Sahip olduğunuz her şeyin yarısından vazgeçebilir misiniz

Yıllarca çalıştınız, didindiniz, sonunda hayalini kurduğunuz hayata kavuştunuz.

Mutlu bir evliliğiniz, iki çocuğunuz, hiç de fena olmayan müstakil bir eviniz, iyi kazandıran bir işiniz, lüks sayılabilecek otomobiliniz var. Yılda en az bir kez, hep birlikte, yurtdışı seyahatlerine çıkıyorsunuz. İnsan başka ne ister ki...
Peki tüm bunların yarısından bir anda vazgeçebilir misiniz? Daha mütevazı ve küçük bir eve taşınıp, otomobilin modelini küçültebilir misiniz? Yurtdışı tatillerinden vazgeçip, onun parasını başkalarına verebilir misiniz? Sahip olduğunuz her şeyin yarısını, dünyanın kalanıyla paylaşabilir misiniz?
Hedefe ulaşmak için çalışmakla geçen onca yılı sokağa atmak gibi mi geldi?
Enayilik?..
Enayilikse, bu enayiliği yapan birileri var: Amerikalı Salwen Ailesi. Fikir, ailenin 14 yaşındaki kızı Hannah’nın başının altından çıkmış. Ergenlikle uğraşan Hannah, lüks bir otomobil ile evsiz bir adamı yanyana görünce tepesinin tası atmış. Yürüttüğü akıl son derece basit, bir o kadar da mantıklı: Bu Mercedes’in sahibi daha ucuz bir otomobile binse ve aradaki farkı evsizlere bağışlasa, bu evsiz adam çöpte yemek aramak zorunda kalmazdı.
Salwen Ailesi, o noktaya kadar başkalarını umursamadan yaşayan bir aile de değil üstelik. Düzenli olarak bağış yapıyor, evsizlere yemek dağıtan organizasyonlarda gönüllü çalışıyorlar.
Ama bunları hiçbiri Hannah’ya yetmemiş, her ergen gibi anne babasına gözlerini devirmekle yetinmiş. Sonunda sinirlenen annesi Joan, “Ne istiyorsun evimizi mi satalım, odandan mı vazgeçeceksin?” deyince küçük hanımın gözleri parlamış.
Böylece macera başlamış.
Aile, oturup mesele üzerine düşünmüş ve Hannah’yı haklı bulmuşlar. Dünyanın büyük bölümüne oranla müthiş bir refah içinde yaşıyor olmak onları huzursuz etmiş ve sahip olduklarının yarısını, ihtiyacı olanlarla paylaşmaya karar vermişler.
Önce daha mütevazı bir eve çıkılmış, otomobil değiştirilmiş. Tatillerini gönüllü çalışmalara ayırmışlar. Süreç, sadece başkalarının değil onların hayatını da değiştirmiş. Aile fertleri arasındaki güven artmış, bağlar sıkılaşmış. Hayatın biraz daha yaşamaya değer olmasına katkıda bulundukları için kendileriyle gurur duyuyorlar.
Salwen Ailesi, sahip olduğunun yarısından vazgeçmeye başlayalı 3 yıl olmuş. Gana’nın unutulmuş bir köyünde yaptırdıkları tahıl değirmeni sayesinde, köyün kızları eğitimlerine zaman ayırabiliyor. Yazdıkları kitap “Power of Half” (Yarımın Gücü), daha yeni piyasaya çıktı. Kitapta geride kalan üç yılı anlatıyorlar. Aile tek başına bir sivil toplum örgütüne dönüşmüş durumda. Çalışmalarını baba kızın birlikte hazırladığı internet blog’undan takip edebiliyorsunuz.

Atları bile vuruyorlar da neden haysiyetimizle ölemiyoruz

12 yıl oldu anneanneme Alzheimer teşhisi konalı... Anneannem bildiğim, bir saniye yerinde durmayan, evini, ailesini yöneten o kadın, küçük bedeninden taşınalı da 8 yıl olmuştur. Hayır, hâlâ hayatta ama bir sabah gözlerine baktığımızda fark ettik artık orada olmadığını.
Hani insanlar seyahate çıkarken evlerini sıkı sıkı kapatır, panjurları indirir, evin bütün ışıkları söner ya, öyle... Onun ışıkları da yavaş yavaş söndü. Anneannemin zihnindeki artık karanlık pencereler, sıkı sıkı kapalı. Hiç ışık sızmıyor dışarı, orada mı değil mi bilmiyoruz. O nerede olduğunu biliyor mu, bilmiyoruz.
İlk teşhis konduğunda “Göreceksiniz” demişti, “Göreceksiniz, ben bu hastalığı yeneceğim.” Alzheimer’ın ne menem bir şey olduğunu bilmiyordu, yenemeyeceksin diyemedik, onunla birlikte inanmayı seçtik.
12 yıl sonra, hâlâ ziyaret edebildiğimiz, sarılıp öpebildiğimiz bir beden olduğu için minnettarız. Ama artık yürüyemeyen, kendi başına kişisel hiçbir ihtiyacını gideremeyen anneannem halinden ne kadar memnun? Ya da ona, bundan yıllar evvel bu manzarayı gösterselerdi, bu kadere razı olmayı ister miydi?

Sir Terry Pratchett, kitapları Türkçe’ye de çevrilmiş, çok satan bir İngiliz fantastik komedi yazarı. Kısa süre önce Alzheimer teşhisi kondu kendisine, henüz hastalığın en erken aşamasında. O, anneannem gibi değil, başına gelecekleri, ölene kadar hangi aşamalardan geçeceğini biliyor. Hayatını adadığı kelimelerin yavaş yavaş onu bırakıp gideceğini...
Ve henüz beyni ona ihanet etmemişken, bu hayatı tadında bırakma hakkını kazanmak istiyor. Hafta başında konuyu ülkesinde gündeme getirdi. Kendisini bir test vakası olarak önerdi. Zamanı geldiğinde, birilerinin tıbbi yardımıyla ölmek istiyor. Ama ona yardım edenler, o gittikten sonra mahkemelerde sürünmesin, cinayetle itham edilmesin de istiyor.
Kendi seçtiği zamanda ölme hakkını kazanırsa, kalan ömrünü daha iyi yaşayacağını söylüyor.

Şu anda dünyada ötanazi hakkı tanıyan birkaç ülke var: Belçika, Hollanda, İsviçre ile ABD ve Avustralya’nın bazı eyaletleri. Ölümcül hastalara, ölümlerini planlama hakkı veren, onlara bu konuda tıbbi yardım imkanı sağlayan İsviçre’de Dignitas ve Exit gibi klinikler bulunuyor. Buralara dünyanın dört bir yanından hasta geliyor. Bugüne kadar yüzlerce insana ölmekte yardım ettiler.
“İntihar turizmi” o kadar hızlı büyüdü ki, İsviçre hükümeti yurtdışından gelen taleplere bazı sınırlamalar getirmeye, hasta kabulünde daha katı davranmaya karar verdi.
Karara itirazlar gecikmedi. Ölmek isteyen birini kimsenin durduramayacağını, bu kararın sadece daha acı verici yöntemlerle insanların ölmesine yol açacağını savunanlar var.

Dünyaya gelmek kendi kararımız olmadığı gibi dünyadan gitmek de olmamalı diye düşünebilirsiniz. Peki, ikisinin arasında geçen süreye yaşam diyorsak, yaşamı nasıl tanımlıyoruz? Neye yaşamak diyoruz?
Birkaç gün evvel, bitkisel hayattakilerin düşünce gücüyle iletişim kurabildikleri saptandı. Bu durumdaki 23 hastadan dördü bilinç emaresi göstermiş. Bu gelişmenin fiş çekme ya da ötanazi kararlarını etkileyeceği, hatta sonunu getirebileceği iddia ediliyor. Beyninize bağlanan elektrotlar yardımıyla, sorulan sorulara sadece evet veya hayır diyebilmek insanca yaşamak olarak tanımlanabilir mi?
Yazarın Tüm Yazıları