadar dayanıyor.
Birkaç gündür İstanbul’dasınız. Türk kadının makyaj alışkanlıkları hakkında fikir sahibi oldunuz mu?
- Evet, Türk kadınları güçlü renkler kullanmaktan hoşlanıyor. Bu maalesef biraz demode.
Yazının Devamını Oku 5 Ağustos 2006
Son bir ay içinde, tamamen tesadüf eseri, internetteki alışveriş sitelerinde çalışan insanlarla o kadar çok görüştüm ki, meselenin kurdu olup çıktım. Tamam, abarttığımı kabul ediyorum, meseleden bir miktar çakmaya başladım diyeyim.
Zaten görüştüğüm herkes, bu konudaki cehaletim karşısında dehşete düştü.
Ne yapayım sevmiyorum internetten alışveriş yapmayı. Benim online bir şey satın almam için, o şeyin Türkiye’de bulunmaması gerekiyor. Amazon’dan bir iki kitap ve DVD almıştım mesela. Onun için bile kendime hesap açmamış, bir arkadaşımın hesabını kullanmıştım. Bu konuda Türk kadının mükemmel bir örneğiyim.
İstiyorum ki, alacağım şeye dokunayım, elimde evireyim çevireyim. Kitap dükkanında etrafa bakına bakına zaman geçireyim. Poşetlerle eve döndüğümde ayaklarıma kara sular inmiş olsun. Markete iki kilo domates, kesme şeker, makarna almak için gireyim, raflara bakarken aklım çelinsin, lüzumlu lüzumsuz bir sürü ıvır zıvır alıp çıkayım (Şimdi böyle listeleyiverince fark ettim, bende mazoşizm var galiba).
Bir iki defa market alışverişini internetten yapayım dedim, alışveriş yaptım mı yapmadım mı anlamadım. Tatmin duygusu eksik kaldı. Üstelik ben olsam meyve ve sebzeleri daha iyi seçerdim.
Pekçok kategoride binlerce ürün satan estore.com’un genel müdürü Gülfem Toygar, ben böyle bilmiş bilmiş online alışverişi neden sevmediğimi anlatınca, "Sizin vaktiniz bol galiba" dedi. Kendimi son derece işsiz güçsüz ve arkaik hissettim. Sonra Alışveriş Cadısı olduğumu hatırladım da, kendimi toparladım. Yahu, bana vaktimi dükkan dükkan dolaşarak geçireyim diye para veriyorlar!
*
Ben estore.com’un sadece internette faaliyet gösteren bir şirket olduğunu sanıyordum. Meğer çağrı merkezi, televizyon, katalog ve cep telefonu yoluyla da satış yapıyorlarmış. 30 kategoride 150 binden fazla ürün satıyorlar. Kayıtlı 400 bin müşterileri var. Haliyle benim için bulunmaz bir kaynak.
Kullanıcılarının yüzde 76.33’ünü erkekler oluşturuyor. Bu aralar internet üzerinden alışveriş hizmeti veren tüm şirketlerin en büyük derdi, kadın müşterilerin sayısını artırmak. Açılış sayfalarına kadınların ilgisini çekecek ürünleri çıkarıyorlar, kadınların tercih edeceği kategorilere (kozmetik, giyim gibi) ağırlık vermeye çalışıyorlar. Reklamlarında onlara hitap ediyorlar.
Yine de en çok satan ürünler hep cep telefonu ve bilgisayar oluyor. Yani erkekler liderliği kaptırmıyor. Yapılan alışverişin yüzde 57.99’unu cep telefonu, yüzde 25.11’ini bilgisayar oluşturuyor.
Bu aralar en çok satanlar listesinde tuhaf bir ürün daha var: Altın. Kuyumcudan ziynet alacağınız zaman kredi kartı kullanamazsınız, ya da komisyon alırlar. Taksit de yok, peşin ödeyeceksiniz. Oysa online alışverişte hem kredi kartı kullanılıyor, hem de taksit yapılıyor. Bu nedenle bir kenara para koymak, yatırım yapmak isteyenler internetten taksitle altın alıyor.
Zaten estore’dan alışveriş yapanların yüzde 83’ü ödemeyi taksitle yapıyormuş. En çok tercih edilen taksit seçeneği 9 ay. Ardından 12 ay geliyor.
Aslında bu meseleye bir an evvel ısınmam lazım. Uygun fiyatlı alışveriş için dünyanın fırsatını kaçırıyorum.
Son bir veri daha: En çok pazartesi günleri, 15.00-16.00 arasında, en az cumartesi günleri 06.00-07.00 arasında online alışveriş yapılıyor. Demek Türk internet kullanıcıları pazartesi sendromunu alışveriş ile yenmeye çalışıyor.
Kiralık gelin ayakkabısı topuğu
Online alışveriş ile devam ediyoruz.
Halkımız neyi satacağını şaşırmış, bu kez karşımızda ayakkabısının topuğunu satılığa çıkaran bir müstakbel gelin var sevgili okurlar. Evde kaldım diyorsanız, fırsatı kaçırmayın. İşte gittigidiyor.com’da yayınlanan satılık ilanı:
"12 Ağustos’ta yapılacak olan 250 kişilik düğünde, her iki (sağ ve sol) ayakkabının topuk altı kısmına açık artırmada en yüksek teklifi veren kişinin (veya istediği bir kişinin) adı ve soyadı yazılacaktır. Sözkonusu bölümde (topuk altı) açık artırmayı kazanan kişi veya kişinin belirttiği isim (ve istenirse soyad) dışında herhangi bir isim yer almayacak ve bu kısımlar tamamen kazanana ait olacaktır.
Sözkonusu kısmın düğünden önce ve sonra fotoğrafı çekilerek, kazanana gönderilecek, ayrıca eğer istenirse kazanan talihliye yazıyı bizzat yazması veya görebilmesi amacıyla bir kişilik düğün davetiyesi de verilecektir."
Bakalım bu ilan kadın internet kullanıcısı sayısını artırabilecek mi?
Yazının Devamını Oku 28 Temmuz 2006
Meğer alışveriş yapan kadınların en büyük düşmanı yüksek fiyatlar değil, taşıdıkları ağır poşetlermiş. Hafta başında Bangkok Postası’nda yayınlanan bir habere göre, az bilinen bir rahatsızlık özellikle ağır poşetler taşıyan kadınların başına dert açıyormuş. Alışveriş bağımlıları ise en sevdiği grupmuş.
Bahsi geçen rahatsızlığın adı "Tetik Parmağı" sendromu. İsmini, silah tutan bir elin tetik üzerinde kıvrılarak kilitlenen parmağından alıyor.
Ağır poşetler taşımak, parmağı çok uzun süre aynı pozisyonda tutmak, yazı yazarken kalemi çok sıkı tutmak hastalığa sebep olabiliyor. Kol kaslarını parmaklara bağlayan tendonları saran kılıfta ortaya çıkıyor. Üstelik tek tedavi yöntemi de ameliyat. Tamamen iyileşmesi bir ayı buluyor.
Paniğe kapılmayın! İndirim sezonunda gönül rahatlığıyla ve şuursuzca alışveriş yapabilirsiniz. Neticede yazlık elbise veya bluzlar ne kadar ağır olabilir ki?
Ama evin aylık erzağını tek seferde marketten yüklenip eve taşımaya kalkmadan önce iki kere düşünün derim. Ya da pazara çıktığınızda bu sanki yüzyılın son semt pazarıymış gibi davranmayın. Efendi olun, kalanları haftaya alırsınız.
Bakın şimdi aklıma geldi; bir de tenis dirseği sendromu diye bir şey vardır. Bu da ağır poşet taşıyan insanlarda ortaya çıkar. İşin komik yanı tenis oynayanlarda sadece yüzde 10 oranında görülüyor. Tetik parmağı sendromu da kiralık katillerde ortaya çıkıyor mu acaba?
Alışveriş yapmak ne kadar riskli görüyor musunuz? İnsan alışveriş sigortası yaptırsa yeridir. Başımıza ne geleceği belli değil.
Seks shop’tan alışveriş yapacaklara altı öneri
Amerikalı seks eğitimi uzmanı David Strovny, hayatında ilk kez seks shop’tan alışveriş yapacaklar için bir rehber hazırlamış. İçinde altı tane öneri bulunuyor. Hizmette sınır tanımadığımdan ve olayın içinde alışveriş geçtiğinden sizlerle paylaşayım dedim.
Tabii bu tür bir alışverişi Türkiye’de yapmakla Amerika’da yapmak arasında dağlar kadar fark var, gayet farkındayım. Siz o yüzden hepsini uygulamaya kalkmayın, önce kafanızda bir ölçüp biçin.
1. Gerçek bir dükkana gitmeden önce internetten ürünler hakkında araştırma yapın. Bu sayede dükkana girdiğinizde etrafınıza şaşkın şaşkın bakınmamış olursunuz. (Gayet yerinde bir öneri ancak bizde seks shop alışverişi zaten online yürüyor. İstanbul’dan Batman’a paket gönderen firmalar var.)
2. Bir kız arkadaşınızla gidin. Sevgiliniz olması gerekmez. Yanınızda bir kadın olursa kendinizi daha rahat hissedersiniz. (Sadece erkekler için, dar bir çevrede mümkün olabilir. İki kadın gittiğinde ne gibi sonuçlar alınır kestiremiyorum. Türkiye’de kaç erkek kız arkadaşına "Hadi gelmişken şu seks shop’a giriverelim, bakalım yeni bir şeyler var mı, belki indirime de girmiştir" diyebilir onu da bilemiyorum.)
3. Kimseyi yargılamayın. İçeri girdiğinizde satış elemanı size selam verirse, kasılıp kalmayın. Sadece misafirperverlik gösteriyor, üzerinize saldıracak değil. Bu dükkanlardan alışveriş eden sizden başka insanlar da var. Aksi halde var olmazlardı. Alışveriş yapan diğer insanları yargılamayın, yargıladığınızı hissettirmeyin. Seks müşterileri ille de fahişe veya jigolo olmak zorunda değil. (Söyleyecek sözüm yok, adam haklı)
4. Satış elemanına danışın. Utangaç olmanıza gerek yok. Burada çalışan insanlar tüm ürünler hakkında bilgi sahibidir, bu onların işi. Yardım istemekten çekinmeyin. Seks oyuncakları pahalı olabilir, bu yüzden iyice bilgi edinmeden alışveriş yapmayın. Paranız boşa gidebilir. (Düşünsenize aldığınız üründen memnun kalmayıp değiştirmek istiyorsunuz, kabul etmiyorlar, siz de çıkarken "Sizi Tüketici Köşesi’ne şikayet edeceğim" diye tehdit ediyorsunuz.)
5. Normal davranın. Birşeyi komik buldunuzsa belli etmenin sakıncası yok. Endişe etmeyin satıcılar da bu duruma alışık olacaktır.
6. İçerisi boşken gidin. Eğer çok utanıyorsanız, dükkanın boş olduğu bir zamanda gidin. Haftasonları ve akşamları daha kalabalık olur. Örneğin pazartesi veya salı sabahı daha sakin olacaktır.
Yazının Devamını Oku 21 Temmuz 2006
Ucuz Çin malı eşyalara değilse bile, Çin malı önemli gün ve haftalara bayılıyorum. Yıl içinde insana hep ikinci bir şans daha tanıyorlar. Yılbaşı kutlamaları sönük mü geçti, boşveeer nasıl olsa Çin yeni yılı diye bir şey var. Doğum gününü kimse hatırlamadı mı, dert değil. Çin takvimine göre bir kez daha kutlamayı dene olsun bitsin.
Çinlilerin geleneksel ay takvimi bir derdimize daha çare oluyor sevgili okurlar. Aynı anda zıplasa dünyayı yerinden oynatabilecek güce sahip bu milletin sevgililer günü kutlamaları, kendi takvimlerine göre yılın 7. ayının 7. gününe denk geliyor ki, bu da 2006 için 31 Temmuz demek.
Tabii Çinliler Sevgililer Günü demiyor. Bu onlar için fazlasıyla direkt ve yüzeysel olurdu. 31 Temmuz, Yedinci Tanrıça Günü olarak kutlanacak. Cennetin imparatorunun yedinci kızı ile yetim çobanın aşk hikayesi hakkında bir öyküsü var.
Efsaneye göre imparatorun yedinci kızı iyi bir dokumacıymış. Tek renkli ve sıkıcı gök için rengarenk bir elbise dikmiş. Yetim çobanın ise bir öküz dışında hiçbir şeyi yokmuş. Fakat öküzün cennetten inme bir ölümsüz olduğuna inanılırmış. Öküz bir gün çobana hayatının aşkını nerede bulacağını bildiğini söylemiş. Çoban söylenen yere gittiğinde, imparatorun yedi kızını, derede yıkanmış dönerken görmüş. En genç ve güzel olanına aşık olmuş. Cennete geri gidemesin diye sihirli elbiselerini saklamış. Zaten bu arada kız da çobana aşık olmuş. Böylece evlenmişler ve iki çocuk sahibi olmuşlar. Aradan zaman geçmiş ve yaşlı öküz ölmek üzereyken çobandan postunu saklamasını istemiş.
Derken imparatorun kızını geri isteyeceği tutmuş. Başka çaresi olmayan dokumacı kız, cennetin yolunu tutmuş. Çoban, iki çocuğuyla beraber öküz postunun altına saklanıp, bir sepetin içine girmiş ve karısını takip etmiş. İmparator durumdan hiç memnun kalmamış ve sevgililerin ayrılmasını emretmiş. Yılda sadece bir kez, yılın 7. ayının 7. günü buluşmalarına izin verilmiş. Her yıl saksağanlar onların aşkına ağlar ve kavuşabilsinler diye gökyüzünden yeryüzüne köprü oluştururmuş.
Bugün Çinlilerin bile büyük bölümü Yedinci Tanrıça Günü’nü kutlamayı unutuyor. Ama biz unutmamışız. İstanbul’da Sortie ve Etiler’de iki şubesi olan Uzakdoğu restoranı Zen, bugüne özel bir sevgililer mönüsü bile hazırlamış. Geçen 14 Şubat’ta sevgilisi olmayanlar, gönlünce kutlayamayanlar veya orijinalite peşinde koşan sevgililer 31 Temmuz’u kaçırmasın. Valla 31 Temmuz’da kutlamak daha bile avantajlı olabilir, her yer indirimde çünkü.
Tuval gibi espadriller
Geçen hafta şakayla karışık, yurtdışından alışverişin keyfi kalmadı demiştim ya, aslında öyle değil tabii. Burada olanın aynısı değil, başka şeyler arıyorsanız dünya kadar alternatif ve keşfedilecek adres var. Üstelik ilginç bir şeyler bulmak için bazen oralara kadar gitmek de gerekmiyor. Bilgisayar başına geçmeniz yeterli.
The String Republic, sadece espadril ayakkabılar satan bir marka. Fransız kökenli ancak Finlandiya, Japonya ve İtalya’da da mağazaları bulunuyor. Markanın web sitesinden alışveriş yapmak mümkün. www.makefeetbeautiful.com adresini ziyaret ettiğinizde karşınıza rengarenk espadriller çıkıyor. Hem yazlık hem de yaz gibi ayakkabılar bunlar.
Markanın sahibi Stephane Bucco, 11 sanatçıyı bir araya toplamış ve onlardan kanvası tuval olarak kullanmalarını istemiş. Aralarında grafikerler ve illüstatörler var. Satın aldığınız espadrili kimin tasarladığını görebiliyorsunuz. Dilerseniz sanatçıların kendi web sayfalarını ziyaret edebiliyorsunuz. Ortaya esprili, genç, eğlenceli işler çıkmış. İsimleri de kendileri kadar renkli: Ev hayaleti, dünya kurtarıldı, güneşin katili... Hiçbirinin sol tekiyle sağ teki desen ve renk bakımından birbirini tutmuyor. Hiçbirini başka yerde bulmanız mümkün değil.
Bu şahane arzu nesnelerinin fiyatı 39-39.90 Euro civarında. Posta ücreti olarak 22 Euro ödüyorsunuz. Sipariş vermeden önce ayağınızın ölçüsünden iyice emin olun, çünkü memnun kalmazsanız geri postalamanın masrafı da sizden çıkıyor. Ayak ölçüsünü hem numara, hem de santimetre cinsinden verebiliyorsunuz. Numaralar 36-46 arasında. Ayaklarınız kalınsa, bir beden büyük sipariş vermenizi tavsiye ediyorlar.
Yazının Devamını Oku 14 Temmuz 2006
Güzel adetlerimizden biridir; yurtdışına çıkılacağı zaman eşe dosta istediğiniz bir şey var mı diye sorulur. Eskiden hayati önem de taşırdı, çünkü burada bulunmayan ilaçlar bile getirtilirdi. Ama artık pek bir anlamı kalmadı.
Oysa çok değil, bundan 5-6 yıl öncesine kadar, insan bazen sorduğuna pişman olurdu, zira siparişler yüzünden valizleri taşımak eziyet haline gelirdi. "Ayy zahmet olmayacaksa Body Shop’tan bana bir aromaterapi yağı alır mısın?", "Valla tam denk geldi, sadece Mac’te bulunan bir ruj var...", "İkea’ya yolun düşerse...", "Calvin Klein’ın iç çamaşırlarını görürsen...", "Accessorize’a bir baksana, iyi bir şeyler bulursan..." Liste uzar da giderdi.
Şimdi yukarıda saydığım markaların hepsi Türkiye’de en azından bir mağaza açtı. Kimseye sipariş vermeye filan gerek yok. Fiyatlar da genellikle yurtdışıyla aynı, hatta bazen daha ucuz.
Tabii hal böyle olunca yurtdışında alışverişin de keyfi kalmadı. İnsan yakınlarına hediyelik alırken bile zorlanıyor.
Sık sık dışarıya gidip, valizler dolusu eşyayla dönenlerden bazıları son derece mutsuz. Çünkü burada bulunmayan birşey bulamıyorlar. Ağızlarının tadı fena halde kaçmış vaziyette. Yurtdışına çıkasıları bile kalmadı.
Şaka etmiyorum, gerçekten de burada bulunabilen marka sayısı arttıkça, tuhaf bir kıskançlık hissine kapılanlar var. Marka kendilerine ihanet etmiş, önemli bir ayrıcalıkları ellerinden alınmış gibi düşünüyorlar. "Tüh yaa, Calvin Klein da Kanyon’a mağaza açmış" cümlesini kuranları kulağımla duydum.
Türkiye’de mağazası yokken koca İkea’yı valiz içinde İstanbul’a taşıyan bir tanıdığım, Ümraniye’deki mağazanın kapısından bile girmiyor. Çünkü artık herkesin evinde oradan alınmış birşeyler var. Şimdi kim anlayacak o vazoyu Londra’dan mı aldı, Ümraniye’den mi!
"Allahtan Gap, Banana Republic ve H&M hala Türkiye’ye gelmedi de, alacak birşeyler buluyoruz" diyorduk ki, 2007’de hizmete girecek İstinye Park’a bir H&M açılacağı, ardından hızla Türkiye’nin dört bir yanına yayılacağı haberi geldi. Yine hüsran, yine gözyaşı. Bir Gap bir de Banana Republic için onca yol tepilmez ki.
Yok yok yurtdışından alışverişin keyfi kalmadı...
Milyarları ellerimizle çöpe atmışız
Bir Ersen ve Dadaşlar albümü sizce kaç para eder? Hani Türk pop müziğine kurufasulye güzellemesiyle ayrı bir tat katmış olan Ersen ve Dadaşlar’dan bahsediyorum. Bu benzersiz ekibin Vatan Bizim Ülke Bizim isimli plağı tam 285 lira ediyor sevgili okurlar. Yaaa, görünce ben de inanamadım. Ömür Biter Yollar Bitmez isimli çalışmalarına da 200 lira veren çıktı.
Bu fiyatlar www.gittigidiyor.com’da satışa çıkarılan eski plaklara ödenen fiyatlar. Albümleri yıllar sonra bu kadar kıymetli olan tek isim Ersen ve Dadaşlar değil elbette. Moğolların nadir bulunan bir plağı 185, Cem Karaca ve Kardaşların ilk long play’i 1.780 lira. Erkin Koray Dörtlüsü’nün Meçhul adlı 45’liği 560 liraya gidiyor.
Ben bunları görünce hafif bir baş dönmesi, yoğun bir pişmanlık, kalbimde sıkışma hissettim tabii. Kasetler ilk piyasaya çıktığında iki battal boy çöp poşeti dolusu 45’liği kendi ellerimizle eskiciye bedavaya vermiştik. Yer tutuyor, kalabalık yapıyor, hem kaset dinlemek daha az zahmetli diye. Ben nereden bileyim milyarları çöpe attığımı. Çok pişmanım, çok.
Yazının Devamını Oku 30 Haziran 2006
Ayakkabıdan sonra kadınların kendini kaybederek alışveriş yaptığı ikinci saha sanıyorum çanta. Pahalı ve "trendy" markalara sahip olmak için haftalarca mağazaların sipariş listesinde bekleyen, iyi bir taklitçi peşinde koşan, yabancı dergileri satır satır takip eden, fotoğraf kesen pek çok kadın var. Kollarına (taklit ya da orijinal) bir Fendi Spy, Tods veya Chloe Paddington takıp dolaşmadıkça içleri rahat etmiyor.
Adını ve modelini şimdi unuttuğum bir çanta vardı. İlk çıktığında düzenlenen defilede mankenler çantayı omuzlarına asmak yerine - ki gayet fonksiyonel bir askısı vardı - kollarının altına sıkıştırıp kucaklarında taşımışlardı. Bunu gören bizimkiler de caddelerde eziyet çekerek, o çantaları omuzlarına asmak yerine bebek gibi kucaklarında gezdirmişti.
Bu sadece bize özgü bir durum değil, tüm dünyada böyle. Amerika’da markalarda gözü kalan ama parası olmayan kadınlar için kiralık çanta sistemi kuruldu. Aylık belli bir para veriyorsunuz, canınız hangi markayı çektiyse alıp dolaşıyorsunuz. Taklit çanta peşinde koşanlar da sadece bizde görülmüyor.
Bir süre önce Kadıköy’de taklit çantalar satan bir mağazadan bahsetmiştim. Daha Türkiye’ye gelmemiş, en yeni modellerin bile taklidini bulmak mümkündü. Yabancı dergilerden kestikleri resimlerle gelen kadınlar sıraya girmiş vaziyetteydi. Hatırlı müşterilere (bir iki tanesini çıtlattılar, hakikaten hatırlı isimlerdi), yeni gelenler telefonla bildiriliyor, onlar istemezse "halka" satılıyordu.
Şimdi "Çantaalmaktanaslabıkmayankadınlar"ın ikinci bir türü oluşmaya başladı. Onlar satın aldıkları çantayı herkesin üzerinde görmekten hoşlanmadıkları, dünyanın parasını dökmeyi gereksiz buldukları için niş markalara yöneliyorlar. Bizde şimdilik daha çok gençlerin böyle bir merakı var. Hanların, pasajların içindeki küçük dükkanlardan harika şeyler bulup çıkarıyorlar. Özellikle kumaş çantalarda sonsuz seçenek var. Ben mesela Aslı Kerimol’un ortağı Esin Bayrak Durmaz ile yaptığı çantalara bayılıyorum. Nişantaşı’ndaki küçük atölyesinde bulabiliyorsunuz sadece.
Shiloh’un tişörtü ve emziği
Banyo yaparken çekilen fotoğraflarını çaldırarak, yeryüzündeki ilk talihsizliğini yaşayan Shiloh Nouvel Jolie-Pitt’i ilk gördüğümüz fotoğrafı hatırlıyor musunuz? Hani annesiyle babası üzerine eğilmiş bakarken görülüyordu. Açık renk bir tişört giymişti. İşte o tişört, meğer ünlü anne babaların gediklisi olduğu bir tasarımcıya aitmiş.
Tişörtün üzerinde bir kurukafa (yeni doğmuş bebek için ilginç bir seçim) ile bir takım tencere, tava ve kaşık resimleri var. Melek kanatlarını da unutmayalım tabii. Tencere&Tava Orkestrası yazıyor hepsinin altında. Tasarımcı Kingsley Aarons, evdeki kap kacağa kaşıklarla vurarak cinnet ortamı yaratan iki yaşındaki oğlundan ilham almış. Kendisi aslında bir grafik tasarımcısı, ancak bebekler için iki yıl önce yapmaya başladığı tişörtler kapış kapış gidiyor. Johnny Depp, Gwen Stefani, Seal ve Heidi Klum ile Guns n’Roses’ın Slash’i bebeklerine hep onun tasarımlarını giydiriyor. Yeni nesil anne babalar, kendilerini giyeceği türden giysiler almaktan hoşlanıyormuş çocuklarına. Unutmadan ekleyelim, ünlü tişörtün fiyatı 38 dolar. Fakat hiçbir yerde kalmamış.
Bu arada ItsmyBinky.com adlı internet sitesi de Shiloh için bir emzik tasarlamış. Öyle bildiğiniz emziklere elbette benzemiyor. Beyaz altın üzerine elmasla kaplı ve 17 bin dolar değerinde. Daha açık olmak gerekirse tam 279 elmas kullanılmış. Elbette kimse bebeğin bu emziği kullanmasını beklemiyor. Aksi halde ciddi çene sorunları yaşayacağı kesin.
File içinde kesekağıdına dönüş kampanyası
Geçen hafta, ekolojik pazara giderken kullandığım ip filelerle fazla nispet yapmışım galiba. Pek çok kişi nereden file bulunur diye sordu. Bir de pazarın detaylı adresini isteyenler var. Efendim Ekolojik Pazar, Feriköy Sabit Pazarı’nda her cumartesi kuruluyor. Bomonti Caddesi, Lala Şahin Sokak. Eski Tekel Bira Fabrikası’nın bir alt sokağı oluyor kendileri.
File nereden bulunur meselesine gelince... Malesef sadece İstanbul’dan adres verebileceğim. Elbette akla gelen gelmeyen diğer tüm nesneler gibi ip fileler de Tahtakale’de bulunuyor. Eski Ticaret Odası’nın karşısında soba, kuzine, mangal satan dükkanlar vardır. Onların bir arka sokağına geçin, hamak filan satan yerlere sorun. Yanlış yere sorsanız bile doğru adresi gösterirler. Bir de Kapalıçarşı’da Dervish diye bir dükkan var. Anadolu’nun dört bir yanından gelen kumaşlar, dokumalar, havlular, sabunlar satılıyor. Buradan bir şey satın alırsanız, aldıklarınızı ip fileye koyuyorlar. Ben en son gittiğimde durum böyleydi, umarım değişmemiştir.
File soran okuyucular, bir de kampanya talep etmişler. "File içinde kesekağıdına dönüş" kampanyası istiyorlar. Anladığım kadarıyla pek çok kişi naylon poşet kullanmaktan o kadar da memnun değil. Alternatif bulunmadığından mecbur kalıyorlar. Hakikaten ben de dikkat ediyorum, semt pazarlarında bile kesekağıdı kullanan pazarcı sayısı çok azaldı. Oysa herkesin bir filesi olsa, onu tekrar tekrar kullansa, filenin içine konanlar da kesekağıdı ile paketlense, çevre için epey bir şey yapılmış olurdu.
Yazının Devamını Oku 23 Haziran 2006
Mutlaka duymuşsunuzdur, geçen cumartesi Türkiye’nin ilk yüzde 100 ekolojik pazarı, İstanbul Feriköy’de açıldı. Nostaljik filelerimi kaptığım gibi gittim. Hani şu artık sadece Adile Naşit ve Münir Özkul filmlerinde gördüğümüz ipli filelerden hálá var bende. Çantamda bir tane mutlaka taşıyorum. Böylece gereksiz yere plastik poşet israfı yapmamış oluyorum. Fark ettiyseniz son derece örnek bir vatandaş portresi çizmekteyim. Adeta yakamda kırmızı kurdelem eksik.
Ekolojik pazar, şimdilik pek küçük. Feriköy sabit pazar alanının bir köşesini ancak kaplıyordu. Ancak ziyaretçilerin sayısı hiç de fena değildi. Çarşamba pazarının kalabalığıyla kıyaslanmaz elbette ama, ilk kez kurulan ve sadece ekolojik ürün satan bir pazar için iyi sayılır.
Ben özellikle kabuğunu kullandığım yiyeceklerden almak için gittim. Limon, portakal, salatalık gibi. Kullanılan kimyasallar meyvelerin kabuğunda birikiyor ya, bunları tüketmek pek sağlıklı olmuyor haliyle. Yazın bol bol ev yapımı limonata (içine limonun kabuğunu rendeliyorsanız) tüketenlere organik limon almalarını tavsiye ederim.
Maalesef evin tüm mutfak ihtiyaçlarını organik ürünlerden karşılamak hálá mümkün değil. Ya da canınızın çektiğini değil, pazarın sunduklarını yiyeceksiniz. Bakliyat ve kuru meyve çeşitlerini saymazsak (onlarda neredeyse sınırsız seçeneğiniz var), ilk hafta pazarda enginar, brokoli, ıspanak, roka, kıvırcık, salatalık, domates, kayısı, portakal, kiraz, erik, taze sarmısak, maydanoz, taze kekik ve nane, kişniş, yumurta, süt, bebek maması, nar suyu ve başka birkaç meyve suyu daha bulmak mümkündü. Bir köşede tahta oyuncaklar satılmaktaydı. Umarım atladığım bir şeyler yoktur.
Fiyatlar gayet makul. "Organik ürünler pahalı olur" deyip, kafadan burun kıvıranlara duyurulur. Kirazın kilosu 4, domates ve salatalığın kilosu 1.25, enginarın tanesi 0.50-1 liraydı. Bir demet taze sarmısağa 2.50 lira verdim. Yanılmıyorsam 10 tane yumurta 4.50 liraya satılıyordu.
Fakat pazarın en dikkat çekici tarafı insan ilişkileri. Burada sadece ürünler değil, pazarcılarla müşteriler de organik. Demek istediğim herkes çevreyle dost. Pazarcılar pazarcıya benzemiyor zaten. Daha ziyade semt şenliğinde tezgah açan üniversite öğrencilerini andırıyorlar. Tüm tezgahların üzerinde, satılanların organik olduğunu belgeleyen sertifikalar duruyor. Kimse malını satmak için avaz avaz bağırmıyor. Her şey seçmece. Ortalık ne kadar sakin ve herkes ne kadar güleryüzlü. Mümkün olduğunca kese kağıdı kullanmaya çalışılıyor. Enginarlar poşette değil, kavanozda satılıyor. Pek çok kişi yanında bez pazar çantasıyla gelmiş. Pazarcılar malını satarken ufak çaplı brifing de veriyor. Bu bilgilendirme ihtiyacı sıkıntıya da yol açmıyor değil. İki kilo domates almak için, önünde hepi topu dört kişinin olduğu tezgahta beklemek zorunda kalıyorsunuz. Çünkü bu insanların pek çoğu belli ki hayatında ilk defa bir şeyler satıyor. Her müşteriye hoşgeldiniz, ne arzu etmiştiniz, yardımcı olabilir miyim, teşekkür ederiz, yine bekleriz cümleleri kuruluyor. "Abla iki buçuk kilo geldi, üçe tamamlayayım mı" diye sormak yerine, gramı gramına talep ettiğiniz kadar vermeye çalışıyorlar. Terazi sepetine altı domates giriyor, ikisi çıkıyor, biri tekrar konuyor... Halbuki, Salı Pazarı’ndan iki pazarcıyı transfer edeceksiniz, bakın satışlar ne kadar hızlanıyor. Şaka ediyorum, aman her şey böyle kalsın, yalnız ürün çeşidi biraz artsın.
Yazının Devamını Oku