Eugène Ionesco 1909’da Romanya’da doğdu. Hitler’in Nazi Almanyası yükselirken ve İkinci Dünya Savaşı yıllarında Fransa’da yaşayan bir oyun yazarıydı. 1959’da en ünlü eserlerinden birini verdi; ‘Gergedan’ı.
1930’lardan itibaren ülkesi Romanya’daki en iyi arkadaşlarını, çevresini ve bütün vatandaşlarını gözleri önünde faşizme kayarken izledi. Bu sosyal metamorfozu, teker teker gergedana dönüşen insan alegorisinde kağıda döktü. Sık sık kullandığı otobiyografik kahramanı Bêrenger, çevresindeki herkesin aşama aşama gergedanlaştığı bir dünyada ayakta kalmaya çalışan ‘insan’dı.
Önüne çıkan her şeyi yıkıp geçen, homurtuya benzer sesler çıkaran, derisi kalın ve sert bu hayvan ilk kez şehrin sokaklarında göründüğünde herkes paniğe kapılır. Sonra birer ikişer, gergedanların o kadar da kötü olmadığını düşünmeye başlarlar. Derken sesleri müzik gibi, derileri çekici gelir. Aşık olduğu kadın Daisy de gergedanların arasına katılınca Berenger insan kalmakta direnen tek kişi olarak kalır.
Gergedan o zaman faşizmdi, nasyonal sosyalizmdi. Aradan 53 yıl geçti, gergedanlar hâlâ aramızda. Hâlâ her gün en yakınımızdan birilerinin gergedanlaştığını görüyoruz. Oyunu İstanbul’da Théâtre de la Ville-Paris topluluğu sahneledi. Yönetmen Emmanuel Demarcy-Mota’nın oyunla ilgili kaleme aldığı çok güçlü bir metin var. Üstüne gerçekten söyleyecek pek bir şey bırakmıyor.
HEP KAZANIYORLAR
“Alegori, şüphesiz ki 2012 yılında birtakım başka anlamlara açılacaktır. Güney ve doğu ülkelerinde, halkların ayaklanarak yıkmaya çalıştığı bütün bu diktatörlerin, ateşli taraftarlarını oluşturan uşakların ve fedailerin teşhirini şüphesiz ki bu oyunda da göreceğiz.
Bugün gergedanlıkta tuhaf bir güç görüyoruz: Öylesine, alçaklıktan, işimize geldiği için, tembellikten ve kimse bizden böyle bir şey istemediği halde gergedan oluyoruz. Bizi buna zorlayan bir zorba yok. Bizi gergedanlaştıran, komşumuz, öbürü, beriki, sen, kısacası kendimiz. Onun için gergedanlaşmada modanın zorbalığını veya törenin zorbalığını, meşhur tüketim toplumunun mekanik tarifini görebiliriz. Ama merak etmeyin, modanın da karar vericileri, törenin de organizatörleri vardır ve orada yine kapitalist efendiyi görürüz.
1. Rezan Yeşilbaş’ın Cannes Film Festivali’nde ödül alan kısa filminin adı nedir?
a. Suskunlar
b. Sessiz
c. Aşk
d. Uzak
2. İzmir’de sekiz aylık oğlunu yüksek ateş nedeniyle hastaneye götüren Tolga Güzel, muayene sırasında odadan çıkmasını isteyen doktora saldırdı. Saldırı silahı neydi?
a. Osmanlı tokadı
Hepsi arka arkaya geldi. Önce İngiliz basınında, bu yılın başında intihar eden eşcinsel bir psikoterapistin öyküsünü okudum. Ardından yabancı moda bloglarında Vogue’un bildirisiyle ilgili yorumlara rastladım. En son Vogue Türkiye’den de bu bildiriye katıldıklarına dair bir duyuru geldi:
“Sağlıksız zayıflamaya hayır diyen, yeme bozuklukları konusunda başta modeller olmak üzere tüm kadınları bilinçlendirmeyi hedefleyen, tasarımcıları gerçekçi ölçülerde çalışmaları için teşvik eden Vogue Türkiye, bu girişimi ‘Ruhta Sağlık Bedende Sağlık’ sloganıyla kapağına taşıdı” diyordu mektup.
Baştan alalım...
Bob Bergeron, 49 yaşında, New Yorklu, yakışıklı, eşcinsel bir psikoterapistti. Dışarıdan bakınca mükemmel bir hayat yaşıyordu. Orta yaşa gelmiş gay’ler için mutluluk rehberi diyebileceğimiz bir kitap yazdıktan sonra, geçen ocak ayının beşinde intihar etti. Tüm arkadaşları şaşkındı. Kitapta tarif ettiği adam kendisiydi adeta, nasıl olur da intihar ederdi?
GAY’LERİN BEDEN ALGISI
Arkasında bıraktığı nottan anlaşıldığına göre Bob, yaşlanmaktan ve bu yüzden yalnız kalmaktan korkuyordu. Eskisi kadar çekici olmadığını düşünüyordu. Çünkü dışarıda gay’ler için acımasız bir hayat vardı. Açık açık gençliği, seksiliği ve güzelliği her şeyin üstünde tutan bir zihniyet...
Tıpkı kadınlar için geçerli olduğu gibi. Erkekler de kendi ürettikleri zihniyetin kurbanı olmaya mı başladı yoksa?
1. ‘Mah Woo May’ nedir biliyor musunuz?- a. Çince’de bir beddua
- b. Güney Kore’nin yeni dövüş filmleri starı
- c. Yeni bir oyuncak markası
- d. Komançiler tarafından geçen hafta evlat edinilen Johnny Depp’in Kızılderili dilindeki yeni ismi
2. Geçen hafta yeni bir isim, uzun araştırmalardan sonra ‘Faiz haramdır’ sonucuna vardığını açıkladı. Kimdi hatırlıyor musunuz?- a. Dünyaca ünlü ekonomi uzmanı, Amerikalı Paul Krugman
- b. Dünya Bankası’nın seçilmiş başkanı Jim Yong Kim
- c. Türkiye’nin ünlü ekonomisti Yiğit Bulut
Bu hafta Boğaziçi Üniversitesi’nde bir protesto vardı; üniversiteli feministler deodoran markası Axe’ın standını bastı, resmen kampüsten kovaladı. Üniversitede bir spor festivali düzenleniyordu ve Axe da stand açmış, kendi düzenleyeceği futbol maçının tanıtımını yapıyordu. Kadınlara karşı erkeklerin mücadele edeceği etkinliğin sloganı ‘en ateşli maç’tı. Feministlerin, markanın cinsiyetçi reklam kampanyaları yürüterek kadın bedenini metalaştırmasına itirazı vardı. Dövizler, darbukalar, düdüklerle standın önünde toplandılar. Son derece eğlenceli geçen protesto sonunda Axe, standı sökerek kampüsü terk etmek zorunda kaldı. Bu arada kızlar, markanın görevlisine de Axe’ın cinsiyetçi olduğunu itiraf ettirdiler. Axe (İngilizce’de balta anlamına gelmektedir, ne kadar manidar!) yıllardır seksist reklamlar yapan bir deodoran markası. Olaylar genelde aynı minvalde gelişiyor: Fiziken öyle çok da üstün özelliklere sahip olmayan bir erkek, bir kutu Axe’la yıkanıyor, kokuyu alan mükemmel vücut ölçülerine sahip kadınlar kendini kaybederek sinekler gibi bu adama yapışıyor. Farklı versiyonlarda, gözlerine koca bir kalıp çikolata gibi görünen erkeği dişledikleri, bir ısırık almadan bırakmadıkları da görülmüştür.
Benim en sevdiğim (!) versiyonuysa elbise askılı olanı. Adam, yatakta ilgisizce oturan kız arkadaşını havaya sokmak için önce ayaklı askıya deodoran sıkar. Bir demet maydonoz kadar zekası (ki onlarda dahi bir tür zeka biçimi olduğu ortaya çıkarıldı) sahip olan kadın tamamen koku alma duyusuyla hareket etmektedir. Derhal askıyla flört etmeye başlar. Bu sırada sevgilisi Axe’la yıkanmakta, askıdan beklediği karşılığı alamayan kadının önünde sonunda kucağına düşeceğini hesaplamaktadır.
Boğaziçili feministler sonuna kadar haklı; Axe cinsiyetçi, kadını metalaştıran, tek tip beden algısı dayatan bir marka. Ama ben erkeklerin de bir parça isyan etmesini beklerim. Nihayetinde elbise askısıyla bir erkek arasında fark olmalı, değil mi?
Oğlum bak git
Bu hafta internette en fazla izlenen videolardan birinin adıydı bu. Görüntüde 15-16 yaşlarında iki genç, sokakta bir temizlik görevlisinin peşinden gidiyor. Adam sürekli arkasına dönüp çocuklardan birini “Oğlum bak git” diye uyarıyor. Fakat çocuk horozlanmış bir kere, belinden kemerini çıkarıp kırbaç gibi sallamaya, yere vurmaya başlıyor; adamı kemerle dövmekle tehdit ediyor (artık kimden ve nasıl öğrendiyse). Görevli hep sakin, belli ki içinden ya sabır çekip duruyor. Çocuk kabara kabara kendisini takip ve tahrik etmeye devam ediyor. En nihayetinde sabrının sonuna gelen temizlik görevlisi süpürgenin sopasıyla oğlanı kovalamaya başlıyor. Çocuğun peşindeki adamla birlikte ağlayarak kaçışını izliyoruz ve video bitiyor.
Herkes çok güldü bu kayda. Sonra hikayesini öğrendik...
Olay Gölcük’te geçiyordu. Temizlik görevlisinin adı Selçuk’tu ve kekemeydi. Semtin çocukları kendisiyle sürekli alay ediyordu. Sonunda dayanamamış, içlerinden birine tokat atmış, sonra işinin başına dönmüştü. İşte bizim izlediğimiz görüntü bundan sonra başlıyordu.
1. Aşağıdakilerden hangisi geçen hafta kaybettiğimiz genç yönetmen Seyfi Teoman’ın yönettiği filmlerden biri değildir?
a. Tatil Kitabı
b. Tepenin Ardı
c. Bizim Büyük Çaresizliğimiz
d. Apartman
2. Emniyet konuşmalarında geçen ‘Bilinen Bayan’ kimdir?
a. Ören Bayan’ın büyük teyzesi
“Sam Fiorella kariyer sahibi bir çalışandı. Yeni iş görüşmesinde her şey yolunda giderken karşılaştığı ‘Klout puanın kaç?’ sorusuna yanıt veremeyince işi kaçırdı. Fiorella’nın Klout puanı 34 çıktı” diyordu haber.
An itibariyle ekrana boş gözlerle bakmaktaydım, zira Klout denen şeyin ne menem bir şey olduğunu bilmemekteydim. Fakat sıkı bir orta sınıf ahlakıyla yetiştirildiğimden, sınıfıma ait bilinçle derhal paniğe kapıldım; ne olmadığını bilmediğim bu şeyi “Bana sorsalar ne cevap vereceğim, ayıp olacak” diye.
Neticede Klout’un bir puanlama sistemi olduğu ortaya çıktı. Sosyal medyadaki etkinliğinizi ölçüyor, 1’den 100’e kadar puanlıyor. Adam yerine konmak için 40’ın üzerine çıkmak şart 100 puan almayı başaran tek kişiyse, Kanada’nın Celine Dion’dan sonra başımıza sardığı tahammül fersa müzikal kişi Justin Bieber. Sadece Twitter’da 22 milyona yakın takipçisi var ki, kendilerine acil şifalar diliyorum.
Klout’un bilimadamlarından ve mühendislerden oluşan ekibi, hesaplamada hataya yer olmadığını söylüyor. Twitter, Facebook, Google + gibi sosyal ağlardaki durumunuza bakıyorlar. Kaç kişiyi takip ediyorsunuz, kaç kişi sizi takip ediyor, yazdıklarınız ne kadar paylaşılıyor, kaç kere yeniden tweetleniyor, kaç kişi sizden bahsediyor, siz ne sıklıkla bu ağlara girip etkinlik gösteriyorsunuz filan falan...
YOKSA BEN BİR HİÇ MİYİM
Siteye ilk kez geçen çarşamba girdim, adımı yazdım, yüreğim pır pır puanlamayı bekledim. Birkaç saniye içinde ekrandaki resmimin yanında kocaman bir 10 puan belirdi.
Rezalet, sosyal medyada bir hiçim resmen!