Nathaniel Hawthorne’un 17. Yüzyıl Amerikası’nı, katı püriten Hıristiyan toplumun kişiyi ezdiği, baskı altına aldığı boğucu atmosferi anlattığı romanıdır Kızıl Damga. Başrolünde Demi Moore’un oynadığı filmi de çekilmişti. Evli bir kadındır Hester Prynne, genç bir adama aşık olur. Ancak ilişkileri ortaya çıkar. İşlediği suçun cezası olarak, nereye giderse gitsin ona ve karşılaştığı herkese ahlaksızlığını hatırlatması için kocaman kızıl bir harf taşımak zorunda bırakılır...
Başbakan “Her kürtaj bir Uludere’dir” açıklaması yapar yapmaz, işareti alıp kürtaj üzerinde çalışmaya başlayan Sağlık ve Aile bakanlıklarının hazırladığı taslağın detaylarına ilişkin haberler zaman zaman çıkıyor. Bu hafta taslağın bir detayını daha öğrendik. Kürtaj talep eden kadına, kürtaj filmi izlettirilecek!
Taslak üzerinde çalışan kurul, pek çok ülkenin kürtaj politikasını incelemiş, ‘Türkiye’nin bakışına’ (sanki tüm Türkiye’nin homojen bir bakış açısı varmış gibi) en uygun modelin ABD’de uygulandığına karar vermiş. O yüzden bizde de Amerikan modeli kürtaj politikası uygulanacak. Pek çok başka şeyde olduğu gibi...
Ki ABD, dünyanın en muhafazakâr toplumlarından biridir. O yüzden biri size “Ama ABD’de de böyle” derse batının ilericiliğinden bahsettiğini sanmayın. Hawthorne’un romanı şahidimdir.
DOĞUMU İZLETİN, O DA CAYDIRIR
Kürtaj yaptırmak isteyen kadına uygulanacak Amerikan prosedürü şu:
Uzman doktor, önce güzellikle kürtajın kadın bedenine zararlarını anlatacak. “Bu çocuğu aldırırsan meme kanseri olursun” denecek.
1- Geçen hafta iki turizm beldesi; Alanya ile Marmaris arasında polemik yaşandı. Konusu neydi?
- a. Hangisinin belediye başkanının başına daha çok güneş geçmiş
- b. Hangisinin kaymakamı diğerini döver
- c. Hangisinde daha fazla turist tecavüze uğramaktadır
- d. Hangisi il olmayı daha çok hak etti
2- Puşi, çakmak, kitap... Bu üç nesnenin ortak noktası nedir?
- a. Issız adaya düşse Ferhat Tunç’un yanına alacağı üç şey olmaları
İki hafta evvel, hakim ve savcıların internet sitesi adalet.org’da bir erkek avukatın yazdığı makele ortalığı karıştırmıştı.
Adını öğrenemediğimiz zat, erkekleşen kadının evlilikte müşterek hayatı çekilmez hale getirdiğini savunuyordu. Hatta yazının başlığı ‘Evlilik Neden Biter?’ idi.
Üstelik sayın avukatın tezine göre bir kadının erkekleşmesi an meselesiydi. Para kazanmak, kendi ayakları üzerinde durmak isteyen her kadın bir sabah uyandığında kendini erkeksileşmiş bulabilirdi.
Zira, kadınların iş hayatında etkin ve aktif şekilde yer almaları, onların östrojen hormonlarının azalmasına ve testosteron hormonlarının artarak kadınsı davranışlardan uzaklaşmasına yol açıyordu. Bu kadınlar tereddüt etmeden eşinin karşısına dikiliyor, rahatlıkla onu beceriksiz görüp aşağılayabiliyordu.
Beyefendinin endokrinoloji dalındaki ihtisas derecesini bilemiyoruz. Ancak bu sayıklamanın münferit olduğunu sanmayınız. Çünkü siteye, özellikle erkek aile hakimlerinden, kendisinin görüşlerine katılan çok sayıda yorum geldi.
Daha iki gün önce de olimpiyatlarda sporcu kadınların erkekleşmesinden dem vuruldu. Bu kez şikayet eden bir erkek gazeteciydi ve tüm kadınları da şikayetçi olmaya davet ediyordu. Yüksel Aytuğ, Sabah gazetesindeki köşesinden, “Ben kadın derneklerinin yerinde olsam, olimpiyat oyunlarını şiddetle protesto ederdim. Havuzdaki hanımların, kadınlıkla ilgisi kalmamış gibi. Kocaman omuzlar, küçücük kalçalar ve tahta gibi dümdüz göğüsler... Kadınlığın, analığın, bereketin simgesi olan göğüsler, hızı engelleyen birer ‘safra’ olarak görülmüş olmalı ki, çocukluktan bu yana adeta budanmış. Bazı kadın ciritçileri, güllecileri, güreşçileri, haltercileri, boksörleri saymıyorum bile... Onların görüntüleri hepten içler acısı... Kadın zarafetini ve naifliğini, olimpiyat eliyle yok edeceğiz...” diyordu.
BÜTÜN TOPLUM HAK SAHİBİ
Sanırsınız kadın dediğimiz ‘mamül’ iri memeli, dolgun kalçalı, uzun ince bacaklı, Bedri Koraman karikatürlerindeki gibi tek tip üretilen bir kamu malı. Tercihleri üzerinde tüm toplum hak iddia edebilir. Bir kadın seks sembolü olmak yerine sporcu olmayı seçerse kamu huzurunu örnekte görüldüğü gibi bozabilir. Bir hedefe, ideale kendini adamak ve bunun getirdiği sonuçları kabullenmek (annelik ve iyi bir eş olmak dışında) erkeklere özgü bir haslettir.
1. Kocaeli Otomobil Sporları Kulübü tarafından organize edilen ve kent içinden geçen Ford Otosan Kocaeli Rallisi’nde akıllara durgunluk veren bir olay yaşandı. Neydi?a. Otomobillere benzin konmadığı son anda fark edildi.
b. Polis yarış otomobillerini kenara çekip ehliyet, ruhsat sordu
c. Yarış sırasında yola inek çıktı
d. Parkurda yol çalışması vardı, yarış sırasında trafik oluştu
2. Haftaya Cumhurbaşkanı Gül’ün danışmanı Ahmet Sever’in verdiği röportaj damgasını vurdu. Cumhurbaşkanlığının süresi ile ilgili tartışmanın Abdullah Gül’ü üzdüğünü söyledi. Aşağıdakilerden hangisi Gül’ü üzen Ak Partili isimler arasında geçmemektedir?a. Suat Kılıç
b. Egemen Bağış
c. Bekir Bozdağ
Bizim de çözmemiz gereken bir iklim değişimi sorunumuz var. Ama bizimki kısa vadede daha tehlikeli. Belki öldürmüyor ama süründürüyor
Uluslararası İklim Değişikliği Paneli”nin (IPCC) senaryosuna göre Türkiye’de ortalama sıcaklık ileriki yıllarda, ortalama 2.5-4 derece arasında artacak, Ege’de ve Doğu Anadolu’daki artış 4 dereceyi bulacak. Türkiye’nin güneyi ciddi kuraklık tehdidiyle karşı karşıya kalacak. Ege, Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu’yu kapsayan bölgelerde kış yağışları yüzde 20-50 arası azalacak. Kuzey bölgelerde sel riski artacak.
Su kaynakları zayıflayacak, orman yangınları çoğalacak, kuraklık ve çölleşme ile bunlara bağlı ekolojik bozulmalar ortaya çıkacak. Küresel ısınmanın potansiyel etkileri açısından da risk grubu ülkeler arasındayız. Zaten bu tip sonuçları yavaş yavaş görmeye başladık bile. Her gün ya bir sel haberi geliyor ya da sıcaktan kavruluyoruz.
Daha geçen hafta Çevre ve Şehircilik Bakanlığı küresel iklim değişiminin sonuçlarıyla mücadele edebilmek için şehirlerde önlemler alınacağını, düzenlemeler yapılacağını açıkladı.
SEL YA DA KURAKLIK DEĞİL
Fakat bizim bir başka iklim değişimi sorunumuz daha var. Sonuçları sel ya da kuraklık değil. Çevir kazı yanmasın şeklinde baş gösterip karakter zafiyetine hatta oradan omurgasızlığa kadar varan bir iklim değişimi bu. İnsanları başka biri gibi görünmeye, en hafifinden nasıl biri olduğunu saklamaya yöneltiyor. ‘Mahalle baskısı’ diye kodladığımız durumdan bahsediyorum. Bunun son örnekleri kürtaj tartışması ve aktris Nurseli İdiz olayıdır.
Daha birkaç hafta evvel tartışıyorduk kürtaj hakkını. Başbakan “Kürtaj cinayettir” diye kestirip atınca, üstüne bir de Uludere katliamıyla kıyaslayınca meseleyi dürüst bir şekilde tartışmanın imkânı kalmadı. Hakkımızı alabilmek için özür aramak, ağlak söylemler geliştirmek zorunda kaldık: “Hangi kadın ister, içinde büyüyen bebeğini aldırmak, ama işte koşullar.” “Peki ya tecavüz mağdurları ne olacak? Hadi bizi geçin onlara yazık değil mi?” “Ya çocuğun sakat doğma ihtimali varsa?”
Ya buna uyacaksın ya da erkekleşeceksin. Üçüncü bir seçenek daha var tabii; her gün savaşmayı göze almak.
Geçen hafta Fransız Eşitlik Bakanı Cecile Duflot, Meclis’teki bir oturuma üzerinde mavi beyaz, çiçekli elbiseyle gidince ortalık karıştı. Kadın bakan konuşma yapmak için ayağa kalktığı sırada muhalif partiden bazı vekiller ıslık çalıp, köpek ulumasına benzer sesler çıkarmaya başladı. Meclis başkanı dahi susturamadı uluyan vekilleri.
PROTESTO DEĞİL HAYRANLIK
Kameraya yakalanan vekiller utanmak yerine arsızca kendini savundu. Hatta biri, “Bakan Duflot’yu protesto etmedik. Ona olan hayranlığımızı gösterdik. Dış görünümünü tamamen değiştirmiş. Dikkatimizi çekmek istemiyorsa değiştirmemeliydi. Belki de onun söylediklerini dinlemememiz için o elbiseyi giydi” dedi. ıronik bir durum da var ki, bu olay ‘eşitlikten’ sorumlu bakanın başına geliyor.
Duflot’nun o gün giydiği elbiseyi sayfada görüyorsunuz. Sanki kadın femme fatale olmuş da öyle gitmiş oturuma. Her kadının dolabında bulunabilecek, sıradan bir elbise. Koskoca vekilleri ulutacak kadar cazibeli ne tarafı var anlamadım.
KADIN DEDİĞİN ERKEĞİN EKSİK ORGANLISIDIR
Ha tabii şu da tartışılabilir, kadınlar sizinle aynı ortamı paylaşmak istiyorsa dikkat radarınızın altında mı uçmalıdır? Dikkatinize yakalanan kadınlara her türlü neandertal tepkiyi gösterme hakkınız her daim mahfuz mudur? Ulumak nedir Allah aşkına, ergen misiniz?
1. Işın Karaca, sahile inen ünlülerin kabusu selülitin nedenini buldu, duydunuz mu?a. Genetik
b. şişmanlık
c. Hareketsizlik
d. Tele objektif
2. Bu fotoğrafta ne oluyor?a. Hisseli Harikalar Kumpanyası perdesini açıyor
b. Yozgat’ta bir baba iki çocuğuyla kanepeyi atmış bisikletin sırtına eve götürüyor
Haberi kimsenin atladığını sanmıyorum ama hatırlamakta fayda var: Ebru Güntekin, önceki hafta bebek arabasında taşıdığı 3 yaşındaki oğluyla İstanbul Feneryolu tren istasyonuna gitti. Banliyö treniyle Pendik yönüne gidecekti. Tren geldi, Ebru bebek arabasını vagona yerleştirdi ama tam kendisi binecekken kapılar kapandı ve tren hareket etti. Bebeğini kaybetme korkusuyla telaşa kapıldı. Trenle peronun arasındaki boşluktan raylara düştü. 20 metre sonra tren durduğunda artık onun için çok geçti.
SOKAKLAR 30 YAŞINDA ERKEK ATLETLER İÇİN
Hiçbir medeni şehirde, peronla tren arasında bir insanın düşeceği kadar boşluk olmaz. Bırakın bedeni, parmak sığacak kadar dahi olmaz. Ama bizde tüm şehir, herkesin 30 yaşında bir erkek atlet olduğu varsayımıyla tasarlanmış. Yeterince hızlı, yeterince güçlü, yeterince kıvrak, yeterince dikkatli değilseniz, refleksler de zayıfladıysa vay halinize. Evden çıkmasanız daha iyi.
Feneryolu tren istasyonunu hemen her gün kullanırım. O yüzden Ebru’nun bebeğiyle o perona çıkana kadar nerelerden geçtiğini, bebek arabasıyla nasıl zorluk çektiğini çok iyi biliyorum. Tekerlekli iskemlede olan ya da Ebru gibi bebekliler için yapılmış alt geçit rampalarının insana roller coaster macerası yaşatacak kadar dik olduğunu, kaldırım giriş çıkışlarındaki rampaların, önüne park eden araçlar yüzünden kullanılamaz hale geldiğini, bazı merdivenlerde rampa dahi olmadığını, sokaklarda karşıdan karşıya geçerken pek çok otomobilin bebek arabasına aldırmadığını, kaldırımlar bebek arabasına uygun olmadığı için sık sık yola inmek zorunda kalındığını... Kaç kadına, o tren istasyonunun merdivenlerinde bebek arabasını taşıyabilmesi için yardım ettiğimi hatırlamıyorum dahi.
Ebru’nun hikâyesini okuyup üzülmüş, annesiz kalan oğluna acımış ama kendinizi aynı kaderden çok uzak görmüş olabilirsiniz. Size tam tersini ispat edebilirim.
HERKES İÇİN TASARIM
Bundan bir süre önce İstanbul’da, İKSV’nin düzenlediği Tasarım Bienali kapsamında bir atölye çalışması yapıldı. Konuğu, Herkes İçin Tasarım Vakfı (Design For All Europe Foundation) kurucu üyesi Pete Kercher’di.